confessions

ucarakacarakafatanadam

Yazar  · 1 Mayıs 2017 Pazartesi

  1. toplam giri 193
  2. takipçi 6
  3. puan 2495

padişahların tılsımlı gömlekleri

vaybanavaylarbana
Dünya tarih sahnesinde boy göstermiş bir çok kültür sihirli eşyalardan medet ummuştur. Örneğin tarih öncesi Çin'de kralların pelerinlerine sihirli olduğuna inanılan bazı kelimeler yazılırken, Dünyanın bir başka ucu İngiltere de ise Paganist krallar taçlarının içerisine tapındıkları tanrıların figürlerini çizdirir, özel güçleri olduğuna inandıkları bazı taşları binbir güçlükle ele geçirir hatta uğruna savaşlar yaparak taçlarına ve kılıçlarına monte ettirirlerdi.
Kral Artur'un masallara ve efsanelere konu olan büyülü yazmalarla bezeli kılıcı Ekskalibur bunlara güzel bir örnektir. Orta doğu coğrafyasına göz attığımızda ise özellikle Hz Süleyman'nın güçlerinin etkisinde kalan Yahudi kralları Asa, kılıç, zırh ve kalkanlarına mistik kabala ve talmud şifrelerini nakşettirerek kullanmışlardır. Bu nesneleri hazırlamak için saray büyücüleri adeta seferber olmuş ve krallar bu uğurda servet harcamışlardır. Saymakla bitiremeyeceğimiz bir çok medeniyette değişik form ve maksatlarla binlerce sihirli giysi üretilmiştir. Günümüze çok azı ulaşabilen bu giysilerin ise en çarpıcı olanları şüphesiz ki Osmanlıların ürettiği tılsımlı gömleklerdir. Osmanlı padişahlarının ayet, hadis. ebced ve sembollerle bezeli her biri üç-dört yılda tamamlanabilen 'tılsımlı gömlekler'inin sırrı hâlâ çözülemiyor. Uzmanlar, gömleklere işlenen şifrelerin Osmanlı tarihine ışık tutacağına inanıyor.
Osmanlı sultanlarının savaş kazanmak, nazardan korunmak, şifa bulmak gibi pek çok sebeple giyindikleri tılsımlı gömleklerin üzerindeki motiflerin anlatmak istedikleri şu ana kadar tam olarak çözümlenebilmiş değil. Üstelik çözülemeyen yalnızca şifreler değil, kumaşların nasıl olup da 8 bin çözgü ipiyle dokunduğu da ayrı bir muamma olarak duruyor. Günümüzde en gelişmiş tekstil makinaları dahi bir gömleklik kumaşta en fazla 1500 çözgü ipi işleyebilirken dönemin teknolojisi ile bu işlemin yapılmış olması dahi başlı başına bir gizem. Gömleklerin şifresini ve dokuma tekniğinde kullanılan formülü bulmak ise merak tatmininden daha öte bir anlam taşıyor. Amaç, 'altın oran'ı Türk tekstilinin hizmetinde kullanmak.

Tılsımlı Padişah gömlekleri, ayet, dua, sembol ve şifreleri tespit eden bir alim, işe başlamak için 'eşref saati'ni hesaplayan müneccim, usta saray terzileri ve sonunda gömleği bezeyen nakkaşların yıllarca çalışarak ortaya çıkarttığı bir ürün. Kumaşlar çoğunlukla o zamanki adıyla Tonguzlu olan Denizli'den getiriliyor saraya. Denizli'nin kaliteli pamuğundan dokunan bezler, iç giyimi olarak tasarlanan tılsımlı gömlekler için bire bir. Hattatların kağıdı terbiye etmek için kullandığı aharlama yöntemiyle işlenmeye uygun şekle getirilen kumaşlar nakkaşlar atölyesinde şekillenmiş. Bir gömlek üzerinde 3-4 yıl uğraşan hattatlar için meçhul kahramanlar yakıştırması yerinde olur; çünkü gömleklerin pek azında kimin tarafından yapıldığı yazılı. 1978 yılından bu yana Topkapı Sarayı Müzesi'nde Osmanlı tekstili ve sultan giysileri üzerine çalışan Doç. Dr. Hülya Tezcan, tılsımlı gömlekleri grafik sanatının zirvesi olarak tanımlıyor. Gömleklerin üzerine celi, sülüs, kufi yazıyla işlenen ayetler ve dualar kare, yıldız gibi geometrik şekillerin ya da Kadem-i Saadet, Süleyman Mührü, Zülfikâr, lale gibi anlamlı motiflerin içine yazılmış. İşlevsellik ve kalite bir yana estetik olarakta görenleri kendisinden alıyor.

15-20. yüzyıl arasında kayıtlara göre 16 gömlek varsada, sultan giysilerini içeren saray koleksiyonunda Peygamber Efendimizin nübüvvet mührü, Hilye-i Şerif ve O'nun için yazılan Kaside-i Bürde'yle bezenmiş dört gömlek mevcut. Ancak diğer gömlekler üzerinde de yine Peygamberimize ait Kadem-i Saadet ve Nalın-ı Saadet motifleri kullanılmış. Tılsımlı gömlekler üzerinde sıkça yer alan iki motif ise Hz. Ali'nin ucu çatallı kılıcı 'Zülfikâr' ve çoğunlukla Musevi inancıyla bağdaştırılan Hz Süleyman'nın Mührü olan 6 köşeli yıldız. Hülya Tezcan, gömleklerde Süleyman Mührü'nün saltanatın ebediyetini temsilen kullanıldığını ve Allah, Hz. Muhammed (SAV) ve Hz. Ali isimlerinin çoğunlukla bir arada anıldığını tespit etmiş. Koleksiyonun en eski tarihli gömleği Şehzade Cem'e aitsede kayıtlara göre yapılan ilk tılsımlı gömlek bu değildir. Üzerinde 1477-1480 yılları arasında yapıldığına dair bir etiket olan gömlek ihtimal ki, 18 Temmuz 1482'de Anamur açıklarında şövalyelerin gemisi ile Rodos'a kaçan Cem Sultan'ın üzerindeydi. Talihsiz şehzade, saltanat yarışından muzaffer çıkması için giydiği tılsımlı gömleğe rağmen Rodos'ta esir düştü. Cem'in gömleği şimdi Topkapı Sarayı koleksiyonunda. Ancak Viyana kuşatmasında yenilgiye uğrayan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın gömleğinin hâlâ Viyana'da bir manastırda olduğu düşünülüyor. Hülya Tezcan, Osmanlı tarihinin tılsımlı gömlekler üzerinden okunabileceğini söylüyor. Nitekim 2. Selim'e Hürrem Sultan tarafından yaptırılan gömlek; yalnızca Selim ve Bayezıd arasındaki taht mücadelesini değil, boğdurulan Şehzade Mustafa'nın hazin sonunu da anlatır. Sultan 3. Murat'a ait olan gömlekte ise Konya Mevlevihanesi'ni kuran Şeyh Sinaneddin Dede'nin padişahlarla olan diyaloğunu görmek mümkün. Sinaneddin Dede sadece gömleği diken kişi değil, doğu seferine çıkarken elini öpüp hatırını soran Yavuz Sultan Selim'e; “Seferden zaferle döneceksin; benim senden tek isteğim dergâha yardım etmendir.” diyen, keşfi açık ve son derece ilginç bir kişilik.
Yavuz hakikaten savaştan muzaffer dönüyor ve Konya Mevlevihanesi'ni yapmaya başlıyor. Yavuz'dan sonra Kanuni ve 2. Selim dönemlerini de gören Şeyh Sınaneddin Dede'nin ömrünün son demlerinde 3. Murat'a hediye ettiği tılsımlı gömlek saraya bir teşekkür babında. Yine aynı sultana ait gömleklerden biri 'Oğlum, aslanım.' diye başlayan kitabesiyle diğerlerinden ayrılıyor. Oğluna pek düşkün olan Nur Banu Sultan'ın yaptırdığı gömleğin amacı gözü Safiye Sultan'dan başkasını görmeyen 3. Murat'ın başka evlilikler yapması. Nur Banu Sultan tahtı vârissiz bırakmamak için girdiği bu gömlekli mücadeleyi kazanıyor ve 3. Murat ardında 19 erkek 20 küsur kız çocuğu bırakarak bu dünyadan ayrılıyor. Ancak erkek çocukların sonraki taht kavgalarında öldürülmesi Nur Banu Sultan'ın çalışmalarının boşa gittiği şeklinde yorumlanabilir. Tılsımlı gömlekler sadece padişahlar ve şehzadeler için dikilmemiştir. Saray çevresine yakın paşalardan özellikle makam hırsı olanlar da kendileri için gömlek diktirmişlerdir. Onlardan birisi de Moralı Hasan Paşa, gömleğinin üzerine şöyle yazdırmış: “Allahım senden sevgimi, muhabbetimi kulun Mustafa'nın gönlüne vermeni dilerim. Nasıl vahyini sevgilin Muhammed'in kalbine ilham etmişsen ruhumla Sultan Mustafa'nın ruhunu uzlaştır.” Gömleğin yakasındaki küçük karelerde ise “Ey herşeyi kolaylaştıran Allahım, Hasan Paşa'nın muradını da kolaylaştır.” yazıyor. Hasan Paşa'nın muradı ise, sadrazam olmaktır. Hülya Tezcan bu gömlekten hareketle yaptığı araştırmada, paşanın çok hırslı bir kişi olduğu ve sadrazam olabilmek için sultanları canından bezdirdiği bilgisine ulaşmış. Moralı Hasan Paşa sonunda muradına ulaşıp sadrazam olabilmiş. Saltanat kavgalarının uzağındaki halk da tılsımlı gömleklerden payına düşeni almış. Dönemin tarikat dergahlarında, sarılıktan, akrep sokmasından korunmaya yönelik hazırlanan gömlekler arasında kadınları eşlerine güzel gösteren gömlekler dahi mevcut. İç gömleklerden günümüze ulaşanlar, üzerlerindeki leke hatta yaka kirleriyle duruyor; çünkü bu gömleklerin yıkanması imkansız.

Bir de hiç kullanılmadan kaldırılan gömlekler var koleksiyonda. Tezcan, “Sarayda her şeyin bol bol yedeği vardır. Elimizde yüzlerce giyilmemiş bebek elbisesi var.” diyor. İpeğin nadir kullanıldığı bu alanda tılsımlı takke ve takma yakalar da var. Şu ana kadar takma yakalarla ilgili bir açıklamaya rastlamayan Hülya Tezcan, kendince bir çıkarımda bulunuyor: “Yaka, sultanların törenlerde giydiği kaftanın yaka kesimine benziyor. Üzerindeki iplik izlerine bakılırsa kötülüklerden korunma niyetiyle kaftanın içine monte edildiği söylenebilir.” demektedir.
Gömlekler şimdi koruma altında; sergilenmek için özel izinle saraydan çıkarılabiliyorlar; ancak kimi zaman hiç hesapta olmayan çok daha özel istekler olabiliyor. Tezcan, Osmanlı Hanedanı'ndan ismini açıklamadığı bir kadının şifa bulmak için tılsımlı gömleklerden birini giyerek bir müddet beklediğini ve sonra teşekkür ederek gittiğini anlatıyor. Hülya Tezcan yaklaşık 30 yıldır gömlekler arasında yaşasa da tılsımlarını çözmeye hiç çalışmamış. “Bir şifre var, bu açık; ama o rakamları ve harfleri çözmek uzmanlık gerektirir. Kaldı ki, giysilerin üzerindeki gubarî hatla yazılan Arapça metinler bile daha okunamadı. Gömleklerin hem dokuması hem de deseni itibariyle gerçek bir sanat eseri olduğu aşikar. Dokuma üzerine çalışanlar da 8 bin çözgü teliyle dokunan Gülistanî Kemha tekniğini henüz çözemediler.” Hülya Tezcan bu sırlarla dolu gömlekler hakkında “Padişah Giysileri” isimli kitabında daha bir çok sırrıda açıklamıştır.
Türkiye'de tılsımlı gömlekler üzerindeki şifreyi çözmeye çalışan tek isim Mehlika Orakçıoğlu. Bilinen tek isim demek daha doğru; çünkü gömleklere ulaşmak için Hülya Tezcan'la bağlantıya geçmiş başka biri yok. 1998'den bu yana “Türk Tekstilindeki Kültürel Etkiler” başlıklı doktora tezi üzerinde çalışan Orakçıoğlu, şu günlerde 2. Selim'in gömleğini inceliyor. Şimdilik gömleğin ön yüzündeki küçük karelere yerleştirilen rakamlarla Fetih Sûresi'nin kodlandığını keşfetmiş. Tezini Londra'daki bir üniversite'de hazırlayan Mehlika Hanım, İngiliz danışmanlarının kendisini bu alana yönlendirdiğini ve asıl niyetlerinin gömlekler üzerindeki kodlama sistemini çözerek günümüz tekstiline yeni bir açılım kazandırmak olduğunu söylüyor: “Bu konu, dışarıda daha çok ilgi topluyor. Harvard Üniversitesi bütün imkanlarını ücretsiz olarak seferber etti mesela. Sonunda neye ulaşacağımı bilmiyorum. Kodlama sistemini günümüze uyarlamayı başaramasam bile bu tez bitirilmeyi hak ediyor. Fakat çözebilirsem yeni tekstil tasarımları oluşturmak zor olmayacaktır.”

Osmanlı tekstilini incelerken siyaset, ekonomi ve tarihten yararlanmak gerektiğini anlatan Orakçıoğlu, tılsımlı gömlekler üzerinde dörde yakın formül kullanıldığını tespit etmiş. Uzun yazılar yerine rakamlar ve harfler tercih etmek sınırlı zeminin verimli kullanılmasına olanak sağlıyor. İşin özünde, gündelik hayatta pratik olma felsefesi yatıyor. Nitekim Osmanlı döneminde tüccarların uzun cümleler yerine kelimelerin sayısal değerleriyle anlaştığı bilinmekte. Gömlekler üzerindeki geometrik desenler ve kodlanan rakamlar bir matematik dehasına da işaret ediyor. Prof. Dr. İsmail Yakıt'ın Türk İslam Kültürü'nde Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme adlı kitabından faydalanan Orakçıoğlu, Mimar Sinan'ın da eserlerinde ebced hesabı kullandığını hatırlatıyor. Mehlika Orakçıoğlu sadece bir gömlek üzerinde çalışıyor. İncelenmeyi bekleyen onlarca tılsımlı gömlek olduğu hesaba katılırsa gömleklerin dilinin çözülmesinin hayli vakit alacağı söylenebilir. Yine de onun halihazırda çözdüğü bir figür var. Yavuz Sultan Selim'in kaftanı üzerindeki desenleri inceleyerek 'ellerini gökyüzüne açmış yakaran insan figürü'ne ulaşan Orakçıoğlu, yurtdışında bu kaftan üzerine üç konferans vermiş. Sanatkârın desenler arasına ustaca gizlediği figür, kutsal hazineleri İstanbul'a taşıyan ve ilk Osmanlı Halifesi unvanını alan Yavuz'un İslamî esasların koruyucusu olduğunu simgeliyor. Mehlika Hanım'a göre, görsel bir illüzyon halinde kimi zaman açıkça görünüp kimi zaman da desenler arasında yiten figürü doğrudan Yavuz Selim'e atfetmek de mümkün. Çünkü taç kullanan tek Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selimdir.

mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar

kutsalchomar
Nazım hikmet'in en sevdiğim sözlerindendir. Okurken tüylerim diken diken olur.
Ölüm
Bir ipte sallanan bir ölü
Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm
Fakat emin ol ki sevgilim
Zavallı bir çingenenin kıllı,
siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer ipi boğazıma
mavi gözlerimde korkuyu görmek için son kez bakacaklar nazıma.

Ben alaca karanlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim
ve
yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim.

Aynı zamanda sahneye çıktığımda ''mavi gözlerimde korkuyu görmek için son kez bakacaklar nazıma'' diye okuduğum sözdür. Kendi yorumumu katmış oldum swh
1

başörtüsü ve türban

dokuzkoydenkovulanadam
çok ayrı iki şeydir

başörtüsü saç tertipi için takılırken türban tabulaşmış zihniyetin hayal ürünüdür.



çarşafta aynı şekilde arabistan'da olan hava koşulları nedeniyle fırtınadan, kumdan korunma amaçlı giyilirmiş yüceltilmiş bir arap kültürüdür.

araplar, milliyetçiliğini islam üzerinden yaparak bir çok kültürümüzü dilimizi dahi etkilemiştir. işte burada atatürk'ün muhteşem şu sözü aklımıza gelir "Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır."

ya allah varsa

azadi
-#müslümal ların sıkışıp sarıldığı 'ya allah varsa? Ben kazanırım sen kaybedersin bla bla..' sözleri hakkında biraz düşünelim. Bunu onlara söyleten nedir, velev ki dogru; Tanrı bu fikri göremiyor, ya da görüyor da hoşuna mı gidiyor?' Üzerine biraz kafa yoralım...
Ya Varsa !
İslamın Tüccar Zihniyeti

Din tartışmalarının sonucunda, mümin tarafın köşeye her sıkıştığında kullandığı bir argüman vardır: "Allah yoksa ona iman etmiş olmanın kimseye zararı olmaz, ama ya varsa o zaman inanmayanlar çok kötü şekilde yanacaklardır. O halde aklımıza yatmıyorsa bile inanalım, ne olur ne olmaz"... Bu argümanın mucidi, aynı zamanda islam tarihinin en büyük katili olan Ali'dir (savaşta ele geçirilen esirlerin idamını kimseye bırakmaz, hepsini bizzat ünlü Zülfikar'ıyla hallederdi).
Bu mantık, katıksız bir tüccar zihniyetidir ve köprüden geçene kadar ayıya dayı demek mantığıyla özdeştir. Böyle bir mantık, -eğer varsa- gerçek bir tanrıya yapılacak en büyük hakarettir. Onu yağcılıktan ve iki yüzlülükten etkilenen aciz bir varlık yerine koymaktır.

İman, değişmez ve asla sorgulanamaz doğruları olan dogmalar üzerine kurulur ve -böylelikle- "ya varsa kaybın olmaz" safsatasının aksinin düşünülmesine engel olunur. Bununla da olmayana ergi yöntemi mümin için olanaksız kılınmaya çalışılır. İnsanı en zayıf yerinden yakalayarak, sağlıklı düşünce dizgesini dumura uğratmayı hedefleyen bu tür dogmalar, gerçekten çok zekice tasarlanmış ve yıkılması en zor olan dogmalardandır. Bunun zihinlere genç yaşta yerleştirilmesiyle, bilimin ve ilerlemenin temel koşulu olan kuşku bilinçlerden kazınır ve bunun ardından söylenenlere tereddütsüz boyun eğdirme amaçlanır. Böyle bir korku, insan zihninin en önemli yeteneği olan mantığa ve akıl yürütmeye pranga vurulmasına hizmet eder. Çevremizdeki eğitim düzeyi ne olursa olsun -belki tutarlı olma kaygısı güden bir kaçı dışında- bütün müminlerin bilinç altında yer etmiş bu korkunun her köşeye sıkışıldığında açığa çıkması boşuna değildir...

İşte islamın temel zihniyeti budur: gönülsüz de olsa, korkuya, şantaja ve rüşvete dayanarak insanları teslim almak... Bu temel zihniyet açısından doğrunun, haklının, iyi ve ahlaklı olanın hiçbir değeri yoktur. İnsanları onursuzluğun, ahlaksızlığın ve iki yüzlülüğün en aşağılık biçimi olan otoriteye kölece bağlılığa ve sorgusuzca itaate yönlendirir. Kuran, insan onurunun, şerefinin hiçbir değeri olmadığını öne süren, insanların aciz ve zavallı olduklarını yineleyen, verilen nimetleri döne döne insanların başına kakan ayetlerle doludur. Müminleri Allah'ın sonsuz rahmetine karşın, masum çocukların öldürülmesine, sakat bırakılmasına ve daha nice adaletsizliklere göz yummasını mazur göstermeye iten, işte bu zihniyettir.

Oysa onurlu, doğru, iyi ve ahlaklı olan, hiçbir başarı şansı olmasa bile, sonucunda ceza görmek kaçınılmaz olsa bile ve tanrıdan bile gelse, zulüme, adaletsizliğe, haksızlığa karşı başkaldırmaktır. Günümüzde islam ülkeleri dünyanın en adaletsiz yönetimleriyle yönetilmelerine rağmen, çoğunda en ufak bir direniş ve başkaldırının olmamasının temelinde, islamın yığınların bilinçaltına kazıdığı tereddütsüz itaat içgüdüsü yatmaktadır.

Burada bir ikinci nokta daha vardır: Allah'ın gerçekten varolduğuna ve Kur'an'da ve öbür kitaplarda yazılan özelliklere sahip olduğunu varsayalım. Peki inananlar o zalim, inanmayanları sırf kendine kulluk etmedi diye, hiçbir insanın hayal dahi edemeyeceği kadar korkunç bir şekilde cezalandırırken, kendilerinin güvencede olduğundan nasıl emin olabilirler? Kendisine hiçbir kötülük edemeyecek kadar aciz yaratıkları inanmıyorlar diye sonsuza kadar sonsuz acılarla cezalandırabilecek kadar acımasız bir varlığın, müminlere verdiği sözü tutacağına kim güvence verebilir?

Öyle ya kerameti kendinden menkul ve her ne yaparsa tanım gereği "iyi" olan o zat, belki de orada onları da tarifsiz acılarla başbaşa bırakacak ve sadistçe bir zevkle herkesin acıdan kıvranmasını seyredecektir. Bunda da sadece kendisinin bildiği bir hikmet olmadığını kim nereden bilebilir?

O değil mi "ben istersem herkesi hidayete erdirebilirdim, ancak cehennemi insan ve cinlerle dolduracağıma dair söz çıktı ağzımdan" diyerek, günahkarlar için cehennem değil, cehennem için insanlar yarattığını itiraf eden?

Eğer gerçekten varsa, hayal dahi edemeyeceğimiz kadar acımasız olan varlığa yaranmaya çalışırken, yukarıdaki ticari argümanı öne sürmek, kabahatten daha büyük bir özürü öne sürmek değil midir?
#Muhammed #Allah #din #islam #meczup #yalan #pisişler #hadis #ramazan #oruç #siyaset #peygamber #fUckAll #pedofili #müslüman
2

dindarların sürekli ateistlere her şey tesadüf mü yani demesi

nonteist
Sevgili dindar, surekli ateistlere saldirirken " hep tesaduf mu yani?" dedigin ustden bakisini analiz edersen, karsina su cikar; eger hayatin icinde tesaduf veya sans faktoru olmadigini kabul ediyorsan , kader anlayisini tekrar sorgula, cunku hicbirsey tesaduf degilse, senin aldigin kararlar dahil, karsina cikanlar ve oncesi ve daha sonrasida tesaduf olmamali..peki sen bu sistemde herseyi bilen diye iddia ettigin Tanrinin, hangi sinavindan(!) bahsediyorsun ? Hicbir sey kendiliginden veya surecten bagimsiz degil ama sen bagimsizsin,sence bu tutarli mi? Hayatinda var oldugun zaman ,mekan , cinsiyetin ,kulturun ,zeka seviyen ,teknoloji, bilgi birikimin ,biyolojik ve kimyasal vucut yapin (hormonlar vs) senin her aldigin karar ve sana yapilan her mudahalede senden bagimsiz etkendir...bazen bilmiyorum demeyi ogrenin, bu sizi aptal veya cahil yapmaz, aksine akilli ve hakikati arayan bir insan oldugunuzu gosterir...deneyin ,akliniz yanici bir sey degil ,dusunmek sizi cehennemlik yapmaz (!)

izlemeye değer filmler

i am groot
Fight Club
Godfather Serisi
Forrest gump
Goodfellas
Taxi driver
The grand Budapest hotel
Slumdog : Millionaire
Birdman
The Da Vinci Code,Angels and demons,inferno
Sully
LOTR - Hobbit Serisi
Prometheus - Alien Seris
The Martian
Marvel filmleri genel olarak güzel olanlar : iron Man serisi, X-Men serisi,Logan,Deadpool,doctor strange,guardians of The galaxy serisi,the Avengers serisi ve civil war..
Dc filmlerini çok kaliteli bulmuyorum üzgünüm...

ne kadar aptal aptal sorular bunlar ya

kargalı karga paşa
Aslında ilk olarak bu soruyu Diyojen sormuştur. Diyojen şarabı çekip güneşin altında ambale olmuş vaziyetteyken Alexander ve kurmayları gelir.

Alexander:"Benden ne istersin? Ne dilersin ey Diyojen?"
Diyojen:"ne kadar aptal aptal sorular bunlar ya?"
Alexander:"Anlayamadım Diyojen?" diye yakınlaşır. Gerçekten anlayamamıştır. Tabi güneşin hoşluğu var Alexander yaklaşınca gölge eder güneşi keser. Bunun üzerine Diyojen hem tarihin ilk örneğini hem de ayarı verir taa çağlar öncesinden.
Diyojen: "Gölge etme başka ihsan istemez!"

Ama bunu gururuna yediremeyen İskenderiyeli tarihçiler bu detayı atlamıştır...

Yıllar sonra Ozan Güven bu çarpıcı olayı medya önünde bizler için hatırlatır.

Edit: İmla

tüm dinlerin yalan olduğunun kanıtı

madman
Tanrı'dan başlarsak, Öncelikle, olmayan bir şeyin yokluğu kanıtlanamaz, uçan pembe fillerin olmadığını kanıtlayamayacağınız gibi. Fakat belirli tahlillerle, sadece biraz beyninizi kullanarak size düşündürmeyi, sorgulamayı öğreteceğim. Tabii bu konuda tabularınız varsa ve ben kesinlikle sorgulamam diyorsanız yazının devamını okumayın. evet evet tam burada bırakın gidin.

konya gibi bir yerde Müslüman bir ailede namazlı abdestlii ve dinine düşkün bir gençtim. hatta o kadar ileri bir seviyeye ulaşmak istedim ki neden kuranı Kerim'i okuyup dinimin kitabını anlamayayım dedim. tüm bu sorgulama işi bu olaydan sonra başladı. Şimdi sizlere sorgulama evresinde öğrendiğim yaşadığım tüm olayları anlatacağım. Dikkat!

Sonsuz güçlü bir tanrı düşünüyoruz. bu tanrı imtihan ediyor her şeye gücü yetiyor, mükemmel bir varlık. tam anlamıyla kusursuz olan bir varlık hiçbir şey yapmaz, hele ki kendisini tapması için küçük ve değersiz varlıklar yaratması, tapmamayı seçilebilmek için irade vermesi, kendini göstermemesi ve bunun sonucunda varlığına inanmıyor onları işkenceyle cezalandırması onu kusursuz Değil, onu hayal edenler kadar kusurlu yapar.
- Ölmeye ve öldürmeye dayalı bu dev gladyatör arenasını yaratması onun tanrı değil sadist bir varlık olduğunu gösterir. Sürekli kusursuz bir düzenden bahsediyorlar ama aslında kusursuz bir düzen yok. örnek vermek gerekirse guguk kuşlarının diğer kuşların yuvalarına yumurta bıraktığı ve o yumurtadan çıkarak guguk kuşunun diğer kuşun yumurtalarını aşağı atıp o yuvanın yavrusu taklidi yaparak kendini beslettiği, anne kuşun da aradaki dev farkı anlamadığı kusurlu bir düzen vardır.(nat. geo. belgeselinde izleyebilirsiniz)
-başka bir örnekte, eşek arılarının bir örümceğin içine yumurta bırakması ve çıkan arıların örümceği canlı canlı içten yiyerek beslenmesi kusurlu bir düzenin göstergesidir.
Bir diğer Örnekte erkek aslanın çiftleşebilmek için diğer erkeklerin bütün yavrularını öldürülmesi ve bunun gibi hayvanların birbirine yaptığı inanılmaz eziyetler kusurlu bir düzenin parçasıdır.

-Doğa modern bir metropol değil bir gecekondu şehridir. gecekondu şehirleri aynen doğa gibi herkesin hayatta kalmak için boşlukları doldurduğu bir düzendir.

-Çocukken ölen bir insanın doğrudan cennete gideceği söylenir eğer bu hayatın amacı gerçekten bir imtihansa o zaman küçük bir çocuğun ölmemesi gerekir. imtihana gelmiş birinin sınava girmeden direk cennete gitmesi sınav kağıdı kalmadığı için bazı öğrencilerin direk sınavı geçmesi kadar büyük bir adaletsizlik ve saçmalıktır.

-Evrenin kendisi de kaos halindedir. mükemmel bir tanrı tarafından kurulup, ayarlanıp, çalıştırmamıştır. defalarca kere değişim geçirmiştir. dünya, bir gezegenle çarpışarak ayı oluşturmuştur, defalarca kere göktaşına maruz kalmış, defalarca kere süper volkanlardan, buz devirlerinden, Türlerin çoğunun yok olmasından geçmiştir.
İnançlı inançsız ayırmadan dünyanın her yerinde doğal felaketlerle rastgele insanlar sürekli ölmektedir. bunların hiçbiri kusursuz bir tanrının eliyle hazırladığı bir evrende var olamaz.

-Mesela insanda hiç bir dış etken olmadan doğuştan gelen genetik bozukluktan kaynaklanan öldürücü veya ömür boyu sakat bırakan hastalıklar, insanın mükemmel olmadığının en büyük kanatlarıdır.

-Bir yaratıcı var mı yok mu bilmiyoruz fakat dinler kesin olarak insanlar tarafından yazılmıştır.

-Birbirinden izole yaşamış farklı topluluklar, bilimsel yetersizlikler nedeniyle sadece kendi bulundukları coğrafyada, yaşadıkları olayları anlatan efsaneler üretmişlerdir.

-Mesela İslam dininde yaz kış gibi farklı mevsimlerin, buzulların, Yanardağların açıklaması yapılmamıştır. Yanardağa yakın yaşayan kabilelerde öfkelenen volkan tanrıları varken, farklı mevsim yaşayan topluluklarda soğuğun habercisi olan tanrılar vardır.
Gökkuşağı gören bir toplumun mitolojisinde renkli yılan tanrısı, türkler gibi doğaya önem veren topluluklarda ise ilk insanların kaynağı olan hayat ağacı bulunur.

-Yaratılış Mitolojilerinin sayısı yüzün üzerindedir.
Herhangi birine soracak olursan oda bu mitolojilerin hepsinin insan uydurması olduğunu söyleyecektir, tabii ki kendininki hariç.

-----Bu noktada sorulması gereken soru şudur: "neden diğer 100 küsür yaratılış hikayesi gerçek değil de benimki gerçek? neden bir peygamberin hira dağında konuştuğu, domuzu ve alkolü yasaklayan, namaz, oruç gibi ibadetler talep eden, sonra ilk insanı bir çift olarak 7000 yıl önce çamurdan yaratan, insanları öldükten sonra cennete ya da cehenneme koyacak olan tanrı hikayesi gerçek de, mesela ilk insanın hayat ağacından geldiği hikaye uydurma?

---- bu soruyu sormak ilk adımdır ve cevabı evet o da gerçek değildir.


-Musa'nın peşine düşen ve takip sırasında ölen firavun olayı hiçbir tarihi kayıtta yoktur. bu kadar büyük bir olayın yani 2 milyon kişinin Mısır'dan kaçmasını, Firavun'un bütün ordusuyla bu kölelerin peşine düşmesinin ve geri dönmesinin Mısır kayıtlarına geçmemesi imkansızdır. Mısır'da firavun ve ordusunun bir anda yok olduğu bir dönem olmamıştır. yarılan denizin içinde bulunan asker ve at arabaları ile ilgili de hiçbir kalıntı bulunamamıştır.

-Adem ve çocukları ve bütün peygamberler bellidir. İstediğiniz kaynaktan hayat ağaçlarına bakabilirsiniz. yaklaşık 7000 yıl önce yaratılmıştır. ancak insan şimdiki haliyle bile 250.000 senedir yaşamaktadır. 12.000 sene önceye ait tarımla uğraşan insan kalıntıları hatta daha ilkel İnsanlara ait 1.200.000 yıllık taştan aletler bulunmuştur.

-Diğer efsanelerde olduğu gibi semavi dinler de coğrafyalarının ve zamanının dışındaki olaylardan bahsetmez. buzul çağından, dinozorlardan, mamutlardan hatta o coğrafyada bulunmayan penguen, kanguru gibi hayvanlardan bahsedilmez.

-Güneş, ay ve yıldızlardan bahsedilirken, gezegenler görünürde yıldıza benzediği için gezegenlerden ayrıca bahsedilmez, onlar için şeytanın atış taneleri ifadesi kullanılır.(Mulk 5)

-Biri size bu evreni yaratan tanrı ile iletişime geçtiğini ve bu tanrının her şeye gücünün Yettiğini, zamanında başka kavimlere de peygamberler gönderdiğini ama ona inanmayı reddettikleri için felaketlerle yok edildiğini söylese(Nuh tufanı olayı, Lut kavmi vs) ve sizden de kötü kalpli mekkelilere karşı savaşmanızı istese, neden yine bu gücünü kullanıp Mekkelileri yok etmiyor?
Bu savaşın sizin için bir imtihan olduğunu, size meleklerle yardımcı olacağını ve asla yenilmeyeceğinizi söylese, daha sonra uhud savaşında yenilseniz, bunun da imanınızı sınamak için bir imtihan olduğu söylense, seneler sonra Moğollar Müslümanları dümdüz ederken bu bahsedilen melekler ortalıkta gözükmese, Moğolların başına hiç bir felaket gelmese Ve biri hala çıkıp bunlar da İmanınızı sınamak için bir sınav dese ne düşünürsün?

-Musa, firavunun karşısında bastonunu yılana çevirmiş.(yersen) madem inandırmak istiyorsa kendisini gösterseydi? eğer imanını sınamak için kendini göstermediyse o zaman bastonu neden yılana çevirdi?

-Biz şüpheye düşenlerin gözlerine perde çektik, kulaklarını ağırlık koyduk isteseydik iman ettirdik şeklinde bir açıklama var. kendisine kolaylık dini diyen bir dinde tanrının sadece bir kişiye görünüp herkesin kayıtsız şartsız ona inanmasını beklemesi ve hatta şüpheye düşenlerin işlerini daha da zorlaştırmak için gözlerine perde çekmesinin mantığı nedir?

----Bu durumun gerçek sebebi insanları şüphelenip sorgulamaktan bile korkar duruma getirmek. çünkü sorgulayan kişi böyle bir tanrının hayal ürünü olduğunu fark edecektir. her toplumda bir uyarıcı geldiği anlatılır. Japonlara kim geldi? Kızılderililere kim geldi? Aborjinlere kim geldi? vs.

-İhramla avcılık yapmayı, büyü yapmayı yasaklayan bir sürü ayet olduğu halde, tecavüzü ya da pedofiliyi açıkça yasaklayan tek bir ayet yoktur. bir çok hastalığa ve sakatlığa neden olan akraba evliliği yasaklanmamıştır?

-ibrahim'in tanrı istedi diye çocuğunu kesecek olması olayında tanrı istedi diye bir insanı sorgulamadan çocuğunu dahi kesmesi övünülecek bir özellik midir yoksa insanları korkutup itaatkar hale getirmek için kullanılan bir telkin yöntemi midir?

-Neden dualar sadece bazen işe yarar? neden bir tanıdığının bir tanıdığına edildiğinde işe yarar ama sen ettiğinde iyileştirmez? neden dua şovlarda ki kötürümü ayağa kaldırır da senin kötürüm tanıdığını ayağa kaldırmaz?

-Bu dinci kesimin kullandığı birkaç yöntem var, bir tanesi numeroloji sahte bilimi. herhangi bir kitapta uygulandığı zaman, her kitapta işe yarayan bir sistemdir.( örnek: 19cu avam kesimi)

-Başka bir örnek de, Bilime ve insanlığa aykırı olan ayetlerin yanlış çeviri olduğu iddia edilmesidir. apaçık olması gereken ayetler neden yanlış yorumlanmaya bu kadar müsait? ayetler mükemmel ama bizim aklımız ermiyorsa neden çoğunluğu anlayamayacağı şekilde kasıtlı olarak yazılmış? neden muhteşem bir kitabı anlamaya aklı ermeyen insanlar bu kitaptan sorumlu tutuluyor?
-Ayetlerden gizli anlam çıkarmaya çalışan kesimi zaten biliyorsunuzdur.

--1400 yıl önce çölde yaşamış Araplara hitap eden, peygamber adına Mekkelilere karşı savaştıkları taktirde o Arapların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik meyve yeşilliklerin içinde ev, hizmetkar, kadın gibi vaatleri olan bu dinin tanısı gerçekse onun cennetine gideceğimi onurumla cehenneme gitmeyi tercih ederim.

-----Boşuna korkmayın arkadaşlar size yalan söyleniyor boş vaadlerle kandırılıyorsunuz, boş tehtidlerle korkutuluyorsunuz.

-----------------Sizi aza kanaat edip şükretmesini öğütleyenler neden hep kendileri en zengin insanlar ya da neden kendinden emin olduğunu iddia eden din aynı zamanda karşı çıkanları en çok susturmaya çalışan din? eğer gerçekten bu dinin doğruluğu kesinse neden yalan olduğunu iddia edenler öldürülüyor veya hapse atılmaya çalışılıyor?

-------- Tapmıyorum, itaat etmiyorum, korkmuyorum---------

**Çok uzun oldu farkındayım. Günlük defterim var benim oraya duyduğum, gördüğüm olayları ve bunun gibi tanrının olmadığını ispatlayan yazıları yazıyorum. Daha yarısını yazamadım buraya. İlgi olursa editleyip devamını da yazarım. efe abiye selamlarımı söylüyor teşekkürlerimi iletiyorum ayrıca.




3

katolik kilisesi ve ortodoks kilisesi

rigmo
hristiyanlıkla ilgili bilgilerim ve tecrübelerim islamiyetten daha fazla olduğu için kendi persfektifimden bu konuya değineceğim.
konuya başlamadan önce hristiyanlık tarihi, yeni ahit, hz isa vb.. konularda aklınıza takılan bir şey olursa özelden yazabilirsiniz.
öncelikle kelime anlamından yola çıkalım. ortodoks, doğru düşünce demektir. zaten ortodoks kelimesinin anlamından ortodoksluğun nasıl ortaya çıktığını, çok rahat bir şekilde tahmin edebiliriz. ayrıca ortodoksluğa " doğu ortodoks kilisesi" de denebilir veya "oryantal ortodoksluk" ikisi de aslında aynıdır pek kafa karıştırmaya gerek yok sadece farklı yerlerde oluşan aynı kafalar. ikiside monofiziti destekler ki zaten monofizit, katolik kilise inanışıyla çatışan, en büyük özellik.
katoliklik ile ortodoksluk arasında ki en büyük fark:
monofizit(ortodoksların savunduğu); kısaca isa'nın tam anlamıyla insan ve tam anlamıyla tanrı olmasıdır. "mono" dan da anlaşılacağı üzere teklik, yani hem tanrı olmak hem insan olmaktır. meryem ananın "tanrının annesi" olmasıdır.
diofizit(katoliklerin savunduğu); monofizitliğin tam tersidir. isa'ya 30 yaşında kelamın indiğini ve bu süreye kadar insan olduğunu savunur. çarmıha asılan isa'nın tabiatının kalmadığını yani acı çekenin insan olan isa olduğunu savunurlar ve meryem mesih'in annesidir.
çok fazla ayrıntıya girip konuyu boğmayacağım. katolik babaları ve özellikle yuhanna'nın anılarından yola çıkan ortodoksluk, baba, oğul, kutsal ruh üçlemesinde kutsal ruhun babadan çıktığını savunur ve üstünlüğünü kabul eder. katoliklik ise kutsal ruhun hem babadan hem oğuldan çıktığını savunur.
ayrıca meryem ana'nın yeri ortodokslukta çok değerlidir. meryem ana, 2. havva olarak tanımlanır ve yapılan kozmik hatayı düzelten, ilahi sürecin son aşamasıdır. sadece isa'nın değil tüm insanlığın anasıdır.
ikonafilizm, yani ikon severlik ortodoksları diğer mezheplerden ayıran en büyük özelliklerden biridir. ikonlar yapılarak ibadetler yapılmıştır. 8.yüzyılda ikon karşıtlığı(ikonoklazm) eylemler devletler tarafından benimsense de ikonafilzmin önüne geçememiştir.-daha sonra ikonları yakma, yıkma, tahrip etme gibi eylemler olacaktır.-
konuyu biraz toplamak gerekirse; ortodoksluk doğu kilisesi yani doğu roma ile katoliklik arası tartışmalar başlayacak bu daha sonra düşmanlığa kadar gidecektir. katolik kilisesinin daha sonra isteyeceği, savaş yardım çağrısına kayıtsız kalan ortodoksluk ile katoliklik bu olay sonrası ipleri koparmışlardır.
-ortodoksluğun 170 milyon kadar inananı vardır.
-katolikliğin 1 milyar kadar inananı vardır.
-5. yüzyılda oluşan tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
-1. fotios'un konstantinapolis'te papaz olarak seçilmesiyle ilk adımını fiilen atmıştır.
- roma ile konstantinapolis arasında hristiyanlaştırma yarışları yaşanmış ve balkanları hristiyanlaştırma hareketinde ilk adımı atan roma olmasına rağmen, balkanları putperest slavları hristiyanlaştıran konstantinapolis olmuştur.
-karşılıklı aforoz etmeler ile ayrım tamamlanmıştır.

daha sonra 1524'de yapılmak istenen reformlarla protestanlık gelecek ve inanan sayısı olarak, ortodoksluğun önüne geçecektir.

not: ortodoks kilisesinde bulunmadım bir kere kadıköyde kapının ucundan dikizledim swh. bir kere katolik kilisesinde, yaklaşık 15 kere protestan kilisesinde bulundum. protestanları daha sempatik bulduğumu belirtmem gerek. (vallahi bedava yemek veriyorlar diye değil)
düzenleme: ekleme yaptım
8

okunan en kötü kitap

levtrocki
Okuduğunuz kitaplar arasında bekleneni verememiş size göre kötü diyeceğiniz kitaptır. Bana göre Susan Wıse Bauer ' in "Rönesans Dünyası " adlı tarih kitabıdır önceden yazdığı ortaçag dünyası kitabı bana hiçbir kaynakta bulamadığım bilgileri bana sunmuş beni etkilemiş ve hoşuma gitmişti fakat rönesans dünyası kitabı beni bir nevi üzmüştür.

sokrates

Valar dohaeris
Sokrates (Yunanca: Σωκράτης, M.Ö. 470 Alopeke, Attika - M.Ö. 399 Atina) Yunan Felsefesinin kurucularındandır.

Heykelci Sofroniskos ile ebe Fenarete'nin oğlu olan Sokrates'in kimliği de başlıbaşına bir felsefi sorundur.

Sokrates üzerine pek çok eski öykü anlatıldı (Platon, Ksenofon, Aristofanes, Aristoteles, Aristoksenos). Sokrates, edebi verimin yüksek olduğu bir dönemde hiçbir şey yazmadığı gibi, profesyonel "bilgi hocaları"nın ortaya çıktığı bir dönemde öğretmenliği resmi bir meslek olarak da seçmedi. Hayatı boyunca ancak üç kez Atina'dan ayrıldığı söylenir. Bir kez askeri yükümlülük gereği, bir kez de Delfi'ye gidip biliciye danışmak ve orada üzerinde "kendini tanı" sözünün yazılı olduğu Apollon tapınağını görmek için bu kentin dışına çıktı.

Sokrates genellikle ahlak felsefesinin, yani değer öğretisinin kurucusu olarak bilinirse de, ondan geriye kalan şey, bir öğretiden çok, kişilerin bilincine, özlerinin ne olduğunu göstermeye yönelik bir çabadır.

Sokrates önceleri doğa bilimleriyle, özellikle de canlı varlıkların çoğalması ve kaybolup gitmesi olgusuyla ilgilendi. Bu amaçla, matematiği ve doğa filozoflarının dünyayla ilgili öğretilerini incelemesi gerekti.

Yüzeysel bilgiyi aşma ve şeylerin gerçek bilgisine ulaşma isteğiyle, bireylerin davranışlarında ve yaşamlarında temel aldıkları inançları sorgulamaya yöneldi. Sokrates, inançlarını ayrım gözetmeksizin yadsımak için toplumun bütün kesimlerine seslendi; bu tutumu da şiddetli tepkilerle karşılaşması ve trajik bir biçimde ölmesi sonucunu doğurdu.

Sokrates, her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan yöntemiyle, yani diyalog sanatı ya da diyalektikle, insanlara, bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını kanıtlıyordu. Bir karara varmak gerektiğinde, çaresiz kalan muhatapları, kendisinden, sorunla ilgili düşüncelerini aktarmasını talep ettiklerinde, filozofça geri çekiliyor, bu da genellikle muhataplarının öfkelenmesine yol açıyordu.Aynı dönem Atina'sının düşünürleri, Sokrates'in halkı toplayıp, belirli zamanlarda ders vermesini çekemezler,akabinde Sokrates'in bilinenlerin aslında yanlış olduğu söylemi üzerine Sokrates'i mahkemeye verirler.O günlerde Sokrates'in, halk tarafından çok sevilen bir filozof olması sebebiyle, Atina halkı mahkemeyi yakından takip eder. Mahkeme, idam cezasını onaylanmadan önce, hakim Sokrates'e, mevzubahis söylemlerin kendisine ait olmadığını, bu söylemleri inkar ettiğini söylemesi durumunda, idam kararını bozacağını söyler.Sokrates bu teklifi reddeder ve "Ben söylemedim dersem, düşüncelerimin insanlar için hiçbir önemi kalmaz.Beni idam edin, çünkü idam ederseniz, düşüncelerim sizin sayenizde bütün dünya insanlarına ulaşacak ve bundan binlerce sene sonra bile Sokrates adı biliniyor olacak" der. Hakim idamın iptali şartını yineler ve Sokrates "Evet ben bunları söyledim. Sözümün ve düşüncelerimin, hayatım pahasına arkasındayım" der ve af teklifini reddeder.

Sokrates'in yeryüzündeki son günü Platon tarafından Fedon'da anlatılır — Bir gün ki Sokrates Tebes'li dostları Kebes ve Simnias ile ruhun ölümsüzlüğü üzerine konuşarak geçirdi. Baldıranı içtikten ve ölmek üzere yattıktan sonra son sözleri şunlardı: "Krito, Aeskulapius'a bir horoz borçluyuz; bu yüzden onu öde, sakın unutma." Zehir yüreğine ulaştığında sarsıldı ve öldü, "ve Krito bunu görerek ağzını ve gözlerini kapadı. Bu, Ekhekrates, dostumuzun sonuydu, öyle bir insan ki tüm çağının bizim bildiğimiz en iyisi, ve dahası, en bilgesi ve en gerçeğiydi.".

Spartalılar Atina'yı savaşta yenip yıkınca Atina'ya Tiranlar hakim oldu. Sokrates entelektüel Atinalılar'ın aksine baskılardan dolayı yurdundan kaçmayıp Tiranların idaresinde yaşamayı sürdürdü. Sivri dilinden dolayı Tiranlar tarafından idama mahkum edilmişken isyan patlak verdi Tiranlar yönetimden gitti. Bu sefer yeni yönetim Tiranlarla işbirliği yapmak, tanrıları aşağılamak vb. suçlamalarla hakkında mahkeme kurdu. Eski Atina devletinde davalara sayıları davanın önemine göre klanlardan seçilmiş yargıçlar bakardı. Sokrates'in davasına 500 civarında yargıç baktı. Suçlular genelde hitabet yetenekleri ile yargıçları etkileyip beraat ederdi. Bu yüzden ağzı iyi laf yapanlar para karşılığı davalılara savunma yazardı. Sokrates hitabet yerine en iyi bildiği diyalektiği sorgulama yöntemini kullandı. Kendini savunmayı ve yargıçlardan af dilemeyi değil fikirlerini savundu. Ölüm cezasının değiştirilmesini dilemedi. İdamı Atina'nın kutsal günü olduğu için ertelendi. Kendisi zindana atıldı. Zindanda hiçbir koruma bırakılmamıştı. Öğrencileriyle birlikte sohbet etti. Kaçması teklifini geri çevirdi. Kaçsaydı suçlu ve hain kabul edilecekti. Kaçmadı, ve bitki zehri içirilerek idam edildi. Öldükten hemen sonra Atinalılar yaptıkları hatanın farkına vardılar. Kendisini dava edenlerden birisini yargılayıp idam ettiler diğerini sürgüne gönderdiler. Sokrates'in büstünü yapıp Atina Tapınağına koydular. Davayı izleyen öğrencisi Platon, savunmasını Sokrates'in Savunması adı altında kitaplaştırdı ve bu eser günümüze kadar geldi.

Kaynak; http://www.felsefe.gen.tr/sokrates_socrates_kimdir.asp

caz müzik tavsiye listesi

laiksavar
caz müzik tavsiyeleri arayan yazarlara faydalı olacağını düşündüğüm listedir. caz müzik gerçekten dipsiz bir kuyu gibi ve aslına bakılırsa ben totalde sadece ufak bir kısmını dinliyorum. caz müzik konusunda biraz seçiciyim. örneğin vokalli caz ile veya pop etkileşimli smooth caz ile pek aram yok. daha çok rock etkileşimli enstrümantal caz-fusion tercih ediyorum. o zaman fazla uzatmadan şöyle buyrun:

çok sevdiğim bazı albümler:
Miles Davis - In a Silent Way
Miles Davis - Bitches Brew
Chick Corea Elektric Band - Eye of The Beholder
Jaco Pastorius - Jaco Pastorius
Tribal Tech - Rocket Science
Mahavishnu Orchestra - Inner Mounting Flame
Brand X - Unorthodox Behaviour
Al Di Meola - Land of The Midnight Sun
Al Di Meola - Elegant Gypsy
Michel Camillo - Rendezvous
Weather Report - Heavy Weather
Watanabe, Bona, Hernandez - Mo'Bop
Alan Holdsworth - Metal Fatigue
Bela Fleck & Flecktones - Flight of the Cosmic Hippo
Return To Forever - Romantic Warrior
Başlangıç için bunlar güzel olabilir.

agnostik ateizm

miractanyuvarlananninja
Benim de benimsediğim ve mensup olduğum ideolojidir. Belli bir kitle böyle bir ideoloji olmadığını bizim ateist olduğumuzu iddia eder. Tamamen yanlıştır. Biz ne bir tanrıya inanacak kadar ne de tanrının yokluğunu kanıtlayacak kadar veri bulunmadığını savunuruz. Yalnızca alacağımız veriden tam olarak tatmin olduğumuz takdirde ateist olabiliriz. Ancak bu herkesçe nesnel düşünceye göredir. Kendimizce tanrının olmama fikri daha yakın pekala gelebilir lakin bize göre tanrının olmama fikrinin yakın olması nesnel olarak tanrının yokluğuna kanıt gösterilemez. Dolayısıyla ateist değilizdir, aynı zamanda teist olarak da görülemeyiz. Agnostisizm'in var olduğu kadar Agnostik ateizm de vardır.

agnostik ateizm

Valar dohaeris
agnostik kelimesi yunanca gnosis'ten gelir. gnosis: bilmek, bilim.
ateizm kelimesi yunanca theos'tan gelir. theos: tanrı. -izm ekiyle "tanrı inancı" diye çevirebiliriz.

varolan dinlerin hitap etmediği, her dinin gerek özündeki, gerek uygulamasındaki aksaklıklar nedeniyle kendilerince iddia edildiği gibi sonsuz sıfatların sahibi ilahi bir güç tarafından indirilmediği ve idare edilmediğine kanaat getirmiş bir birey, evrenin gizeminin şu ana kadar çözülebilen kısmından elde ettiği verilerle "tanrı yoktur!" diyecek delillere de sahip olmadığını düşünüyorsa ve bunu ispatlayamıyorsa, kendini bu gruba dahil edebilir.

Mesela nasa 13 milyar ışık yılı uzaklıkta daha genç bir evrenden gelen ışık hüzmelerini keşfettiğinde, aynı olayı ateistler tanrının yokluğuyla, teistler ise varlığıyla ilişkilendirilebilir. Bir agnostik ateist için ise bu da "yeterli" bir delil değildir.

friedrich nietzsche

imamhatipogrencisi
Delilik ve dahilik arasında bir yerdeki filozof. Yatağınızın başucunda yatarken okumanız gereken kitabı "insanca pek insanca"; dikkatli bir şekilde okumanız gereken en önemli kitabı ise " also sprach zarathustra " yani " böyle buyurdu zerdüşt" tür.

muhammed peygamberin sara hastası olması ihtimali

cemree
Temporal lop epilepsi hastaliginin taniminda hastanin cesitli travma nöbetlere maruz kalmasinin yani sira hastaligin nörolojik etkilerinden dolayi halüsinasyonlar gördügü, narsist davranis bozukluklarina yöneldigi bilinmektedir. Bugünkü gelismlerle bu tarz hastaliklara maruz kalan kisilere ilac tedavisinin yani sira psikologlar tarafindan davranis terapileri de uygulanmaktadir.

Hastalar narsist davranis bozuklugunun yani sira, yüksek ve olmayan varliklara inanma, onlarla temasa gecme, din ve ahlak konulariyla asiri ugrasma, kontrol edilemeyen cinsel düsünceler ve eglemler de gözlemlenmektedir.

Hadisler, kuran'in icerigindeki Muhammedin cinsel hayatina getirilen düzenlemeler, din ve ahlaka olan asiri düskünlügü, kafasinda olusmus Allah fikrini asiri derece yükseltmesi gibi ayetlerden de Muhammedin böyle bir hastaliga maruz kaldigini rahatlikla gözlemleyebilmekteyiz.

Simdi Muhammedin bu hastaliga sahip oldugunu göstere ayet ve hadisleri görelim

ayet ve hadislerdeki sara hastalığı belirtilerine dikkat edin. !!!!!!!!!!!

Ravi: Ümmü`l-mü`minîn Âişe
Hadis: Şöyle demiştir: Hâris b. Hişâm radiya`llâhu anh Resûlu`llâh salla`llâhu aleyi ve sellem`den: “Yâ Resûllâ`llâh, sana vahiy nasıl gelir?” diye sordu. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Ahyânen bana çıngırak sesi gibi gelir ki bana en ağır geleni de budur. Benden o hâl zâil olur olmaz (Meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Ahdânen Melek bana bir insan olarak temessül eder. Benimle konuşur. Ben de söylediğini iyice bellerim. -Âişe radiya`llâhu anhâ der ki: Resûl`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`i soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahiy nâzil olurken görmüşlüğüm vardır. (İşte öyle soğuk bir günde bile) kendisinden o hâl geçtiği vakitde şakaklarından şapır şapır ter akardı .

Ravi: Ubadetu`bnu`s-Samit
Hadis: Resulullah (sav)`a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle onu bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı. Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı hal onu sardı. Keder hali açılınca: “(Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti): Bekar bekarla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dulla zina yaparsa yüz sopa ve recm`dir.”

Ravi: İbnu Abbas
Hadis: “Ey Muhammed! Cebrail sana Kur`an okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme (sadece dinle)” (Kıyamet 16) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (sav) vahiy geldiği zaman büyük bir şiddet (ve ağırlık) hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarını kımıldatırdı. Bunun üzerine şu ayet indi. (mealen): “(Ey Muhammed, Cebrail sana Kur`an okurken acele edip onunla beraber söyleme (sadece dinle). Onu toplamak ve okutmak bize aittir” (Kıyamet 16). İbnu Abbas devamla der ki: “Ayette geçen “onun toplanması” tabirinden murad “(yeni nazil olan) ayetin Hz. Peygamber (sav)`in kalbinde toplanması, yerleşmesi, sonra da Hz. Peygamber (sav) tarafından okunmasıdır.” “Biz vahyi okuduğumuz zaman, sen onun kıraatine uy” (18. ayet) ayetinde de, “Dinle ve sus, sonra onu sana biz okuturuz” denmektedir. Bu vahiyden sonra, Cibril (a.s.) vahiyle gelince, sadece dinlerdi. Cibril gidince yeni gelen vahyi, kendisine nasıl okunmuş ise, öylece okurdu.”

Ravi: Aişe
Hadis: Resulullah (sav)`a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, tahannüsde bulunuyordu. -Tahannüs ibadette bulunma demektir.- Bu maksadla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice (ra)`ye dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında Hak gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek gelip: “Oku!” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Ben okuma bilmiyorum!” cevabını verdi. (Aleyhissalatu vesselam hadisenin gerisini şöyle anlatıyor: “Ben okuma bilmiyorum deyince) melek beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: “Oku!” dedi. Ben tekrar: “Okuma bilmiyorum!” dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve “Oku!” dedi. Ben yine: “Okuma bilmiyorum!” dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti, insana bilmediğini öğretti” (Alak 1-5) dedi.” Resulullah (sav) bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme vardı. Hatice`nin yanına geldi ve: “Beni örtün, beni örtün!” buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükunete erince) Hz. Hatice (ra)`ye başından geçenleri anlattı ve; “Nefsim hususunda korktum!” dedi. Hz. Hatice de: “Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın, misafire ikram edersin, Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!” dedi. Sonra Hz. Hatice, Aleyhissalatu vesselam`ı alıp Varaka İbnu Nevfel İbnu Esed İbnu Abdi`l-Uzza İbni Kusay`a götürdü. Bu zat, Hz. Hatice`nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil`den, Allah`ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri ama olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine: “Ey amcaoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor!” dedi. Varaka Aleyhissalatu vesselam`a: “Ey kardeşim oğlu! Neler de görüyorsun?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam gördüklerini anlattı. Varaka da O`na: “Bu gördüğün melektir. O, Hz. Musa`ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!” dedi. Resulullah (sav): “Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?” diye sordu. Varaka: “Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, ona husumet edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir yardımda bulunurum!” dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (kesildi).

Ravi: Yahya İbnu Ebi Kesir
Hadis: Ebu Seleme İbnu Abdirrahman`a Kur`an`dan ilk inenin ne olduğunu sordum. “Ya eyyühe`l-Müddessir (ey örtüsüne bürünmüş)! (suresi)dir!” dedi. Ben; “İyi ama, başkaları ilk inenin İkra` bismi Rabbikellezi halak (süresidir). diyorlar” dedim. Bunun üzerine Ebu Seleme: “Ben bu hususta Hz. Cabir (ra)`e sormuştum. O bana; “Sana, Resulullah Aleyhissalatu vesselam`ın söylediğinden başka bir şey söylemeyeceğim, Aleyhissalatu vesselam: “Bir ay kadar Hira magarasına mücavir oldum (itikafa girdim). Mücaveretimi (itikafımı) tamamlayınca, dağdan indim. Derken bana bir seslenen oldu. Sağıma baktım, hiçbir şey görmedim. Soluma baktım, yine bir şey görmedim. Arkama baktım bir şey görmedim. Derken başımı kaldırdım, bir şey gördüm, ama (bakmaya) dayanamadım. Hemen Hatice`nin yanına geldim: “Beni örtün!” dedim. Derken şu ayetler nazil oldu. (Mealen): “Ey örtüsüne bürünen! Kalk! (insanları ahiretle) korkut! Rabbini büyükle, elbiseni temizle. Pislikten kaçın..” (Müddessir suresi). Bu vahiy namaz farz kılınmazdan önceydi.”

Ravi: Ömer
Hadis: Resulullah (sav)`a vahiy indiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi. Bir gün, O`na vahiy indirildi. Bir müddet öyle kaldı. Sonra o hal açıldı. O da Mü`minun suresinden ilk on ayeti okudu: “Mü`minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını Allah`tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tadil-i erkan ile kılarlar. Onlar dünya ve ahiretlerine faydası dokunmayan her türlü şeyden yüz çevirirler. Onlar nail oldukları her türlü nimetin zekatını aksatmadan verirler. Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna, bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar. Kim helal sınırını aşarak bunların ötesine geçmek isterse, işte öyleleri haddini aşmış olanlardır. O mü`minler ki, Allah`a ve kullara karşı olan emanet ve mesuliyetlerini yerine getirirler ve sözlerinde dururlar. Onlar namazlarını devamlı olarak, vaktinde ve şartlarına riayet ederek kılarlar, işte onlar varislerin ta kendileridir. Onlar Firdevs cennetine varis olurlar. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır” (Mü`minun, 1-11). Arkadan dedi ki: “Kim bu on ayeti yerine getirirse cennete girer.” Sonra kıbleye yöneldi ve ellerini kaldırıp: “Allahım (hayrımızı) artır, bizi (iyilik yönüyle) noksanlaştırma. Bize ikram et, zillete düşürme. Bize ihsanda bulun, mahrum etme. Bizi tercih et, (düşmanlarımızı) bize tercih etme. Allahım, bizi razı kıl, bizden de razı ol!” buyurdular.

Ravi: Ibnu Mes`ud
Hadis: Allahu Zülcelal hazretleri vahiy suretiyle konuştuğu zaman sema ehli bir ses işitir ki bu, demir bir zincirin düz bir kaya üzerinde hareket etmesiyle çıkan çıngırak sesine benzer. Sema ehli bu sesi duyunca korku ve haşyetten bayılırlar. Cibril (a.s.) kendilerine gelinceye kadar bu halde devam ederler. O gelince korku, kalplerinden açılır. Hemen: “Ey Cibril, Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar. O: “Hakkı söyledi” der. Sema ehli hep bir ağızdan: “el-Hak, el-Hak” diye söyleşirler.

Ravi: Zeyd b. Sâbit
Hadis: “Resûlu'llâh … Efendimize gelen vahyi yazardim. Vahiy nâzil oldugu vakitte (onu) bir sikinti kaplar, inci taneleri gibi siddetli bir ter dökerdi de ondan sonra açilirlardi. Kendileri bana imlâ buyurur, ben de yazardim…”

Ravi: Ebû Hüreyre
Hadis: “Vahiy nâzil olurken en evvel vücûd(una) bir titreme gelirdi”; “Vahiy nüzûl ederken kendilerini (tasa ve kaygi kaplar yüzü kül gibi olur ), gözlerini kaparlar ve horultuya (benzer) siddetli siddetli nefes alirlardi”

Ravi: Aişe
Hadis: Hz. Peygamber (sav)`e (yahudiler tarafından) sihir yapıldı, öyle ki, Resulullah (sav) yapmadığı bir şeyi yaptım vehmine düşüyordu. Bir gün benim yanımda iken Allah`a dua etti, sonra tekrar dua etti. Ve dedi ki: “Ey Aişe, hissettin mi, sorduğum hususta Allah bana fetva verdi?” “Hangi hususta Ey Allah`ın Resulü?” dedim. “İki kişi bana gelip, biri başucumda, diğeri de ayak tarafımda oturdu. Biri diğerine: “Bu zatın rahatsızlığı nedir?” dedi. öbürü: “Büyüdür!” dedi. Önceki tekrar sordu: “Kim büyüledi?” Diğeri: “Lebid İbnu`l`A`sam adındaki Beni Züreykli bir yahudi” diye cevap verdi. Öbürü: “Büyüyü neye yaptı?” dedi. Arkadaşı: “Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine” cevabını verdi. Diğeri: “Pekala, şimdi nerede?” diye sordu. Arkadaşı: “Zervan kuyusunda!” cevabını verdi.” Bunun üzerine Resulullah (sav) Ashabından bir grupla birlikte (ra) kuyuya gitti, ona baktı, kuyunun üzerinde bir hurma vardı. Sonra benim yanıma dönüp: “Ey Aişe! Allah`a yemin olsun, kuyunun suyu sanki kına ıslatılmış gibi (bulanık) ve (o kuyu ile sulanan) hurma ağaçlarının başları da sanki Şeytanların başları gibiydi!” dedi. Ben: “Ey Allah`ın Resulü! Onu (kuyudan) çıkardın mı?” diye sordum. “Hayır!” dedi ve ilave etti: “Bana gelince, Allah bana afiyet lütfetti ve şifa verdi. Ben ondan halka bir şer gelmesine sebep olmaktan korktum!” Resulullah onun gömülmesini emretti ve yere gömüldü.”

Tum bunlar tip dilinde “Temporal Lob Epilepsi” diye adlandirilan hastaligin belirtileridir. health.allrefer.com sitesinde Temporal Lob Epilepsi hastaliginin belirtileri su sekilde aciklaniyor;

Halüsinasyon: bir his organını uyaran hiçbir nesne veya uyarıcı olmaksızın, alınan bir hissin mevcudiyetine inanma halidir. Varsanı olarak da bilinir. Muhammed'in melekler, cinler gibi mantik disi varliklari gormesi, bugun tip dilinde ancak bu sekil izah edilebilir.

Kas gerilmesi (kaslarin istek disi hareket etmesi): kasların istem dışı oluşan seğirmelerini, spazmlarını ya da hareketlerini içeren bir grup duruma verilen ortak bir isim.

Korku: Muhammed'in korkudan ortulere sarinip dolandigini anlatan durum.

Anormal agiz hareketleri: Muhammed'in dudaklarinin neden istek disi hareket ettigini anlatan durum.

Terleme: Hadislerde acikca belirtiliyor ki, Muhammed vahiy anlarinda “en soguk gunlerde dahi” yuzunden ve vucudundan sakir sakir terler akiyor.

Yuz kizarmasi: Temporal Lob epilepsi hastalarinda gorulen bu belirti, Muhammed'in vahiy aninda da acikca goruluyor.

Hizli kalp atislari

Amnezi veya hafıza kaybı: ornek olarak verdigim son hadiste acikca goruluyor ki, Ayse'nin de anlatimiyla “öyle ki, Resulullah (sav) yapmadığı bir şeyi yaptım vehmine düşüyordu.” Muhammed'in hafiza kaybi yasadiginin acik belirtisi.

Aslinda Temporal Lob epilepsi hastaliginin tedavisi bugun mumkundur. Fakat o zaman bu hastalik hakkinda insanlar bilinc sahibi olmadiklari icin bu tur eylemleri cinler, periler, melekler ile aciklayabilmistir.

Konumuzla alakalı olduğu için Muhammedin cinsel ve Özel hayatini düzenleyen Ayetlere de bakalım;

Tanrı allahin, Muhammed'in kendisine yasakladigi cariyeleri tekrardan “helal” kildigini anlatan Tahrim suresi 1 ve 2. ayetler, Muhammed'in akraba evliligi yapmasina izin veren Ahzap suresi 50 ve 51.ayet. Kaldi ki tahrim suresi ahzab suresinden sonra geldigi icin konulan yasagi da kaldirmistir. Sanirim ilk etapta bu kadar muhammed'in cinsel hayati yeterli olacaktir.

Öte yandan Muhammed'in Allahi övdügü, ona tapinilmasi gerektigini anlatan ayetlerin sayisi oldukca fazladir. Bunun yani sira zamanin ahlaki kurallarini da belirleyen sayisiz ayetler vardir.

Bütün bunlardan ne anliyoruz?

Muhammed tamamen hastaligina uygun bir motivasyon sergiliyor. Cinsel istekleri, zamanin ahlaki kurallarini yanlis bulmasi ve degistirmek istemesi, nöbetlerin gelmesi, insan üstü varliklar görmesi, bunlarla iletisim icerisinde olmasi! Ayetlerin geldigi! anda takindigi fizik ve ruh halleri bütün bularin kanitidir.

Epilepsi ve ben isimli siteden Prof. Dr. Safiye Bilgin'in yazisindan bir alinti;

Epilepsi (halk arasında sar'a), eski çağlardan beri insanoğlu tarafından bilinmektedir. Sağlıklı görünen bazı kişilerin aniden yere yıkılarak bilinçsiz halde çırpınmaları sebebiyle bu çağlarda epilepsi hastalarına tanrılar tarafından cezalandırılmış veya içlerine kötü ruhlar girmiş kişiler gözüyle bakılmaktaydı. Epilepsinin incelenmesi ve tedavisi 1850'lerden günümüze kadar gelişimini sürdürmüştür. Uygun antiepileptik seçimi ve kullanımı yanında hastaların iyi izlenmesi sayesinde epilepsilerde tamamen iyileşme veya nöbetlerin 3/4 oranında azalması sağlanabilmektedir. Buna karşılık belirtilen uygun tedavinin seçilememesi ya da uygulanmaması, bilimsel olmayan tedavi yöntemlerin araştırılması gibi nedenler bu hastalığın kontrol altına alınamamasına sebep olmaktadır. Bu sebeple hasta ve ailesinin epilepsi hakkında bilgilendirilmeleri tedaviye başlama noktası olarak öncelik taşımaktadır.

Yazida altini cizdigim bolgeleri konunun ilk yazisindaki Muhammed'in vahiy anlarini anlatan hadisler ile kiyaslayiniz. Yine diger bir saglik sitesinden epilepsi hastaligi ile ilgili bir yazi.

Hastaların hemen yarısında nöbetten önce aura denilen kişiye özgü bir kriz öncesi duygu vardır. Bunlar herhangi bir yerde ağrı, kulak çınlaması, koku alma, hayal görme veya titreme biçiminde belirirler. Daha sonra bilinç kaybı ile beraber hasta yere düşer. Bütün vücudu kasılan saralının solunumu durur, rengi önce solar, sonra morarır.

Konunun ilk yazisinda paylastigim hadislerden alintilar;

Resulullah (sav)`a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle onu bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı.

Resulullah (sav)`a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi.

Resulullah (sav)`a vahiy indiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi.

“Vahiy nâzil olurken en evvel vücûd(una) bir titreme gelirdi”

Noroloji uzmani Prof. Dr. Safiye Bilgin soyle diyor;

Bunu izleyerek hasta derin ve hırıltılı nefes alıp vermeye başlar, bilinci kapalıdır. Daha sonra hasta açılır ancak henüz bilinci tam olarak yerine gelmemiştir ve şaşkın bir şekilde etrafa bakar.



Uzman doktorun ustte bize ilettigi bilgileri su hadis ile kiyaslayiniz;

“horultuya (benzer) siddetli siddetli nefes alirlardi”

Yine diger bir sitede sara hastaligi hakkinda soyle bir bilgi verilmektedir;

Tonik kasılma denen bu devre yarım dakika sonra geçer, klonik kasılma denilen ihtilaçlar başlar. Kol ve bacaklar ritmik şekilde kasılıp gevşer. Bu konvülsiyanlar esnasında hasta idrarını kaçırıp altını kirletebilir ve dilini ısırabilir. Kasılma­lar gittikçe azalır ve hasta derin derin soluyarak bilincinin geri döndüğü ana kadar sakin bir şekilde yatar. Kendine geldiğinde işinin başına dönebilir.



Derken şu ayetler nazil oldu. (Mealen): “Ey örtüsüne bürünen! Kalk! (insanları ahiretle) korkut! Rabbini büyükle, elbiseni temizle. Pislikten kaçın..” (Müddessir suresi). Bu vahiy namaz farz kılınmazdan önceydi.”

Muhammed'in Epileptik nobetlerini hekimlerimizin aciklamalariyla karşılaştıralım.

Sara(Epilepsi): Bir çeşit sinir hastalığıdır. Nedeni beynin çalışmasında görülen bir anormalliktir. Tıp dilinde epilepsi denir. Grand mal ve petit mal olmak üzere iki çeşidi vardır.

Grand Mal: Saranın ağır şekline grand mal denir. Hasta nöbet gelmeden önce aura denilen bir devre geçirir. Bu sırada da, nöbetin geleceğini anlar. Bu devrede, kulak çınlaması, belirli bir yerde ağrı, titreme vardır. Ne olduğunu anlayamadığı bir koku hisseder. Kısa bir süre sonra da, şuurunu kaybederek yere düşer. Vücudunda kuvvetli çırpınmalar başlar. Kol ve bacakları ritmik bir şekilde kasılıp, gevşer. Ağzı köpürür, dilini ısırabilir, farkında olmadan küçük ve büyük tuvaletini koyabilir. Bir süre sonra da kasılmalar azalır, derin bir soluk alarak sakinleşir ve kendine gelir.

Petit Mal: Saranın hafif şeklidir. Bu çeşit saralıda şuur kaybı görülür fakat, kasılma ve gevşemeler görülmez. Hatta bazen çevresindekiler kriz geçirdiğini bile anlamaz. İlkyardım olarak, kriz geçiren hastanın yaralanmasını önleyici tedbirler alınır. Dilini ısırmaması için de temiz bir mendili top yaparak ağzına koymak faydalıdır.



Kulak çınlaması: Ustte uzman doktor epilepsi nobetlerinin agir olanini “Grand mal” nobet sekli olarak aciklamis. Bu agir nobet seklinin belirtilerinden biride ustte anlatildigi gibi “kulagin cinlamasidir”. Bakiniz Muhammed kendisine gelen “Grand mal” nobetini nasil anlatiyor;

Aişe r.a: Ya Resulullah! sana nasıl vahy geliyor? diye sordu. Resulullah s.a.v : “Vahy bana bazı vakitlerde çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur …… “ Buhari: 1.C.144.S

Titreme: Agir epileptik nobet belirtilerinden bir digeri ise vucudun degisik bolgelerinin istem disi titremesi.

Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma), “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) vahiy geldigi zaman buyuk bir siddet ve agirlik hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarini kimildatirdi. [Buhari, Tefsir, Kiyamet 1, 2, Bed'u'l-Vahy 4, Fedailu'l-Kur'àn 28, Tevhid 43; Muslim, Salat 147, (448); Tirmizi, Tefsir, Kiyamet, (3326); Nesai, Salat 37, (2,149,159).]

Altına kaçırmak: Agir epileptik nobet belirtilerinden bir digeri ise kaynakta uzaman doktorun yazdigi “farkında olmadan küçük ve büyük tuvaletin koyulmasi.” Bakiniz Muhammed kendisine yine siddetli bir sekilde inen ayet karsisinda korkudan ortülere ortünüp bürünüyor. Altina kacirdigini adeta itiraf ediyor;

Muddesir
1. Ey giysisine bürünüp kenara çekilen!
2. Kalk da uyar!
3. Rabbinin yüceliğini duyur!
4. Temizle giysilerini!
5. Uzaklaştır kendinden pisliği!

Muslumanlar yukaridaki pisligi “putlara tapma, kotuluk yada sirk” olarak izah etmeye calisirlar. Oysa ayette gecen “elbise, giysi” kelimesi durumun gercek yuzunu gayet iyi bir sekilde acikliyor.

Deve'nin diz çökmesi: Diger bir rivayete gore vahiy indigi anlarda Muhammed'in devesi bile vahiyin siddetine dayanamaz ve yere cokermis.

“Bu şekilde gelen vahyin ağırlığı bazan öyle bir dereceye ulaşırdı ki, Rasulüllah (s.a.v.) devesinin üzerinde ise, deve ağırlıktan yere çöküyordu.” İbnu'l-Kayyim, Za'dü'l-Maâd, 1/25.

Bazi bilimsel arastirmalara gore hayvanlar insanlardaki epileptik nobetleri onceden sezebiliyor. Konu hakkinda lutfen assagidaki yaziyi okuyunuz;

Epilepsi Alarmı Veren Köpekler; Dr. Brown, araştırmaları sırasında köpeklerin epilepsi krizlerini önceden hissettiğini farketmiş. Bulgularına göre köpekler, beyindeki elektrik boşalmalarını ve kimyasal değişimleri, hatta insanların kendilerinin farkedemediği nöbet öncesi davranış değişikliklerini bile algılayabilir. Ancak eğitimli olmayan köpekler, sahibindeki bu değişikliği algıladığı durumlarda korku ve paniğe kapılıyor. Dr. Brown'ın eğitimi sayesinde ise köpekler içgüdüsel sezgilerini olumlu yönde kullanabiliyor, sahibini uyarıyor.

Hayvanlarin bazi dogal icudulerinin insanlardan daha gelismis oldugu bilinmektedir. Dr. Brown'un arastirmasi kopek uzerine. Develerin tipki kopekler gibi epilepsi nobetlerini onceden sezebilme yetenegi var mi yok mu bilemeyiz. Arastitilmasi lazim.

Peygamber hastalığını bütün müslümanlara miras bıraktı işte hüküm:

HAŞR-7. “Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.”
alıntı