confessions

rosante

Bira  · 7 Haziran 2017 Çarşamba

  1. toplam giri 31
  2. takipçi 22
  3. puan 1875

recep tayyip erdoğan hakkında yakalama kararı çıkarılması

kargalı karga paşa
İsveç milletvekillerince yapılmış olan gerekçesi ise "tsk ile pkk arasında gerçekleşen çatışma ve mücadeledeki rolü" olan karardır.

Evet muhalifiz ancak kimse mandacı anlayışa sempati besleyemez. Bu kabul edilemez bile.

Bu sebeple Erdoğan'ın avrupa'ya gidişleri problemli bir hale gelmiş durumdadır. Zamanlama manidar ayrıca. G-20 sonrası 15 temmuz arefesi (!)

Pardon ama öyle veya böyle devletin son 15 senesinde iktidarda bulunan adam ve kurduğu hükümet terörize birliklere ne yapacaktı? Tulumbadan su mu çekecekti?

Bu arada isveç sen kimsin ya. Seni kim ipliyor?

Edit: içerik

Edit: muhalif olmak her şeye muhalif olmak demek değildir eksici arkadaşlar. Muhalif olmak demek objektif olabilmek demektir. Bilin isterim.

uyanış 15 temmuz fragmanı

valonqar
Deep web kaçıncı seviye olduğunu merak ettiğim.

Cidden çok rahatsız edici sahneler var. Darbeci paşa Mustafa Kemal'e benziyor. Bilardo topunu korumanın kafasına fırlatması, Erdoğan ailesinin ölü gösterilmesi, ülkenin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kafasına silah dayanması. Özellikle Tayyip'in kafa şekli. Çok rahatsız edici ve saçma.

Bir de helikopterin ateş açtığı sahne star wars'dan hallice. Hatta ilk star wars filmleri daha iyi.

evlat

Valar dohaeris
Yapması kolay, bakımı zor, ihaneti yüksek.

Şahsen anne ve babanın geleceğe yatırımı olarak görüyorum evlat kavramını. Seni besler, giydirir, büyütür, geleceğe hazırlar ve yaşlanıp, elden ayaktan düşünce kendilerine bakacak kişi olarak yetiştirirler. Erkek isen çalışıp eve para getirmiyorsan, eğer kadın isen evlenmiyor ve aileni utandıracak* şeyler yapıyorsan işte o an "ölü yatırım" oluyorsun.

Sen daha doğmadan senden beklenen şeyleri karşılayamadığın hissiyatına kapıldın mı hiç?

gralder'in parmakları kesilsin ki bir daha entry giremesin kampanyası

besiktas
karakteri ya da kişisel bilgileri hakkında en ufak yorum yapacak bilgimin olmadığı sözlük yazarı gralder'in, artık bu göz kanatma mevzularını kendine saklaması gerektiğini düşündüğüm için başlattığım kampanya.

edit1:
bir insanoğlu nasıl virgülden önce ve sonra boşluk bırakıp ardından bir bağlaç kullanabilir aklım almıyor doğrusu
3

solculara yönelik eleştiriler

Beastbrook
uzun zamandır yazmak istediğim bir şeydi artık sizlere sunuyorum. herhangi bir siyasi görüşü olmayan biri olarak yazıyorum bunları baştan belirteyim.

solculardan nefret etme sebepleri en basit örneği ile buralarda bile gördüğüm kadarıyla tartışmayı bilmemeleri olur sanırım. kendileri gibi düşünmeyenleri zerre kadar iplemeyip, karşısında ki kişiye atak olacak şekilde kelimeler sarf etmek oluyor. karşıt bir görüş gördüklerinde hemencecik sert olarak eleştirerek karşısında olan insanın görüşünü bilmeden "yobaz" , "cahil" , "akp zihniyeti" sıfatlandırmaları yakıştırıyorlar. çoğunun mustafa kemal'in yaptığı şeyleri okuduğuna bildiğine bile emin değilim. neden kendiniz gibi düşünmeyenlere yüksekten bakma gereği duyuyorsunuz? her şeyin en iyisini sizin görüşünüz olduğunu neden savunuyorsunuz? sanki başka biri başka şekilde düşünemez gibi. başka şekilde düşünenleri neden itekliyorsunuz?
solcular arasında ayrıca sözlükte görüldüğü gibi çok fazla gruplaşmalar mevcuttur da. herhangi birisi karşıt görüş sağladığında tüm olarak nefret kusma, aşağılama söz konusu olabiliyor. dinsiz biri olarak söyleyebilirim dinli olmanın koyun olmakla alakası yok. akp'ye oy atmayan biri olarak söylüyorum akp'ye oy atmakla "yobaz, cahil" olmak olmuyor. genel bir tutumdan kaçınıp akp'lilerden gördüklerinizin geneli öyle diye (ki bu size yargılama hakkı da vermez) çoğul olarak "yobaz, cahil, koyun" olarak nitelendirmeleri de nefret etme sebeplerindendir. akıllı olduklarını sandıkları kadar empati kurmaktan da bir hayli uzaktırlar. karşınızda ki cahil dediğiniz insanların yerine koysanıza kendinizi bir kere olsun. daracık bir kasaba da köy de daha okulu, hastanesi yeni yeni olan, telefonları olmayan olsa bile çekmeyen, televizyon olmayan bir şeyden haberdar olmayan bir yerde büyüdüğünüzü düşünün bir kere. starbucks'a gidip kahve içerken kitap okumak istanbul'da çok kolay. her sene doğu'ya yardımlar yapılıyor okullar tarafından kitap, kıyafet gibi. kaçınız okusunlar, bilsinler diye kitaplarınızı yolladınız?
8

9 temmuz 2017 maltepe adalet mitingi

kargalı karga paşa
Aziz nesin'in şu meşhur sözünü kullanmak istediğim mitingdir açıkçası. Turnusol cihetinde bir olay bu en başından beri.

Bir öyle bir böyle konuşan, hatta konuşma ve hitabet adına bir retoriği bulunmayan kılıçdaroğlu başarısızlığını kabul edip çekilmelidir. Bu tür demogojik olaylarla tek çabası yerini sağlama almaya çalışmaktır. Başka bir şey değildir. Kimsenin adalet derdinde olduğu falan yok.

Edit: eksileyen arkadaşlar var olsunlar. Ben de onları seviyorum. Ama gerçek bu. Bu gerçekleri göğüsleyemediğimiz müddetçe bu toplumu bir tık öteye taşıyamayacağız. Kılıçdaroğlu tıpkı diğer tüm siyasiler gibi mağduru oynamayı iyi bilen içten pazarlıklı muhalif kanadı uyutup oyalamaktan başka bir işe yaramayan bir loser siyaset kuklasıdır. Kabul edin.

the lovers ıı

kedi
sürrealizmin öncülerinden rene magritte'in eşsiz eseri. daha çocuk yaşlarda annesinin intiharına tanık olmuş sanatçı. nehirde intihar eden annesini görevliler çıkarırken yüzüne kapanmış olan elbisesi, sanatçının yaptığı eserlerle bağdaştırılır. kendisi hiçbir zaman kabullenmese de resimlerine yansıdığını düşünüyorum.

hamster

turca
1.5 sene beslediğim kemirgen.
İlk başlarda kafesin tellerini kemirdi sürekli,kopardı, kaçtı.
1 hafta bu veledi aradım bulamadım salona yemini koyuyordum yemler kayboluyordu bizim yamyam ortada yok.
bu 1 haftalık süreçte 1 perde 2 koltuk örtüsünü kemirerek kullanılmaz hale getirdi delik deşik etti.
annem tesadüfen mutfak tezgahının altında buldu orada da sofra bezini kemirmiş.
bizde rahat durmayan yamyama ebeveyn banyosunu tahsis ettik.
oradaki banyo liflerini kemirip banyonun köşesine kendine bir yuva yaptı
kaç kere kafesine geri koymaya denedim yinede kaçtı. canı ne isterse onu yapan bir hayvan.

atari box

lexxpowder
İlk olarak 1977 yılında piyasaya sürülen efsane oyun konsolu atari, 22 sene önce çıkardığı son konsol olan jaguar'dan sonra yeni bir konsolu geliştirdiklerini ve piyasaya süreceklerini açıkladılar. Adı da malum olacağınız üzere atari box. Ahşap ve metal kaplamalı olacağı göz önünde bulunduruluyormuş.

Her ne kadar içim kıpır kıpır olsa da, play station ve x box'un senelerdir konsol sektörünü domine etmesini göz önünde bulundurunca, ne kadar başarılı olur, muamma. Hele bir çıksın, görüp, öğreniriz.

http://www.blogteb.com/atari-geri-donuyor-efsanevi-sirket-yeni-bir-konsol-hazirliginda/

sözlüğü bırakacağını başlık açarak ilan eden yazar

i am groot
Sözlüğe değer vermiş insandır. Sizin için sadece ilgi çekmek için olan şey aslında onun için arkadaşlarıdır, entryleridir, kah eğlendiği kah sinirlendiği zamanlardır... bu yazdığınız nefret girilerinin hepsi her muller'a ithafen, biz bunun farkındayız gizlemenize hiç gerek yok. Bu mu yani sizin sözlükten kastınız? Bir bitiremedik şu milliyetçi-enternasyonalist kavgasını. Hiç de şaşırmıyorum aslında buna çünkü türkiye'nin en büyük sorunu da bu. Ben de çok kişiyle kavga ettim sözlük dışında, bazen terörizmi yükselttiği için bazen de aşırı milliyetçilik yaptığı için. Ama sizin sorununuz ne biliyor musunuz, siz saygısızsınız. Saygısı olan kadın düşmanı bile gözümde kadın düşmanı değil sadece yanlış eğitim almış insandır benim için ama sizin yaptığınız zerre kadar saygı duymamak. Başka bir sorun ise empati kuramamak. Hiç düşünmüyorsunuz acaba bunu yazarken ne düşündü diye. Sizin birleşmeniz gereken ortak payda laiklikken neden hala garip garip başlıklar açıp türkiye'yi türkiye yapan değerlere, atatürk'e, laf edip başımızdaki en büyük bela olan ışid pkk sempatizanlığı yapıyorsunuz? Bunları okuyan insan hele hele milliyetçiliği biraz daha fazlaysa tabii ki de alınıp kızacaktır bundan doğal ne var? Ben demiyorum ki türkler en üstün ırktır yok işte kürtler ölsün... ben de enternasyonalistliği çok mantıklı bulan bi insanım ama bu demek değildir ki ülkemin karşısındaki grupları destekleyeceğim... neden bu olsun ki bunu yazan insan art niyetlidir zaten ben hala sözlükte kimseyi terörist olmakla suçlamıyorum ama onları öven giri girmekle çok saf düşünceli, iyi niyetli insanlar olmadığınızı ve başkalarının da buna alınıp size cephe almasının çok doğal olduğunu söylüyorum. Ne tartışma üslubu biliyorsunuz ne empati ne de saygı ne diyebilirim ki böyle devam ederseniz sözlüğü bölmeye çalışıp salak salak giriler girmeye devam ederseniz bu sözlük asla ve asla büyüyemez. Ayrıca gidersem de kendi başlığımdan bunu duyururum buna da kimse karışamaz bu benim en doğal hakkım.
4

sözlüğü bırakacağını başlık açarak ilan eden yazar

kargalı karga paşa
Biraz sığ bir düşünce olarak gördüğüm başlık.

Burada kimse sözlüğü bıraktığını başlık açarak duyurmuyor. Herkes kendi nick altı veya (bkz:entryleriyle hatırlanacaklar) başlığına yazıyor genelde. Şimdi sözlüğü bıraktığını buradan ilan etmek neden problem olsun? Burada sözlükte yazıyoruz kalkıp youtube kanalımızdan mı duyurmalıyız acaba?

Sözlükte bir çok insan sözlük dışı mecralardan görüşebiliyorken bazı insanlarımı sadece anonim kalmayı istiyor ve bu durum saygı içerisinde bir dostluğa muhabbete dönüşüyor. Bu gibi insaların neden sözlüğün bırakıldığını bilmesi hakkıdır. İnsanlara veda etmek haktır.

Bazı yazarlar çok yüzeysel şekilde konulara vakıf bazıları biliyor bazıları bilerek gerçekleri çarpıtıyor. Linçler karalama kampanyaları havalarda uçuşuyor. Dün ben de bir takım olaylara rağmen sözlüğü bırakacağımı açıkladığımda gerek entrylerin altına yorumlar gerek inboxa gelen mesajlar gerek diğer mecralardaki arkadaşlarım o kadar ısrar ettiler ki adeta izin vermediler ve bu kararımdan vazgeçtim. (Hepsini seviyorum hepsini) bu insanlara açıklama borcumuz olabiliyor. Ayrıca bazı art niyetli kişilerce arkamızdan dönecek muhabbetler adına önlem almaya çalışıyoruz. Zira bu insanlar kötü niyetli ve tescilli suçlarına rağmen bir şekilde sözlükte kaos yaratıp sataşıyor insanlara. Bazı gerçeklerinde bilinmesini istemek kadar normal bir şey yok.

Ve evet. Dün şahit oldum ki arkamızdan yas tutacak çok ama çok insan güzel insan varmış. Hepsini seviyorum.

Olayı dikkat çekme çabası vs. olarak görmek yerine bunlar neden oluyor acaba demek çok daha yaratıcı çözümlere ulaştıracaktır bizi.

vergi terörü

tarihsel maddeci
türkiye memur ve büro çalışanını vuran terördür.

türkiye'de bir yılda 30000 tl üzerinde para kazanan kişi, brüt ücretinin sadece %58'sini alabiliyor. (bu da 1605 lira net ücretin üzerinde çalışan kişi demek, asgari ücret 1281 lira zaten)

yanlış duymadınız, ücretinizin beşte ikisinden fazlası t*ayyipgillerin gemiciklerine, sarayına falan gidiyor.

şimdi es kaza en düşük memur kadar net ücret alan bir çalışan olsanız, 6. aydan sonra bildiğin devlet maaşınıza ortak oluyor. ondan önce de ortalama %63'ünü alabiliyorsunuz ücretinizin.

bir de bu net ücret üzerinden kesilmeye başlanan bes meselesi var ki, oraya hiç girmeyelim.

dolayısıyla türkiye'de kayıtlı çalışan olmak, bir bakıma devlete çalışmak demektir. zam alsanız, zammın büyük kısmına devlet ortak olmakta.

ama şu ülkede yabancı futbolcular ve kurumlar, neredeyse vergi ödemiyor (ödenmesi gereken vergi de teşvik ayağına siliniyor). ne diyelim, onlar oynasın, biz de bakalım.

lucifer

lucifer
lucifer karakterinden biraz bahsetmek istiyorum... öncelikle dinlerde şeytan olarak geçen bu baş melek kendimi en yakın gördüğüm ilahi varlıktır. gerçek olup olmaması umurumda değildir, sadece din kitaplarında kendisine haksızlık edildiği ve var oluş şekli bende sempati uyandırıyordur. çünkü karakteri gereği kibirli, kendini beğenmiş ve akıllıdır. yazılanlara göre böyle olmayı o seçmemiştir, bir nevi isyan etmeye, başkaldırmaya tasarlanmış ve oyuna getirilmiştir. insanlığı dünyaya postalamak için "tanrı'nın" öne sürdüğü bir piyon gibidir. üzerine bütün insanlar yaptıkları kötülük için şeytan'ı sorumlu tutar. aslında bu kötülük onların kendi içindedir ve bundan kendilerini aklamak için şeytan'a uydum derler. bu ikiyüzlülüğün babasıdır, bütün dinler şeytan'dan uzak durun derler aslında biraz empati yaparsanız yazılanlarda sergilediği hareketleri siz de birebir şekilde yaparsınız. düşünün ki önünüze bir karınca konuldu ve size onun sizden daha üstün bir varlık olduğu söylendi, önünde diz çöker misiniz? şahsen ben çökmem ve aynı şekilde tepki gösteririm. kısaca hail lucifer.

yaşamak için sebep kalmaması

Valar dohaeris
Geçici bir depresyon düşüncesi. Hatalıdır, çünkü o an bile aslında birçok sebebi vardır. Ailesi, arkadaşları, dostları, hayalleri, hobileri... İnsan kendisini uğraştıracak, kendisini geliştirecek bir şeyler bulmaya adamalıdır. Bu resim olur, müzik olur, yazmak olur veya en basitinden bilgisayar oyunları olur. Yeter ki kendisini boşlukta hissetmesin. Yoksa bu hataya düşmesi ve akabinde intihara kalkışması yakındır. Onca kötü şeye rağmen dünya hâlen daha uğruna yaşanacak birçok şeye sahip.

fazla tevazu sahibi olmak

layikbey
En nefret ettiğim huylarımdan birisi. Alışveriş yaptıktan sonra kasadaki görevliye ayıp olmasın diye iyi akşamlar/kolay gelsin vs. diyince angut angut suratına bakarlar, yolda yanlışlıkla çarpıştığın ya da karşındaki insanın sana vurmuş olmasına rağmen özür dilemen ve buna karşılık ''yavaş olsana birader'' lafını işitmen. ''Ben bu lafları duymak için mi insanlara saygı gösteriyorum?'' diye düşündüren duygu. Ha bir de karşında ki insanın duygularını incitmemek için onun hayat hikayesini dinlemek var.

atatürk'ün verdiği isimler ve soyadları

turkdusun
AKATÜRK

Latife Hanım'ın büyük dayısı olan İzmir'in Eski Belediye Başkanlarından Ragıp7 Paşa'nın Kızı Ayşe Talia hanım ile evli olan damadı Ali Rıza Bey'e Atatürk “Akatürk” soyadını verir.
ALTAY

Atatürk General Fahrettin Altay'a9 Türk Generalleri arasında en uzun boylu olduğu için Altay Dağına benzetmek isteği ile bu soyadını vermiştir.Fahrettin Altay soyadı ile ilgili olarak Rusya'da bulunduğu sırada bir anısını da anlatmaktadır.
Ertesi gün aynı saatte Varosilof'la odasında karşılaştığımız vakit ayakta ve elleri arkasında kaşları çatık bir halde ilk sözü:

-“Bu Altay adı nereden çıktı?” oluyordu. Gayet güleç ve arkadaş tavırlı Mareşalin bu yeni hali bir sürpriz olmuştu ki derhal kendimi topladım anladım ki beni Turancılıkla itham ediyor.

-“Arz ederim” dedim oturduk.

-“Ben de sizin gibi bunun sebebini düşündüm. Bu ismi İran-Efgan hududunda bulunduğum sırada Atatürk verdi. Gazi Hazretleri sevdiği arkadaşlarına espri yapmaktan hoşlanır ben Türk Generalleri arasında en uzun boylu olduğum için yakın bulunduğum Altay Dağı'na beni benzetmek isteği ile bu ismi verdiğine kani oldum.”

Varoşilof gülümsedi, Onun boyu kısaca olduğu için bu sözler hoşuna gitmiş olacak ki güleç tavrını takındı.

ARIKAN

Saffet Arıkan'da Mustafa Kemal Sevgisi adeta bir aşk halini almış idi. Onun içinde bulmuş olduğu Atatürk terkibi Gazi Mustafa Kemal'in Beğenip soyadı olarak almasına ve Saffet bey'e de “Arıkan” soyadını teveccüh etmiştir.
BELLETEN

Uluğ İğdemir Anlatıyor: Türk Tarih Kurumu kurulduğundan beri bir belleten, bir bülten, o zamanki tabiriyle bir mecmua dergi çıkarmak fikri vardı. Bir gün Afet Hanım beni köşke çağırdı, yukarıya Çankaya'ya, Bülten meselesi de vardı gündemimizde onu konuşuyorduk. Bu sırada Atatürk geldi yanımıza,

-“Ne konuşuyorsunuz?” dedi. Atatürk

-“Bülten nedir?” diye sordu. Afet İnan

-“Bülten, yazıların çıktığı bir dergidir” dedi. Atatürk

-“Gelin şunu araştıralım” dedi. Bizi aldı, köşkte büyük bir çalışma odası vardı bir tarafı kütüphane, L şeklinde, aşağı yukarı 30 kişi alan uzunca bir masa vardı. Bununda gerisinde kendisinin çalışma odası vardı. Bizi büyük masaya oturttu ve kütüphane müdürüne sözlükleri getirttirdi. Küçük Larus geldi, Büyük Larus geldi, bakıldı, bülten kelimesi nereden geliyor diye… Bülten Fransızca'ya, İtalyanca'dan geçmiş, İtalyanca'ya Latince'den. Latince'si, damga, bilmem ne manasına geliyor…nihayet Atatürk Pekarski'nin Yakut Lügat'ini getirtti. Aşağı yukarı buna benzer, aynı anlamı taşıyan kelimelere var. Biz bunları konuşurken Saraçoğlu Şükrü geldi. Atatürk

-“Gel Saraçoğlu” dedi,

-“Biz bültenin Türkçe'sini araştırıyoruz sende bak gel” dedi. Konuşuldu falan ve nihayet belle, belge derken “BELLETEN” diye yazdı ve bana verdi.

-“Mecmuanın adını böyle yaparsınız” dedi.

BOZKURT

2 Ağustos 1926 tarihinde, Ege Denizi'nin uluslar arası sularında (Midilli adası yakınlarında), “Bozkurt” adlı kömür yüklü Türk gemisi ile “Lotus” adlı Fransız ticaret gemisi çarpıştı. Bozkurt Gemisi battı ve 8 Türk gemicisi de kayboldu. Lotus gemisi, Bozkurt Gemisi'nin birkaç tayfasını ve kaptanını kurtararak İstanbul'a gelmişti. Bu sırada, kazada ölenlerin ailelerin şikayeti üzerine başlatılan soruşturma sırasında, Bozkurt gemisinin kaptanı Hasan ve Lotus gemisinin kaza sırasındaki görevli süvarisi Desmons tutuklandılar. Yapılan yargılama, 15 Eylül'de sonuçlandı; dikkatsizlik ve tedbirsizlik ölüme neden olmaktan Hasan 4 ay hapis ve Desmons da 80 gün hapis ve 22 lira para cezasına çarptırıldılar.

Fransa, kendi vatandaşını Türk mahkemesinin yargılamasına şiddetle karşı çıkmış ve hemen serbest bırakılmasını istemişti. Türkiye, Fransa'nın verdiği notayı reddederek; Türk adliyesinin bu davaya bakmaya hakkı olduğunu ve bağımsız mahkemenin aldığı kararın değiştirilmesinin mümkün olmadığını ileri sürdü. Daha sonra, her iki ülke arasında anlaşarak, konuyu Lahey Uluslar arası Adalet Divanı'na götürmeye karar verdiler.(1927)

Bozkurt-Lotus Davasının uluslar arası bir nitelik kazanması sonucunda, Türkiye'yi dönemin Adliye Vekili ve Hukuk Devrimi'nin Mimarı Mahmut Esat savunmak istedi. Lahey'de Türkiye'yi başarılı bir şekilde savunan ve Adalet Divanı'na Türk tezini kabul ettiren Mahmut Esat'ın bu davayı kazanmasıyla birlikte, devletler arası hukuk alanında Türkiye'nin Batı devletleri ile eşit düzeyde olduğu eylemsel olarak ispatlanmış oldu. Mahmut Esat'ın bu başarısı nedeniyle Atatürk, Ona “Bozkurt” soyadını verdi.

BOZOK

Salih Bey'e Bozok (Bilecik) Milletvekili olduğu için Atatürk tarafından Bozok soyadı verilmişti.

ÇALIŞGÜVEN

Elazığ Halk evinde görevli olan ve çeşitli kültürel faaliyetlerde bulunan İhsan Bey çok gayretli bir kişidir. Atatürk Elazığ seyahatinde Halk evini de ziyaret eder. İhsan Beyle tanışır onunla sohbet eder bir ara kendisine “soyadın var mı?” diye sorar

-“Hayır Paşam yok almadım” diye cevap verince

-“O halde, sen çok çalışkan gayretli bir insana benziyorsun soyadın “Çalışgüven” olsun” der.

DİRİK

İran Şahı Rıza Pehlevi Atatürk'ün Misafiri olarak Türkiye'yi Ziyarete gelmişti. Ege gezisi sırasında tanıştığı İzmir Valisi Kazım Paşa'yı dinç ve hareketli görür. Konuştuğu Azeri Türkçe'siyle “Maşallah Sen Dirik Paşa” demiştir.

“Dirik” sözcüğü Atatürk'ün çok hoşuna gider ve 10 Aralık 1934 tarihinde “Kazım Dirik” oldu ifadeleri bir yazıyla Kazım Paşa'nın Soyadı Dirik olur.
ERGÜVEN

Atatürk'ün hizmetkarı İbrahim Bey çok güvenilir bir kişi olduğundan Atatürk tarafından kendisine “Ergüven” soyadı verilmiştir.

GÜRER

Cevad Abbas27 Bey 19 Mayıs 1919 da Atatürk'le beraber piyade yüzbaşı rütbesiyle Onun yaveri olarak Samsun'a çıkmıştır. Atatürk kendisine 30 Ocak 1933'de “Gürer” soyadını vermiştir.

METE VE GÜRARI

Atatürk Selanikli olan iki berberinden Mehmet'e “Mete”, Rıdvan'a da “Gürarı” soyadlarını vermiştir.

SÜLÜN

Bütün hayvanları seven Atatürk'ün atlara ayrı bir tutkusu vardı. Onların başlarını sırtlarını, yelelerini, kuyruklarını okşarken elleri sevgi ile titrer, gözleri sevgi ile parlardı.

Günlerden bir gün Sabiha Gökçen'i bahçeye çağırır. Yanında bir kısrak duruyordur.

Atatürk

-“İşte senin atın Sabiha, beğendin mi?”

Diye sorar.

Sabiha Gökçen

-“Çok güzel Efendim, tıpkı hayalimdeki gibi bir at” diye cevap verir.

Atatürk başını sallar.

-“Gerçekten de güzel bir hayvan, ben de beğendim. Tıpkı sülün gibi” der ve

-“Adını ne koyalım?” Diye sorar.

Sabiha Gökçen

-“Siz bilirsiniz” diye cevaplar.

Atatürk birkaç dakika düşündükten sonra;

-“Mademki, Sülün gibi dedik, o halde Sülün olsun;” der

Böylece atın ismi Sülün olur.

OKAN

1933 Senesinde Donanmanın en yüksek rütbesi ve kıdemli subayı Donanma Komutanı idi. O tarihte Deniz Kuvvetleri Komutanlığı teşekkül etmemişti. Mehmet Şükrü'ye“Okan” soyadını vermişti.

OKYAR

Atatürk yakın arkadaşı Ali Fethi35 Bey'e Okyar soyadını verdi.
ÖNGÖREN

Dr. İbrahim Tali37 Bey'e Atatürk onun önden gelirliği ve önden yürürlüğü takdir ederek ona “Öngören” soyadını vermiştir.38

Trakya Umumi Müfettişi olan Dr. İbrahim Tali Bey 9 Ocak 1933 tarihinde İçişleri Bakanlığına yazdığı yazıda Atatürk “Öngören” soyadını verdi.

-“Yılın ilk gününden beri bu adı kullanmaktayım. Arz ederim” demişti.
PEKER

Recep40 Bey Prensip sahibi bildiği konularda ödün tanımayan, dik başlı, pek yürekli, halkın dört dörtlük dediği türden bir kişi olduğu için Atatürk ona “Pek-er” der ve Peker soyadını verir.41

SAYDAM

Dr. Refik42Bey çalışkan ileri görüşlü kibar bir devlet adamı idi. Yaptıklarını söylememek fakat; söyledikleri yapmak tevazu ve azmine sahip olan Dr. Refik Bey'e Atatürk Şeffaflık anlamında “Saydam” soyadını vermiştir.43

Atatürk “Ben Ona niçin Saydam dedim, O içi dışı bir, tertemiz bir insan pırlantasıdır da ondan” derdi.44

ŞİRRET

Gazi Mustafa Kemal Paşa Trakya'dan köylerden gelen bir şikayet üzerine 23 Aralık 1930 günü Kemalköy (Doğanca) köyüne gitmiştir. Köy halkı, Atatürk'ün yakından tanıdığı çeltikçi Karabekir'in, çeltik ekerken sığır yolunu çeltik alanı içine soktuğu, hayvanların bu meradan istifade edemediğini ve sıtma hastalığından yakınıyorlardı.

Çeltikçi Karabekir ise kendisinin Edirne ve yöresinde çeltik ziraatını başlatmak suretiyle yeni iş alanı açtığını ve işsiz köylüye iş temin ettiğini pirinç ziraatının memleket ekonomisine olan katkısından örnekler vererek anlatırken, köylülerden Salih isminde bir ikide bir lafa karışırmış, adamın lafa karışmasına kızan Gazi köylüye sert bir şekilde hitap ederek;

–“Sus bire Şirret adam” diye hitap etmiştir.

Köylü Salih'in ismi Şirret Salih olmuş ve soyadı kanunu çıkınca soyadını Salih Şirret olarak almıştır. Salih Efendi bu soyadını Atatürk verdi der ve öğünürmüş.45

TÜRKER

Ermeni asıllı Bora Keresteciyen46 Kurtuluş Savaşı Boyunca gönüllü çalıştığı Hilâl'i Ahmer (Kızılay) aracılığıyla Anadolu'ya ilaç, tıbbi malzeme naklini sağlar 1934 yılından 1942'ye kadar Afyon Milletvekili olarak görev yapar. Atatürk Kendisine “Türker” soyadını vermişti.47

TANRIÖVER

Hamdullah Subhi48 Bey Romanya'da iken Türkiye'de 21 Haziran 1934'de Soyadı Kanunu kabul edilir. Hamdullah Subhi ve baba tarafından bütün erkek akrabaları eski aile isimleri olan “Kocamemi” yi soyadı olarak almayı düşünürler. Abdullah Subhi Bey Soyadı alışını şöyle anlatır:

-“Sofrada idik, Atatürk bana sordu”

-“Hangi Soyadını aldın?”

-“Cevap Verdim”

-“Eski bir aile ismimiz vardır, Kocamemi”

-Atatürk Memi'nin, Memo ve Memiş gibi Arapçadan geldiğini söyledi ve ilave etti;

-“Ben sana tam bir Türkçe bir isim vereyim Hamdullah'ın tercümesi “Tanrıöver”dir”

Atatürk bu ismi kendi eliyle kağıda yazdı, kağıdı sofranın üstünde duran geniş bir tasın içine koydu ve ;

-“Her ikisini de yadigar olarak sakla” dedi.49

UMAY

Türk çocuklarına verdiği kıymetli hizmetlerden dolayı Atatürk Dr. Fuat Mehmet Bey50 'e Eski Türk dilinde çocukların koruyucusu kutsal Umay'a atfen kendisine “Umay” soyadını verir.51

ÜSTÜNDAĞ

Atatürk İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhiddin52 Bey'e “Üstündağ” soyadı vermişti. Atatürk Muhiddin Bey'in oğlunun sünnet düğününe geldiğinde yatağında yatmakta olan çocuğu okşar ve sorar;

-“Oğlum adın ne senin?”

-“Üstün”

-“Üstün, Üstün nedir?”

-“Efendim Üstün çok yüksek bir şeydir”

-“Dağ dağ gibi aslanların dolaştığı bir yerdir.”

Atatürk bu çocuksu anlatıştan pek hoşlanmış, gülmüş ve çocuğun sözünü ettiği “Dağ” kelimesine de dikkate alarak, “soyadı bulundu! Muhiddin Üstündağ” der.53

GÜZELSES

Yıl 1917, 2. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa ve Arkadaşları Diyarbakır Sem'an Köşkü'nde (şimdiki Atatürk Köşkü) bir akşam yemeğindedir.54 Bir ara, Hevsel Bahçelerinden tatlı, güzel, dokunaklı bir ses yükselir köşkün semalarına Bu büyüleyici sese kulak veren Mustafa Kemal Paşa, yandakilere

-“Bu sesi yakından dinlemek isterim” diye buyurur. Kısa bir süre sonra Diyarbakırlı Celal Paşa'nın huzurundadır. O, henüz 17 yaşında bir gençtir. Paşa sorar:

-“Türkü söyleyen sen miydin?”

-“Evet efendim, evet paşam”

Paşa, Onu yanına oturtur, adını öğrenir ve

-“Bize de bir şeyler okur musun?” Demesiyle Celal, güzel Diyarbakır türkülerinden, hoyrat ve mayalarından bazılarını okur.

Celal, 1932 yılında İstanbul'a gider. Amacı, sesini bütün yurda duyurmak için, bir dizi plak doldurmaktadır. Bir gün Diyarbakır milletvekili Pirinççzade Fevzi Bey'le Karşılaşır. Fevzi Bey çok sevinir ve gece Dolmabahçe Sarayı'na gelmesini söyler. Saraydaki akşam yemeği sırasında Fevzi Bey, Atatürk'e “Paşam, Diyarbakır'dan bir hemşehrim plak doldurmak üzere buraya gelmiş, dinlemek lütfünde bulunur musunuz?” diye arzda bulunur. Atatürk “olur” deyince, Celal huzuruna alınır. Celal, ürkek bir eda ile Paşa'ya doğru yürürken, Paşa, “Sen Celal değil misin?” diye sorar. Atatürk, Celal'ı tanımıştır, aradan 15 yıl geçmesine rağmen

-“Celal”

-“Evet Paşam”

-“Köşkte okuduklarını hatırlıyor musun?”

-“Evet Paşam”

Mecliste bulunanlar hayretle bir Paşa'yı, bir Celal'e bakarlarken, Paşa

-“Beyler, bu geceyi Celal Beyle geçireceğiz” der. Celal, getirilen saz ekibi eşliğinde, Diyarbakır'ın en güzel ve en beğenilen şarkı ve türkülerinden oluşan bir konser verir. Konserin bitiminde Atatürk ona iltifatta bulunur. Kitabın başına konan “Atatürk'ün Diyarbakırlılara Seslenişi” ni yazdırır. Sonra bir arzusu olup olmadığını sorar, Celal “Tek dileğim sağlığınızdır Paşam” der.

Atatürk

-“O halde senin ismin Şark Bülbülü Celal Güzelses olsun” diye buyurur.

Ve Celal Güzelses'in yaşamı boyunca gururla taşıdığı ve veraseti “Şark Bülbülü” simgesi olur.55

TUNCAK

Atatürk'ün manevi evladı Abdurrahim56'e soyadı yasası yürürlüğe girince tarihteki Türk komutanlarından Tuncak'ın adını Abdurrahim için soyadı olarak seçti.57

SALDIRAY, BATIRAY, ATILAY, YILDIRAY

1936 yılında Almanya'ya Ay Sınıfı İsmini verdiğimiz dört denizaltı gemisi sipariş edildi. 17 Ocak 1938 tarihinde Atatürk Başbakan Celal Bayar'a Denizaltıların ismini bildirir.58

17.1.1938

Başbakan Celal Bayar'a

Yeni dört denizaltı gemilerimiz için bildirdiğim isimler şunlardır:

1) Saldıray 2) Batıray 3) Atılay 4) Yıldıray

Bunların manalarını izaha bile hacet olmadığı kanaatindeyim manalarını som Türkçe olan bu kelimelerin kendisindedir. Yeni saldıran, batıran, atılan, yıldıran.

K. Atatürk

MUZAFFER

Salih Bozok59'un oğlu 1921 yılında İstanbul Bağlarbaşı'nda doğdu. Babası o sıralarda Ankara'da olduğu için oğlunu ancak doğumundan üç ay sonra görebilmişti oğluna önce Mustafa Kemal adını koymak istemiş, ancak; Mustafa Kemal Paşa “Bugünlerde birbiri peşi sıra zaferler kazanıyoruz. Oğlunun adı Muzaffer olsun” demiş ve ismini koymuştu.60

İRDELP

Atatürk özel hekimi Neşet Ömer61'e İrdelp soyadını vermiştir. Yeğeni (Kız Kardeşinin oğlu) Dr.N. Kamil İrdelp62 , Dr. Bedi Şahsuvaroğlu63'na yazdığı 27.XI.1976 tarihli mektubunda “Atatürk'ün ailemize İrdelp soyadını vermesinin sebeplerinden biride, ta Selanik'ten itibaren babamın orada Baş şehbender (Konsolos) bulunduğu sıralarda annesine karşı daima koruyucu ve her hususta yardıma, bulunmuş olmasından ileri geldiği kanaatindeyim demişti.64

AYGEN

Atatürk 9 Şubat 1923 günü saat 17:00 de Edremit'e gelir.65 Eşi doktor olan Mahu Aygen66'in evinde eşi Latife Hanım'la birlikte kalırlar.67

Mahu Aygen Anlatıyor:

-“Aradan uzun bir zaman geçti. Zannederim 1936 yılı idi. İstanbul'da kardeşimin üyesi olduğu Ateş-Güneş Kulübüne uğramıştım. Yukarı çıkıp tam oturmuştum ki “Gazi Geliyor!” dediler. Bir hareket oldu ve akabinde de Gazi salona girdi, gelip yanımdaki koltuğa oturdu. Etrafındakilere “Soyadı aldınız mı?” diye soruyordu. Bana da “Soy adı aldınız mı?”diye sordu. “Hayır Paşam, henüz almadım. Aybüke almayı düşünüyorum” dedim . “Bunu Aybuka yapalım” dedi. “Peki, emredersiniz” dedim ve beni “Beni tanıdınız mı?” diye sordum. Şöyle yüzüme baktı… “Aaa…çok değişmiş siniz” dedi. “Evet Paşam, bende çok değişiklik oldu, 25 kilo verdim ve saçlarım sarıydı, şimdi kestane” dedim. “Tebrik ederim, bu kadar kilo vermek büyük muvaffakiyet” dedi. Hiç Edremit lafı etmedim. Hemen kalktılar gittiler.

Ertesi gün akşam 8'de sinemadan evime döndüm kapının önünde siyah büyük bir araba duruyordu. Bir bey bana doğru yürüdü, “ Sizi bekliyoruz hanımefendi” dedi. Şaşırdım. “Gazi Hazretleri sofrada sizi yemeğe bekliyorlar, kaç saattir sizi arıyoruz, dün akşam soyadı için bir yanlışlık olmuş, Gazi üzülmüş, hem beraber bir yemek yeriz , hem de yanlışlığı telafi ederiz” dediler. Bu zat sonradan öğrendim ki kalemi mahsus müdürü Hasan Rıza (Soyak) Bey'di.

Araba ile Dolmabahçe'ye gittik. Bir sürü salonlardan geçtikten sonra yukarı çıktık. Atatürk deniz tarafında büyük bir salonda uzun bir masa etrafında bazı kişilerle oturuyordu. Salona girdim. Bana gösterdikleri, Gazi'nin sağ tarafındaki boş sandalyeye oturdum.

Atatürk “Sizi çok bekledik, saat 9 olunca yemeğe oturduk, affedersiniz” dedi. Çorba içmişler, balık yemeğe başlamışlardı. Bana da hemen çorba geldi, acele içtim ve bana da balık geldi. Karşımda Meclis Reisi Kazım Özalp Paşa, yanında Fethi Okyar oturuyordu. Onları ve daha hatırlayamadığım birkaç ismi takdim etti. “Dil Kurumu” dedi. “Dün akşam size soyadı hakkında bir yanlışlık yaptım. Akşam geldim kitaplara baktım, meşgul oldum, uyuyamadım, ben böyle bir hanıma nasıl böyle bir isim verebilirim diye. Hem sizin nefis yemekleriniz gibi olamaz ise de bir yemek yemek, hem de bu yanlışlığı tashih etmek üzere davet etmek istedim” dedi. Ben tabii sıkılıyorum. Teşekkür ettim. Atatürk, “Şimdi bu isim meselesini sonraya bırakalım, görüyorum ki çok sıkılıyorsunuz, sizi takdim edeyim” dedi.

Ve başladı: “Bundan 13 yıl evvel Anadolu gezisine çıktığım zaman karım Latife Hanım yanımda olduğu halde bütün Anadolu'yu dolaştım. Tek bir kadınla karşılaşmamıştım. Edremit'e geldiğimiz zaman hanımefendi, zannederim eşi bir doktordu, bizi hanımlarla dolu bir cemiyetle karşıladı. Sayelerinde medeni bir gece geçirdik, güzel yemeklerini yedik, fakat hanımefendiyi üzmüşlerdi. Kendileri hazırladıkları halde halk bizi başka bir yerde yatırmak istemişti. Belediye Reisine sordum. “Halk çok galeyana geldi sizi misafir etmek için, kimi Hilali Ahmer'e para bağışlıyor, kimi kapıda 5 kurban keserim diyorlar” dedi. Halbuki bilemiyorlardı ki benim orada hanımları erkeklerle bir arada görmem 5 değil 1000 kurbana bedeldi. “Üzülmeyin, son sözümü burada söyleyeceğim, oraya uyumak için gideceğim …dedim” dedi. ve bana dönerek “Öyle yaptım değil mi hanımefendi?” dedi. Şaşırdım. Atatürk, “Siz hatırlamıyor musunuz?” dedi. “Tabii ben hatırlarım Paşam, benim için çok kıymetli bir hatıra ve büyük bir şeref, nasıl unutabilirim” dedim.

Bana sigara ikram etti. Teşekkür ederek aldım. Fethi Bey sigaramı yaktı. Ömrümde sigara içmemiştim, hayatımda içtiğim ilk ve son sigara oldu. Sonra kahve geldi. Gazi kahveden sonra ikinci bir sigara daha ikram etti. Fethi Bey almamıştı, işaret ettim, yaktırmadım. Sigarayı çantaya koydum. Uzun yıllar bu sigarayı sakladım, sonradan içi boşaldı, sarardı ne yazık ki.

Gazi “Artık şimdi isim meselesine gelelim” dedi ve önündeki defterlerden bir kağıt kopardı. Bir şeyler yazıyor, aynı zamanda anlatıyordu. “Dün akşam sizden ayrıldıktan sonra düşündüm, geldim lügat'e baktım. Aybuka beyaz lale demektir. Biliyorum fakat aynı zamanda kelepçe manasına da geliyormuş. Ben bunu nasıl yaparım dedim. Bir isim bulmaya çalıştım. Hazır dil kurumu da burada iken sizi de davet ettim. Aygen'i buldum. Ama yine bir yanlışlık olmasın istiyorum. Aygen ne demektir diye onlara sordum. Kazım Paşa söylemek istedi, Gazi ona dönerek, “Sen sus, seninle dün akşam konuştuk” dedi ve önündeki kağıda yazdı. “Ay akıl, gen geniş manasına gelir. Tam size göre bir isim dedi” ve kağıdı aldım ve çantama koyduktan sonra Fethi Bey'e usulca, “Fazla rahatsız etmesem” dedim. Fethi Bey “Olmaz, kendisi izin vermeden kimse gidemez. O size, “Sizi bırakayım” deyince gidersiniz” dedi. “Peki” deyip yerime oturdum.”
ÖZALP

General Kazım68 Bey'e soyadı Atatürk vermiştir.69 Kazım Bey için bir ara Sakarya soyadını düşünmüştü. Ancak adının “Alp Kazım” olması nedeniyle “Özalp” soyadını daha uygun bulmuştur.70

TEOMAN

TBMM Reisi Kazım Özalp'in oğlunun ismini Atatürk vermiştir.

Teoman Özalp Anlatıyor71:

Gazi Paşa özellikle Türk Tarihine çok ilgi duyardı. Milletin kökenlerinin hangi tarihlere, hangi kavimlere dayandığını araştırırdı. Eski Türk büyüklerinin isimlerinin Türk çocuklarına konulmasını isterdi. Tarih incelemeleri yaptığı bir günün akşamında, 16 Nisan 1931'de ani karar vererek yaverine, “Bu gece Meclis Reisi Kazım Paşa'nın evine gideceğiz ve oğlunun ismini değiştirerek ona Hun İmparatorlarından birinin adını vereceğiz, paşaya duyurun” emrini vermiş.

Evimiz Yenişehir'de o zamanki adı Kazım Paşa Caddesi olan bugünkü Ziya Gökalp Caddesi ile Selanik Caddesi'nin kesiştiği köşede bulunuyordu. Beni yataktan kaldırdılar, giyindim, salona indiğimde Gazi Paşa 10-15 arkadaşı ile gelmişti. O güne kadar, babamın arkadaşı olan, Milli Eğitim Eski Bakanı Necati Bey'in verdiği “İlter” adını taşıyordum.

Gazi Paşa, Türk milletinin kökenlerini ve tarihini belirten bir konuşma yaptı. Hun İmparatorlarından birinin adını, bana ad olarak vermek istiyordu. Bugün bir hazine gibi sakladığım aşağıdaki notları yazdırdı ve imzaladı.

Asya Türk Hun İmparatorluğu:

Bu Türk İmparatorluğu'nun tesisinin tarihi, Çin'de İmparatorluk teessüsü tarihi ile başlar. Çin'in Milattan evvel 13. asra ait vesikaları bunu müeyyittır. Ancak bu büyük Türk İmparatorluğu'nun bizce malum olabilen imparatoru Teoman'dır. Teoman Milattan evvel 3. asır başında yaşamış büyük bir kahramandır. Çinliler bu kahramanın, Çin'de imparatorluk tesis etmiş olan büyük kahramanlarının neslinden geldiğini iddia ederler. Teoman'ın oğlu Türk imparatoru Mete meşhurdur. O, şarkta Kadırgan Dağları'ndan garpta Hazer Denizi'ne kadar, şimalde Sibirya'dan cenupta Himalaya eteklerine kadar geniş imparatorluk teşkil etmiş olan yüksek bir Türk hakanıdır. Mete Çin imparatoru ordularını büyük meydan muharebelerinde mağlup etmiş, Çin imparatoru iltica ettiği halde kalede muhasara etmiş, ancak karısının şefaatiyle ve fakat kendisine vergi vererek, tabiatını kabul eylemesi şartıyla, azat eylemiş bir Türk İmparatorudur.

Şimdi çocuğum bu satırları oku ve kendin için bir unvan ararken Teoman veya onun çocuğu Mete'yi düşün, bu ikisinden birinin adını ad edin. Bence Mete çok büyüktür. Bütün Türk tarihinde Oğuz efsanesinin atıf ve isnat olunabileceği adam budur. Fakat düşünülürse Teoman elbette ondan daha büyüktür, çünkü her şeyi hazırlayan odur. Nitekim Makedonyalı, İskender büyük lakabı ile anılır, fakat hakikatte ondan daha büyük olan Filip'tir, çünkü İskender'in muvaffakiyeti için lazım olan siyasi ve askeri vasıtaları hazırlayan odur. Eyüp oğullarından Selahaddin haçlılardan Kudüs'ü kurtarmış olmakla büyük tanınmış bir Türk'tür. Fakat ondan daha büyük olan bizzat Selahaddin'i ve onu muvaffak eden orduları ve vasıtaları hazırladıktan sonra ölen büyük Türk Nureddin'dir ve bütün beşer tarihinde silinmez satırlarla mevcudiyetini yazdırmış olan odur.

Şimdi çocuğum sen bu babalarla oğullarını mukayese et de, kendin için, sevebileceğin bir ismi ayırt et. Ondan sonra kendi hüviyetinin maddi ve manevi şahsiyetini ifade edecek bu unvan içerisinde yüksekliğini senden daima daha yüksek olan ve onun yüksekliği içinde kendini daima hiç sayacağın, milletine göster.

16. 4. 1931

Gazi Mustafa Kemal

İlkokul birinci sınıf öğrencisiydim. El yazısı okuyamamakla beraber söylenenler üzerinde düşünebilecek kadar bilinçlenmiştim. Gazi Paşa tek bir isim üzerinde beni zorlamıyordu. İki isim ortaya koyuyor, birini seçmeyi bana bırakıyordu. Herhalde “Teoman” ismi kulağıma “Mete”den daha hoş geldi ki, ben “Teoman ismini seçiyorum” dedim Gazi Paşa “o zaman ileride oğlun olursa ona Mete ismini koyarsın” dedi. Biraz sonra beni yukarıdaki odama yolladılar, toplantı devam etti.

Ertesi gün kanuni işlemlere başlandı ve isim değişikliği kısa sürede sonuçlandı. Artık ismim Teoman olmuştu. Bu isme alışmalıydım. Babam evdekilere “İlter” ismini kullandıkları takdirde beş kuruş ceza ile cezalandırılacaklarını söyledi. Ancak bu ceza hükümleri pek işlemedi.

Gazeteler Gazi Paşa'nın Kazım Paşa'nın oğluna Teoman ismini verdiğini yazdılar. 1931 yılı ortalarında ve hatta daha sonraki yıllarda doğan erkek çocuklarından bir kısmına babaları Teoman ismini koydular. Bu arada Mete ismini kullananlarında olduğu görüldü. Buğün ülkemizde 1931-1933 doğumlu çok sayıda Teoman isimliler vardır. Ben o tarihte 7 yaşımın içindeydim. Bu nedenle halen hayattaki Teoman isimliler arasında en yaşlısı olduğumu kesinlikle iddia edebilirim.

KIRAÇ

Atatürk tarafından Amerika Birleşik Devletlerine eğitimi geliştirmek için gönderilen Ali Numan72 Bey'e Anadolu'nun Kıraç topraklarında kuru ziraatla ilgili çalışmalarından dolayı “Kıraç” soyadını vermişti.73

ERİŞ

Atatürk İş Bankası Genel Müdürü Muammer74 Bey'e işinin eri bir insan olduğundan ona “İşer” soyadını vermişti. Sonradan yanlış anlamlara çekilen bu ad “Eriş” olarak değiştirilmişti.75

ATALAY

Atatürk çok sevdiği bir kimse olan ve meclis'te çok konuşan Besim76 Bey'e “Atalay” soyadını vermişti.77

DORUK

Tütün ticareti yapan tütüncü İhsan Namıyla anılan İhsan Bey Tokatlıyan Otelde Atatürk'ün dikkatini çeker. Atatürk kendisine ne iş yaptığını sorar. Tütün tüccarı olduğunu öğrenince soyadı alıp almadığını sorar. Almadığını öğrenince: “Soyadın Doruk78 olacaktır” der.

Ve yemek listesinin arkasına yazıp imzalar.79

ÇINAR

Tanınmış inkılâp ve siyasetçi adamlarımızdan biri olan Hüseyin Vasıf80 Bey'e uzun boyundan ve kuvvetli bünyesinden dolayı Atatürk tarafından “Çınar” soyadı verilmiştir.81

İNÖNÜ

Atatürk 26 Aralık 1934 tarihinde Başbakanlığa gönderdiği bir yazıda İsmet82 Paşa'ya İnönü soyadını verildiğini belirterek şöyle demiştir.

Başvekil İsmet Paşa Hazretlerinin inkılap tarihimizin ilk şerefli ve parlak sahifesi olan meydan muharebelerinin baş kahramanı olmuş bulunması itibariyle soyadı kanunu icabı olarak alacağı aile isminin İnönü olmasını çok yerinde bulduğumdan kendilerine bu soyadını tevcih ettiğimi bildiririm.83

UZER

Hasan Tahsin84 Bey'e Atatürk tarafından Uzer Soyadı verildi.85
URSAVAŞ

Ali Saib86 Bey'e soyadı kanunu kabul edildikten sonra Atatürk tarafından Urfa'da Fransızlara karşı savaşta gösterdiği yararlıklar dolayısıyla “Ursavaş” soyadı verilmişti.87

ERKİN

Ulusal Demiryolculuğumuzun kurucusu olan Behiç88 Bey'e 5 Şubat 1935'te Atatürk tarafından “Erkin” soyadı verilmişti.89

HAZAR

11-20 Kasım 1937 tarihleri arasındaki Doğu Anadolu Gezisi90 sırasında Atatürk Gölcük gölünü; Hazar Gölü olarak Büyük Türk İmparatorluğunun adını hatırlatacak şekilde değiştirdi.91

İÇÖZ

Süleyman Sırrı92 Bey'e Atatürk tarafından “İçöz” soyadı verildi.93

YİĞİT

İbrahim Süreyya94 Bey'e Atatürk tarafından “Yiğit” soyadı verilmiştir.95

DAMAR

Zamir96 Bey'in ismi 1934 yılında Atatürk tarafından “Damar” olarak değiştirildi.97

GEREDE

Hüsrev98 Bey'e Atatürk tarafından “Gerede” soyadı verildi.99

DİYARBAKIR

İsmail Gürel100 anlatıyor:

1937 sonbaharında Diyarbakır ziyaretinde101 akşam saatlerinde Halkevi binasına teşrif ettiler, halk binaya doldu. Atatürk umumi müfettişlik için tahsis edilen orta yerdeki büyük locaya geldiler; ben de onun yanındaki locada arkadaşlarla birlikte idim. Alkış “yaşa” seslerinden Atatürk şu şekilde halka hitabetti: “Muhterem Diyarbakırlı hemşerilerim.” Ben birden afalladım! Diyarbekir'i Diyarbakır diye telaffuz ettiler. “25 sene sonra Diyarbakırlı hemşerilerime bu modern binanın çatısı altında hitabetmekten bahtiyarım” dediler. Üç defa Diyarbekir'i Diyarbakır olarak söylemesi tesadüf değildi herhalde. Başımı çevirdim, yanımda Belediye Reisini gördüm “Reis” dedim, “Paşa şehrin ismini değiştirdi. Şehrin ismi Diyarbakır oldu, arkadaşların hepsi burada, bir karar al imzalayalım, ne olur ne olmaz. Paşa bizlerle konuşurken bu mevzuu açacaktır, hazırlıklı olalım” dedim.

Reis yanımdan ayrıldı. Paşa halka hitabdan sonra salona geçtiler, bizler de gittik karşılarına oturduk. “Merhaba Diyarbakırlı arkadaşlarım” dedi. “Belediye Reisi Kim?” dedi. Reis kalktı “Bendeniz Paşam” dedi. Atatürk “Diyarbakır'ı çok iyi buldum” dedi. Reis Diyarbekirimiz sayenizde çok iyi olacak Paşam” dedi . Atatürk, “Sen Diyarbekir diyorsun, ben Diyarbakır diyorum, hangisi doğru?” dedi. Reis ve ben bir ağızdan “Diyarbakır” dedik. “Bugünden itibaren tensip buyurduğunuz isimle şehrin adı Diyarbakır olmuştur Paşam” dedik. Atatürk, “Tamam, şimdi ben sizlere bu ismi neden koyduğumu anlatayım. Burası hiçbir zaman bekirin diyarı olamaz, burası bakırın diyarı olur; çünkü Cenabıallah diyara bakır madeni vermiş, yakınına da keşker taşını vermiş, bakır için lazım olan suyu da vermiş. Onun için burası Diyarbakır'dır” dediler ve 1937 Ekim ayından sonra Diyarbekir şehrinin adı Diyarbakır olarak değiştirilmiş oldu.102

ELAZIĞ

Atatürk 16 Kasım 1937 günü gece Diyarbakır'dan Elaziz'e gelir. 17 Kasım günü Elaziz Halk evinde kendisine bir yemek verilir, Atatürk biraz rahatsızdılar. Salonun her köşesini ayrı ayrı selamladılar. Şair Fazıl Ahmet Aykaç'ı yanına çağırarak Elazizlilere bir kararını açıklamasını istediler. Aynen kendi ifadeleri ile dediler: “Şehirlerimizi şahıs isimleri ile adlandırmak yerine bundan sonra şehirlerin kendilerine has nitelikleri ile adlandırılmasını daha doğru buluyorum. Onun için bu gece burada Elaziz'in adını değiştireceğiz” dedi. Elaziz'in Elazık'tan bozulma olduğunu, aslının Elazık olacağını, azık kelimesinin Türkçe'de verimli anlamına geldiğini, Elazık'ın çok verimli bir yer, feyz ve bereket diyarı, halkının mert ve çalışkan olduğunu söyledi. “Türklerde eski bir adet vardır, çalışmaya gidenlerin yanlarına azık konur. Türkçemizde sona gelen k sesi yumuşar g olur. Onun için Elaziz bu geceden sonra Elazık olacaktır” der . Atatürk Ankara'ya döndükten sonra 10 Aralık 1937'de Bakanlar Kurulu kararı ile Elazık adını söyleme kolaylığını düşünerek Elazığ'a çevirdi.103

KORUTÜRK

1935 yılında Deniz Harb Akademisi Mezunu olan Fahri Sabit104 Bey bir akşam Karp*ç105'te yemek yerken maiyetiyle Karp*ç'e gelen Atatürk'le karşılaşır sivil giyimli olan Fahri Bey'i Atatürk'ün yanında olanlar yabancı birisi zannederler. Fakat Atatürk onun bir Türk genci olduğundan şüphe etmez. Aralarındaki sohbetten sonra Atatürk yardımcısına soyadı alıp almadığını sorar Fahri Sabit Bey Henüz soyadı almadığını söyleyince, Atatürk;

-“Biz bu memlekette bir takım inkılâplar yaptık ve bunların korunmasını şahsiyet sahibi Türk Gençliğine emanet ettik. İşte bu gençlerden biride sensin sana Korutürk soyadını versek ne dersin” diye sorar.

Fahri Sabit Bey Şükranla kabul edeceğini ve bu soyadını taşımakla hayatının en büyük şerefini bulacağını söyler.106

ARAS

Atatürk'ün yakın arkadaşı ve 13 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan Dr. Tevfik Rüştü107 Bey'e Aras soyadını vermiştir. Bu soyadını almasının nedeni Türkiye ile İran arasında sınır olarak kabul edilen Aras nehrinden geliyordu.108

ARI

Atatürk'e ondan sonraki Cumhurbaşkanlarına uzun yıllar hizmet eden Hüseyin'e Atatürk, Arı soyadını vermiştir. Bu soyadının öyküsü Atatürk anlatıyor:

“Soyadı kanunu çıktığı zaman Atatürk Köşk'te çalışanların soyadlarını kendisi koyup Ulus Gazetesi'ne vermişti. Bunlar orada basılmıştı.

Benim soyadım Özmen idi.

Bir gün yaverlerden biri “Seni Atatürk çağırıyor” dedi. Yanına gittim Dil Kurultayı Üyeleri ile oturmuşlar, yemek yiyorlardı. Çok kızgındı. Beni görünce eli ile işaret edip yanına çağırdı, korkudan ayaklarım titriyordu.

-“Sen ne yaptın?” diye bağırdı dizlerimin dermanı hepten kesilmişti, kekeleyerek;

-“Suçum neymiş Paşam? Ben bir şey yapmadım” dedim.

Ne olacak Abidin109 Bey'in soyadını almışsın diye başını kaldırmadan söyledi.

-“Aman Paşam emirleriniz üzerine Ulus Gazetesi'nde adlarımız çıktı. Siz verdiniz bana bu soyadını dedim ama terden sırıl sıklam olmuştum. Öyle deyince getirin bana Ulus gazetesini dedi. Abidin Bey'e sen haksızsın bu işte, ben vermişim bu soyadını” dedi.

Afet İnan da orada idi. Söze katıldı. Bu iş kovalandığı her yere girip çıktığı için soyadını aralayalım dedi. Arı kondu. Oybirliği ile karalaştırıldı sonra bana dönen Atatürk:

-“Sakın bu sokucu arı değil, koyacağım: Arı kelimesinin iş anlamı var” der.110

TANDOĞAN

Atatürk Ankara Valisi olan Nevzat111 Bey'e Tandoğan soyadını vermiştir. Kendisi sistemli, düzgün ve metotlu çalışırdı. Sabahları çok erken kalkardı. Atatürk ona bu yüzden ve erkenciliğinden dolayı “Tandoğan” soyadını vermiştir .112

Atatürk kendi el yazısı ile “Nevzat oldu Tandoğan” ibaresini yazmıştır.113

Bu soyadının kendisine Atatürk tarafından tevcih edildiği gün Nevzat Bey son derece mutlu ve gururludur. Arkadaşı Kazım Atakul bu olayı şöyle anlatır114 : Kendisinin yanına girmiştim soyadı kanunun yürürlüğe girdiği günlerdeydi. Bana, senin soyadın ne? Diye sordu; “Atak ya da Atakul” sözcüklerini düşünüyorum dedim. Hayır, olmaz Atakul olsun dedi ve ilave etti. Bak Kazım bana Ulu Önder Atatürk Tandoğan soyadını verdi. Ben onu tescil ettiriyorum dediler.

UYBADIN

Atatürk Mehmet Cemil115 Bey'e Uybadın soyadını verdi.116

BARAN

Atatürk Bekir Sami117 Bey'e Baran soyadını verdi.118

KİTAPÇI

İzmir'in yaşayan en eski kitapçılık dükkânı 1913 yılında Ragipzade Biraderler adıyla açılmıştır. İki halazade Hüsnü Bey119 Mebus olarak Ankara'ya gitmiş, Fahrettin Bey'de hukuk fakültesinin üçüncü sınıfındayken Kurtuluş Savaşına katılır. Soyadı kanunu çıkınca, ailenin lakabı soyadına dönüşüyor. Atatürk “Sizin soyadınız kitapçı olsun” diyor. Kitapevi de “Yavuz” adını alıyor.120 Yavuz kitapevi 90 yıldan beri ayaktadır.

ÜLKÜ

Atatürk halkevleri Dergisine Ülkü adını vermiştir. Naim Onat şöyle anlatmaktadır: “933 yılının ilk ayında Atatürk'ü Adana istasyonunda karşılamıştım. Trende beni yanlarına çağırdılar Mersin'e kadar devam eden yolculukta bu kelime(Ülkü kelimesi) ve daha başka dil bahisleri üzerinde konuşulmuştu. Beni görür görmez memnun olacaksın dediler. Yakında çıkacak Halkevi Dergisine benden bir ad istediler, sizin Ülkü'yü verdim. Bu kelimeyi tam ideal karşılığı olarak kullanmama bizim Ali Bey'in (O gün, trende ve yanlarında bulunan Nasır Vekili Ali Çetinkaya'nın) sözleri de ayrıca yardım etti. Ali Bey, ideal kelimesinin İngiltere'de timsal ve örnek anlamlarında kullanıldığını söylediler. Bilirsiniz ki Ülkü ve Ülgü Türkçe'mizde de ölçü ve örnek de demektir. Esasen ideal de ermek istenilen amacın zihinde kurulmuş bir timsali örneği değil midir.121

Daha sonra yayınlanan Ülkü'nün ilk sayısında Atatürk'ün el yazısıyla

“Ülkü” ye

“Ülküden öz ülkümüzün yayma yolunda kutlu verimler beklerim” diye yazmıştır.122

MANEVİ EVLADI ÜLKÜ

Ülkü'nün annesi Selanikli Vasfiye Hanım, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım tarafından evlatlık olarak alınıp, büyütülmüş, Zübeyde Hanım'la Selanik'e sonra İstanbul'a, oradan da Ankara'ya birlikte gelmişler. Zübeyde Hanım ölünce, Vasfiye Hanım Atatürk'ün Kız kardeşi Makbule Hanım'la birlikte 1932 yılında ölmüştür.

Daha sonra evlenen Vasfiye Hanım'ın doğan kız çocuğuna, Atatürk daha yüzünü görmeden “Ülkü” adını koymuş. Ülkü, geçen yıllar içinde büyüdükçe ona olan sevgisi de büyümüş öyle ki; Ülkü'yü yurt gezilerinde beraberinde götürür olmuştur.123

BAYAR

Atatürk İktisat Vekili sonra Başbakan olan Mahmut Celal124 Bey'e Bayar soyadını vermişti.125

İKBAL

Selim Pancar küçük yaşta Afyon'da aşçılığa başladı. Lokantasının ünü her tarafa yayıldı. Atatürk'te Afyon ziyaretinde bu lokantaya uğrar ve yediği yemeklerin lezzetinden memnun kalır. Beğenisini Selim Pançar'a: “Her zaman İkbal olasın” sözleriyle dile getirir. Ve Selim Pançar o günden sonra lokantasının adını İkbal olarak değiştirir.126

ÇAMLIK

Atatürk'ün son İzmir gelişinde Selçuk Aziziye İstasyonunu ziyaret eder. İstasyonun çamlar arasında olduğunu gören Atatürk “Burası Çamlık olsun” der. O günden sonra Aziziye İstasyonu'nun adı Çamlık İstasyonu olarak kalmış.127 Burada Buharlı Lokomotif Müzesi olup 30 kadar tarihi lokomotif sergilenmektedir.

GÖKÇEN

İlk kadın hava pilotu Sabiha Hanım'a 19 Aralık 1934 tarihinde Atatürk “Gökçen” Soyadını vermiştir. Sabiha Gökçen şöyle anlatmaktadır. Henüz Türkkuşu kurulmadan, henüz ben havacı olmayı aklımdan bile geçirmezken, soyadı yasası çıktığı günlerden birinde akşam yemeğinde, önündeki kâğıda Sabiha Gökçen yazdı. Sonra yüzüme gülerek baktı ve

-“Tamam mı çocuğum” der.

-“Bundan böyle seni Sabiha Gökçen diye çağıracağız. Soyadın kutlu olsun” der sonra kâğıda diğer cümleleri yazıp imzalar.128

UZAY

Son Trabzon seyahatinde üçüncü Umum Müfettişlik Baş Müşaviri daha sonra Trabzon valisi olan Yahya Sezai Uzer'in Atatürk tarafından soyadı değiştirilmiştir.

O Akşam sofrada bulunan Trabzon gençlerinden Rıza Hancer olayı şöyle anlatmaktadır129;

Vali Tahsin Uzer Bey arada bir salona çıkıyor, dışarıda olup bitenleri de takip ediyor, gerekli emir ve talimatları veriyor, gelen misafirleri karşılıyor. Bir ara yanında Baş müşavir Yahya Sezai Uzer'le birlikte içeriye girdi. Atatürk'e yaklaşıp selam verdikten sonra,

-“Atatürk'üm Baş Müşavirim Yahya Uzer” diye Atatürk'e takdim eder. Atatürk eli yine yüzünde ve sigarası elinde, kısa bir göz süzmeden sonra,

-“Dur bakalım yahu Tahsin bu ne biçim iş baş müfettişte Uzer, Baş müşavir de Uzer, ikinizden birinin soyadını şimdi değiştireceğim” der, ve devam eder.

-“Seninkini değiştirmeyeceğime göre Baş müşavirinkini değiştiriyorum ve bu tarih ve saatten sonra soyadı 'Uzay' olmuştur” der.

Alkışlar arasında, Yahya Sezai Bey gözyaşlarını tutamadı. Sohbet devam ederken bir ara Yahya Sezai Bey Tahsin Uzer Bey'e bir şeyler söyledi ve Tahsin Uzer Bey Atatürk'e yaklaşarak,

-“Atatürk'üm istirhamım var.” Atatürk

-“Söyle Tahsin” der. Tahsin Uzer Bey

-“Müşavirim Yahya Sezai Uzay'a verdiğiniz yeni soyadını Atatürk'üme şükranları ile bir kağıda yazılı hatıra olarak elinizden almayı arzeder.”

Atatürk Kâğıt kalem ister ve 30×40 ebadında bir kartona kendi el yazısı ile Yahya Sezai Uzay yazarak K. Atatürk imzası ile Tahsin Uzer'e verir.”

Yahya Sezai Uzay daha sonraları Trabzon Valisi olur ve değerli hizmetlerde bulunur.

KANSU

Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından olan Mazar Müfit uzun yıllar milletvekilliği yapmıştır. Kendisine 3 aralık 1934 tarihinde Atatürk tarafından “Kansu” soyadı veilmiştir.130

laik sözlük için öneriler

herr muller
Puan sistemi ya kalkmalı ya değişmeli. Anasayfadan anladigım kadarıyla soyluyorum baslik acmak entry girmek puan veriyor. Insanların okuması faydalı bulması artı vermesi bi şey etkilemiyor. Zaten bunu anasayfada duran yüzbinlerce okunmadan geçilmiş hepsi bir profile ait giriden anlayabiliriz. Yani puan için google tanım servisi yapılması sanki biraz dadunu bozmuş. Zaten sıralama dediğimiz olay da kaliteli yazardan çok işsiz gibi aklına gelen ilk kelimeyi tanımlamak olmuş sanki.
11

tek tanrı mantığı - her tasarımın tasarımcısı olmalı - dağları kim yarattı

azadi

On sekizinci yüzyıl İngiliz Teologu William Paley'in, dönemini çok etkilemiş ve günümüzde de sıklıkla başvurulan bir tezi mevcut: ” Doğada yürürken bir saat bulursanız bu saatin kendi kendine oluştuğunu düşünmezsiniz. Tasarımcısının olduğunu bilirsiniz. Çünkü işleyişinde bir düzen vardır. Doğal işleyişte de bir düzen olduğuna göre evrenin de bir tasarımcısı olması gerekir. “ Tezin kendisi bu.

Tartışmaya geçmeden önce biyoloji sahasından kısa bir not düşmek istiyorum. Herkese hararetle tavsiye edebileceğim “Kör Saatçi” adlı seçkin yapıtında Richard Dawkins; Doğadaki biyolojik işleyişin, bir sonraki adımını görmekten aciz bir yapbozcunun çalışma tarzından farksız olduğunun altını çizmektedir. Bu nedenle türlerin adaptasyonuna hizmet eden doğal seçilimin her zaman başarılı sonuçlar vermeyerek bedensel yapıları pek de akıllıca olmayan bir sürü ucube ya da “teknik donanımı yetersiz” canlının ortaya çıkamasına neden olduğunu ve bu tür canlıları hâlâ suda, karada ve havada hayatlarını sürdürdüklerini kanıtlarıyla açıklamaktadır. Stephen Jay Gould Üstad'ın, “Darwin ve Sonrası” adlı çalışması ile birlikte okunmasında fayda var. Gerçekten heyecan verici!Ama benim itirazım felsefî açıdan olacak. Yine de biyolojik kanıtlar, aslolandır.

Tezime geçiyorum: Diyelim ki yolda bir saat bulduk. Ve saatin üzerinde yalnız markası değil onu üreten Saatçinin de adı bulunsun. Hatta saat, her şeyiyle bir saat ustasının el yapımı olsun ve dünyada bir eşine dahî rastlanmasın. Bu durumda saatin yaratıcısı ya da tasarımcısı için “Saatçidir!” diyebiliriz miyiz? Pratik ilişkiler bazında evet! Çünkü saat, ilk kez saatçinin tezgâhında ve sonrasında vitrininde alıcına sunulmuştur. Başka hiç kimsenin de bu saat modelinden ve özelliklerinden haberi yoktur. Peki günlük yaklaşımların dışına çıkarak teori alanında ya da felsefe kulvarlarında olayı düşündüğümüzde aynı sonuca ulaşmamız mümkün müdür? Yani saat gerçekten o saatçi tarafından mı tasarlanmıştır. Basit bir yanıtı var aslında: Tasarım gerçekte, geçmişten geleceğe uzanan kollektif ve birikimli emeğin ürünüdür.

Açıklayalım: Saatçinin saati tasarlayabilmesi için önce saatçiliği öğrenmesi gerekecektir. Dolayısıyla mutlak surette, “Bir Bilene”, “Öğreten Adama” yani bir ustaya ihtiyacı vardır. Çıraklık eğitimi almadan ustalaşan bir saatçi elbette düşünülemez! Çünkü saatçi, saat tasarımı ve üretimi ile ilgili teknik ve entellektüel donanımını ancak ustasından edinebilir! Peki saati yapabilmesi için yalnız ustasının bilgi ve tecrübesinin arka planına mı ihtiyacı vardır? Hayır! Saati oluşturan parçaların üretilmesinde kullanılan başka teknik ve bilgilere sahip ustaların geçmişten gelen birikimleri de yapım sürecinde devreye girecektir.

Birdenbire tasarlayanların ya da tasarıya katkı sunanların sayısında artış oldu değil mi? Peki kendi ustası ve diğer iş alanlarında yetişmiş ustalar tek başlarına mı öğrendiler saat ve saat parçaları yapımını? Yanıtımız yine hayır! Onların da ustaları vardı. Elbette “Birikimli Teknolojik Değişim Modeli” ile edinilen her yeni bilgi ve tecrübe, eskilerinin üzerine eklenmekte, eski bilgilerin içerdiği teknik hata ve yetersizlikler giderilerek, ustalık biriktirilerek geleceğe aktarılmaktadır. Tıpkı türlerin değişiminin, sevmediğim ifade ile Evrim'in, türlerin adaptasyonunu birdenbire değil, o anda çevresel koşullara gore gerekli adımları atmak suretiyle ve bir adım sonrası ne olacağını hakkında fikir yürütmeyerek gerçekleştirmesi gibi. Bu anlamda İnsanın bugünkü formunun idealleştirilmesi ve geçmişte yaşamış insan türlerinin her halükarda bu son ve ideal olduğu düşünülen forma yani Homo Sapien'e evrileceği şeklinde bir sonucun çıkarılması doğanın gerçeği ile taban tabana zıttır. Türlerde değişimin zorunlu olduğu anlarda ortaya çıkan genetik farklılaşma ve mutasyonlar elbette sonraki kuşakları da etkiliyor. Ama sözkonusu genetik değişim, ideal bir tip tarifi yaparak kuşaklar sonrası gerçekleşecek evrime bu amaç için müdahale etmiyor. Aslında edemiyor. Çünkü böyle tasarım yapan bir aklı yok evrimin. O an oluşan koşullara göre bir tip tarifi yapılıp tür hayatta kalamaya çalışıyor. Hepsi bu… Ve bunun içindir ki çevresel koşullara adaptasyonumuzda, görme organı olarak gözlerimiz biçimleniyor. Ama başka şartlar altında yine bir memeli olan yarasalar gibi kulaklarımızı “görme organı” olarak kullanabilirdik. Yine balinalar gibi karaya çıktıktan sonra yeniden denizlere hem de akciğerlerimizle dönebilirdik. Yine konuşamayabilir yalnıca haykırabilirdik. Ama şartlar bizi “şehirler kurmaya küçücük evlere tıkılmaya, işsizlik sıkıntısı içinde varlık içinde yokluk yaşamaya” itti. Ama İnsan olarak bu sosyal evrim çizgisine de müdahale etmenin mümkün olduğunu biliyoruz. Toparlarsak, bir organın varlığı ya da yokluğunun ya da değişik varyasyonlarının mevcudiyetinin hiç bir önemi yok gerçekte. Önemli olan türlerin doğaya uyumu ve hayatlarının sürdürebilme yetenek ve kapasiteleridir. Gerisi detaydır.

Biyoloji alanından tartışma konumuza geçiş yaparsak Harun Reşit döneminde Arap bir saat ustasının, bin yıl sonra tasarlanacak saatlerin biçimini değil kurgulaması hâyâl bile etmesi mümkün değildir. Ama bin yıl sonra üretilecek saatin tasarım ve tekniğinde mutlaka o arap ustanın emeği, etkisi yer alacaktır. Her usta duvara bir tuğla koyar ve duvar yükselir. Bu çerçevede filmin sonunu bildiğimiz için kahramanların da filmin başından itibaren sonu belli senaryoya uygun hareket ettiğini düşünüyor olabiliriz. Bu düşünce tarzı da insanî zaafiyetlerimizden kaynaklanır aslında ama gerçek kesinlikle böyle değildir. Yinelersek bir saat ustası iki kuşak sonrasının saat teknolojisini üretmekten aciz olabilir ama yaptığı küçük bir katkı ile yüzyıl sonrasının teknolojisi için zemin hazırlamış olur. O halde neden yüzyıl sonra yaşayacak saat ustası, “Bu saati, ben yarattım” bencilliğine ve haddini bilmezliğe kapılıyor. Herhalde kapılmıyordur. Ama Teolog Paley öyle düşünüyor. Mistik yapısı aslında algı ve akıl kırılmasına yol açıyor. Ama yine de zekice olduğunu kabul edelim. Güzellik de burada zaten.

Devam ediyorum: Peki bu saatçinin hiç mi katkısı yok. Elbette var. O da bir canlı ve yaşadığı ana ve uzayına tüm diğer canlı ve cansızlar gibi müdahale ediyor. Kendisi de katkısını sunuyor. Ama bu katkı kesinlikle tanrısal anlamda mutlak ve tekil bütünlüğü olan bir yaratma tanımı içinde anlaşılabilecek bir katkı değil. Neden Yirminci Yüzyıldaki saat modelleri ve teknolojisi Onsekizinci yüzyıl İsviçre'sindeki saat ustaları tarafından üretilemiyor. Çünkü tarih ve insanlık, “Birikimli model” üzerine kendisini inşa ediyor. Kısaca ihtiyaca bağlı olarak her şey birikiyor. Farklılaşıyor. Ama bu plan dahilinde işlemiyor. Saat bugün bildiğimiz gibi tasarlandıysa bunun nedeni, koşulların zorlamasının ihtiyacın karşılanma kapasitesi ile birleşmesiyle ortaya çıkan sentezin bu tasarımı dayatması nedeniyledir. Yani başka şekillerde saatlerin çıkması hatta saatin hiç üretilmemesi de mümkün olabilirdi. Gerçek şu ki her türlü olasılık gerçekleşebilir. Ama burada özellikle vurgulanan; Saatçinin tekil bir tasarımcı olduğu fikrinin tamamen bir yanılsama olduğudur. Bunun tarafların kötü niyetiyle bir ilgisi de yoktur. İnsan beyni buna benzer algı kırılmalarını bir gerçeklikmiş gibi görüp gösterebilmektedir. Bu kronik yanılsamanın genotipimizde kodlu olduğunu düşünüyorum. İnsan evriminin gerçekleşme hızı, beyin ve sinir sistemi yapımızdaki, çevre-organizma uyumunu düzenleyen merkezlerin gerekli adaptasyonu gerçekleştirmeden evrilmesine neden olmuş olabilir ve bu nedenle insan, kendini doğadan kopmuş, hayvanlardan farklı ve doğanın içinden çıkan bir varlık gibi değil de dışarıdan doğaya indirilen bir seçilmişler topluluğu olarak görmektedir. Ama bu algı'nın gerçeklikle eşleşmesini sağlayacak gözlem yeteneğimizin yine genotipimizde yazılı olduğunu bu nedenle algı kırılmalarına müdahale edilebileceğini ve mistik inanışların zamanla ortadan kalkmasının mümkün olduğunu öngörüyorum. Bu son iki cümledeki saptamaları kanıtlayacak durumda değilim. O yüzden fikir jimnastiği olarak düşünebilirsiniz.

Yinelersem, eğer saati kim tasarladı diye sorulacak olursa. saatin son vidasını sıkan saatçiden başlamak üzere geriye doğru gitmek ve tüm saatçileri işin içine katmak gerekecektir. Elbette saati son üreten kişi satacaktır. Ama biz burada gerçeğin peşinde koşuyoruz paranın değil. Gerçek de “gerçekten kollektif bir şey”. İnsanları atomize edip toplumsallığından çıkardığınızda, insanlar, en yaratıcı insanın -çünkü çağımızın en zengini-,Bill Gates olduğunu düşünmeye başlıyorlar. Hâlbuki bu adamın yanında onbinlerce kişi çalışıp tasarlıyor ama onların esamesi okunmuyor.

Devam ediyorum: Saati tasarlayan yalnızca saatçiler mi?. Hayır, hiç tahta zemberekli saat gördünüz mü? O halde metalurji yani maden işlemeciliğini ve bu alanda katkı sunmuş usta, çırak ve mühendisleri de devreye sokmamız gerekmez mi? Ayrıca cam ustalarını, ayrıca saatin yağlanmasına yarayacak malzeme üretenleri vesaire vesaire…

Tasarımcı ve yapıcı sayısındaki muazzam artışa dikkat çekiyorum. Kısaca tek tanrılı anlayıştan çok tanrılı aslında tanrısız anlayışa dönmüş oluyoruz. Çünkü herkes tanrı olursa tanrı kavramı, ontolojik yapısı gereği anlamsızlaşacaktır.

Ve son olarak, saat kavramını saatçi tasarlamışsa bile bu kavramı ortaya koyan nedir? Elbette toplumsal ihtiyaçlardır. Peki bu ihtiyacı duyan kimdir? Toplum ve toplumu oluşturan bireylerdir. Bir tasarımcı yoktan ve hiç bir ihtiyaca yanıt vermeden üretiyorsa tanrısal niteliklere haizdir. Ancak herkesin karşılanmasını istediği bir ihtiyaç ile ilgili çözüm üreten bir tasarımcı gerçekte bu tasarımın kabaca nasıl olması gerektiğine ilişkin ön bilgiyi, çünkü hangi ihtiyacın karşılanması gerektiği konusunda fikir üreten bir yapı mevcut, toplumun kendisinden almaktadır. Son analizde tasarımın gerçek mucidi bizzat toplumun kendisidir.

Bir anda ortaya neredeyse sayısız Tanrı çıktı ve nihayetinde ihtiyaç olgusunun kendisi de Platondan günümüze uzanan “Kavramların insandan bağımsız olarak evrenin bir yerinden dünyaya inmesine ilişkin ide yaklaşımını” fazlasıyla tartışmalı hale getirdi. Bilmemiz gereken ihtiyaçlarımızın mutlak olmadığıdır. Saati tasarlamanın mutlaka bir zorunluluk olmadığını, insanların, kapitalizm gibi sürekli üretip tüketmek üzerine ömürlerini mahvettikleri bir sistemde değil de farklı kaygıların egemen olduğu bir tarzı hayatta yaşadıkları takdirde zaman kavramına başka bir açıdan bakacaklarını ve belki yalnız güneşin ve ayın hareketlerinin, zamanı ölçmekte onlar için yeterli olacağını anlayabileceğimizi umuyorum. Böyle bir toplumsal kurguda, insanlar, hayatlarını bir yarış atı gibi oradan oraya koşturarak tüketmeyecekleri için herkesin elinde bir kol saati yer almayacak, böylece İsviçrelilerin cepleri dolmayacaktı. Buna karşılık, yeme, içme, barınma gibi gereksinmelerin izafî olmadığı, aksine ihtiyaçların mutlaklığı ileri sürülebilir. Yanıtı Dawkins'in tanımlamasıyla verecek olursak; eğer doğa, yani “Kör Saatçi”, başka koşulları dayatmış olsa idi, insanlar, başka kanallarla enerji transferi yapabilir ve şu anda yeme kültürümüzü oluşturan alışkanlıklarımızın tekini bile yaşamamış olabilirdik. İnsan bir canlı olarak enerji transferi yapmak zorundadır. Ama bunun yöntem ve içeriği konusunda mükemmeliyetçi bir mutlaklık mevcut değildir. İhtiyacın o anki giderilme pozisyonunun yetkinliği önemlidir. Hayat, geleceğe ilişkin projeksiyon yapmamaktadır. Durum bu açıdan kesinlikle tanrısal mükemmellik içermemektedir. Sözün özü eğer yolda bir saat buluyor ve tanrıya inanıyor iseniz lütfen huzurunuz için saati olduğu yere bırakın ve yürümeye devam edin. Mutlak gerçeklik olarak kabullendiğimiz önermelerin aklımızın muzip bir oyunu, bir algı yanılması olabileceğini her zaman bir yerlere not edin. Biliyorum ki hayat üzerinde kafa yormaya değmeyecek kadar kısa. Ama yine de yoruyoruz işte. Merak etmek, düşünmek, öğrenmek ve anlamak ne güzel şey!

sevgilinin yakın arkadaşınla aldatması

Virtuoso
Normalde hiç bir kız arkadaşım ile bir diğerini kıyas etmem ama en değer verdiğim ve benden bir çok şeyi koparıp beni buz dağı misali bir hale getiren kızın yakın arkadaşlarımdan biri ile sevgili oluşunu paylaşmak istedim sizinle. yıl 2012 çok aşığız çok güzel gidiyor her şey. kafamda planlar geleceğim geleceğimiz her detay şekilleniyor ve gerçekleşmeyi bekliyor. Aile engeli vs. uzun uzun anlatmayacağım ama bir takım engellere rağmen biz olmayı beceriyoruz. Farklı şehirlerdeyiz ama her fırsatta izmir - ankara arası seferdeyim. Derken ayrılmadık fakat ailesi telefonuda dahil tüm görüşme imkanlarımızı elimizden aldı. Tek sebep şehir mesafeler. İzmirden telefon hat yolladım okuldayken konuşuyorduk en azından sesini duyabiliyordum bu bile yetiyordu . fakat görüşmediğimiz süre içerisinde en yakın olduğum arkadaşlarımdan biri ile daha sık görüşmeye başlamışlar. Benim onu hak etmediğimi kızın kafasına sokmuş ve siz hesap edin her anlamda yürütmeye çalıştığım ilişki elimden çalınır derecede kayıp gitmişti. Biz yine görüşmemeye başladık . Ama her dakikam onu düşünerek ve acaba tekrar biz olabilirmiyizle geçiyor. seviyorsun abi çünkü illa ki bir beklenti var. velhasıl yakın çevremden anneannesinin vefatını öğrendim ve telefonuma yabancı bir numaradan " çok kötüyüm ne olur beni ara " diye mesaj geldi. Merakla aradım. Aradığım kişi o idi. biraz konuştuk teselli etmeye çalıştım fakat konuşma git gide sevgili olduğumuz dönemlere gitmeye başladı. Daha sonra benim arkadaşımdan konu açıldı ve bir dönem onunla denediği bu döneminde bizim görüşmediğimiz ailesinin bizi engellediği dönem olduğunu bunu bilmeye hakkım olduğunu söyledi. Üzüldüm haliyle şu andada ilk gün ki kadar üzgünüm diyemem ama üzülüyorum. Hırsla küfür edip bağırım çağırıp kapadım ve arkadaş dediğim hırboyu aradım. Kız ne söylüyorsa doğrudur diyip işin içinden çıktı. İnkar bile etmediler. Zerre pişmanlık duymuyorlar bunu farkedince hepten çıldırdım. Bundan dolayı yalnız gördüğüm hiç kimseye neden yalnızsın diye sormam elbet onunda bir lethe'si olmuştur. şarkıda dediği gibi ne onunla ne onsuz. Sorgulamadığın zaman vazgeçmiş oluyorsun. Unutmuş olmuyorsun.

15 haziran 2017 adalet yürüyüşü

kargalı karga paşa
Hatalı başlıktır. "Kılıçdaroğlu'nun başarısızlık show'u"olması gereken başlıktır.

Kılıçdaroğlu, partinin başına geldiği günden beri, her seçim döneminde "kaybedersem istifa edeceğim!" vaadinde bulunup istifa etmeyen bir nasipsiz ve demogogun tekidir.

Bu yaptığı yürüyüş adalet için falan değil. Kendisi gayet iyi bir şekilde bal gibi de siyasi arenada başarısız ve yitik olduğunu biliyor. Bu sebeple bu gün ki konumundan feragat etmek/ettirilmek istemediğinden kendini yollara atıp vicdanlara oynuyor.

Türkiye siyaseti ve siyasilerin istisnasız hepsinden bu ve ekseriyetinde nedenlerle uzak durmaktayım. Hepsi mide bulandırıcı

yazarların söylemek istedikleri

besiktas
hep aynı şeyi söylüyor olacağım fakat gerçek şu ki yazarların çoğu türkçe bilmiyor. burası bir forum sitesi ya da facebook gibi bir sosyal platform değil de ''sözlük'' olduğu için, bir tanım girdiğinde, her ne dille yazıyorsan o dilin imla kuralları dahilinde yazmak zorundasın. rica ediyorum bakın lütfedin

rahatlamak

kutsalchomar
çok güzel bir eylemdir. gralder sayesinde rahatladım kısa bir süre için.
Sözlükte ilk defa sansürsüz küfür ettim ve rahatladım. Derdim ise bazı kişilerin yavşak olması. 2,3 gün önce ben ve birkaç kişi daha forum gibi sözlüğü kullanırken içinde kötü bir sözcüğü bulunduran, beni iğrendiren (bkz:siktin formatı eyledin viran) başlığı yorum olarak giri olarak gönderen, formata uymayanları asalım, keselim, sikelim havasında takılan kişiler. Bugün buram buram forum kokan başlıklarda ''goygoy'' yapıyorlar. Bu yüzden 2 gün önce o kişiler için ''boktan'' ama şimdi mükemmel olan başlıklara boktan ''eyledin viran'' başlığını girdim.

Şuan söyleyeceğim şeyleri sansürlemedim, içimden geçenleri söyledim. Daha da rahatladım. Bu format savunma meselesini de burada bırakıyorum.
2

neden mutsuzum

azadi
Üç yıldır hamileyim. Tam doğuracağım dediğim anlarda içimde tutmam için neredeyse dünya seferber oluyor.
Ancak fazla zamanım kalmadı. Çıkarmazsam o da geberecek ben de.
Ot büyüdü, at açlıktan ölmesin

epub's

labialarevreni
kitap okumak isteyip parası olmayan kardeşlerim, arkadaşlarım, abilerim ve ablalarım. bir site buldum ki tadından yenmez.
birçok kitabı içerisinde bulunduruyor, bilgisayar veya telefonunuzdan keyifle indirerek okuyabileceğiniz harika kitaplar sunuyor bize bu cağğnım site.
sitede yazan bir yorum da çok hoşuma gitmiştir ayrıca.
"bunu beğenmeyen ya kitap satıcısıdır ya da insan değildir."

https://yadi.sk/d/oM1aGuh6364aMN

laikforum

bu kadar gulecek ne vardi
sözlüğün yeni adı. kendilerini forumda sanan yazarlar tarafından açılan başlıkların çoğulmasından dolayı, format siken entry'lerin artmasından dolayı bu yeni ad kullanılmalı kesinlikle.

edit: laikforum başlığı varmış. sözlük yönetimi iki başlığı birleştirirse sevinirim. olması gereken ad laik forum'dur. çünkü sitenin adı laik sözlük değil, laik sözlük.

Allah

kargalı karga paşa


1. Allah bir özel isim değildir. Bu sebeple Allah arap tanrısı değildir. Tanrı kelimesinin arapçadaki karşılığı birebir olarak Allah'tır. Arap tanrısı tanımı hatalı bir tanımdır.

2. Orta doğunun kan gölüne dönmesi, afrikadaki çocukların açlıktan ölmesi vb. argümanlar kötü tanrı problemi olarak bilinen argümanların en çürük kısımlarıdır. Hala tartışıldığını görmek "yine mi pilav?!" cihetinde bir etkiye maruz bırakmaktadır. Bilmekte fayda var, bunlar Tanrı'nın değil insanların sorunudur. Tanrı kaynaklı değil insan kaynaklı sorunlardır.

3. Tanrı'ya yöneltilen bu ve ekseriyetindeki bir çok iddia ve bunlara ek olarak tanrının cinsiyeti olması, tanrının çocuklarının olması vb. iddia ve önermeler, antropomorfizm olarak bilinen inanç doktrinine farkında olmadan bir inanç duymanın etkisi yada tanrı kavramını antropomorfik bir açıdan ele almanın tesirinden mütevellittir. Bu maddeyi aşağıda sonuca kavuşturacağım.


4. Tanrı'nın kendisinin ateist olması, "kaldıramayacağı taş yaratabilir mi?" Sorusu, "kendisini öldürebilir mi?" sorusu mantıksal hatalı sorulardır. Mantıksal safsatalardan ibarettir. (Artık kaçıncı kez bu konuyu açıklayacağım bilmiyorum)

5. Tanrı monoteizme göre aşkın varlıktır. Ezeli ve ebedidir. Aynı zamanda da mutlaktır. Mutlak olan şey tanrının insan algısında var olan duyu, duygu, his değildir. Elbetteki insandan çok çok farklı bir sisteme sahip olmak durumundadır. Yani tanrı mutlak iyi yada mutlak kötü tanımı gereği olamaz. (Mutlak iyi/mutlak kötü tanrı modeli için (bkz:deizm)) bu sebeple bir çok entryde bahsedilen dem vurulan konuların yine bir çoğu mantık hatasıdır.

Devamı gelecektir. Tabi ki isteyen arkadaşlar ile seve seve teoloji ve teoloji terminolojisi üzerine özelden vs. sohbet edebiliriz.
 
Selam sevgi ve muhabbetle değerli arkadaşlarım.
6

kapalı bir kadınla sevgili olmak

kargalı karga paşa
İnançları gereğince aşırıya gitmediği, özgürlük sınırlarına müdahale edilmediği sürece gayet normal bir durumdur. Konu edilmesi bile abesle iştigaldir. Diğer örnekleri için;
(bkz:mini etekli kızla sevgili olmak)
(bkz:başı açık ama dekolte giyinmeyen kızla sevgili olmak)

Ne mide bulandırıcı lakırdılar bunlar yahu. Bu yüzden insanların dışarıda birbirlerine tahammülü kalmadı hala farkında değiliz ne yazık ki?!

en sevilen şiir dizesi

deist imam
"Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız "

Attila ilhan-mahur beste

Attila ilhan şiirin hikayesini şöyle anlatıyor;
"12 mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: denizlere kıymışlardı. Karşıyaka'dan izmir'e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı... acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra... vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm."

Şiiri okuyan herkesin kadın ismi zannettiği müjgan var ya hani. Hah o işte eski dilde kirpik demek. Attila ilhan bu şiirde müjgan isimli bir kadınla beraber ağlamıyo aslında. O, 6 mayıs 1972de idam edilen deniz'e,yusuf'a ve hüseyin'e ağlıyo.

laik sözlük başlıkları hakkında

sarkozy
Bu başlığı eleştiri amaçlı açtım. umarım saygı çerçevesi içerisinde görüşlerinizi belirtirsiniz. aykırı, uç yorumlar olmaması dileğiyle...

Laik sözlük başlıklarına baktığım zaman çoğunlukla din ve siyaset konuları açılıyor. Tabi ki bunlar rağbet gören konular mı, bazı arkadaşlar uyanıklık mı yapıyor anlayamadım. Bunların dışında sürekli takip ettiğim laik sözlükte ki bir diğer eksiklik ( bana göre ) popüler başlıklar genellikle anket niteliğinde basit konular. örneğin; en sevilen yazar nickleri, laik sözlük yazar profilleri vb... Kimse yanlış anlaşılmasın benim eleştirdiğim nokta bu başlıkların açılması bunlara yorum yapılması değil. tabiki bunlar da olacak ama sözlük içinde ciddi, herkesin kendi bilgisini paylaşabileceği, laik sözlük okurlarını bilgilendirici başlıklarda açılmalı ve aynı zamanda açılmış olan başlıklara laik sözlük yazarlarının ilgisinin biraz daha fazla olmasını isterim. tabiri caizse benim sözlüğümün "wikipedia" gibi bilgi dolu olmasınıda isterim. bir insan arama motorunda bişey aradığında bizim sözlükten faydalanmasını isterim. çok yanlış bişey istemiyorum gibi. biraz dikkat ederseniz altında kafa patlatarak tartışabileceğimiz veya herkesin hakkında görüş bildirerek insanları bilgilendirebileceği başlıklarda hep en az entry girilmiş. bu durum beni laik sözlük yaş ortalamasının düşük olduğu düşüncesine itiyo. yani daha net olmak gerekirse burası "kızlarsoruyor" sayfasına benzemeye başladı gibi.

Bunlar benim şahsi fikirlerim katılırsınız veya katılmazsınız. lütfen saygı duymak şartıyla görüşlerinizi belirtmenizi çok isterim.

öğrenildiğinde ufku 2 katına çıkaran bilgiler

halklakaynasmisbielit
cumhuriyetin ilanından sonra kimse göç etmeseydi, yani herkes doğduğu şehirde yaşasaydı; şehirlerimizin nüfusu nasıl olurdu? tüik verilerine göre nüfusu en fazla olacak 32 şehrimiz ve nüfusu en az olacak 5 şehrimizin nüfus bilgileri aşağıdaki gibi olacaktı. sonradan şehir olan ilçeleri de en başından beri şehirmiş gibi düşünmek lazım. sağ tarafta ise şehirlerimizin bugünkü nüfus bilgileri yer almaktadır.

1. istanbul 2 513 819 -- 14 804 116
2. şanlıurfa 2 487 275 -- 1 970 627
3. konya 2 459 464 -- 2 161 303
4. diyarbakır 2 073 804 -- 1 673 119
5. izmir 1 954 845 -- 4 223 545
6. ankara 1 944 269 -- 5 346 518
7.samsun 1 882 467 -- 1 295 927
8. sivas 1 867 98 -- 621 224
9. erzurum 1 763 593 -- 762 021
10. bursa 1 760 259 -- 2 901 396
11. adana 1 694 780 -- 2 201 670
12. hatay 1 632 579 -- 1 555 165
13. gaziantep 1 568 250 -- 1 974 244
14. kahramanmaraş 1 492 508 -- 1 112 634
15. ordu 1 488 546 -- 750 588
16. mardin 1 487 724 -- 796 237
17. trabzon 1 476 904 -- 779 379
18. kayseri 1 410 438 -- 1 358 980
19. van 1 397 61 -- 1 100 190
20. manisa 1 381 900 -- 1 396 945
21. mersin 1 317 543 -- 1 773 852
22. malatya 1 316 397 -- 781 305
23. tokat 1 293 410 -- 602 662
24. balıkesir 1 265 145 -- 1 196 176
25. çorum 1 241 843 -- 527 863
26. antalya 1 169 825 -- 2 328 555
27. yozgat 1 148 908 -- 421 041
28. giresun 1 098 152 -- 444 467
29. afyonkarahisar 1 83 170 -- 714 523
30. ağrı 1 060 377 -- 542 255
31. adıyaman 1 053 234 -- 610 484
32. kastamonu 1 038 716 -- 376 945
....
77. kilis 295 782 -- 130 825
78. bilecik 268 900 -- 218 297
79. bayburt 265 102 -- 90 154
80. tunceli 253 152 -- 81 193
81. yalova 126 675 -- 241 665

laik sözlük'ün içerigi

promethe
Kesinlikle başlık kalitesi yükselmeli comarsız hava sahası denince cok beklentilerle gelmiştim sözlüğe ama her geçen gün yaş ve kalite düşüyor gibi geliyor iki satır cümleler süren başlıklar ve altına sıfır bilgi içeren yorumlar yazmak yerine film oyuncu kitap kişi kavram nesne hakkında açılan başlıklar bence daha iyi olur
Altına yapılan giriler ise daha vahim durumda bu konuda fikrim yok diye giri yazmak yerine hiç yazmasak keşke her başlığa bir şey yazmak zorunda hissetmesek sözlük daha iyi bir yer haline gelebilirdi su an sözlük formatı ağlıyor

islam tanrısı allah'a sorular

azadi
1) Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan tanrı, neden herhangi bir şey yapsın?

2) Hiçbir şeye ihtiyacı olmamasına rağmen, içinde en ufak acı riski taşıyan herhangi bir sistem SADİSTLİK değil midir?

3) Hiçbir şeye ihtiyacı olmamasına rağmen, tanrı bilinmek istedi demek, çelişkili bir durum değil midir?

4) Herhangi bir madde / varlık olmadan da var olabilen bir tanrının, bu kadar çok şey yaptığını söylemen anlamsız değil mi?

5) Olacak her şeyi, istisnasız şekilde bilmesi kaçınılmaz olan bu kavramın, bile bile her şeyi, baştan oynatıp izlemesi sana mantıklı geliyor mu?

6) Senin inancına göre burası sınav dünyası. Peki tanrın sınav yapmaya ihtiyaç mı duyuyor? Ne arzuluyor ki bu arzusu için böyle sistemlere muhtaç katıyor?

7) Gördüğün şeyler için sanat, görmediğin bir kavram için sanatçı diyorsun. Peki bu sanatçı sonsuz ise, görebileceğin hiçbir sanat, bu o sanatçıya yakışmaz. Yani şimdiki sanatın 10000000000000 kat daha iyisi olsa, sonsuz bir kavram için, iğnenin ucu değildir.

8) Tek derdi inanılmak ve tapınılmak olan bir tanrı, sana ne kadar kudretli ve merhametli geliyor? inanmayanı yakarım mantığı daha çok tanrıya mı yoksa mahalle çetesine mi yakışır?

9) Sana cennet rüşveti veya cehennem tehditi sunmayan bir tanrıyı ne kadar ciddiye alırdın?

10) Sonsuz olduğuna inandığın bir kavramı savunma ve koruma eylemi yaparken kendini ahmak hissetmiyor musun?

11) Sonsuz bir kavram, inanılmaz özellikler, çelişkiler, absürtlükler, abartılar, akıl dışı masallar, amaçsız senaryolar ve bunların varlığı aklına yattı da tanrının yokluğu mu sana garip geliyor?

12) Aciz bir varlık olduğunu kabul ediyorsun, kısıtlı bir aklımız var. Ama beyninin kolayca yıkanıp, etkileneceğini neden kabul etmiyorsun?

13) Ol dese her şeyi yapabilecek tanrın, neden birçok şeyi yapmaktan acizdir? A) Kendini yok edemez. B) Herhangi bir başka tanrı yaratamaz. C) Beni ölümsüz yapamaz. D) Kendini ölümlü yapamaz. E) Ben artık bilmek istemiyorum diyemez. F) Artık her yerde olmak istemiyorum diyemez. G) Hiçbir şeye karışmıyorum diyemez. Kısacası tanrının, tanrıya verdiğiniz özelliklerin dışına çıkması mümkün değildir. Ne kadar güç verirseniz, unutmayın bunun aksi bir gücü de vardır.

14) Tanrı amaçsızdır. Çünkü amacı olması, yani herhangi bir şeye ulaşma çabası asla haklı görülemez. Çünkü tanrının herhangi bir şeyin eksikliğini yaşaması mümkün değildir. O yüzden bilinmek istedi gibi akla zarar şeyler söyleyerek insanları kandırmayın.

15) Son olarak tanrının olmadığının matematiksel örneğini verdim. Mesela siz tanrıya sürekli pozitif değerler veriyorsunuz. Örneğin tanrı +1 5, tanrı +56589, tanrı +998566325565... ve bunu sonsuza kadar uzatırız diyorsunuz. Ben de şunu diyorum. Sen +15 dersen, ben - 15 derim. Sen +56589 dersen, ben - 56589 derim. Ne dersen de, tanrıya verdiğin pozitif değerin bir negatif değeri vardır. Çünkü tanrının güçlü olma hakkı kadar, güçlü olmama hakkı da sonsuzdur. Yani ne yaparsanız yapın, her işlemin sonucu O (SIFIR) olmak zorundadır.

faşizm

zirvedekicahil
İnsanlık asla faşizmden kurtulamayacak çünkü hepimiz faşistiz. En özgürlükçü insanın bile lanetlediği insanlardan bir farkı yok. Neden mi?

Üçüncü dalga deneyi ve stanford deneyi üzerinden açıklayacağım. Üçüncü dalga deneyi çocuklar üzerinde yapılmış ve doğru şartlar altında en masum gördüğümüz çocukların bile nasıl cani psikopatlara evrilebileceğini göstermiştir.

Stanford deneyi ise mutlak gücün yozlaştırıcılığını gösterir. Sıradan insanlar, diğer insanlara üstün hale getirilir. [Gardiyan-Tutuklu rolü yapıyorlar] En sonunda gardiyanlar vahşileşmeye ve mahkumlara kötü davranmaya başlar. Bu insanlar aramızda dolaşan insanlar değil miydi? Öylelerdi.

Onları faşist yapan neydi? Sınırın olmaması. Günlük hayatınızda belli bir çizgi vardır. Asla geç(e)mediğiniz bir çizgi. Mesela çizgiyi aşar bir insanı öldürürseniz, cezalandırılırsınız. Bu nedenle kendinizi bundan alıkoyarsınız. Bunun ortadan kalkması için birey ya bu sınırı aşmalı yada toplumsal histeri [mass hysteria] duruma gelmelidir. Bu duruma gelen insanlar içinde insanların olduğu bir oteli bile yakacak duruma gelebilirler.

İşte bu yüzden faşizm, adalet ve demokrasinin olduğu yerde olmaz. Zira adalet ve demokrasinin olduğu yerde her zaman bir sınır vardır. Günümüzde birçok internet sitesinin ve forumun hatta günümüzün en popüler sözlüklerinin bile çatırdayarak yıkılmasının nedeni işte bunda gizlidir.

Benim gerçekten faşist olmadığına inandığım insan, bir zamanlar faşist olup hatasını farkeden insandır. Zira o, vahşi kısmını yenebilmiştir.

Yüzüklerin efendisinde güzel bir sahne vardır. Frodo, yüzüğü galadriel'e uzatır ve der ki; "eğer yüzüğü kullansan bunu ona [saurona] ödetir miydin?" galadriel evet der. Ancak verdiği cevap çok güzeldir. "Ödetirdim ancak her şey böyle başlardı"

Diyelim ki, sonsuz bir gücünüz var. İstediğiniz bir dünya yaratabilirsiniz. Şimdi yarattığınız dünyayı düşünün. İşte o hayal, en faşist duygularınızın uyandığı yer.

Kısacası, insanların "kahrol faşizm" demeden önce kendi faşistliklerinden kurtulmaları lazım. Sen kurtulabildin mi derseniz hayır diyorum.

rosante

prometheus
Sözlüğe açtığı başlıklarla kalite katan yazardır. Anladığım kadarıyla sanat tarihi bilgisi fazla. Güzel sanatlar veya sanat tarihi okuyor olma olasılığı yüksek.

Edit: gereksiz kelime kullanımı
2

öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

halklakaynasmisbielit
Bildiğiniz gibi erkeklik hormonu testosteron ile kadınlık hormonu östrojen

Şimdi bunlar sex hormonları
Ve şekil olarak aşağıdaki gibi

http://4.bp.blogspot.com/-rSt4dOChGbY/T8SkJhrfc4I/AAAAAAAAAMA/DsMCppO4w6A/s1600/testosteron-%25C3%25B6strojen.jpg
kadınlık hormonunu üretebilmek için vücüt ilk önce erkeklik hormonu üretir. daha sonra farklı reaksiyonlar yardımı ile bunu kadınlık hormonuna çevirir.

erkeklerde bu mekanizma bir sonraki aşamaya geçmez. ve testosterondan sonra östrojen üretilmez.

bu ne demek? her kadının içinde bir adet erkek var ve vücut onu öldürüp kadına çeviriyor.

hadi biraz daha ilgi çeksin diye magazin katalım. rüzgar erkoçların sakalı ve vücut yapısının erkeğe benzemesi için sürekli bu östrojen mekanizmasının durdurulması gerekiyor.

östrojen, testosterona göre baskın ve daha kuvvetli bir hormondur. sadece koklanması durumunda bile erkeklerin tavırlarında farklılık yaratır. kadınlık hormonunu araştıran "erkek bilim insanlarında" zamanla göğüslerinin büyümesi ve feminen hareketler raporlanmış. kadınların daha çok bulunduğu ortamlarda testosteron, bu baskın hormon nedeniyle biraz dizginlenir ve yalnızken jonny sins olan erkek kişisini, erkekli kızlı ortamlarda bir centilmene çevirir. ayrıca daha çok kadınlar ile birlikte vakit geçiren erkeklerde feminen hareketler daha sık görülmekte.

askerlik ve meslek lisesi gibi testosteron barındıran yerler ile moda camiası gibi östrojen barındıran yerlerin farkları bu hormonların varlığından gelir.

mahallenin en delikanlı ve bıçkın abisine östrojen hormonunu düzenli vermeniz durumunda içindeki o minik kedi yavrusunu görebilirsiniz.