confessions

Makinelitüfek

Yazar  · 25 Nisan 2017 Salı

  1. toplam giri 76
  2. takipçi 17
  3. puan 1586

dağlara gel

heather
Alevi piri gevheri tarafından Osmanlı-Kürt ittifakı ile yapılan katliamdan kaçıp dağlara yerleşen alevi türkmenler için yazılmıştır.ek olarak 1994 yılında mhp tarafından seçim müziği olarak da kullanılmıştır.

büyük taarruz

herr muller



Bugün 26 Ağustos… Hiç düşündünüz mü, büyük taarruz'dan neden sadece bu “efsane fotoğraf” vardır da, başka fotoğraf yoktur?
*
26 Ağustos 1922.
Afyon Kocatepe.
Saat 11'di.
Büyük taarruz şafak vakti saat beşte başlamıştı, Mustafa Kemal hamleleri adım adım takip ediyor, sahra telefonuyla emirler yağdırıyordu, bi ara diğer komutanların yanından ayrıldı, tek başına, uçurum kenarına kayalıklara doğru yürüdü, dürbünle düşman hattına bakıyordu, dalgın, düşünceliydi, parmaklarını cigara içer gibi dudaklarına götürdüğü an… Deklanşöre bastı Etem Tem.
*
Yedek subaydı. Mülkiye mezunuydu. İstanbul'da fotoğrafçılık yapıyordu. Birinci dünya savaşında Kafkas cephesinde vuruşmuş, Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu'ya geçmiş, Garp Cephesi'nde görevlendirilmişti, kuvayi milliye'nin resmi fotoğrafçısıydı, büyük taarruz'u kare kare görüntülemişti, 10×15 cam negatif çeken Alman malı Reflex ICA fotoğraf makinesi vardı.
*
“İşte o an”dan sonrasını, 1960 yılında Ulus gazetesi için yapılan röportajda, Fikret Otyam'a anlattı.
*
“Tek başına, kayalık tepenin ucuna geldi, başparmağı dudaklarının arasındaydı, objektifimi çevirdim, adeta nefes almıyordum, deklanşöre bastım. Günler geçti, 2 Eylül'de Uşak'a girdik. Vakit yoktu. Ahır bozması bir yerde filmi yıkadım. Fotoğraflar birbirinden güzeldi. Hemen dört tane yaptım, ertesi sabah koşarak götürdüm, içeri aldılar, berberi tıraş ediyordu, odada bir masa, bir portatif karyola, iki iskemle vardı, fotoğrafları aldı, baktı, “çok güzel” dedi.
*
“9 Eylül… İzmir'e girdik. Günbatımına yakındı, ilk işim bir fotoğrafçı aramak oldu, bir Rum fotoğrafçı buldum. Kocatepe'de çektiğim filmleri verdim, yıkanıp basılana kadar etrafta dolaştım, zaman doldurup yeniden geldim, fotoğrafçı beni görünce “hepsi harika” diye bağırdı, baktım, fotoğraflar henüz yaştı, doya doya baktım, hakikaten hepsi harikaydı, taa Uşak'tan İzmir'e kadar bu anı bekliyordum, fotoğrafların kuruyup hazır hale gelmesi için biraz daha zaman lazımdı, sabah gelip almak üzere ayrıldım, karargaha, Bornova'ya döndüm, ertesi sabah erkenden otomobille İzmir'e indim ama, görmeliydiniz, cayır cayır yanıyordu İzmir, ahali sokaklara yollara dökülmüştü, ne dost belliydi ne düşman, fotoğrafçı dükkanının olduğu yere güçlükle varabildim, fakat ne göreyim, gözlerime inanamadım, dükkan yanmıştı, elimde kala kala Uşak'taki o ahır bozması yerde yıkayabildiğim bir kaç fotoğraf kalmıştı, ötekilerin hepsi İzmir'deki fotoğrafçı dükkanıyla birlikte kül oldu.”
*
Evet… Maalesef işte bu hazin sebeple, büyük taarruz'a dair 26 Ağustos'tan başka fotoğrafı yoktur Mustafa Kemal'in, tek karedir.
*
Ve aslına bakarsınız, Kurtuluş Savaşı başından sonuna kadar her yönüyle olduğu gibi, kurtulan tek kare fotoğrafıyla da “mucize”dir.
*
Çünkü, can pazarının ortasında harabe bir ahırda basılan bu fotoğraf kadar… Tarihi böylesine “anıtsal” anlatabilen bir kare yoktur. (Sözcü:yılmaz ozdil)

sakarya meydan muharebesi

franz
yıl 1921.

kütahya-eskişehir savaşı, taarruza kalkacak gücümüzün olmadığını gösterir ve kaybedilir.

bununla beraber mecliste mustafa kemal paşa'ya çokça yüklenir. fakat paşa bunlara göğüs germeyi başarır.

batı cephesi komutanı ismet paşa'ya orduyu sakarya'nın doğusuna çekme emri verir. ismet paşa bunun üzerine "bu kadar geniş alandaki halkı nasıl terkederiz?" der. paşa bunun üzerine, "bak ismet, sen buraya çekildiğinde papulas ne yapacak? seni takip edecek. ikmal yolları uzayacak. halbuki ben" der, mustafa kemal, "milletimin içine çekiliyorum, onları vatanımın harem-i ismetinde boğacağım!".

bunun üzerine ordu sakarya'nın doğusuna çekilir. çekilirken köprüler ve su yolları yıkılır. demir yolları tahrip edilir. burada mustafa kemal paşa, kutuzov'un napolyon'a yaptığı oyunu oynar. (bkz: borodino muharebesi)

bu sırada mecliste başkentin kayseri'ye taşınması ve başkomutanlık yasası görüşülür. başkent kaçmaktan ziyade kavga edip ölmek üzerine taşınmazken, başkomutanlık yasası türlü tartışmalar sonucunda kabul edilir ve mustafa kemal paşa'ya oy çokluğuyla verilir. bu kısımda muhalif milletvekilleri büyük rol oynar, hepsi "savaş kaybedilsin, bütün suç bu adama kalsın." düşüncesiyle onay verir.

bunun ardından paşa hemen tekalif-i milliye emirlerini yayınlar.

savaş başlar. yunanlılar taarruza kalkışır. türk safları büyük bir savunma stratejisi gösterir. bu sırada cephe kuzey-güney yönünden, doğu-batı yönüne döner. çünkü papulas türkleri kuzey yönüne dağıtıp, anadolu yolunu açmak ister.

bu sırada başkomutan mustafa kemal paşa o ünlü emrini verir: hattı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. o satıh da bütün vatandır!

bu şu demektir; normal strateji kitaplarında, eğer bir birlik geri çekilirse, diğer birliklerde onlar ile aynı derecede bir geri çekiliş yapar ve düz bir hat oluşturur. fakat, eğer bulunduğu yerleri savunmaya devam ederlerse, işte bu mustafa kemal paşa'nın zekasına işaret eder! yani paşa, savaş anında yeni bir strateji keşfetmiştir ve bunu uygulamıştır.

papulas geri çekilen birlikleri görür. kendi hesabı ile diğer birliklerinde şu kadar çekileceğini, düz bir hat oluşturulacağını hesap eder. bu sırada ordu iyice yarılmış, ankara gözükmeye başlamıştır. fakat işler papulas'ın düşündüğü gibi gitmemektedir. türkler normal stratejilere uymamakta ve beklendiği gibi hareket etmemektedir.

bunun üzerine papulas'ın sinirleri iyice bozulur, yüklenmekerine rağmen düz hattı oluşturmayan türk ordusuna karşı iyice asabileşir. bunun üzerine kendi ordusunu geriye kaydırır. mustafa kemal adeta düşmanın zihnini okuyordur!

bu geri kaydırma olayı mustafa kemal paşa'ya rapor olarak sunulur, düşman birlik kaydırıyor, yeni birlikler getiriliyor denir. paşa raporu tekrar okutur ve der ki, ismet paşa'yı uyandırınız ve zaferini tebrik ediniz. asker durumu anlamaz fakat emri uygular. ardından paşa, tevfik paşa'yı çağırtır ve aralarında şu diyalog geçer;

-nerdeydiniz paşa hazretleri?
-çadırımda kur'an okuyordum. harbi kaybettik, allah'tan sizi bize bağışlamasını diliyorum.
-bir dakika paşa hazretleri, raporu iki kez okuttum. papulas birlik kaydırmıyor, geri çekiliyor.

bunun üzerine papulas'ın geri çekilişinin nedenini haritalar üzerinde açıklar ve diğer komutanlar da anlayıp rahatlar. ardından paşa beklenmedik bir şey söyler;

-yarın taarruza kalkıyoruz!

bunun üzerine ismet paşa sinirini tutamaz ve sesini yükseltir;

-ne diyorsun sen? neyle, kimle taarruz yapacağız? cephane azaldı, subayların üçte ikisi şehit, ordunun yarısı yok, neyle?

bunun üzerine mustafa kemal paşa parmağını kafasına götürür ve şöyle der;

-bak ismet, papulas burada kaybetti. artık üstünlük bizde!

ertesi gün türk taarruzu başlar. papulas bir kez daha yanlış bir yorumlama yapar ve bu türkler sandığımızdan daha güçlü der, ordusunu afyon ovasına doğru geri çeker.

türk ordusunun artık geri çekilişi sona erer. yüzyıllar sonra bir meydan muharebesi kazanılır.

çok sayıda subay şehit olduğu için mustafa kemal paşa bu savaşa "subaylar savaşı" demiştir.

ayrıca eğitimin aksamaması için mustafa kemal'in emriyle bu savaşa öğretmenler katılmamıştır.

meclis mustafa kemal paşa'ya gazilik ve mareşallik unvanı vermiştir. Tabii asıl gaziliğini kesin olarak trablusgarp savaşı'nda gözüne denk gelen şarapnel ile almıştır fakat, her nedendir bilinmez sakarya savaşı'nda kaburgaları kırılana kadar kendisine hitap olarak kullanılmaz.

ayrıca, artık büyük taarruz'un önü açılmıştır.



dahi diktatör'den alıntıdır.
1

vefat eden sevdiğinin telefon numarasını silememek

immortallydia
Biraz önce sözlüğün facebook sayfasında gördüğüm bir gönderi dikkatimi çekmişti. Bunun üzerine yazmak istedim. 2 yıl önce babamı, öğrendikten 2 ay gibi kısa bir süre sonra kanserden dolayı kaybettim. Az çok babalar, kızlarının kahramanıdır klişesini destekleyen bir durum olarak babam benim ilk aşkımdı. Her aradığımda 'aşkııım' diyerek telefonu açardı (sesi hala kulağımda). Yolda el ele yürürdük falan aklınıza gelebilen her şey. Annemle babamı hızlı ulaşabileceğim şekilde rehbere kaydetmistim. Geçen Nisan da telefonum çalınana kadar babamın ne ismini silebildim ne de telefon numarasını. Rehbere her girisimde görüyordum her seferinde silmeye yelteniyordum ama bir türlü silemiyordum. Sanırım bir şekilde hayatımda onun var olduğunu kendime hatırlatmaya çalışıyordum. Memlekete gittiğim zaman evde ister istemez hatırlıyorsun ama üniversitede uzakta bana onu hatırlatan bir sey yoktu. Sanırım yanımda elle tutulur bir şey istedim, silemedim elim varmadı. Sonra bir o***** c***** geldi telefonumu çaldı. Babamın benim çektiğim bütün fotoğrafları gitti ona dair yakaladığım anıların hepsi tek seferde gitti. İzinin silinmesini istemediğim tek şey benden uçtu gitti.. ama sonra ne fark ettim biliyor musunuz? anılarının görsel kanıtlarının gitmesi ona ulaşmamı engellemedi ve ona verdiğim sözleri tutmamı engellemedi. Sadece bazı şeylerin kalbimde kalmasını sağladı. Tıpkı sesinin sadece kulağımda bir melodi halinde kalması gibi. Hafızamın el verdigince hatırlayabileceğim değerli anılar olarak kalacak. Kalmasını sağlayacağım...
1

emiliano zapata

kutsalchomar
meksikalı devrimcidir. Gittiği görüşmede Pusuya düşürülerek 10 Nisan 1919'da öldürülen lider.

Dünya'da Lenin gibi kişilerin de kendisi gibi mücadele verdiğini duyunca 10 bin atlı gönderelim tarzı söylemlerde bulunmuş kişidir.

dizlerinin üzerinde yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir, diye ünlü bir sözü de vardı

kendini kadın ile eşit görmeyen erkek

miractanyuvarlananninja
Söz konusu bakış açısı "eşit" algısına tepkiyse haklı olan erkektir.
Eşit olduğunu savunanların önce "eşit" kavramını öğrenmesi gerekir.
Kadın ve erkek eşit değildir, sadece biyolojik iki cinsiyettir akabinde üstünlük durumu da söz konusu değildir.
Eşit haklara sahip olmalılardır ve toplumsal eşitlik sağlanmalıdır, hepsi bu.

çomarlara göre kadın

Beastbrook
çomarlardan kasıt ne burada? eğer ki dini tayfa ise gayet hacı hoca gördüm karısına gül gibi davranan başka kimseye bakmayan. bir erkek olarak etrafımda gördüklerim ile söyleyebilirim kadını cinsel obje olarak görenlerin çoğu dinle alakası olmayan kesimdendir. bu yüzden gençlik içerisinde "fuckbuddy" terimi oluştu. bu yüzden 1-2 haftalık ilişkiler oluştu. bu yüzden ilişkilere bakış açısı sorulduğunda çoğu kişi "tek gecelik ilişki" tercih ediyorum diye söyleniyor çoğunlukla. ciddi ilişki kullanmıyorum tarzı şeyler de söylüyor. bol keseden yobaz, çomar diye sallamak kolay gibi sanki, değil mi? biraz tarafsız bakın olaya daha yararlı olur ama yine de siz bilirsiniz tabi sizin görüşünüz.

kuleli asker lisesi

the
amacı Türk Silahlı Kuvvetlerine subay ve Kara Harp Okuluna öğrenci yetiştirmek olan okul. 15 temmuz'dan sonra yeniden yapılanma çalışmaları amacıyla kapatıldı.
İStanbul boğazı'nın kıyısındadır.

istem dışı insanları küçük görmek

anne boleyn
hayatta en nefret ettiğim şey birinin beni küçümsemesidir. İnsan kendine yapılmasından hoşlanmadığı şeyleri başkasına yapmamalıdır. bir insanı küçümsediğimi fark ettiğimde hemen kendi kendime ''sen kimsin ki bu insanı küçümsüyorsun'' derim. iyi liderlerin en büyük özelliği ise hiçbir düşmanını küçümsememektir. çünkü iyi liderler her zaman düşmanını bile küçümsemenin felakete yol açacağını bilirler.

gerizekalılığın terör suçu sayılması

dr vitus werdegast
ülkenin hatta dünyanın geleceği için gerekli bir faaliyettir.

esasında fikir bana ait değil. bir twitter hesabında görmüştüm. fakat hangisinde gördüm hatırlamıyorum. neyse.

bana kalırsa gerizekalılık, radikal islamdan, ırkçılıktan falan daha tehlikeli bir meftum. çünkü bunları körüklüyor. kişiyi radikalize ederek tehlikeli bir birey olmasını sağlıyor.

akp kitlesi bunun tipik bir örneği mesela. "göbeğini kaşıyan adam" muhabbeti yapmıyorum. adamlar her şeyi "dış güçler, dış mihraklar, üst akıl, güç odakları" gibi mistik konulara bağlamışlar ve askerlerin zehirlenmesinin bile casusluk faaliyeti olduğunu düşünüyorlar. homer simpson tarzı bir gerizekalılık söz konusu. tehlikeli mi, tehlikeli. çünkü böyle güdülene güdülene 15 temmuz'da köprüde sadece haber yapmak için bulunan bir gazeteciyi neredeyse öldürüyorlardı.

bu düzenleme yapılırsa, dünya şimdikinden kat kat daha güvenli bir yer olabilir. mesela birisi "gezi'nin arkasında 3.havalimanını çekemeyen dış mihraklar var" mı diyor? derhal terörle mücadele ekipleri tarafından tevkif edilmeli, sorgulanmalı, hatta elektro şok terapisi uygulanmalı. bütün gerizekalıca söylemler terör suçu ve propagandası olarak kabul edilmeli. bu prosedür 5 yıl uygulansın, mars'ta koloni kurmazsak kefen giyip akp mitingine giderim.

laik sözlük'ün özgürlükçü çomarlardan oluşuyor olması

kemalisthanım
Siz de bu sözlüğe gelir iken ''aaa kesin burada benim gibi düşünen insanlar, atatürk'ü sevip sayan insanlar ya da belki de kemalistler vardır'' kafasıyla geldiniz değil mi? Sonuçta Türkiye'de laiklik demek Atatürk demektir. Atatürk'ün altı ilkesinden de biridir laiklik. Ama sonra kocaman bir hayal kırıklığına uğramanız benim gibi muhtemeldir. Zira bu sözlüğün ne yazık ki Atatürk ile yakından uzaktan alakası yok. O yüzden atatürkçülerle karşılaşmanız da imkansız. Az bir takılıp, gözlem yapıp, Atatürk'e sallayan adamların yönetim tarafından el üstünde tutulmasını gözlemlediklerinde terk ederler burayı ki birçok kişi etti de. Akplilerden kaçarsın, rahat nefes alayım diye buraya gelirsin en büyük düşmanı olup da akp'ye benzeyen yönetime denk gelirsin.
(bkz:diktatörlük) (bkz:millete faşist deyip en büyük faşistlikleri yapmak) (bkz:tatlı su komünistleri)
saygılar. büyük bir ihtimalle bu tatlı dille eleştiri entrym de yetkililer tarafından imha edilecektir.
1

solcu olayım derken terörist olmak

deist imam
Gunumuz pkksını destekleyenler kendisini solcu olarak gostermeye calisan ama esasinda kürt ulusalcisi veya kürtçü olan çıkarcılardır. Pkk kurulus ilkesine gore belki katı bir marksizmi benimsemis olabilir ama 1984te diyarbakir cezaevinden tahliyeler basladigi anda bu marksizmi pratikte kesin bir sekilde reddedildi ve tamamiyle pkk kürt haklarini savundugunu soyleyip 20 yasinda askerligini yapan kürtü öldüren bir silahli örgüt haline geldi. Marksist gelenekte masum halki katletmek yoktur. Gerekirse halka ragmen mucadele edersiniz ama namlunuzu asla halka ceviremezsiniz. Amerikan emperyalizminin ortadogudaki en buyuk maşalarindan birisi olan pkk da gunumiz türkiye solunu etkilemeye calisiyo ama yanildigi bir sey var. Sol dusunce bolunmeyi degil halklarin kardesligini savunur ve namlusunu asla halka karsi dogrultmaz. Pkk kendi deyimiyle özgürlük isteyip bağımsız kürdistan derken o kürdistanin da amerikancilar tarafindan yonetilecegi ve özgür olamayacagi aşikar. O yüzden 68 kusaginin agzindan dusurmedigi bir slogani hatirlamak gerekir "tam bagimsiz gercekten demokratik türkiye". Gercek solcular halki bolenlere ve halki katledenlere karsi her zaman mucadele etti ve mucadele etmeye de devam edicek

Edit: bu arada bazi gerizekali milliyetciler(lutfen dusunme yetenegi olanlar ustune alinmasin) ve beyinsiz irkcilar malesef solculari sacma sapan aptalca bir önyargiyla terorist ilan ediyo. Çok gerizekali gorunuyolar. Benden onlara tavsiye gercek bir solcuyu vatan hainligiyle suclayacaklarina once beyinlerini kullanmayi ogrensinler. Beyinlerini kullandiktan sonra kopek gibi saldirmazlar. Gerci beynini aksesuar olarak kafasinda tutan adamdan bunu istemek biraz agir gelir ona

entry paylaşım bildirimi

kanellos
sözlük içerisinde yapılmış olan son güncellememizdir. herhangi bir yazarın entrysi herhangi biri tarafından facebooktan paylaşılırsa entry sahibine bildirim gelecek. kaliteli olduğunu düşündüğünüz insanları daha kaliteli entryler girmesi için bu şekilde teşvik edebilirsiniz. Swh.
2

japon mucizesi

sorbuyukbaba
1945 yılında atom bombalarını yemesiyle savaştan tamamen yenik ayrılan japoyanın mucizevi bir şekilde 1970 li yıllarda dünyanın en büyük 3 ekonomosinden biri haline gelebilmesi olayıdır.
o yıllarda savaşta yenilen japonyanın tabiri caizse cebren ve hileyle bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi, bilfiil işgal edilmiş ayrıca da ordu kurması abd tarafından yasaklanmıştır. ama ne hikmetse bu durum japonların orduya ayıracağı parayı üretime yatırmasına ve ordu da besleyeceği insanları da ucuz işgücü olarak kullanmasına sebep olmuş ve japonlar çılgınlar gibi üretim yapmaya başlamıştır. savaşın etkileri ile havalarda uçan hiperenflasyon 1950'lere kadar japonlara kök söktürmüş olsa da sonrasında kontrol altına alınabilmiştir. Kişi başına düşen gelir 1946'da $17; 1950'de $132, 1953-1954'de $190, 1956'da $229, 1957'de $253'dır. 1950 lerde bu denli artış olmasının en büyük sebebi de hunharca demir çelik ve eline ne geçerse üreten geliştiren japonyanın 1950 de çıkan kore savaşından dolayı dünyada oluşan ekstra sanayi talebini karşılama görevini en iyi şekilde yerine getirmesidir. japonya ucuz işgücü ve verimi yüksek mallar üreterek başta abdnin olmak üzere dünyanın savaş sanayisi ihtiyacını karşılıyordu. aile şirketlerinin bu fırsatta büyümesi ile bu şirketlerde çalışan manyak insanların düşük ücrette çalışmayı milli bir görev olarak görüp canı gönülden çalışması da bu kalkınmanın tuzu büberi olmuştur. bu zaibatsu denilen aile şirketleri, 50'lerden sonra da gelişmede büyük rol oynayıp çalışanlarının kendini çalışan değil aile bireyi olarak görmesi ve yaşamak için çalışmak değilde çalışmak için yaşamak mottosu ile hunharca çalışıp enflasyonun belirli düzeyde tutulmasında da büyük rol oynamışlardır. velhasıl kelam bu japonlar büyük yıkımdan sonra kısa denilecek bir sürede özellikle çelik üretiminde makine ve kimyada aşırı yatırımları ile ödemeler dengesini kapatmış hatta fazla vermeye bile başlamıştır. öyle ki japonyanın 70 li yıllarda dolar rezervi 20 milyar dolar dolaylarındadır ve abd ve rusyadan sonra dünyanın en büyük 3. ekonomisi olarak anılmaya başlamıştır. bir nevi adamların dedesi tarlada buğday ekerken torunu yapay tohum üretecekmişte zor tutmuşlar.

chp lideri kemal kılıçdaroğlu'nun 300 tl'lik spor ayakkabı giymesi

anne boleyn
sanarsın ki 300 tl olan ayakkabı çok pahalı da bunun lafını yapıyorlar. yahu benim bile ayakkabılarımın fiyatı o kadar. kızdım adama keşke 1000 tl olan ayakkabıdan giyseydi. açlıktan nefesleri kokuyor, kendilerini sömüren adamlara biat ediyorlar bir de gelmiş 300 tl olan ayakkabıya takılıyorlar. gerçekten akepeli kafası müthiş bir şey.
2

300 milyon türk bir olursa amarika ve çin'den sonra 3. en büyük ekonomi biz oluruz

mergen
türki cumhuriyetleri gezen bir çok tanıdığımın söylediği üzere azerbaycan dışında diğer hiçbir türk devletinin umurunda değilmişiz. özellikle de kazakistan, özbekistan ve kırgızistan tarzı zamanında sscb'nin şimdiyse rusya'nın etkisinde olan devletler hâllerinden ve rusya'dan oldukça memnunlarmış. bu tip bir turan tarzı birleşmeye oldukça soğuklarmış.

ama ne yalan söyleyim; ben de çok isterdim böyle bir turan birleşmesini.
(bkz:kızıl elma)

sözlük'ün eksikleri

el presidente
Bildirimler konusu baya sıkıntılı. Arkadaşın biri entrymi favlamıs. 9 saat boyunca aynı bildirim gelip gelip duruyor.

Bir ikincisi eksi oy sınırlaması. Günlük beş eksi yeter. Adam bir başlıyor 50-60 entry birden eksilemeye, puan kuş gibi kalıyor.

Son olarak moderatörler mesajlara bi cevap versin ya. Geçen birisine bir konuda danıştım. "Sana döneceğim" dedi. Evlendim çoluk çocuğa karıştım amk. Hala dönüş yok.
1

okullarda okutulan andımız

dokuzkoydenkovulanadam
Türküm, doğruyum, çalışkanım,

ilkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,

yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.

Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe

durmadan yürüyeceğime ant içerim.

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

"Ne mutlu Türküm diyene!"

"her gün türküm diyerek türk olunmaz" diyen tek damla türk kanı taşımayan dönemin başbakanı tarafından kaldırılmıştır. kuyruk acısını çıkartmış olasa bütün yaptıklarının hesabını bir bir verecek.

2012 yılında ortaokullardan
2013 yılında ilkokullardan tamamen kaldırılmıştır.

ırk yok müslüman var

anne boleyn
Türk'üm demek ırkçılık olur ama müslümanım demek onurdur bunlar için. mesela bu konu hakkında sayın cumhurbaşkanımızın söylediği bir şey var:
''bana türk müsün diye soruyorlar, ben de müslümanım diyorum.''
böyle adamlar cumhurbaşkanı oluyor işte. bir de bu dediği şey için övünüyor, hava yapıyor. yahu madem türk'üm demek diğer ırklara ayıp etmek oluyor hadi onu da geçelim türk'üm demekten bile utanıyorsun neden müslümanım demek ile övünüp duruyorsun? bu da o zaman diğer dinlere mensup olanlara ayıp etmek oluyor.

siyonizm

lucifer
Avusturya-Macar gazetesi Theodor Herzl öncülüğünde yurtsuz Yahudilerin, Tevrat'ta bahsi geçen Vaad Edilmiş Topraklar olan Fırat'tan Nil'e kadar olan bölgede bir vatan kurulmasına destek veren fikri ve siyasi ideolojik harekettir. Theodor Herzl'in başını çektiği Siyonizm, Herzl'in büyük gayretleri sonucu 1897 yılında İsviçre'nin Basel kentinde I. Dünya Siyonist Kongresini yaparak başlatılmıştır. Herzl, yaptığı açılış konuşmasında ''Biz Yahudi milletini barındıracak bir evin temelini atmak için buradayız.'' diyerek Siyonizm'in temel gayesini ortaya koymuştur. O dönemde Yahudilerin vaat edilmiş topraklar adlandırdığı yer olan bölge, Osmanlı'nın himayesi altında olup Siyonizm'in hedefinin önüne engel olan bir isim de Osmanlı tahtında bulunmaktadır: Sultan II. Abdülhamid Han. II. Abdülhamid'in hafiyelerinden olan Kont Newlinski aracılığıyla mektup gönderen Herzl, Filistin'i satın almak için Sultan'a 5 milyon altın teklif sunar. O dönemin şartlarına ve Herzl'in düşüncesine bakacak olursak Osmanlı'nın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılı durum nedeniyle Sultan'ın bunu geri çevirmesi mümkün değildi. Gerçekten ciddi ve cömert bir teklife II. Abdülhamid Han şöyle bir cevap verecektir: '' Ona söyle: Bu meselede ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime emanettir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır.'' Sultan Abdülhamid'in bu cevabı üzerine Siyonizm hayallerini bir süre ertelemek zorunda kalan Herzl, hiçbir zaman pes etmemiştir. Abdülhamid'in kapısını 3-4 kez daha arşınlayan Siyonizm'in fikir babası, umutlarını biraz daha ertelemek zorunda kalacaktır. Şunu da belirtmek de fayda vardır ki II. Abdülhamid, Herzl ve yandaşlarının farklı yöntem ve usullerle Filistin için adım atacağını tahmin etmiş, bu doğrultuda Yahudilerin Filistin'de toprak satın alıp yerleşmemesi için Filistin'in tapularını kendi üzerine alarak önlem sağlamıştır. Siyonizm'in bu girişimlerine karşı alınan tedbirler, Siyonistlerin çabalarını boşa çıkarmış ve hedeflerini sekteye uğratmıştır.

edit: II. Abdülhamid'in tek beğendiğim hareketi diyebilirim.
4

dumlupınar denizaltısı dumlupınar faciası

kargalı karga paşa
İlk adı "USS Blower / SS-325" olan Amerikan menşei deniz altıdır. 15 Temmuz 1943'de kızağa konulmuş, 23 Nisan 1944'de denize indirilmiş ve 10 Ağustos 1944'de ilk görevlendirmesini almıştır. 16 Kasım 1950'de Amerikan Envanterinden çıkarılan deniz altı "ortak savunma destek yasası" ile birlikte türk donanmasına devredilmiş ve "TCG - Dumlupınar" ismini almıştır. Türk Donanmasına 16 Kasım 1950 - 4 Nisan 1953 tarihinde hizmet vermiştir. 4 Nisan gecesi saat 2 sularında gerçekleşen ve "Dumlupınar Faciası' olarak tarihe kazınan o kara facia sonucunda 86 kişilik mürettebatı ile batmıştır. Faciada mürettebattan yalnızca 5 kişi kurtulabilmiş 81 kişi hayatını kaybetmiştir.


4 Nisan gecesinde Nato Akdeniz Bluesea Tatbikatına I. İnönü ile birlikte katılmış geri dönülmektedir. Çanakkale Boğazında Nara Burnu açıklarında İsveç yük gemisi olan Naloband'ın buz kırıcısı ile çarpıştı. O sırada güvertede bulunan sekiz kişinin ikisi pervanelere takılarak, biri boğularak hayatını kaybetti. Olay yerine gelen gümrük motoru sağ kalabilen beş kişiyi çanakkale'ye hastaneye götürdü.


Dumlupınar beklenenden çok daha hızlı batmıştı. Aynı zamanda yangında çıkmıştı. 22 kişi torpido dairesine sığındı ve bir battı şamandırasını yüzeye fırlattılar. Şamandıra ilk önce balıkçılar tarafından fark edilerek bulundu. "Dumlupınar burada battı." yazılı bir şamandıra. Şamandıradaki telefon ile mürettebata ulaşılmaktaydı. Konuşma radyodan canlı olarak yayınlanıyordu ve kalabalık artıyordu bölgedeki. İlk teması Gümrük motoru ikincisi çarkçısı Selim Yoludüz kurdu mürettebat ile. Daha sonra geleb Kurtaran gemisi komutanı ÜsteğmenSuat Bey şamandıraya geldi ve telefonu kaldırdı.

— Alo Dumlu.
— Evet, Dumlu.
— Ben Üsteğmen Suat.
— Evet, efendim ben Selami
— Selami nasılsınız, biz geldik, şimdi bana durumu anlat.
— Efendim dizellerden yara aldık, manevra dairesinde yangın çıktı, bataryayı
sıfıra alarak kıç torpido dairesine geçtik, şimdi manevra dairesi su ile dolu.
— Kaç kişisiniz orada?
— 22 kişiyiz.
— Diğer dairelerle irtibatınız var mı?
— Yarım saat evvel kıç batarya dairesi ile konuştum, şimdi cevap vermiyorlar.
— Merak etmeyin 'Kurtaran' geldi biz buradayız.
— Efendim manometre 267 kadem gösteriyor doğru mu?
— Selami Kurtaran geldi şimdi kurtarma işine başlanıyor, ben biraz sonra yine gelirim. Selami arkadaşlarına söyle, gerekmedikçe konuşmayın, türkü söylemeyin, sigara içmeyin.
— Peki efendim...

Dalgıçlar 11 kez dalış yaptı o gece toplamda. Ancak her biri vurgun yiyerek geri döndüler. Dumlupınar yaklaşık olarak 91 metre kadar dibe oturmuştu ve dönemin teknolojisi kurtarmaya el vermiyordu. Burnu kanayarak yüzeye gelen her dalgıç tekrar denemek istiyor ancak izin verilmiyordu. Son bir umut kalmıştı. Şamandıranın kılavuz teli takip edilecek ve dumlupınara ulaşılacak çan teli takılarak dumlupınar kurtarılacaktı.

Ne var ki kurtaran gemisi faciadan ancak 10 saat sonra oraya gelebilmişti ve kurtarma cabalarının hemen ilk girişimlerinde kılavuz teli kopmuştu. Böylece artık 22 kişinin kurtarılacağına dair olan bütün umutlar ve son şans tükenmiş oldu. Bunun üzerine Üsteğmen Suat şamandıranın başına giderek ahizeyi tekrar kaldırdı.

-Alo! Dumlu! Ben Üsteğmen Suat! Selami orada mısın?!
-Ben Selami komutanım Buradayım!
-Selami durumunuz nedir oğlum?
-Dediklerinizi yapıyoruz komutanım. Konuşmuyor, türkü söylemiyor, sigara içmiyoruz! Manometre hala 267 kadem gösteriyor komutanım.
-Selami! Oğlum! Arkadaşlarına söyle. Konuşabilirsiniz... türkü söyleyebilirsiniz... Sigara içebilirsiniz...

Astsubay selami durumu anlamıştı. O ahizeden o gece son kez bir ses yükselmişti. 22 kişinin ağzından...

"Vatan sağolsun!"

Akabinde bütün bir millet o ahizeden yükselen orada yazılan şu türküyü dinledi yine o aslan yürekli askerlerin ağzından.


"Ah bir ataş ver cigaramı yakayım,
Sen salın (sallan) gel ben boyuna bakayım,

Uzun olur gemilerin direği,
Ah çatal olur efelerin yüreği,

Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın,
Arkadaşlar uykulardan uyansın,

Uzun olur gemilerin direği,
Ah çatal olur efelerin yüreği,"


72 saat daha hayatta kalabildi o çatal yürekli efeler. O gece milli savunma bakanlığı 7 bildiri geçmiş 7. bildiri de artık umutların tükendiği ülkeye duyurulmuştu.



Üst sıra soldan sağa:

Astsb.Kd.Bşçvş. Şevki ÖZSEKBAN
Astsb.Kd.Bşçvş. Ali TAYFUN
Üsteğmen İsmail TÜRE
Astsb.Kd.Bşçvş. Mehmet FİDAN
Astsb.Kd.Bşçvş. Ömer ÖNEY

Alt sıra soldan sağa:

Astsb.Kd.Bşçvş. Mehmet DENİZMEN
Astsb. Çvş. Selami ÖZMEN
Astsb. Çvş. Hamdi REİS
Astsb.Kd.Bşçvş. Niyazi BAŞAR
Teğmen Bülent ORKUNA

Dumlupınar Şamandırası;



Gazete Haberleri ve Manşetlerin Bazıları;



Ceyhun Yılmaz'ın o efsanevi anlatısı için;




Benim de seslendirmeyi çok sevdiğim bu türküyü bir diğer rahmetli barış akarsu'dan dinleyelim öyle ise. Bu vesile ile onu da analım.
.



din eğitimi ve ahlak bilgisi dersinin haftada iki saat olması

sahilkesimi17
kenan evrenin bu ülkeyi uzay çağına soktuğu zamanlarda müfredata haftalık 1 ders olarak eklediği derstir. gayelerinin çocuklara her türlü dini bilgiyi aktarıp aynı zamanda ahlaklı bireyler yetiştirmek olduğunu söylemiştir. ancak günümüzde tecavüzcülerin, sapıkların bu kesimden çıktığını unutmamak gerekir. güncelin imam hatiplileri ileride karşımıza nasıl çıkacak diye sorgulatır.

subjektif olmak

anne boleyn
''Subjektif: Özneye ilişkin olan, öznede oluşan, nesnelerin gerçeğine değil, bireyin düşünce ve duygularına dayanan, enfüsi, öznel, nesnel karşıtı.''

insanlar ne kadar objektif olduğunu söylese bile, sevdiğimiz çoğu kişiye ve olaylara karşı subjektifizdir. olaylara bakış açımız kendi gözümüzden olacağı için bize yabancı olmayan, yakın hissettiğimiz her konuya karşı kendi görüşümüzü sunarız. zaten kendi görüşlerimiz bizi biz yapan etkenlerden biri değil mi? velhasılkelam bunun dozunu da iyi ayarlamak gereklidir. ciddi olaylar karşısında objektif olamazsak hak yiyebilir, insanların canını yakabiliriz. kısaca diyebiliriz ki birazcık mantık birazcık kalp. ne demişler zıt kutuplar birbirini çeker.

erkeklerin doğum yapması

trainer red
birçoğumuz tarafından imkansız hatta saçma karşılanan durumdur. fakat 2008 yılında thomas beatie 35 yaşındayken ilk doğumunu gerçekleştirmiştir.
biraz araştırdım suni rahim taktırırsam ben de hamile kalabiliyormuşum.

bu gidişle evlenemeyeceğimden ve hamilelik zevkini bizzat yaşamak istediğimden, yumurta bankasından yumurta alarak ben de kendi çocucuğumu anal yolla kendim doğurmak istiyorum.

bebek ve baba dergilerini okuyup periyotlarımı takip etmek, aş ermek istiyorum.
her gün aynanın karşısına geçip kıllı göbeğimin şişmesini takip edip, hamile tuniği giymek istiyorum. iki elimle belimi kavrayıp bacaklarım ayrık ayrık yürümek istiyorum.

mahallenin ortasında herkesin içinde doğum suyumu dökmek, kalın sesimle inlemek istiyorum. kadın doktor istemem triplerine girip kan ter içinde bebeğimi doğurmak istiyorum. sonra başıma kırmızı kurdela takıp dikişli kıçımı tuta tuta misafirlerime lohusa şerbeti ikram etmek istiyorum.

evet, düşüncesi bile beni mutlu etmeye yetiyor.
7

asosyal olmak

anne boleyn
bir aydır dışarıya çıkmıyordum. kuzenim geldi bize bir süslemiş beni aman tanrım dedim bu ben miyim swh. şu an bu tiple dışarı çıkmazsam yazık ederim diye düşünüyorum ve çıkıyorum

şehit albay nazım

anne boleyn
Nazım bey, Kurtuluş savaşı yıllarında birinci İnönü ve ikinci İnönü savaşlarında başarısıyla tanınan cesur, yiğit bir askerdir. Başarılarından dolayı rütbesi de yarbaylığa yükseltildi.
Yunan Ordusu 10 temmuz 1921 günü Türk cephesine taarruza geçti. Buna büyük yunan taarruzu diyebiliriz. Bu savaşta savunulması önemli olan bir tepe vardı. Eğer o tepe korunamazsa Türk ordusunun çevresi sarılacaktır. Bu yüzden ikinci alaya (40.alay) o tepeyi korumaları emredilmiştir. Lakin nazım bey bu alayın komutanına pek güvenmemektedir.

Sabah erkenden binbaşı Şerafettin ve bazı karargah subaylarıyla birlikte yeni alayın mevzilerini denetlemeye giderler. O sırada tepede kimsenin olmadığını fark ederler. Nazım Bey'in korktuğu başına gelmiştir. Bu savsaklama felakete yol açacaktır.
Süvari Takımı Komutanı'na, "Hemen tepeyi tutmasını, bu arada düşman harekete geçerse, alaydan birlik gelene kadar tepeyi ne pahasına olursa olsun savunmasını" emreder.

Nazım bey süvari takımı ile birlikte tepeye hareket ederken bir makineli tüfek takırdamaya başlar. Ağaçların arasına bir yunan askerinin saklandığı ve pusu kurduğu anlaşılır. Ama her şey için çok geçtir. Yarbay Nazım ağır yaralanmıştır. Eskişehir'de bir hastaneye yetiştirilir. Gözlerini açtığında başında bekleyen subaya ''arkadaşlar iyi mi?'' diye sormuş ve ''iyiler'' cevabını aldıktan birkaç dakika sonra hayata gözlerini yummuştur.

Atatürk bu haberi Salih Bozok'tan aldığında ise yıkıldı. En güvendiği dostlarından birini daha kaybetmenin kederi içindeydi... Üzüntüden bir günde zayıfladığı dahi söylenmektedir. Albay Nazım'ın Cenazesi ankara'ya getirildi ve şehidimiz bir tören ile sonsuzluğa uğurlanmıştır. Meclis tarafından rütbesi ise Albay olarak yükseltilmiştir. Biz ona kısaca Kahraman Nazım desek daha doğru olur.

Bu vatan kolay kazanılmadı. Yeri geldi arkalarından vurdular, yeri geldi haince bir kurşuna kurban gittiler. Albay Nazım, tanımadığımız nice kahramanlarımızdan sadece biriydi. Bu milletin içinden birçok kahraman çıktı bu topraklar o kahramanların kanları ile, azimleri, cesaretleri ile kazanıldı. Bütün kahramanlarımızın ruhu şad olsun.

Son olarak ise Turgut Özakman'ın güzel bir sözünü paylaşmak istiyorum sizinle: ''Milli mücadele'nin emperyalizme karşı verilmiş ve kazanılmış ilk kurtuluş savaşı olduğu anlatılmadığı için gençlerimiz başkalarının kurtuluş mücadelelerine imrendiler. Kendi tarihlerine kendi kahramanlarına yabancılaştılar.''

eşcinsellik ve ensesti bir tutan gerizekalı teist

bengay
Birbirine aşık olan ve cinselliği yaşayan iki yada daha fazla insan eğer 18 yaşını doldurmuş, zorlama yada baskı altında değilse ve akli dengesi yerindeyse diğer insanlara laf düşmez (tekrar ediyorum insan yani hayvan değil insan)... bu insanlar erkek/kadın, arkadaş/sevgili yada akraba olabilir. Doğacak olan çocuk ayrı bir tartışma konusu ve neden illa çocuk doğacak gibi yaklaşılıyor anlamış değilim.

türkçü olduğunu iddia eden bireyin hitler seviciliği yapması

kemalisthanım
bu görüşteki ''insanlar'' en nefret edilesidir. bir kere türklüğü geçelim bir insan bile adolf hitler'i sevemez. bakın insan dedim. insanları acımadan katleden, acımasız, psikopat, faşist, korkunç birini sevmek nasıl bir zihin ürünüdür anlam veremiyorum. hele ki bu kişi türk ise daha da büyük hayal kırıklığı. önemli olan insanlık be.

hüseyin nihal atsız

anne boleyn
hüseyin nihal atsız, rıza nur denen ruh hastasının manevi oğludur. bu durumda atsız'ın zaten atatürk'ü sevmesini beklemek saçmalık olur. bazı milliyetçi kesim kendi uydurdukları hayal dünyasında atsız'ı başbuğ ilan ediyorlar. Ya senin izinden gittiğin adam Atatürk'tür ya da Atsız'dır. İkisinin milliyetçiliği bambaşkadır. örnekleyecek olursak, Atatürk'ün milliyetçiliği, kendini türk hisseden türk'tür düşüncesi üzerinedir. Atsız'ın ise ya Türk doğarsın ya da bir hiç olursun mantığı üzerinedir. Şimdi bu iki düşünceyi harmanlayıp ikisini de başbuğ ilan etmek büyük bir mantık hatasını ortaya çıkarır. Bu konuda da bazı türk milliyetçisi kardeşlerimin kafalarının karıştığını düşünüyorum.

ucuzkitapal.com

kekotella
2 tlye binlerce kitap kampanyası ile kuytu köşede kalmış, unutulmaya yüz tutmuş binlerce kitabı cazip fiyata satan internet sitesidir.
Aynı zamanda internet sitesinin sahibi olduğu yayınevine ait kitaplara çok cazip fiyatlarla sahip olabilirsiniz.
(bkz:maviçatı yayınları)
Onun dışında diğer yayınevlerine ait güncel kitapları piyasadaki fiyatlarının az buçuk altında gmrebilirsiniz.