confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

dur dağı

pencere
sarıkamış'da yitirdiğimiz 90 bin insanımızdan birinin cebinden çıkan şiirin halk tarafından ağıda dönüştürülmesidir. erkan oğur tarafından muhteşem yorumlanmıştır.

arz eder sılayı divane gönül
sılada zinnetli çamlar görünmez
nice nazlı gelin, sefil analar
giyinmiş karalar, allar görünmez

seyreyledim dur dağı nın taşını
zalim avcı avlar keklik kuşunu
lav-ü ümran, poyraz aşmış düşünü
her gelen avcıya ağlar, görünmez

ezelden yazılmış bu kara yazı
zehirden acıdır düşmanın sözü
felek bize mesken kurdu sivas ı
laleli sümbüllü bağlar görünmez

bülbül de ah çeker, güle de kalmaz
sivas ın çevresi askeri almaz
acemi askerler talimi bilmez
karışmış ağalar, beyler görünmez

kamil'em der ben de tuttum bu destanı
gider kalmaz bu dağların dumanı
okunuyor seferberlik fermanı
hani yeşil sancak, tuğlar görünmez

erkeğin ağlaması

pencere
sanıldığı kadar kolay bir eylemsellik değildir. fakat insani bir his ve rahatlatıcı bir gerekliliktir. kadın yahut erkek iyi bir yaşam savaşçısının, yaşamın karşısına çıkarttığı birden fazla canavarla, savaşıp yenmesi de onuru ve erdemliliğini gösterir. fakat bazen en güzel erkeklik, sadri alışığın bir kaç kaliteli göz yaşı olup dökülüp yağabilmektir.

yazarların başından geçen doğaüstü olaylar

pencere
bir zamanlar çok sevdiğim bir insan vardı. bu doğanın şartlarının çok üzerinde iyi bir insandı. ve uzun yıllar boyunca doğa üstü bir mutluluğu paylaşmıştık.
iki yıla yaklaşan ayrılığımızda, doğanın, evrenin yasalarının çok üzeri mutsuzluklarım oldu.

en az bunun kadar başıma gelen doğaüstü olay da, erkan oğur dinlemek. adamın yaptığı müziğin bu doğa yasalarıyla bir izahı olduğunu düşünmemekteyim.

kalsın benim davam

pencere
hızır paşa, pir sultan abdal'ın idam hükmünü uygulamadan baba erenlere der ki;

''içinde şah geçmeyen tek bir şiir yaz seni affedeyim.''

pir sultan ise dilini hızır paşanın yüzüne tükürür ve her dizesinde şah geçen bu şiiri yazar;

ben de şu dünyaya geldim sakinim
kalsın benim davam divana kalsın
muhammed ali'dir benim vekilim
kalsın benim davam divana kalsın

yorulan yorulsun ben yorulmazam
derviş makamından ben ayrılmazam
dünya kadısından ben sorulmazam
kalsın benim davam divana kalsın

hızır paşa bizi berdar etmeden
açılın kapılar şah'a gidelim
siyaset günleri gelip yetmeden
açılın kapılar şah'a gidelim
açılın kapılar hey dost şah'a gidelim

siyaset günleri gelip çatmadan
açılın kapılar şah'a gidelim
açılın zindanlar hey dost şah'a gidelim
çıkarım bakarım kale başına
mümin müslümanlar gider işine
bir ben mi düşmüşüm can telaşına
açılın kapılar şah'a gidelim
açılın kapılar hey dost şah'a gidelim
bir ben mi düşmüşüm can telaşına
açılın kapılar…

sayıştay

pencere
bir ara ortaokullarda vatandaşlık bilgisi dersi vardı. keşke o zamanlardan çocuklara en önemli yargı kurumlarından birinin sayıştay olduğu öğretilebilseydi. sayıştay gerçekten de en önemli devlet kurumudur. bütün devlet harcamalarını bağımsız olarak inceler ve gördüğü yanlış yollara çıkan akçeli işleri bir rapor halinde meclise gönderirir. demokratik bir devletin en olmazssa olmazı şeffaf olması ilkesidir. sayıştay devlet kurumlarında bunun sağlanması konusunda büyük rol oynar.

sayıştay bugün rolsüzdür. bunun en büyük sebebi muhalefetsiz olmamızdır. birileri bizim üç kuruşumuzdan kestiği 2 kuruşu istediği şirkete kaynak aktarabiliyor fakat muhalefet bunu kamuoyuna sağlıklı bir şekilde anlatmak için hiç bir şey yapmıyor. vatandaşta buna razı bir şekilde gidiyor.
sadece dolar ara sıra 3.50'den 7'ye çıktığında yandım allah diye bağırıyor. sonra 5.50'ye düştüğünde malak gibi seviniyor. farkında değil ki yarın dişinden tırnağından arttırıp aldığı gayrı menkulünün değeri yarı yarıya düşecek ve onun bankaya sanal ekonomi üzerinden aldığı kredisi katlanarak devam edecek.

dağ üstüne dağı koysam dağ olmaz

pencere
erkan oğur ustamızın ''bilinmeyenle karşılaşmak'' isimli albümünden muhteşem bir eserdir. dinlerken ciğerinizin en yaralı yerlerine dağları bastırır, bastırır da ölmezsiniz.
gerçi nazım der ki, ''türküler, gün gelir yarada hançer ama öldürmez, ateşte ısıtılmıştır kurşun çıkartır'' bu şarkıda ki dağlar da biraz öyle. ciğerinizin en yaralı yerini nasıl bilip de denk getirdiğine şaşar kalırsınız. fakat dağ kalktığında biraz daha rahat nefes alırsınız.

dağ üstüne dağı koysam dağ olmaz
ah çekenin yüreğinde yağ olmaz
yüz derdim var heç birisi sağalmaz...

bahçede yeşil çınar

pencere
muhteşem bir türküdür. burada paylaştığım çalışma, kardeş türküler ve erkan oğur'un beraber çalıştıkları ve türküyü daha muhteşem bir şekilde yarattıkları ap ayrı bir formudur. türküyü hayatımda tanıdığım en mütavazi insan vedat yıldırım abi söylüyor. arada feryal öney abla, dünya üzerinde yaşayan en güzel ensturmanlardan biri olan sesiyle kulağınızda tatlı tatlı esiyor. o kadar müzik aleti içinden erkan oğur'un kopuzunu zaten tanıyabilirsiniz. en sonda yine erkan baba eşsiz lezette bir gazelle bitiriyor.

özgür çağrı

pencere
sözleri orhan kotan ve ahmet kaya'ya, bestesinin müzikte kalite evrenimiz ahmet kaya'ya ait olan eserdir. herkesin yaşarken helalleşmesini ve kimsenin genç ölmemesini dilerim;

sana yalan söyleyemem
darılırsın yavrucağım
ağabeyin bir gün dağdan döner
giden gelmez, geri dönmez
bilmiyormusun yavrucağım
sen üzülme, sıra bende
gideceğim yavrucağım

elverir ki çoşku
haylaz çocuklarını boğazlamasın
avunmak elbette kolaydır
şehri yiğit bir türkü gibi dolaşmak
dağlara destanlar, düşünmek kolaydır
hapislere bir sevinç çığlığı gibi düşmek
kızların diri gögüslerinde
matbaalarda
ve kongre zabıtlarında dünyayı tazelemek
yeryüzüne depremler düşürmek
çünkü binlerce militanın rüzgarlı macerası
bir kurşun bile değildir namusun mavzerine
gönlün kahpeliğine tutsaksın açıkçası
asıl savaş alanı suskundur arkadaş
sahipsizdir
asıl savaşcılar afyonlu, mütevekkil
öyleyse
şehrin girdabında çalkalanan zulüm
halkın şanlı isyanına işaret değil
bodrum duvarlarına öfkeli yazıları
tırnaklarınla kazıyorsan da

sana yalan söyleyemem
darılırsın yavrucağım
ağabeyin bir gün dağdan döner
giden gelmez, geri dönmez
bilmiyormusun yavrucağım
sen üzülme, sıra bende
gideceğim yavrucağım

bulvara dökülen bildiriler
harcanan bunca emek, bunca değer
fokurdayan metal potası
işleyen rotatifler
cesetleri iğnelemek gibi birseydir
ve zaman usulca göz kırpıp telaşına
homurdanarak çekip gitmiştir
yani bu
aşağılık bir dramdır artık
çünkü jarjuruna
boş kovanları dolduran adam
en azından kendinden utanmalıdır
yani yetsin diyorum
şarkılarınızı dağlarıma sürün diyorum
uzatın ellerinizi diyorum
uzatın tanışalım
helallaşalım....

ateist olup huzuru bulmak

pencere
eğer tanrı varsa benim kadar huzurlu olduğunu sanmıyorum. bir kere kusura bakmasın ama çok başarısız. şu yarattığı ve yaratmış olduğu şeylerden memnun mudur, hiç sanmıyorum. öfke sorunları olduğu bahsine girmiyorum bile. sizin aranız benden iyidir onunla. gerçi siz de genellikle oruç tutmuyorsunuz, namaz kılmıyorsunuz, abdest almıyorsunuz, belki benim gibi içki de içiyorsunuz. belki aranızdan bazıları tanrı'ya küfür bile ediyordur. bak onu ben hiç etmem. hiç bir canlıya küfür etmem ben. siz de zina yapıyorsunuzdur arada. gerçi ben fiili ohal durumuna bir tepki olarak ne helal, ne haram sevişmiyorum. fakat toplumda siz muteber müslümanlarsınız ben ise öteki allahsız. neyse, yine de sizin aranız benden iyidir onunla. en azından dua edip arada bir şeyler istiyorsunuzdur. ben ondan bir şey istemeyecek kadar güçlü ve huzurluyum. rica ederim bir duanızda söyleyin bu kadar öfkeyle huzur da bulunmaz, başarı da sağlanmaz. son bir kere konuşalım kendisiyle. fakat rica ederim bu sefer mağaralarda yahut taş tabletler üzerinde olmasın. açık açık söylesin karşılıklı herkes ne istediğini.

bugüne kadar geleneksel cebrail yöntemleriyle ne biz onun ne dediğini, ne de o bizim ne istediğimizi pek anlamadı sanırım. iletişim yöntemlerini gözden geçirmemizi öneriyorum. huzur için bu şarttır.

gecenin şiiri

pencere
kadını bir gürültüye sapladılar.
evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı
kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar
fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar
bombalar, bö sesleri, savaş alaborası...
yaşamak bir tıkırtıydı, aldırmadılar.

çocukların düşlerinde bir markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün

markuuuut! torbanı sarkıt.
her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.

kadın. kadını bir dilime katık ettiler
markuuuut! torbanı sarkıt.
siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın
korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.
aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
gömleğimi zorlayan kuş sesleri.

ismet özel

anıt

pencere
refik durbaş'ın edebiyatımızda üç güzel insanın anıtını diktiği şiirdir.

anıt

halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ateşin övündüğü üç alınteri nebisi
bir şafak vakti zulmün dehlizinde
yiğitlik anıtı süsledi bedenleri

biri engin denizlerle arkadaş
biri inancın cömert efendisi
biri sabrın korkusuz aslanıydı
onurun mescidi şimdi cesetleri

halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ölüme taviz vermedi hiç biri

zeynep

pencere
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;

zeynep söylesene
neden açmayıp yaktın sevgilinin gönderdiği mektubu
oysa biliyordun
onat kutlar'ın
“yanmış bir giysinin küllerinden bir ipekböceğine ulaşılamaz”
dediğini
sırtımızı neden birbirimize değil de duvarlara dayıyoruz zeynep
kitap kurtlarımızı neden zehirliyorlar okullarda
ve sorularımıza neden doğru yanıt vermiyor öğretmenler
zeynep söylesene
neden yaralı kartalların düştüğü dağlara çıkıyoruz
kıyı kahveleri dururken
ve nasıl yitiriyoruz analarımızı babalarımızın hoyratlığında
zamanın kestiği geri dönüşsüz bir bilet mi gençliğimiz
ya da içimizde başka birileri mi var
niçin ağaç görünce kuşlardan utanıyoruz zeynep
“kafesin biri, bir kuş mu aramaya çıkmış”, kafka'nın dediği gibi
yoksa
“her öten kuş, yardımcı olmuyor mu gerçekten göğe”
bunu sana değil, erich fried'e soruyorum
ve kimden söz ediyor nietzsche, “uçurumu sevenin kanatları olmalı” derken
aşktan niçin korkuyoruz zeynep
aşık olduklarımıza hem tapıyor
hem boğmaya çalışıyoruz bir kaşık suda
paylaşılacak bir ekmeğin arasında
yuva denen hapishaneye
gizlice soktuğumuz
bir törpü müdür aşk
bizi yakaladıkça hırpalayan bir yürek kabadayısı mıdır
geçmek için gölgesini arayan yaban atları mıdır aşıklar
yalnız sana değil
kendime de soruyorum
soruyorum
ve bellek evreninde
başka soru yağmurlarıyla karşılaşıyorum
kim olduğumu anlamak için
uçurumlara ve kanatlara bakıyorum
savaşlara ve barışlara
elmaslara ve buğdaylara
tekerleğe ve bilgisayara bakıyorum

anlamak için kim olduğumu
senin gözlerine bakıyorum zeynep
yanlış anlama ama
neden yakmayıp açtın sevgilinin gönderdiği mektubu

leninizm

pencere
soyalizm marks ve engels'le ortaya çıkan bir ideoloji değildi. marks ve engels, insanlığın bütün erdemlerinin bir bütün anlayışı olan sosyalizmi bilim haline getirmişlerdir. bu emekleri de insanlığa sunulmuş en büyük bilimsel hediyelerden biridir.
karl marks, sosyalizmi bilim haline getirirken yüzlerce doğru çözümlemede bulunmuştur. tarihsel olarak bugün bile doğruluğunun sağlamasını yaptığımız yüzlerce ön görüsü vardır. fakat marks bir öngörüsünde yanılmıştır. marks'a göre ilk proleter diktatörlük avrupa gibi gelişmiş bilinçte bir proleterya'ya sahip ülkelerde kurulacaktır. sosyalizmin rusya gibi bilinçli bir proletaryası, hatta doğru dürüst proletaryası bile olmayan ülkelerden kurulmaya başlaması olanaksızdır.
fakat geçen yüzyılın güneşi lenin kendi pratik biliminde bu ön görüyü boşa çıkartmıştır.

lenin henüz 13 yaşındayken narodik devrimci abisi, çar'a karşı bir başarısız suikast sonucu idam edilir. narodikler, özetle çarlığı bireysel terör eylemleriyle yıpratıp halkçı sonuçlar alma uğraşı veren bir örgüttür.
lenin daha o yaşlardan halkı zulümden kurtarmak için başka bir yol açılması gerektiğini kafasına koyar. yetişkinliğinde marks ve engels'in fikirleriyle tanışır. ve bu fikirleri rusya özeli ve gerçekliğinde formüle ederek 1917 yılında kocaman bir sosyalist devrime imza atar.[ara][/ara]

irem

pencere
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın isimleri'' isimli ktabından güzel bir şiiridir;

bana şöyle bir bak diyorsun
alıcı gözüyle, tepeden tırnağa
yeni dalınmış uyku gibi bak
çobanların söndürmeyi unuttuğu dağ ateşi
kaleden kaleye uçurulan ak güvercin
rüzgara emanet edilen fısıltı gibi
yazdan kalma bir gün gibi bak bana

bana şöyle bir bak diyorsun
posta kutusuna geceyarısı bırakılan bir mektup gibi
kızağından kayıp bitmeden denize inen bir tekne
gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören
bir dalgıç gibi bak
akşam kırılmaya başlarken içimde
dağılan bir ilkokulun zili gibi bak bana

bana şöyle bir bak diyorsun
bir ışın demetine sarılır gibi bak
unuttuğum ve istesem de
yüzlerini bir türlü anımsayamadığım
çocukluk arkadaşlarım gibi
kahve fincanına damlayan gözyaşı
kara düşen kan damlası gibi
diyorsun ki –evet, mavi gözlerinden bile ürpertici bu-
kınından çıkarılan bir hançer gibi bak bana

bana şöyle bir bak diyorsun
yaşama sevincini sana ben veriyormuşum gibi
sevgilin olmasam da sevgilinmişim gibi bak
kumsalda bırakılan ayak izi
kanada değen bulut gibi
kayalıklara sürüklenen bir gemiye
yanıp sönen deniz feneri gibi bak bana
çünkü unutmamanın eşiğidir
ve anımsamanın kapısıdır bakmak
ve sevgili irem
bunun için bile kibrit çakılabilir
okyanusun kıyısında
karanlıkta
bir kedi gözü gibi
pençeleriyle dolaşırken aşk
73 /