confessions

vaybanavaylarbana

Bira  · 5 Eylül 2017 Salı

  1. toplam giri 138
  2. takipçi 10
  3. puan 3375

internetten sevgili yapmak

vaybanavaylarbana
pek tarzım olmasa da günümüzde ki en büyük sosyalleşme aracının internet olduğunu var sayarsak olabilitesi olabilir. elbette ki bu eylem hayatında ellerinden başka sevgilisi olmayan ezikler tarafından aa benim işim olmaz mesajı verebilmek için düşüklük olarak lanse edilmeye çalışılır. ancak gel gör ki düşüklük diyenlere karşı cinsin özelden atacağı tek bir mesaj tüm günün iyi geçmesine ve kendini insan zannetmesine yetecektir vesselam...
1

zaman yolculuğu

vaybanavaylarbana
Gelmiş geçmiş tüm insanların ve bilimin en sık sorduğu sorulardan bir tanesi; zaman da yolculuk mümkün mü? Bilime göre bu sorunun cevabı evet mümkün! Hatta şu anda yapılıyor.

Öncelik le bilimin şimdiye kadar zaman hakkın da neler öğrendiğine bir göz atalım. Hepimizin bildiği üzere zaman her daim ileri doğru hareket halindedir asla geri gitmez buna zamanın oku deniliyor. Bu kuram içinde yaşadığımız evreni anlamadığımızı gösteren en açık delildir. Neden zamanın tek yönlü aktığı bir evrende yaşadığımız sorusu gizemini halen korumaya devam etmektedir. Peki zaman oku nereden geliyor bizler olayların seyrini neden tek yönlü olarak izleyebiliyoruz? Zamanın gelecekten geçmişe doğru gitmesi ne anlam ifade eder? Bunları fizik kuralları ile açıklayamaya çalışalım. Fizik Atomların davranışın dan galaksinin dönüşüne zamanın işleyiş şekline kadar her şeyi açıklamak için kullandığımız yüzlerce yıllık gözlemler ve deneyler sonucu oluşturulup teyit edilmiş matematiksel denklemlerdir.

Ancak ilginç bir şekilde olayların ileriye doğru hareket eden bir sırayla zaman da meydana gelmek zorunda olduğunu söyleyen bir fizik kuralı yoktur. Yani bir başka değişle eğer yeterince enerji üretip doğru yere uygularsak atomları ve molekülleri zamanla beraber geri çevirebiliriz. Yine de fizik kuralları zamanın okunun neden ileriye gittiğini açıklayamıyor. S=K LOG W Yani entropi'nin matematiksel formülü. Entropi çok yakından tanıdığımız bir şeyin ölçüsü kaos ve rastlantısallık. Bu önemli bir kuram çünkü evrende gördüğümüz her şey düzenden düzensizliğe doğru geçmeye eğilimlidir. Şöyle düşünün eliniz de bir kitap var sayfaları 1 den 200 e kadar düzgünce sıralı sayfaları yırtarak havaya saçarsanız yere düştüğünde tüm sayfalar karışmış olur sıralı olarak düşmesi neredeyse imkansızdır. Doğada her şey düzenden düzensizliğe doğru gitmektedir örneğin duman havaya doğru çıkarak dağılmakta, düzenli bir buz kütlesi erimeye başladığında su haline gelerek düzensizleşmekte baktığımız her yerde entropinin izlerini görüyoruz.

İşte zaman okunda da aynı şekilde dağınıklığın evrelerini görüyoruz. Fizik kuralları değişmediğine göre entropi geleceğe değil geçmişe doğruda artmalı. Kitap örneğine dönecek olursak bu kitabın sayfalarının geçmişte de karışık olduğu sonra düzenlenerek doğru şekilde sıralandığı ve kitabı yırtarak havaya saçmamız neticesinde de gelecek de sayfaların tekrar karıştığı şeklin de açıklığa kavuşturulabiliyor. Ancak entropinin söylediğinden yola çıkarak geçmiş çok daha düzenli zaman ilerledikçe düzensizlik artar görüşüne kaynak olabilmesi için maddenin ve zamanın başlangıcı Büyük patlamaya bir göz atalım; Evrenin tarihi bir filme benzeseydi ve filmi geriye sarsaydık zamanda geriye doğru gidildikçe düzenin arttığını görürdük. Etrafa saçılmış milyarlarca galaksinin olduğu günümüz evreni filmi geri sardıkça kademeli olarak gaz ve toz bulutlarına geri dönecektir. Ve en sonunda bir birlerine iyice yaklaşarak küçücük bir atom altı parçacığı halini alacaklardır.

Dolayısıyla bu parçacık açılmadığı sürece zaman ve mekan kavramı da olmayacaktır. Zaman hareket ve mekandan bağımsız olarak ilerlemiyor. Ayaklarımızın yere basmasını sağlayan yer çekimi zamanı çekebilir ve akışını yavaşlatabilir. Çekim kuvveti ne kadar güçlüyse zamanın akışı da o kadar yavaşlar. Bu etki dünya da çok küçükte olsa vardır. Bir gökdelenin tepesin de yaşayan bir kişi en altta yaşayan kişiye kıyasla zamanı daha yavaş geçiyormuş gibi hisseder. Bunun sebebi ise yer çekiminden daha uzak olmasıdır. Dünyamız da durum böyleyken yıldızların kendi içine çökmesi sonucu ortaya çıkan kara delikler de durum çok daha farklıdır. Karadeliklerin çekim kuvvetleri dünyanın kinden milyarlarca kat daha fazladır. Karadelik yörüngesinde geçireceğiniz bir saatin dünya da ki karşılığı ortalama 50 yıldır. Zaman yolculuğu için bilimin ortaya attığı tekniklerden bir tanesi de zamanı bükmektir.

Zamanı kağıt üzerinde ilerleyen bir çizgi gibi düşünün Eğer yeterince enerji uygulanırsa kağıt ikiye katlanır ve gelecek ile geçmiş aynı noktaya gelmiş olur bu sayede geçmişe yolculuk edilebilir. Buna aykırı hiçbir fizik kuralıda yoktur. Zaman da yolculuğun bir başka tekniği de uzay ve zaman da kestirme yollar diye tabir edilen solucan delikleridir. Solucan deliği ya da Einstein-Rosen köprüsü, Nathan Rosen ve Albert Einstein tarafından ileri sürülmüştür. Solucan deliği aslında uzay zamanın nokta tasarımı ve zamanda bir kısa yol olan kuramsal topolojik bir vasfıdır. Genel olarak beyaz delikler ve kara delikler arasındaki bağlantıya solucan deliği denmektedir. Bir solucan deliğinin bir boğaza bağlı en az iki ağzı vardır. Eğer solucan deliği geçilebilir ise madde solucan deliğinde bir ağızdan diğerine boğazdan geçerek ulaşabilir.

Solucan deliği ismi fenomeni açıklamakta kullanılan bir analojiden gelir. Eğer bir solucanbir elmanın üzerinde seyahat ediyorsa, tüm elmanın etrafını dolaşmak yerine içinden geçerek bir kestirme yol bulmuş olur. Solucan deliğinin merkezi (ortası) durak noktadır, yani oraya geçerken spagettileşme denen bir olaydan sonra takılırsınız ve yıldızların bir ömrü bitirmesini 10 saniye içinde görebilirsiniz. Oradan çıkmak için ışıktan hızlı olmalısınız. Çıkamazsanız karadelik yok olurken enerji veya gaz kütlesine dönüşürsünüz. Dini kaynaklarda ve antik yazıtlarda da zaman yolculuğu yapılabildiğinden bahsedilmektedir. Ashab-ı kehf in ahir zamanda tekrar gelecekleri Peygamber efendimiz tarafından bildirilmiştir. Onlarda zaman yolcularıdır. Geçmişte yaşayan bir çok büyük zatın, zamanımızda görüldüğü ve gezdiği de bilinmektedir. Bunlardan en çok bilineni ise Hz Hızırdır. Sümerler ve mayalar döneminde yaşayan Zülkarneyn as iki zamanlı olarak bilinir yani zamanlara arasında gezen anlamındadır. Hatta Sümer tabletlerinde Zülkarneyn as zaman kapısından geçerken resmedilmiştir.

İçinde bulunduğumuz evrenin kozmik yasalarla belirlenmiş bir hızı vardır. Saniye de yaklaşık 300.000 Km yani diğer adı ile ışık hızı. Ancak kozmik yasalardan dolayı hiçbir şey bu hıza ulaşamaz. Ancak bu hıza yaklaşabilecek bir araç dahi geliştirilirse zamanda ileri doğru yolculuk yapmayı mümkün kılacaktır. Dünyanın çevresini dolaşan bir demir yolunda ışık hızına yakın hızlarda hareket eden bir tren düşünün. Trenin içerisin de ki yolcuların geleceğe doğru tek yönlü bir gidiş bileti var. Tren hareket ettikten sonra git gide hızlanarak ivme kazanıyor. Hiç durmadan dünyanın çevresini tekrar tekrar dolaşıp duruyor. Işık hızına yakın olmak dünyanın çevresini biraz hızlı dolaştırmayı gerektiriyor saniye de 7 defa. Fakat trenimiz ne kadar güçlü olursa olsun doğanın yasaları yasakladığı için asla tam olarak ışık hızına erişemez. Yine de ışık hızına yakın bir hızda hareket eden trenimizin içerisinde ki zaman dünyanın geri kalanına çok binlerce kat daha yavaş akmaktadır.

Tıpkı kara deliklerin yanında olacağı gibi çok yavaş. Trende ki her şey ağır çekim bu hız limitini korumak içindir ve sebebi doğanın yasalarıdır. Şimdi trenin içerisin de ileri doğru koşan bir çocuk düşünün çocuğun hızı trenin hızına eklenir. O zamanda trenin ışık hızını aşma ihtimali doğar ki doğa buna izin vermez bu yüzden trenin içerisinde her şey ağır çekimidir. Zaman doğanın belirlediği hız limitini korumak için her daim yavaşlayacaktır. Ve bu gerçeklikten dolayı geleceğe doğru geniş uzaklıklara seyahat mümkündür. Trenimiz istasyondan 1 ocak 2050 de ayrılmış olsun. 2150 senesinin ilk ayına gelmeden evvel dünyanın çevresini 100 sene boyunca tekrar tekrar dolaşacaktır. Trenin dışında 100 sene geçerken içerisin de zaman hızla paralel olarak çok yavaşlamış olacağı için yolcular sadece 1 hafta yaşamışlardır.

Yolcular trende geçirdikleri 1 haftanın ardından dışarı çıktıkların da bıraktıkları dünya ile buldukları dünya çok farklı olacaktır. Sonuç olarak trene binen bu yolcular 1 hafta içerisinde 100 yıl geleceğe gitmişlerdir. Tabii ki böyle bir tren inşa ederek bu hızlara erişmek şimdilik insanlık için çok uzak bir ihtimal Ancak biz bu trene çok benzeyen bir şeyi İsviçre'nin Cenevre kentin de ki Cern de dünyanın en büyük parçacık hızlandırıcısında inşa ettik. Yerin 5 km altında ki 25 Km uzunluğun da dairesel bir tünel de küçük partiküllerin trilyonlarcası var. Sistem çalıştığında bu partiküllerin 0 dan 96.500 km sürate ulaşması saniyenin çok küçük bir kısmın da gerçekleşiyor. Güç arttırıldıkça parçacıklar daha da hızlanıyor ve neredeyse ışık hızına yakın bir süratte 25 km yi saniye de 11.000 defa dolaşana kadar hızlanıyor. Ancak aynı tren örneğinde olduğu gibi o sıra dışı ışık hızına asla ulaşamıyorlar.

Ne kadar güç uygulanırsa uygulansın limitin sadece %99.9 una ulaşabiliyorlar. Bu gerçekleştiğin de tabii ki partiküller de zamanda yolculuk yapıyor. Bunu nereden mi biliyoruz? Yolculuk esnasın da görüntülediğimiz bazı kısa ömürlü partiküllerden. Normalde saniyenin 25 milyarda 1 i gibi bir zaman zarfında atomlarına ayrılmaları gerekirken ışık hızına yaklaştıkların da 30 kat daha uzun ömürlü oluyorlar elbette ki bizim zaman dilimimize göre onlar içinse tünelin içerisinde zaman daha yavaş işliyor. Mantık aslın da çok basit eğer geleceğe yolculuk yapmak istiyorsan yapabiliriz. Sadece hızlanmamız gerekiyor. Ancak dünyanın coğrafi yapısı ve üzerin de ki insanlık düşünüldüğünde bunu gerçekten başarabileceğimiz tek yer uzay. Tarihte insan taşıyan en hızlı araç Apollo 10 du. Saatte tam 40.000 KM hıza erişmişti. Ancak konu zaman da yolculuk yapmaksa bunun 2000 katı daha fazla hıza ihtiyacımız var. Bunu yapmak içinde daha büyük bir uzay aracına ve bomba olarak kullandığımız hidrojen atomlarını çalıştıracak gelişmiş füzyon motorlarını ihtiyacımız var. İyi haberse önümüzdeki birkaç yıl içerisinde hidrojen hücreleri ile çalışan soğuk füzyon motorları roketlerde kullanılmaya başlanacak. İnşa edilmekte olan bu yeni roketlerin en büyük farkı günümüzün kocaman uzay araçlarından neredeyse 30 kat daha büyük oluşları.

cicada 3301

vaybanavaylarbana
Asıl adı Cicada 3301 Bulmacası olan bu gizem, ilk olarak Ocak 2012 yılında gizli bir oluşum tarafından Deep Web üzerinden resim şeklinde paylaşılan ve günümüzde halen devam eden bir akıl oyunudur. Oluşum tarafından; Polonya, İspanya, Avustralya ve Güney Kore gibi Dünyanın dört bir köşesindeki bir çok ülkede binalara, elektrik direklerine ve banklara çok gizemli bir bulmaca asılmaktadır. Dünyanın farklı yerlerinde saklanmış ipuçları toplanarak çözülebilecek olan bu bulmaca her adımda daha da zorlaşmakta ve kimse tarafından çözülememektedir. Bulmacayı başarılı bir şekilde tamamlayan kişi, en sonunda oluşumla irtibata geçebileceği bütün bilgileri de çözmüş olacak. Dünyanın en zeki insanlarına akıl oyunlarıyla ulaşmaya çalışan bu oluşum kimilerine göre gizli bir örgüt, kimilerine göre uzaylılar, kimilerine göre ise istihbarat servisleridir.
Cicada 3301'in İlk Mesajı ise;
Merhaba. Üstün zekalı bireyler arıyoruz. Onları bulmak için bir test geliştirdik. Bu resimde saklanmış bir mesaj var. Mesajı bulmanız sizi bize getirecek olan yolu bulmanızı da sağlayacak. Bu yolu tamamlayacak olan ender insanlarla tanışmayı dört gözle bekliyoruz. İyi şanslar.
Bu şekilde insanlarda merak uyandıran bir örgüt çağrısı gibi duruyor ilk izlenimlerde ve kişiler ilk mesajdaki şifreyi çözmeye başladıklarında eğer başarabilirlerse karşılarına bir ördek resmi çıkıyor ve ördek resminin üzerinde ise;
Yanlış yoldasınız. Öyle görünüyor ki mesajı nasıl bulabileceğinize dair bir fikriniz yok.
Şeklinde ikinci bir mesaj elde ediliyor. Bu da insanları daha da bir meraklandırıp, bu işi ciddiye almalarını sağlıyor. Bu şifreleri ve mesajları aşırı ciddiye alıp takıntı yapanlar ise resmi incelediklerinde yeniden bir ipucuna rastlıyor. Bulunan bütün ipuçları “3301” olarak imzalanmış diğer gizli mesaj ve bilmecelere götürüyor. Kod kırıcılarla bir telefon numarası elde etmeyi başarıyorlar. Numara ise arandığında kaydedilen bir telesekreter mesajının sürekli tekrarlandığını duyuyorlar. Bu mesaj ise logosunda Cicada 3301 simgesi olan ve geri sayım sayacı olan bir internet sitesine yönlendiriyor.
Geri sayım bittiğinde ise Amerika, Asya ve Avrupa'daki bazı yerlerin koordinatlarıyla karşılaşıyorlar. Koordinatların bulunduğu bölgelerdeki bazı elektrik direklerine asılı Cicada posterleriyle karşılaşıyorlar.
Testler ve bulmacalar iyiden iyiye zorlaşmaya ve kişiye özel gönderilmeye başlıyor. Kod kırıcıların kendilerine gönderilen mesajları internette paylaşmaları üzerine, Cicada testleri değiştiriyor ve paylaşım yapanları “diskalifiye” ediyor. İlk mesajı yaymalarından 1 ay sonra, Cicada 3301 aradığı kişiyi bulduğuna dair bir mesaj yayınlıyor ve ardından kimliği bilinmeyen bir paylaşımcıya, Cicada tarafından, bir hacker grubu değil, “bir düşünce topluluğu” olduklarını belirten bir e-mail geliyor.
Cicada aradığı kişiyi bulduklarını söylediği mesajda ayrıca kendilerinden e-mail ve ya mesaj almayan takipçilerinin üzülmemeleri gerektiğini, çabalarından dolayı teşekkür ettiklerini, ileride böyle bir şansı onlara tekrar vereceklerini söylüyor.
Ayrıca bu mesajın en altında bulunan “P.S. 10412790…” diye başlayan şifrelenmiş kodda da arayışlarına ne zaman devam edeceklerini söylüyorlar. Bu testi tamamlayanların kim-kimler olduğu, ya da tamamlayan birisinin olup olmadığı tam olarak bilinmiyor.
Şifreli puzzle oyunları ile gönderilen fotoğraflardaki noktalar arasındaki bağ bir harita gibi. Şifrenin, gerçek yer koordinatlarını temsil ettiği biliniyor. Bunların uzaylılara ait semboller olduğuda söylentiler arasında.

şirinler

vaybanavaylarbana
Şirinler 1958'de Pierre Culliford tarafından çizgi roman olarak yaratıldı. 1981'de televizyonda gösterilen Şirinler büyük ilgi gördü. Yıllarca Türkiye'de de yayınlanan çizgi dizi, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birçok ülkede, yüksek izlenme oranlarına rağmen gösterimden kaldırılmıştır. Çizerle 1960'lı yıllarda yapılan bir söyleşide;
Çocukluğunda yaşadığı yerde Goblinlerden bahsedildiğini hatta çocuklar arasında oldukça popüler olduğunu ve onlar hakkında bir sürü hikaye dinlediğini şirinleri çizerkende goblinler etkilendiğini söylemiştir.
Goblinler tarihi kayıtlar da Gnom olarak geçer.
Yunanca yerde yaşayan anlamında genamus sözcüğünden üretilmiş GNOM yerde yaşayan demektir. taşlar mineraller bitki örtüsü üzerinde devasa güce sahiptirler. Pigmelerin dışında başka gnomlarda vardır. Bunlara ağaç ve orman perileri denir. Bazı gnomlar mermer ve çimentoya benzer ev yaparlar ancak bu maddenin fiziksel dünyada karşılığı yoktur. Gnomlar topluluk halinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları maddeden ayrılmazlar. Örneğin mamadriyadlar bir parçası oldukları ağaçla ve bitkiyle beraber yaşar ölürler. Gnomların boyları insanlardan küçüktür. Bununla birlikte istedikleri zaman biçim değiştirme yetenekleri vardır. Abbe de Villas yeryüzünün merkezine kadar bunlarla doludur küçük yapılı bir halktır. Hazinelerin minerallerin ve değerli taşların bekçileridir insanın sadık dostlarıdır demiştir.. Bazı otoriteler onları hilebaz kötücül ve hain bir yapıda tarif etmiştir.

sevgiliye en güzel hitap şekli

vaybanavaylarbana
sevgi kadar özel bir duygu için insanların ne kadar ezber ve klişe sözler kullandığını hiç düşündünüz mü? aşkım, bebeğim, hayatım, tatlım, sevgilim, birtanem, monnoşum, ponçiğim dur psikolojim bozuldu kamil. adam gibi bir kaç hitap söyleyin de hem duygularımız içine dolsun hem ahengimiz yerini bulsun.

süper insanlar

vaybanavaylarbana
Buz Adam
Hollanda'da yaşayan Wim Hof buz adam olarak biliniyor. Buzun altında yüzebiliyor ve buz dolu bir varilin içinde saatlerce kalabiliyor. Blanc dağına bile çok kısa bir sürede kısa kollu ile tırmanan 48 yaşında ki buz adam bu konuda dünya rekorunuda elinde bulunduruyor. Wim Hof'un gardolabın da hiç kışlık kıyafet yok yılın her mevsimi t-shirt, şort ve terlikle geziyor. Vücudunda yapılan tıbbi incelemelerde buz adamın vücut hücrelerinin bir şekilde soğukta daha iyi çalıştıkları anlaşılmış. Ancak buna neyin sebep olduğu bilinmiyor.
Bay Beyin
Daniel Tammet aslında otistik fakat en zor matematiksel işlemleri bile ışık hızıyla yapabiliyor. 10 bine kadar olan sayıları özel bir algılama kabiliyetiyle algılayan bu biyonik adam yüksek bir işlem yeteneğine sahip. Aynı zamanda dil yetenekleri de bulunan Bay beyin 12 dil biliyor. Her han gibi bir dili ana dili gibi öğrenebilmesi için ihtiyacı olan süre 1 hafta Daniel Tammet'in beyin aktivasyonu ölçüldüğünde normal insanlardan çok daha az olduğu ancak eline bir matematik işlemi veya dil kitabı verildiğinde beyinsel aktivitelerin bir anda normal bir insanınkinden 11 kat daha fazla arttığı görüldü.
Unutmayan Kadın
Nörobiyoloji uzmanı Jim McGaugh altı sene evvel ilginç bir vakayla karşılaştı. 40 Yaşında evli bir kadın “yaşadığım hiçbir şeyi unutmuyorum.” İddiasıyla uzmana başvurdu. Yapılan kapsamlı incelemeler sonucunda kadının gerçektende hiçbir şeyi unutmadığı ortaya çıktı. Kadının son 25 yılı üzerine araştırma yürüten doktorlar en ince detayları bile hatırladığını ortaya çıkarttılar. Ancak bu detaylar öylesine ufak ki bakarak bile hatırlamak mümkün değil AJ kod adı verilen kadın 25 sene evvel bir Pazar yerinde gördüğü tezgahın üzerinde ki bilekliklerin şekillerini sayılarını hatta dizilişlerini, karşı büfe'nin menüsünü, bir başka mağazada satılan ürünlerini ve bu ürünlerin bedenlerini dahi hatırlıyor.
Budist Rahipler
Uzmanlar son 20 senedir Budist rahiplerin özellikleri üzerinde çalışıyor. Özel bir teknik kullanan bu rahipler turn-mo adı verilen meditasyon biçimiyle metabolizma hızlarını %64 oranında düşürebiliyor. En çetin kış şartlarında -25 derecelerde dahi dışarıdan hiçbir yardım almadan vücut ısılarını 17 derece arttırabiliyorlar. Bu teknikte daha da ustalaşan kimi rahiplerse karşısında ki kişinin zihnini okuyabiliyor, birkaç km ötede iki kişi arasında geçen konuşmaları duyabiliyorlar.
Acı Hissetmeyen Adam
Tim Cridland isimli bu adam acı hissetmiyor. Kendisini kılıçla kesen Cridland bu acıyı hiçbir şekilde hissetmiyor. Doğuştan bir mutasyona sahip olan Cridland'ın beyne giden acı resptörleri yok. Daha evvel Bademcik, Apandist gibi pek çok ameliyat geçiren adam bu ameliyatların hiç birinde uyuşturulmadı ve ameliyatlarını izledi.
Herşeyi Yiyen Adam
Cam, metal ve toksit maddeleri bile yiyebiliyor Michel Lotito isimli 58 yaşında ki adamın miğdesi normalden 2 kat daha kalın. Lotito gençliğinde halkın kalabalık olduğu yerlerde metal ve cam yeme gösterileri yaparak bir süre geçinmiş. Bir günde 6.5 Kg metal ve 5.2 kg cam yiyerek dünya rekorlar kitabına girmiş.
Hiç Büyümeyen Kız
Amerika birleşik devletlerin de yaşayan Brooke Greenberg 76 Cm boyunda ve 13 kilo. Bir oyuncak bebeğe benzeyen küçük kız sizi şaşırtmasın çünkü kendisi tam 16 yaşında. Brooke'un dört yaşından beri sadece saçları ve tırnakları uzuyor. Onun için zaman adeta donmuş durumda. Büyüme hormonu kesinlikle etki etmiyor. Bilim adamları uzun süredir bu nadir görünen hastalığa çare bulmaya çalışıyor. Ailesi ise Brooke'u artık bu şekilde kabul etmiş durumda.
Kriko
45 Yaşında ki Edward Moss'un lakabı kriko. Bir süpermarket zincirinin deposunda çalışan moss 1 tonluk yük paletlerini bile elleriyle kaldırarak herkesi şaşkına çeviriyor. Bu özelliğini ise ilk olarak 5 yaşındayken Annesi fark etmiş. Moss 5 yaşındayken dolapta ki şekelemelere ulaşamayınca buzdolabını havaya kaldırmış. Rekoru ise 2400 kgs lik bir kamyoneti tamamen havaya kaldırmak.
Masutatsu Oyama
27 Temmuz 1923 de bugünkü Güney Kore'nin Gunsan eyaleti yakınlarında bulunan bir köyde doğdu. 1947'de İlk Japon Ulusal Savaş Sanatları Turnuvasında karate dalında şampiyon oldu. 1950'de karatesini test etmek için boğalarla karşılaşmaya başladı. İlk karşılaştığı 3 boğayı çıplak elleriyle öldürdü bu durum zamanla onun hobisi halini aldı. Toplam 52 boğa ile karşılaşma yaptı. Pek çoğunu öldürdü yada boynuzlarını kırarak kavgayı sonlandırdı. 1952'de Amerika Birleşik Devletlerin'e giderek karatesini ulusal televizyonda tanıttı. 270 farklı insanla dövüş yaptı. Bunların 221 tanesinde rakiplerini tek yumrukta nakavt etmesiyle sonuçlandırdı. En uzun karşılaşması üç dakika sürdü. Yapılan ölçümlerde Oyama'nın yumruğunda ki gücün 240 Kilo olduğu görüldü normal bir insanda bu güç 20 - 30 kilo arasındaydı.
Isao Machii
Normal insanların kat be kat ötesinde bir el göz hakimiyetine sahip olan machii, kılıcını büyük bir maharetle kullanmakta ve kendisine fırlatılan her cismi kılıcıyla dilimlemeyi başarmaktadır. Bu durumu o kadar ileri boyutlara taşımıştır ki özel bir makine ile kendisine saatte 700 KM hızla fırlatılan tenis toplarını havada dilimlemeyi başarmıştır. Machii bir röpörtajında gözlerini kullanmadığını fırlatılan nesnelerin kat ettikleri yolu hayalinde canlandırdığını söylemiştir.
Dünyada normal insanların hayal dahi edemeyeceği güçlere sahip pek çok insan var. Günümüzdeyse bilim kendi süper insanını yaratmak için harekete geçmiş durumda. Dünyanın en büyük uluslararası biyolojik araştırması olma özelliğiyle çeyrek asırı deviren İnsan Genomu Projesi, tarihi bir gelişmenin arifesinde. Farklı ülkelerden 150 bilim insanının mayıs başında Harvard Üniversitesi'nde gerçekleştirdiği “Sentetik insan geni” hakkındaki gizli toplantının ilk notları Science dergisinde yayınlandı. Buna göre bilim dünyası, DNA'yı oluşturan dört bazı temsil eden A, C, G ve T harflerinin değiştirilerek sentetik bir gen oluşturulabileceğini tartışıyor. Teklif edilen projeye göre laboratuar ortamında üretilen 3 milyar harf daha DNA'ya eklenebilir. Uzmanlara göre bu gelişmeyle kansere dayanıklı hücreler üretilebilir veya nakil edilebilecek organlar yapılabilir. Hatta insana süper zeki, süper becerikli ya da süper güzel özelliği verecek DNA kodlarının embriyoya yerleştirilmesiyle “Süper insan” yaratılabilir. Ancak bu yeniliklerin beraberinde farklı sorunlar getirmesi riski var. Kansere çare bulunsa bile gen değişikliğiyle birlikte daha önce adı hiç duyulmamış hastalıklar ortaya çıkabilir. “Süper insan” yaratma endişesi insanlar arası ayrımcılığı artırabilir. Maddi olarak herkes tarafından karşılanamayacak bu teknolojiyle toplumun bir kesimi sağlıklı ve güçlü çocuk sahibi olurken diğer kısım ikinci sınıf vatandaş muamelesi görebilir. “Sentetik insan” fikrine karşı çıkanların sayısı da oldukça fazla. Dini otoriteler sıfırdan insan yaratılması fikrine kesinlikle karşı olduğunu belirtirken kimi çevreler de bu alanda yapılan çalışmaların, daha önce nükleer teknolojide olduğu gibi önü alınamayacak sonuçlar doğurabileceğini, biyolojik savaşları başlatabileceğini savunuyor.
Projenin destekçilerinden Imperial Collage Profesörü Tom Ellis, Harvard Üniversitesi'ndeki toplantının hemen hemen hepsinde yasal ve etik koşulların tartışıldığını söyleyerek “Kimin geni kullanılacak?” “Projede kimin çalışmasına izin verilecek?”, “Kontroller nasıl sağlanacak?” gibi sorulara cevap aradıklarını belirtti. Ellis'e göre projenin mevcut teknolojiyle kısa sürede bitirilmesine imkân yok. Projeye 15 yıl gibi bir süre veren Ellis, projenin başarılı olması durumunda uygulama için 20 yıla daha ihtiyaçları olabileceğini ifade etti. 100 milyon dolar bütçe ayrılan projenin finansmanı için özel ve kamu sektörleri ile hayır kuruluşlarından kaynak talep edilecek. ABD'li ünlü biyolog Craig Venter ve ekibi bu yılın başında 500 bin DNA harfine sahip sentetik bir bakteri ürettiklerini açıklamıştı.

http://www.kultbilgi.com/super-gucleri-olan-insanlar/

gölge insanlar

vaybanavaylarbana
Dinler, efsaneler ve inanç sistemlerinin bir dizi karanlık ruhsal varlıkları ya da doğaüstü gibi tarif edilemeyen varlıkları tanımlamak için kullanılan tonun rengidir gölge. Yeraltının ve çeşitli yaratıkların, halk inançlarının, hayalet hikayelerinin tanımı olmuştur. Gölge insanlar kentsel efsane ve mitler gibi birçok insana görünen bir fenomendir.



Bu yaratıklar, ya da her ne iseler, Siluetleri insanınki gibi olup, genellikle göz ucuyla dışarıda görülen ve bazende evinizin odalarınızın duvarlarında bir anda ortaya çıkıverirler. Çoğu zamanda görüldüklerini anladıklarında bir duvar veya başka bir odaya kaybolurlar. Bu durumda onların bir bilinç sahibi olduğunu ispatlar niteliktedir. Gölge insanların tam olarak ne olduğunu kesin değildir. Bazen diğer tarafta onları bekleyen ışıktan korkan ve reddedenler varlıklar, toprağa, bir mekana veya eşyaya bağlı ruhlar olarak açıklanmışlardır. Gölge İnsanlar Efsanesi ilk defa gece radyo talk-show programlarının birinde dile getirildi. Ev sahibi Art Bell röportajında gölge insanların konu edileceğini söylediğinde tarih 12 Nisan 2001 i gösteriyordu. Programda konu uzun uzadıya tartışıldı. Konuk Harley Reagan olarak bilinen yaşlı Kızılderili Thunder'dı. Gösteri sırasında, dinleyiciler ve onları görmüş olanlar yaptıkları çizimleri radyonun web sitesine göndermeye başladılar. Bu çizimler derhal web sitesinde herkese açık olarak paylaşıldı ve gölge insanların çizimleri ilk defa bir programda geçti. O yıl Ekim ayında, Heidi Hollis Bu konuda ki ilk kitabını yayınladı ve daha sonra radyo programına düzenli konuk oldu. Hollis gölge olarak tanımlanan insanları periferik görme dışında titreme ve karanlık profilleri siluetlerin korkudan insan şeklinde olabileceğini açıkladı.

Fakat bazı vakalarda bu varlıklar gören kişiye zarar veriyor ve onların göğüs kısmına baskı yaparak, boğmaya çalışıyordu. Bu konu hakkında ise belki de bunların başka boyutlardan gelen yabancı varlıklar olduğuna inanmaktaydı. Online tartışma forumlarında bazı katılımcılar paranormal ve doğaüstü konular üzerinden onları tehditkar olarak bulduklarını diğer inananlar ve paranormal yazarlar ise gölge insanların iyi, kötü, ya da nötr olduğunu anlatıyordu. Spekülasyon o derece büyüdü ki bazıları gölge insanların aslında farklı boyuttan gelen başka bir evrenin sakinleri olduklarını öne sürdü. Çad Stambaugh gibi Bazı paranormal araştırmacılar ve yazarlar videoda gölge insanların görüntülerini kaydettiklerini iddia ettiler. Bazıları kırmızı veya sarı gözleri ile görülmüştür. Çoğu böcekler gibi olup, bizlerin onlardan korktuğundan daha fazla onlar bizlerden korkarlar. Yinede aralarında kötücül ve saldırgan olanlar da bulunmaktadır. Gölge insanların çoğu erkek görünümlü bazıları uzun mont giymiş ve şapkalı olarak tarif edilir. Gözümüzün köşesinde aniden beliren ve gözlerinizin içine doğrudan bakarak gecenin karanlığından daha kara olan bu varlıklar nadiren insanlarla iletişime geçtikleri belirtilmiştir. Bazıları sadece duman olarak belirmektedir, bazıları belden yukarısı görülmektedir, bazıları bacakları olup gözlemci gibi binaların ve çalıların arkasında dikilir veya evdeki dolapların içinden ve duvarlardan geçerler. Bazı kimseler bu varlıkların karabasan denilen uyku felcine de yol açan şeyler olduğuna inanmaktadır. Bu Varlıklar “benimle gel” ya da “biz burada” gibi şeyler söyleyerek insanları korkuttukları da bildirilmiştir. Bunun Dışında Birçok metamfetamin bağımlısının da uzun süreli sanrılardan sonra uyku yoksunluğu ile gölge insanlar gördükleri rapor edilmiştir. 2001 Yılında ki ilk programın ardından dünya üzerinde pek çok defalar kameraların kadrajlarına girmişlerdir.

http://www.kultbilgi.com/golge-insanlar-efsanesi/

son kopyalama işlemimizi bu başlık altına yapıştırıyoruz

vaybanavaylarbana
<html lang="tr-TR" style="" class=" js flexbox flexboxlegacy canvas canvastext webgl no-touch geolocation postmessage websqldatabase indexeddb hashchange history draganddrop websockets rgba hsla multiplebgs backgroundsize borderimage borderradius boxshadow textshadow opacity cssanimations csscolumns cssgradients cssreflections csstransforms csstransforms3d csstransitions fontface generatedcontent video audio localstorage sessionstorage webworkers applicationcache svg inlinesvg smil svgclippaths"><head>

azerbaycan gobustan

vaybanavaylarbana
Gobustan Azerbaycan'ın başkenti Bakü'nün Karadağ rayonun da yer alan dağlık bölgedir. Pek çok dağ geçidi barındıran bölgenin adının Azerice dağ geçidi anlamına gelen gobu kelimesinden türediği tahmin edilmektedir. 2007'de UNESCO, bölgeyi Dünya Mirası ilan etmiştir.
Gobustan'ı esrarengiz kılansa içerisin de barındırdığı paleolitik dönemden orta çağa kadar bir zaman dilimini kapsayan 6000 den fazla kaya resmi, henüz 20 tanesi keşfedilmiş antik yerleşim ve 40 tan fazla kurgana sahip olmasıdır.
Türk tarihçiler uzun yıllar eski çağlar boyunca bölge de yaşayanların Türkler olduğunu iddia etmişse de Sovyet tarihçilerine göre bölge Ermenilerin atalarına Avrupalı tarihçilere göre ise Kürt ve Ermenilerin ortak yaşadığı bir topluma aitti. Avrupalı ve Sovyet tarihçilerin dünya da gerçekmiş gibi kabul gören bu iddialarının dayanağı ise Gobustan yerleşimlerinden binlerce yıl sonra bölge de bir dönem yaşayarak Avrupa'ya göç etmiş bazı Kürt ve Ermenilerin iddialarından ibaretti. Tezin dayanakları bilimsel verilerden uzak ve dayanaksız dahi olsa hem Avrupalıların hem de Rusların “Türkler'e Orta Asya'da daha fazla hak iddia ettirmeme” politikalarına son derece uygun düştüğü için siyasi olarak kabul görmüş ve desteklenmiştir. Bu bağlam da Gobustanın Ermenilerin ve Kürtlerin atalarına ait olduğunu ispatlamak adına 90'lı yılların sonlarına kadar bir çok tarih projesi yürütülmüş ve bahse konu devletlerce finanse edilmişse de bilimsel olarak bu çalışmalardan bir sonuç alınamamıştır. Sovyetler dönemin de ise finansman ve teçhizattan mahrum kendi imkanları ile bölgeyi incelemek isteyen Türk tarihçilere bırakın yardımcı olmayı bölgeye giriş izni dahi çok kısa sürelerle büyük zorluklarla verilmekteydi. Sovyetlerin dağılış sürecinin başlayarak Azerbaycan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle bölge bir kere daha gerçek sahiplerine iade ediliyor ve çalışmaların önü açılıyordu.

kırmızı başlıklı kızın gerçek hikayesi

vaybanavaylarbana
Masallar da oynatılan oyunlar da toplumsal cinsiyet rolleri içerir. kız çocuklar evcilik oynarken erkek çocuklar kılıçla oynayıp maceraya atılacakları zamanı beklerler. masallar kızlara kal, erkeklere git der.
Kırmızı Başlıklı Kız, küçük bir kız ile kurt arasındaki olaylara dayanan bir Avrupa halk masalıdır.
Sözlü edebiyata dayalı masalın tarihi çok eskide olsa evrimleşmiş metnin bilinen ilk yayımlanmış versiyonu, Fransız masalcı Charles Perrault'nun 1697 yılında basılmış Kaz Ana'nın Masalları kitabında yer alır. Bu ilk versiyonda öykü, kurdun kızı yemesi ile sona erer. Masalın zaman içerisin de birçok değişik versiyonu ortaya çıkmıştır. Hikâyenin, bilinen hâli 19. yüzyılda Grimm kardeşler'in Alman köylerinden topladıkları masallardan derlenip yazıya geçirilmiştir; bir avcının kurdun karnını yarıp büyükanneyi ve kırmızı başlıklı kızı kurtarmasıyla son bulur.
Masalın görünen teması, yasaklanmış bir şeyi yapmanın cezasıdır. Ormanda oyalanması yasaklanan kız, bu yasağa uymadığı için cezaya uğrar. Görünüşte çocukların tanımadıkları kişilerle konuşmaması gerektiği şeklinde bir ders verilir.

kurtadamlar

vaybanavaylarbana
İnsanın bir hayvan, özellikle de kurt biçimine girebilmeye yetenekli olması, kurt adam söylencesinin çıkış kaynağı hakkında yeterli bir açıklama değildir. Genellikle bir kurt tarafından ısırılma ya da belirli bir ayda doğma olayı diye bilinir. Çok eskiden beri çeşitli kaynaklarda ve toplumlarda kurt adam öykülerine rastlanmaktadır. Farklı coğrafyalarda yaşayan insan topluluklarında sadece kurt adamlık değil çeşitli insan hayvan karışımı yaratıklarında varlığından bahsedilmektedir. İskandinavların ayı adamları, Kızılderililerin bizon adamları, Afrikalıların sırtlan adamları, Türklerin itbarakları, ve İstanbul'un kedi kadınları bunlara örnektir. MÖ 5.yy.da yaşamış Eski Yunanlı tarihçi Heredot, Karadeniz kıyısında yaşayan kimi toplulukların büyücülerinin, yılın bazı günlerinde kurda dönüştüklerinden söz eder. Yunan mitolojisinde de kurda dönüşme inancı vardır. Yunan mitolojisine göre birgün Zeus, Arkadya kıralı Lycaon'a kızarak onu kurda çevirir ve Lycaon da sonsuza dek kurt kalıp çevresini dehşete düşürür. Roma çağında ise Vergilius, Plinius, Propertius, Servius ve Petronius, kurt adamlarla ilgili öyküler yazılmıştır. Petronius, ”Satyricon” adlı yapıtında tüm ayrıntılarıyla klasik bir kurt adam öyküsü anlatmaktadır.

manna

vaybanavaylarbana
Bir çok islam alimine göre Ayette bahsedilen kuvvet helvası mannadır. Çölde bulunulan 40 yıllık bir zaman diliminde bu nimetten Musa'nın kavmi yararlanmıştır. Ancak mannanın hikayesi daha da eskilere dayanır. Bazı araştırmacılara göre manna ilk olarak kayıp kıta MU'da keşfedilmiştir. İsmi de Mu-nnadır. Yani Mu'nin içeceği. 1904 Yılında Mısır bilimciler Sina yarım adasında yeni bir sefere çıkar ve 2070 metrede bir tapınak keşfederler. Tapınağın bir bölümü açığa inşa edilmişken diğer yarısı ise arkasında bulunan bir dağın içerisine oyulmuştur. Tapınakta yapılan araştırmalar esnasın da bir kabın içerisin de garip bir toz bulunur. Toza yapılan daha kapsamlı incelemler de bu tozun o güne kadar hep anlatılan ancak varlığı ispat edilemeyen manna olduğu anlaşıldı. Manna eski Mezapotamya medeniyetlerinde Şamanna olarak bilinirdi.
Antik Mısır'da rölyeflerden bu iksiri Firavunların ve soyluların kullandığı bilinmektedir. Ayrıca yine Eski Mısır da İnsiyeler isimli bir tarikat müritlerine kademe atlattırıp rahip sınıfına çıkartabilmek için; Onları taş bir tabuta kapatır çok az sebze ve manna ile besler sadece özel ihtiyaçlarını gidermesi için tabuttan çıkartarak 2 yıllık bir ruhsal evrime tabii tutardı. 2. Yılın sonunda eğitimi tamamlayan kişi artık her istediğin de Astral seyahate çıkabilir ve ruhsal varlıklar ile iletişim kurabilirdi.

Manna altın elementinin belirli bir şekilde yakılarak elektriğinde dahil olduğu çeşitli karmaşık kimyasal işlemler ile elde edilen monoatomik beyaz bir tozdur. Bu beyaz toz yüksek devirli altın ve platin grubu metallerden oluşur ve dünya'da bilinen en iletken maddedir. Manna kullanımına başlanmadan önce 40 günlük hayvansal ürünlerin yenmediği özel bir diyet uygulanır. Sonra düzenli olarak kullanımı neticesin de Kanseri yok etmek, kötü huylu tümörleri ortadan kaldırmak, beynin çok daha fazla nöron üreterek daha fazla çalışmasını sağlamak, 6. His'i açıp istenildiğinde belirli bir konuda transa geçebilmek gibi temel özelliklerinin yanı sıra daha başkaca bir çok hastalığa iyi gelmektedir.
http://www.kultbilgi.com/manna-masonlarin-gizli-iksiri/

pamuk prensesin yollu olması

vaybanavaylarbana
”Masallar çocuklara uyumaları, yetişkinlere de uyanmaları için anlatılır” derken Masalların arkasında yatan gerçek hikayeleri kastetmişti Jorge Bucay Madalyonun görünmeyen arka yüzünü ya da kırmızı perdenin ardında saklanmış kahramanların gerçek rollerini?
Evvel zaman içinde, 1729 yılının ağır ve yavaş geçen soğuk kış gecelerinden birinde, Hanau'dan yola çıkan Jacob ve Wilhem Grimm adında iki kardeş zorlu bir yolculuğun ardından Frankfurt'a varmak üzereydiler. Onları sıcak şöminelerinin başından kaldırıp bu yolculuğa çıkartan sebep ise, Frankfurt'taki güçlü bankerlerden biri olan Rudi Völler'den almış oldukları siparişi teslim etmekti.
Völler uzun zamandan beri sıkıcı geçen gecelerini heyecanlandırmak için bir şeyler yapmak istiyordu. Geceleri şömine karşısında okuduğu pornografik hikayeler artık kendisini eskisi kadar heyecanlandırmıyordu. Çünkü o hikayeler zaman içerisinde hem masumlaşmıştı hem de kafasında yeni oluşan heyecan verici eğilimlerden çok uzaktı.
Bir cumartesi günü, doğu seyahatinden dönen üç arkadaşı ona doğuda zengin tüccarların ve soyluların kendileri için özel pornografik kitaplar resimlettirdiklerinden bahsettiler ve o yolculuk sırasında kendileri için yaptırdıkları porno kitapları gösterince Völler'in kafasında ne yapmak istediği oluştu.
Göttingen'de profesör olarak çalışan Jacob ve Wilhem kendilerine gelen davetiye karşısında biraz şaşkındılar. “Önemli bir işi için beni ziyaret etmenizi beklerim. Saygılarımla, Rudi Völler.”
Grimm kardeşler Völler'in adını duymuşlardı. Ama adından önce onun özel zevkleri için akıl almaz paralar harcadığı söylentisi kendilerinin kulaklarına kadar gelmişti. Ertesi gün Frankfurt'taydılar. Völler'le karşılıklı konyaklarını içip işin detaylarını konuşuyorlardı. Völler, Grimm'lerden kendisi için bir hikaye yazmalarını istiyordu. Fiyatta anlaşılmış, Völler hikaye içinde özellikle ne istediğini söylemişti. Grimm kardeşler ceplerinde aldıkları avansın sıcaklığını taşıyarak sipariş aldıkları metni yazmak üzere Hanau'daki evlerine doğru yola çıktılar. Yol boyunca hararetle hikayenin temelini neye yaslayacaklarını tartıştılar. Hanau'ya vardıkları zaman Völler'in özellikle istediği cinsel sapkınlık temalarını içine koyabilecek omurga olarak Freyja'nın cücelerle olan ilişkisini kullanmaya karar vermişlerdi.
Freyja, İskandinav mitolojisinde aşkın ve cinselliğin tanrıçasıydı. Söylediği açık saçık şarkıların çoğu sansürlenmişti. Mitolojideki hikayeye göre; Alfrigg, Berling, Grerr ve Dvolin isminde dört cüce muhteşem bir gerdanlık yaparlar. Frejya bu gerdanlığı alabilmek için cücelerle sıkı ve uzun süren bir pazarlığa girişir ve pazarlık sonucunda gerdanlığı alabilmek için cücelerle bir gece geçirmeye karar verir.
Grimm'ler Frejya'nın hikayesini Dante'nin ilahi komedyasıyla, eski dönemlerin gotik halk esatirleriyle harmanlayarak, içine de Völler'in istediği cinsel eğilimleri de katarak Pamuk Prenses, yani orjinal adıyla söyleyecek olursak “Maria Sophia Margerete Christina Von Erthal” ve yedi ölümcül günah isimli grotesk pronografik öyküyü yazdılar.
Sulu karın ağır ağır yağdığı o gece, Jacob ve Wilhelm, bitirdikleri pornografik metni Völler'e okumak için gidiyorlardı. ve okudular…
Völler hikayeden o kadar haz aldı ki, hikayenin kendine sunduğu haz havuzunda uzun geceler boyunca yüzdü. Ve içinde yüzdüğü havuzu genişletmek için Grimm kardeşlere yeniden davetiye gönderdi. Ertesi gün yanlarına gelen Grimm'lerden bu hikayeyi ebeveynlerin çocuklarına çekinmeden okuyabilecekleri bir masal haline dönüştürmelerini istedi. Tek şartı haz aldığı cinsel hezeyanlar masalda yerini koruyacaktı. Grimm kardeşler daha önce almış oldukları paranın dört katını ceplerine koyarak Völler'in yanından ayrıldılar. Dört ay sonra anneler ve babalar piyasaya yeni çıkan bir kitaptan, uykuya direnen çocuklarına “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” masalını okuyorlardı.

Anger, Averice, Envy, Gluttony, Lust, Pride ve Sloth… yani öfke, açgözlülük, kıskançlık, oburluk, şehvet, gurur ve tembellik… Bunlar Dante'nin ilahi komedyasında cennete giden yolda arınılması gereken yedi ölümcül günahın isimleriydi. Grimm kardeşler hikayenin ilk halinde yedi cüceye bu isimleri vermişlerdi. Çünkü Völler'in amacı günahtan kaçmak değil tam tersi, yani olabildiğince günaha bulanmaktı aynen Pamuk Prenses gibi. Hikayede Pamuk Prenses cücelerin evine girince masada yedi tabak görür ve her tabaktan bir kaşık alarak yer. Bu onun yedi günahı tek tek tatmasını ve daha sonra da bundan aldığı hazla kendinden geçerek uykuya dalmasını anlatır. Ona haz veren bir duyguydu günahlarla oynamak, günah işlemek. Grimm kardeşler hikayeyi masal haline getirince Tembel, Obur ve Öfkeli dışındaki diğer dört cücenin ismini değiştirdi.
Pamuk Prenses masalında, karısı ölmüş bir kral, kralın kızı yani pamuk prenses, kralın aynı zamanda büyücü olan yeni karısı yani yeni kraliçe ve yedi tane erkek cüce var. O cücelerin neden hepsinin de erkek olduğunu düşündünüz mü ve neden bakire bir prensesin bu yedi erkek arasına sığındığını? Ve bir de nereden geldiği belirsiz olan nekrofilyak bir prensin varlığını?
Bu kimlikler arasında yergi yok Sodom'daki gibi. Gizli gizli, kimlikleri sızdırma var çocuk masalı adı altında. Aynen R. Völler'in istediği gibi.
Kazanan kim masalda? Prens ve prenses mi? Cücelere ne oldu? Ya da baba figüründe olan ve masalın başında çöpe atılan kral nerede? Bu soruların cevabını veremez masal. Grimm kardeşler bu karakterlerin sonunu yazmayı unuttuğu için mi?
Hayır! Çağdaş da olsa eski de olsa, ısmarlanmış da olsa her masal bir kurban ister sadece. Ve masalı okuyan da bu kurbanı isteyerek verir.
O kadar çok kitaba geçmiş, o kadar çok belleğe kazınmış ki bu masal…. Ama en önemlisi, toplumsal ahlak tarafından hemen benimsenmiş olması… İşte bu en zor karşı konulur şey…
Binlerce kez yinelenerek, masum suretler ardına gizlenerek ortaya konulan ne? Kazanmak? Ama ne yolla olursa olsun başarmak… “Ebedi mutluluk” olarak tanımlanan bu!”
Masallar kurban verme geleneğini devam ettiriyor sadece. Masal olsa bile, hayal olsa bile, kurgu olsa bile mutlaka bir kurban olması gerekliliğini sürekli insana hatırlatıyor.

yapay kıyamet senaryoları

vaybanavaylarbana
Her gün işimize veya okulumuza gidip akşam sıcak evimize dönüyoruz. Ay sonu yapılması gereken ödemeler, özel hayatlarımızdaki problemler, yeni bir telefon bir araba yahut bir gezi gibi dünyevi arzularımız... peki dünya sadece bu kadar mı? Hiç düşündünüz mü Ya bu düzen bir anda son bulursa o zaman ne yaparsınız ? Bir hayatta kalma mücadelesine ne kadar hazırsınız? Evinizin güvenli olmadığını anladığınız da nereye gidebilirsiniz? Ya yiyecek ve ulaşımdan ne haber? 6 küsür milyar nüfusu ile dünya artık insanlığın yükünü kaldıramayacak bir halde, kaynaklar hızla tükeniyor bilimin anlattıkları insanlığı yöneten devletleri kuklası haline getiren küresel sermayeyi, savaşı ve barışı kontrol eden yapılanmaların da dikkatinden kaçmış değil elbette, bu yüzden nüfusun azaltılmasına ve yeni bir dünya düzeni kurulmasına dair yapılmış ince planlar gün geçtikçe daha da yaklaşıyor ve zaman biz sıradan insanların aleyhine işliyor Olası bir kıyamet için 2022 yılına kadar gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel 4 sebebi sıralayalım ve ardından bu sorulara bir yanıt arayalım...
KÜRESEL ELEKTRİK KESİNTİSİ
Amerika'nın haarp silahını duymayanınız yoktur. Silahın en önemli özelliklerin den bir tanesi küresel çapta bir elektrik kesintisine yol açabilmesidir aynı şekilde bir başka olasılıkta güneşteki patlamalar, patlamaların elektriksel enerjiyi emdiği biliniyor ve güneş önümüzdeki yıllarda gözlem tarihinin en aktif dönemine girecek bununla alakalı sistemlerin çökme olasılığının yazılıp anlatıldığı bir çok makaleye ulaşabilirsiniz. Eski çağlarda da elektrik yoktu ne olmuş diyorsanız Dünyada elektriğim keşfinden önceki en kalabalık nüfus 850 milyondu ve o dönemin insanları günümüz internet çağı insanlarına göre son derece kısıtlı bir bakış açısına sahipti. Yine aynı şekil de dünyada nüfusun doyurulup temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için bugünkü gibi dev fabrikalara ve tesislere ihtiyaç yoktu. Dünyadan elektrik enerjisinin tamamen kaybolması demek üretimin durması, açlığın baş göstermesi, hastanelerin işlevsizleşmesi, devlet kurumlarının işlerini yapamaz hale gelerek büyük bir kaos ortamının hızla yayılması anlamına gelir.
DARPANIN KAÇAK ROBOTLARI
Üzerinde yapay zekanın ışığının parladığı kurum darpa yani Defansif İleri Araştırma Projeleri Ajansı), ordu tarafından kullanılmak üzere, yeni teknolojiler üretmekle sorumlu ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı bir ajanstır. Yıllık bütçesi bilinmemekle birlikte bir çok ülkenin genel bütçesinden daha büyük olduğu da su götürmez bir gerçektir.
Soğuk savaş döneminde Rusya'nın Sputnik füzesini uzaya göndermesinin ardından 1958'de ARPA adıyla kurulmuştur. DARPA bugünkü İnternetin geliştirilmesinden sorumluydu ve Unix ile TCP/IP'yi de içeren birçok geliştirme projesini finanse etti. Darpa'nın yapay zeka ile çalışan askeri saldırı robotları ilk olarak 2009 yılında Irak'ta kullanıldın ancak kendi kararlarını verebilen bu savaş makinası kapatılmak istendiğinde operatörünü öldürünce proje askıya alındı. Darpa'nın Aldebaran firması ile ortak olarak geliştirdiği 35 cm boyundaki 7 tane humanoid robotu 2015 senesi mayıs ayında açık alanda test edildiği esnada kanalizasyonu kullanarak kaçtılar. Robotlar'ın başlıca özellikleri her han gibi bir wifi ağına şifre gereksinimi olmaksızın bağlanabilmeleri, internetteki alet yapımı adresler haritalar gibi bilgileri hızlı şekilde alıp işleyebilmeleri, solar enerji ile şarj olmaları, ve su geçirmez oluşları. Humanoidlerin firarının hemen ardından mahkeme konuya yayın yasağı getirdi. Darpa ise özel bir ekip kurarak robotları aramaya başladı kanalizasyonlarda yapılan detaylı incelemelerin ardından robotların gpslerini devre dışı bırakarak ormanlık alana kaçtığı saptandı. Ormanlık alanda yoğunlaşan aramalarda zaman zaman hümanoidlerin izlerine rastlansada henüz hiç birisi yakalanamadı, robotların amacı hakkında bir bilgi yok. Ancak Darpa tesislerin de de aktif vaziyette aynı tür robotlardan 10.000 tane kadar olduğunu Aldebaran firması açıkladı. Tokyo merkezli firmanın yaptığı sansasyonel açıklamalardan sonra Darpa firmayla 2020 yılına kadar olan sözleşmesini tek taraflı olarak fesih etti.
Bilişim uzmanlarının ateşli şekilde eleştirdiği kurumun marifetleri humanoidlerle de sınırlı değil günümüzde Afganistan da Amerikan ordusunca Taliban'a karşı kullanılan yüksek teknoloji ürünü silahlı insansız hava araçları da yine Darpa menşeli. Fakat Darpa'nın en ürkütücü projesi bu değil.
Kurum 2008 yılında tüm ülkenin güvenliğini kontrol edecek bir yapay zeka üzerinde çalışmaya başladı uzmanların hakkında sayısız eleştiri makalesi yazdığı program eğer kontrolden çıkarak yahut internet erişimi ile kendisini bir yere kopyalayarak sistemleri ele geçirirse elindeki dijital şekilde yönetilen kimyasal ve balistik füzelerle neler yapabileceğini hayal etmek pekte zor değil.
UZAYLI İSTİLASI
Dünya dışı zeki yaşam devletlerce her ne kadar örtbas edilmeye çalışılsa da gerek tarihi uygarlıklarda ki arkeolojik kanıtlar gerekse günümüzde yaşanan olaylarla, insanlara takılan implantlar, yüksek düzeydeki bilim adamları ve askeri yetkililerin açıklamaları ile artık herkesin malumu olmuştur. Dünya dışı zeki yaşam formları yani uzaylılarda kendi içlerinde Raptilyanlar, Anunakiler, Siriuslular, Alderbaranlılar ve Griler gibi yaşadıkları sistemlere ve biyolojik özelliklerine göre bir çok ırka ayrılıyor. Ancak bunlardan en tehlikeli olanları griler olarak adlandırılan tür. Çünkü bunlar aynı bizim koyunları ve sığırları besin kaynağı olarak gördüğümüz gibi insanları besin kaynağı olarak görüyorlar, dünya çapında resmi kayıtlarda 168.000 kadar aydınlatılamamış kaçırılma vakasının sorumlusunun griler olduğuna dair şüphe götürmez deliller mevcuttur. Bazı eski Nasa çalışanları, 51. Bölgede bir zamanlar görev yapmış bilim adamları ve ufo teorisyenleri diğer uzaylı ırklarından aldıkları bilgilere dayanarak artık yüksek sesle grilerin geldiği sistemde besin kaynakları tükenmek üzere ve çok yakında dünyayı besin kaynağı haline getirmek için işgal etmeye hazırlandıklarını söylüyorlar.
Zombi Virüsü
Meşhur İlluminati oyun kartlarınıhepiniz duymuşsunuzdur. 1994 yılında Steve Jackson Games firması tarafından piyasaya sunulan bu kartlar aslında oyundan çok birer senaryo kıyametidir. Japonya'daki Nükleer felaket, tsunami, ikiz kuleler saldırıları, emlak krizi, Clinton ve Obama'nın başkan olmaları hep bu kartlarda yıllar öncesinden haber verilmekteydi. Bir çok kriptolog kartların belli bir düzenle belirli tarihlerde gerçekleştiğini keşfetmiş ancak hangi kartta ki olayın hangi tarihte gerçekleşeceği henüz çözülememiştir. İlluminati oyun kartlarından en korkutucu olanlarından bir tanesi ise nüfusu azaltmak ve yeni bir dünya düzeni oluşturmak için insanlığa yapay bir zombi virüsünün bulaştırılmasıdır. Böyle bir şey imkansız dediğinizi duyar gibiyim ancak bilim adamları ve komplo teorisyenleri, hatta olayı bir adım ileriye taşıyacak olursak illuminatinin gizli labaratuarların da çalışmış ve tehdit altında ki doktorlar tam aksini söylüyor.
Bilim küçük silikon bir çipi bir virüse baglayarak, ilk nano-cyborg'u yaratalı 15 seneyi geçti. Buldukları ilk şey de, cyborglarin bünyelerinde bulunduğu canlı öldükten aylar sonra bile yasamaya devam ettikleri oldu.
Araştırmaların ilk aşamaların da bile nano teknoloji ile uğraşan bilim adamlarının bir zombiyi yaratmaya ne kadar yaklaştıklarına bakin. Yaptıkları işi yani dünyanın sonunu hazırlamayı iyi biliyor olmalılar
Dünya sağlık örgütü 2017 senesinde beyninize girip hasarlı nöron bağlantılarını yeniden kurabilecek nanobotları insanlar üzerinde denemeye başlayacaklarını açıkladılar. Nanobotlar zihninizdeki kopuk bağları birleştirirken ne ters gidebilir ki?
Çok yakın bir gelecekte beyninizde nanobotlar olacağını garanti edebiliriz. Bunlar siz öldükten sonra da çalismaya devam edecektir. Yani beyninizdeki çürüyen hücrelerin yerini alıp sizin kaslarınızı ve eklemlerinizi kontrol edebilirler ve bunu tüm vücudunuz çürüyene dek yapabilirler.
Nanobotlar kendilerini çoğaltabilecek şekilde programlanmakta ve hücreleri taklit edebilmektedirler yinede vücudun sahibinin ölümü eninde sonunda onun da ölümü olacak demektir. Kendi varlıklarını sürdürebilmek için kendini yeni bir bedene aktarmak isteyecektir. Bu yüzden nanobot zombisi sağlıklı bir kurban bulup ısırmak isteyecek ve kan yoluyla aktarılan nanobot yeni yuvasında düzeni tekrar ele geçirmek için çalışmalarına başlayabilecektir. Yeni kurbanına geçen nanobot bu canlının korteksini devre dışı bırakıp beyin kökü ile birlikte kontrolü ele alabilecektir. Böylece dünya sürekli genişleyen beyinsiz insanlar ordusu ile dolacaktır. Ayrıca benlik duygusunu kaybetmiş bir zihin iç güdüleri ile hareket ederken kendi cinslerini de besin kaynağı olarak görecektir. Böyle bir nanobot salgınının bildiğimiz her şeyin sonu olacağı aşikar
Ne yapılmalı?
Şu ana kadar dinledikleriniz size halen çok uzak geliyorsa şunu unutmayın ki 1341 yılında başlayıp 4 sene süren ve Avrupa nüfusunun 3 te 2 sini yok eden veba salgınınada o dönem de sıcak şömineleri başında oturan insanlara çok uzak geliyordu. Az önce bahsettiğimiz olaylardan birinin vukuu bulması tahmin dahi edemeyeceğiniz kadar yakın ve hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin hayatta kalmak için yapmanız gerekenler değişmeyecektir. Herşeyden önce kendinize küçük bir kıyamet kumbarası oluşturup herşeye rahatça erişiminiz varken böyle bir kaos durumunda ihtiyacınız olacak şeyleri satın alın.
Öncelikle kendinize bir hayatı idame kiti edinin doğada avlanma ve tuzak kurma konularında birkaç eğitici video izleyin ve doğadaki bitkileri tanıtan, nasıl barınak yapıp su temin edeceğinizi anlatan bir kitap edinin. Yürüyerek ulaşabileceğiniz ormanlık bir bölgeye Pirinç, Makarna, Un, Konserve gibi kolay bozulmayacak gıdalar ve alet edevat gömün. Yaşadığınız yerin çevresin iyi analiz edin kendinize o çevre için kaçış yollarınızı araç bulabileceğiniz yerleri ve ikmal yapabileceğiniz noktaları işaretlediğiniz bir harita oluşturun. Elektirik olmayacağı için benzin istasyonlarındaki pompalar çalışmayacaktır bunun için pille çalışan bir yakıt aktarma pompası edinin.
Diyelimki beklenen senaryolardan bir tanesi gerçekleşmeye başladı. İlk anda kurtulanlardan biriyseniz artık yapmanız gereken çok iş var. Soğuk kanlı olun öncelikle büyük şehirlerden uzaklaşın ve unutmayın hayatta kalma iç güdüsü ile kaos ortamında en büyük tehlikeyi insanlar oluştururlar. Çantanızı fazla ağırlaştırmamak kaydı ile hazırlayıp daha önceden belirlediğiniz erzak ve malzemelerinizin bulunduğu ikmal noktasına kalabalıklara fazla yaklaşmadan hareket edin.
Dışarısı güvenli değil artık. Hele de tek başına olan biri için. Belki seyahat ederken hızlı hareket etmenizi sağlayacaktır yalnız olmak, fakat bir tehlike anında, beklemediğiniz beklemediğiniz bir olayla karşılaşmanız halinde hayatta kalma ihtimaliniz oldukça düşük. Bu yüzden de bir grupla seyahat etmek en mantıklı seçim. Arkanızı koruyacak insanlar bulmalısınız.
Fakat bu grubu özenle seçmek çok önemli. Çünkü işlevsiz bir grupla hayatta kalma olasılığınız kendi başınıza hayatta kalma olasılığınızla kıyaslanamaz bile. Biraz ideal grubun özelliklerinden bahsedelim.
Bir post-apokaliptik ortamda yanınızda en son isteyeceğiniz şey bir çocuktur. Ergenliğini doldurmamış tüm insan çeşitlerinden uzak durun. Bir çocuğun düşüncesiz hareketleri sizi zor durumda bırakabileceği gibi, bir ergenin sonu gelmez yakınmaları ve çok bilmiş tavırları önce kendisinin, sonra grubun ve son olarak da sizin ölümünüze sebep olabilir.
Yaşlılar da tıpkı çocuklar gibi sizi yavaşlatmaktan başka bir işe yaramayacaklardır. Yolun ortasında bozulabilirler, kendilerini savunmada yetersiz kalabilirler ve muhtemelen vicdanlarını kontrol edemeyeceklerdir. Yaşlı sayısı fazla olan gruplardan uzak durun.
Bu iki kriterin görmezden gelinebileceği, veya faydalı olabileceği tek bir durum var. Eğer grubunuzda çocuk veya yaşlı insan bulunuyorsa onları yem olarak kullanarak bir tehlike anında hayatta kalabilirsiniz.
Fazla kalabalık gruplarda bulunmaktan kaçının. En fazla 4 kişilik, güvenebileceğiniz insanlardan oluşan bir grupla birlikte yolculuk yapın. Güvenmediğiniz biriyle yolculuk yapmak, grubunuzda zombi virüsü barındıran birini bulundurmakla aynıdır. Ayrıca Kalabalık grupların kontrolü zordur, hareket zorluğu yaşanır ve fikir ayrılıklarının olması kaçınılmazdır. Üç kişilik bir grupta yaşanabilecek farklılıklarda uzlaşma olasılığı 8-10 kişilik bir grubun tartışmasının uzlaşmayla sonuçlanma olasılığından çok daha fazladır. Kalabalık gruplarda kutuplaşmalar yaşanmasıda kaçınılmazdır. İnsanoğlu tamahkardır.
Katıldığınız grubun aile olmamasına özen gösterin. Evet siz ailenizi kaybettiniz muhtemelen ve aile sıcaklığını arıyorsunuz. Çok mantıklı. Ama bir aile içine girmek pek mantıklı değil. Bir aile eğer hala bir aradaysa dünyanın artık değiştiğini kabullenemeyebilir ve kolayca mantıksız hareketlerde bulunabilir. Ortama alışamamış aile bireylerinin birbirlerine karşı olan kaprisleri sizi ve grubunuzu tehlikeye atabilir. Söz konusu aile olunca insanlar koruma dürtüsüyle yanlış kararlar almaya yatkın olurlar ve yeni dünyada bu tür insanlara ihtiyacınız yok.

atatürke hediye edilen gizemli seccade

vaybanavaylarbana
Kurtuluş savaşı'nın mağlupları arasında İngilizlerin saflarında mücadele veren Hintli bir Mihrace de vardı. İmkansızlıklara yokluklara rağmen özgürlüğe giden yolda ki başlarının sırrını oda merak ediyordu. Henüz birkaç yıl evvel işgal için geldikleri İstanbul'a şimdi bu sırrı öğrenmek ve muzaffer komutanı yakından tanımak için Mustafa Kemal Paşayı ziyarete gelen yabancı heyete dahil olmuştu. Ankara her ne kadar başkent olsa da Atatürk ziyaretçilerin ve devlet adamlarının büyük bir kısmını İstanbul'da kabul ediyordu. Gazi bir zamanlar işgal kuvvetlerinin karargahı olan Tepebaşında ki Pera Palas otelin de 101 numaralı odaya yerleşmiş ve kapılarını tüm ziyaretçilere açmıştı. Yıl 1929'du Atatürk pencereden yoldan geçen insanları izlerken derin düşüncelere dalmıştı. Derken kapı çalındı ve yaveri içeri girerek “Paşam Hintli bir mihrace sizi ziyaret etmek istiyor.” Dedi. Gazi şaşırmıştı, O dönemlerde İngiltere'nin sömürgesi olan Hindistan ile şimdiye kadar kısıtlı diplomatik ilişkiler dışında gayr-ı resmi hiçbir ziyaretçisi olmamıştı genç Cumhuriyetin. Mustafa Kemal Paşa merakla “İçeri buyur edin.” Dedi. Astroloji kişinin kendi içinde ki, potansiyellerine, kişisel gücüne ve bu hayata geliş nedenine ışık tutan bir ilim ve öğreti biçimi iken, Hint Astrolojisi ise bu yolculuğu ruh vasıtasıyla yapan, ruh ve bedeni bir bütün olarak algılayan, sonuç alırken kaderi, karmayı, ruhun kendi labirentlerini de sistemin içine dahil eden eski ve kadim bir astroloji türüdür. Hint astrolojisi kendi başına bir sistem, özel matematiksel hesaplar, farklı bir astronomik detay kullanır ve Batı Astrolojisi olarak bilinen Modern Astrolojinin bir kolu veya türevi değil, farklı ama özgün bir astroloji sistemidir. Batı Astrolojisi ile teknik kullanımları ve yorumlama biçimleri farklıdır. Bu öğretinin esaslarına göre Atatürk için özel olarak hazırlanan halı şeklinde ki seccade aynı sene içerisinde İstanbul'a gönderilir ve bir heyet ile Atatürk'e takdim edilir. Devamını Videoda izleyebilirsiniz

çernobil faciası ve altın boynuz

vaybanavaylarbana
Yakın tarihine SSCB hakimiyetinde kaldığı yıllara konumuzla yakın ilişkili olduğu için kısaca değineceğiz. Stalin'in son yılları. Yıl 1952, Sovyet uçakları Abakan'ın üzerinden geçerken manyetik fırtınaya maruz kaldıklarını, radarlarının bozulduğunu rapor ediyorlar. 2 uçak düşüyor, araştırmalar o günün teknolojisiyle sonuç vermiyor. Nikolay Şvernik dönemi. Yıl 1959 2 uçak daha düşüyor Abakan'ın üstünde. Bazı koordinatlarda uçuş yasağı geliyor. Araştırma sonuçları bilinmiyor. Brejnev dönemine kadar yasağın sürdüğü sanılıyor. Bu dönemde de yine uçaklar düşüyor. Bu sefer 3 askeri uçak ve bir de küçük sivil uçak aynı bölge üzerinde düşüyor. Araştırma sonuçları bilinmiyor…

Soğuk savaş dönemi şartlarına göre, bir demir perde ülkesi olan SSCB oldukça ketum davranıyordu.
Daha sonraki yıllarda uydular Abakan üstünde değişik sinyaller belirliyor. Bölge üzerinde alınan sinyallerin ABD uyduları tarafından da tespit edildiği sonradan anlaşılıyor. Vasili Kuznetsov 1984'te başa geliyor en kapsamlı şekilde bu konuyu araştırıyor ama bir kaç ay sonra Kuznetsov'un devlet başkanlığı sona eriyor. 1988'de Mihail Gorbaçov Yüksek Sovyet Başkanı seçilir. 1991'de malum SSCB dağılır, birçok sırlar da tarihe karışır. Daha sonraki yıllarda anılarını anlatırken bir yakınına Gorbaçov şöyle diyecektir: “Tuhaftır ki SSCB ekonomik dağılım aşamasındayken Vatikan bir mezara 2 milyar dolar teklif etti.”

a1
Bu mezar hangi mezardı?
SSCB dağılınca birçok gizli belge yurt dışına çıkarılmış, pazarlarda; madalyalara, tanklara varıncaya dek, her şey satılığa çıkarılmıştı. Hatta eski silahlar, nükleer uranyum tüpleri dahi satılmıştı. CIA başta olmak üzere, birçok batılı istihbarat kurumları bu belgeleri koleksiyonerler vasıtası veya başka yollarla elde etmişti. Bu bit pazarlarında hayret verici belgelere rastlamak mümkündü. Türkiye'de de Rus pazarları bir dönem çok meşhur olmuştu. 1960 ya da 70l'i yıllara ait belge bir rapordan bahsediyordu: Bir çoban, Hakasya'nın bugünkü başkenti Abakan yakınlarında çok eski olarak bilinen, adına “delikli kaya veya kutsal kaya” denilen kayalık bir yere rastlar. Buranın daha önce ziyaret edildiği oradaki işaretlerden bellidir; zira oraya çaputlar bağlanmıştır. Ama ne zaman bağlanmış, zamanı bilinmez. Çoban meraklanır, orayı kurcalar ve yakınları ile define bulmak umuduyla kazarlar.

Ama başarısız olurlar, bir müddet sonra hastalanarak ölürler. Çoban ve yakınları ölünce aile durumu yetkililere bildirir. Yetkililerin yaptıkları bu incelemeler neticesinde, buranın binlerce yıllık bir lahit -anıt mezar kalıntısı olduğu tespit edilir. Burayı araştıran SSCB yetkililerinden de kısa süre sonra ölenler olur. Hal böyle olunca olaya KGB ve askerler de dahil olurlar. Yapılan tetkikler neticesinde bu anıt mezarda yoğun radyasyon olduğu, ölümlerin sebebinin radyasyona bağlı olduğu rapor edilir.
Yetkililer uzun uğraşlar sonunda ve bilim adamları eşliğinde mezara inerler. Kat kat olan mezar, çok ilginçtir; iki iskelet, çeşitli kova benzeri yarı toprak, yarı maden yapımı küpler, iki katlı şömineye benzer yapı vardır. Duvarlarda ilginç çizimler, tabi silinmemiş olanlar.

Fakat asıl hayret ve heyecan verici unsur ise; yuvarlak bir kaide üzerinde, bir insan boyunda, altına benzer bir boynuzdur. Duvarlardaki çizimlerde boynuz ve boynuz miğferli, elinde boynuz asa tutan, biri yıldız haritaları, gezegen üzerinde boynuz miğferli bir adam, deniz altında boynuz, dünya üzerinde üç boynuz. En ilginci boynuzların titreşim çizgilerle sanki birbirleriyle sinyal göndererek irtibat kurar şekilde çizilmiş olmalarıydı.

http://www.kultbilgi.com/altin-boynuz-gizli-hakasya-raporu-ve-cernobil-faciasi/

2045 organizasyonu

vaybanavaylarbana
2045 Organizasyonu, kâr amacı gütmeyen ve insan hayatını uzatma konusunda çalışmalar yapan bir organizasyondur. 2045 Organizasyonu, 2011 yılında; sinir ara yüzleri, robotlar, yapay organlar ve sistemleri araştırmak için Rus bilim adamları ile birlikte Rus Milyarder Dmitry Itskov'un finansörlüğünde kurulmuştur. Günümüzde ise dünyanın en önde gelen fizikçilerini biyologlarını ve bilgisayar mühendislerini bünyesinde barındırmaktadır. Organizasyonun, amacı: "İnsan kişiliğini biyolojik olmayan taşıyıcılara aktarmak, ömrü uzatmak ve ölümsüzlüğü bulmaktır. Bilim dünyasının geriye kalanı ve Vatikan gibi bazı teokratik çevreler projeye dehşetle yaklaşmaktadır. Ayrıca projenin finansörü Dmitry Itskov ve diğer Rus bilim adamları Rus Ortodoks kilisesince aforoz edilmişlerdir. Birleşik Terapatik Organizasyonunun kurucusu olan Martine A. Rothblatt ise, proje hakkında şunları söylemiştir: "1960'lı yıllarda karaciğer ve böbrek nakli yapıldığı zaman, bunu gördüğümde duyduğum dehşet ile bu projenin başladığını gördüğümde duyduğum dehşet aynıdır." 2045 Organizasyonu'na ait Rusya'nın Sibirya bölgesinde 4 ayrı tesiste çalışmalar hızla sürmektedir bu tesislerden iki tanesi yer altı tesisi'dir, son derece sıkı bir güvenlik ve gizlilik prosedürü uygulanmaktadır. Organizasyon internet üzerinden yaptığı açıklamalarda net bilgiler vermemekte ve diğer bilim adamlarının sorularını yanıtsız bırakmaktadır. bu yüzden çalışmalar ne aşamada bilinmemektedir. Fakat organizasyon kurulduğu günden beri 4 aşamalı bir program uygulanmaktadır ve bu program 2045 tarihe kadar tamamlanacaktır.

1. Aşama AVATAR A
Organizasyonun ilk hedefi olan avatar a'nın 2020 ye kadar tamamlanması ön görülmüşse de yapılan açıklamalarda sona çok yaklaşıldığı duyurulmuştur. AVATAR A'nın amacı insan beyninin tamamen sensörler yardımıyla okunarak fotoğraf ve yazı şeklinde bire bir çıktısının alınması ve zihni okunan kişinin zihnindeki bilgilerin uzaktan yapay bir vücuda aktarılması.

2015 senesinde organizasyon labaratuarlarında ücret karşılığında deneklik yapmış olan 24 yaşındaki Sergey Krumov yapmış olduğu anlaşmaya sadık kalmayarak basına bazı demeçler vermiştir.

Paraya çok ihtiyacım olduğu için kan vermeyi düşünüyordum sonra internette organizasyonun ilanlarını gördüm kobaylık maceram bu şekilde başladı. Orası filmlerde bile göremeyeceğiniz kadar ilginç ve sıra dışı bir yer. benim gibi 7 - 8 ücretli denek daha vardı. ilk gün hiç bir şey yapmadılar sadece yemek yemememizi istediler. Ertesi günse vücudumuza bazı ilaçlar enjekte ettiler bilincimiz bulanıkta olsa yerindeydi bizleri sırayla mr cihazına benzer bir cihaza soktular ben 3. sıradaydım. Cihaza girince narin bir kadın benden çocukluğumu ve ölmüş akrabalarımı düşünmemi istedi bir süre sonrada başka bir iğne yaparak beni uyuttular uyandığımda başım çatlarcasına ağrıyordu hücre gibi bir yerdeydim bir doktor gelip elime fotoğraflar verdi yıllar önce ölen büyük annem ve büyük babam tam da hayal ettiğim şekilde fotoğraflardaydı. Bu beni çok şaşırttı. Dmitry Itskov'uda bir çok defa gördüm camlı bir odanın arkasından nerdeyse bütün deneyleri izliyor kendisini ölümsüzlük fikrine saplantı halinde bağlamış durumda ve bunun için yapamayacağı hiç bir şey yok.
Bu demeçlerden sonra Sergey Krumov organizasyon tarafından mahkemeye verilmiş ve bir daha basın karşısına çıkmamıştır.
2. Aşama AVATAR B
Bu aşamanın 2025 yılına kadar tamamlanması ön görülüyor ve projenin en kritik ayağını oluşturuyor.
Amaç Ölen bir insan beyninin Organ nakline benzer bir şekilde nakledileceği yapay vücut. Organizasyona göre, Avatar B; nakledilen beyne konaklık yapacak, beyni canlı tutacak ve çevre ile etkileşim içerisinde olacaktır.
Organizasyon bu konu ile alakalı 2016 yılının mart ayında dünyaca ünlü biyolog Edward Wilson ile iletişime geçerek fikir alış verişinde bulunmuştur. Bu konuyla ilgili açıklama yapan Edward Wilson organizasyonun yaptıklarını hayretler içerisinde dinledim. bilimin hep bir açmaz olarak gördüğü bir çok konu için son derece pratik ve sağlam çözümler geliştirmişler. İnsan oğlu bedeninde hapsolmaktan kurtulmaya çok yakın Organizasyon çalışmalarını net şekilde kamuoyu ile paylaştığında bugün inanıp güvendiğimiz bilimden eser dahi kalmayacaktır. demiştir. Bu açıklamaların ardından bilim çevreleri bir anda hareketlenmiş biyoloğa ve organizasyona adeta ateş püskürerek sayısız eleştiri makalesi yazmışlardır.
3. Aşama AVATAR C
Bu aşama için Organizasyon şimdiden kendilerine ölümlerinin ardından beyinlerini satacak kişiler arıyor. 3. Aşama olan avatar c nin amacı ise Ölen bir insan beyninin, kişiliğinin, zihninin ve şuurunun aktarıldığı yapay bir vücut. Organizasyona göre ilk başarılı zihin aktarımı 2035 yılında gerçekleşecek. ve ortalama 100 kişinin zihni bu şekilde aktarılacaktır. konu ile alakalı sorun ise Rusya'daki etik tıp kurallarının böyle bir operasyona izin vermemesidir. Fakat yerli kaynaklara göre
Rusya gibi bir ülkede Dmitry Itskov'un bu bürokratik sorunları para ile kolayca aşacağı ön görülmektedir.
4. Aşama AVATAR D
Holagram formatında yapay bir vücut yaratmak 2045 organizasyonunun nihai hedefidir. organizasyona göre hologram avatara sahip insanlar asla hastalığa yakalanmayacaklardır. Avatar D, günümüz teknolojisiyle mümkün görünmemektedir ve insanların Fizik anlayışına ters düşmekte olsada konu ile ilgili Google'nin ortaklarından ünlü bilgisayar mühendisi Sergey brin kendi bloğundan yayınladığı makalesinde bundan 40 sene öncesine kadar dokunmatik cep telefonlarını hayal dahi edemeyen insanoğlu bugün bu cihazları gündelik yaşamın bir parçası haline getirmişken halen imkansız diye bir kelimenin varlığına inanması bana çok şaşırtıcı geliyor. Evet Hologramik bir vücuttan bahsediyoruz yani en gelişmiş kuantum bilgisayarlarının dahi işleyemeyeceği kadar fazla veriden ancak teknolojinin hızlı ivmesini de göz ardı ediyoruz. 2. nesil kuantum bilgisayarlarının işlemcilerinde artık transformatörler yerine verileri tam 5 milyon kat daha hızlı işleyebilecek yeni bir teknoloji üzerinde çalışıyoruz. bir kaç sene içerisinde tasarlanabilecek böyle bir hologramı çalıştıracak kadar güçlü yeni nesin kuantum bilgisayarlara sahip olacağız.
Organizasyonun Başkanı Dmitry Itskov 2016 yılının başlarında verdiği bir demeçte 2018 yılına kadar organizasyonun gerçekleştireceği hedefleri şu şekilde sıralamıştır.
Uluslararası bir sosyal hareket oluşturulması ve insanlığın sanal bedenlere hazırlanması.
Immortal.me adında bir sosyal network kurulması.
Yardım toplayacak bir vakıf açılması.
İş geliştirme departmanının güçlendirilmesi.
organizasyona bağlı bir üniversitesi kurulması.
ölümsüzlük projesine katkı yapanlara verilecek senelik bir ödül.
Virtüel bir oyun yapılıp internet üzerinden oynanması ki bu oyun 2045'in bir simülasyonu olacak ve avatarınızı şimdiden kurgulayacaksınız.
Zihinle kontrol edilen oyuncaklar.
Günlük işlere yardım edecek robot asistanlar.
Hayvanların beynindeki sinyalleri insanlara “tercüme” edecek cihazlar.
Zihinle kontrol edilen yeni bilgisayar oyunu ara yüzleri.
Herkesin satın alabileceği zihinle çalıştırılan protezler.
Yeni kişilik tanımlama sistemleri.
Bu açıklamalar otoritelerce hayalperest ve komik bulunmuşsa da organizasyon Moskova'nın güneyinde 140 dönümlük bir arazi satın alarak üniversitesinin inşaatına başlaması, Yeni kişilik tanımlama sistemleri ve kimlik sistemleri projesi için ise Kazakistan devletiyle 5 yıllık bir anlaşma imzalaması ve ilk zihin kontrollü oyuncak araba prototipini duyurarak 2017 yılının ortalarında seri üretime başlanacağını açıklaması ile dünya gündeminde yeniden yer edinmiştir.
Öyle ki bir çok teknoloji devi firma organizasyona ortaklık teklif etmişse de red edilmiştir.
Ayrıca organizasyon dünyadaki ilk insan dondurma şirketi olan Crayoincs'in hisselerini satın alabilmek için girişimlerini sürdürmektedir.

cadılık ve malleus malificarum

vaybanavaylarbana
Malleus Maleficarum yani cadıların çekici 1486 yılında ünlü cadı avcısı Handrick Grammer tarafından yazılmış cadılara dair en kapsamlı eserdir. Herkesin cadılığı kavramasını sağlayacak kadar açık bir dille latince olarak yazılmış yetkin bir metindir. 30.000 den fazla kopyası basılmıştır. "Cadılık" kavramı kültürel bağlamlarda olumlu ya da olumsuz anlamlar içerebilir. Örneğin Eski Hristiyan Avrupa'da cadılar şeytanî güçlerle ve şeytanla ilişkilendirilirlerken, modern çağda, günümüzde, cadılar kendilerini iyilikçi ve ahlak olarak da olumlu insanlar olarak tanımlamakta, diğer insanlarca da böyle tanınmaktadırlar. Tarihî örneklerde cadıların çoğu kadın olmasına rağmen, erkekler de cadı olabilirler. Erkek cadılara ise, gerek tarihte, gerek mitolojide, büyücü adı verilmiştir. Uygulamalar ve inançlar, her ne kadar çeşitli kültürlerde tanrılar ve ruhlarla yoğun ilişki içindedir. Çoğu kültürde cadılık dinî uygulamalar, ölümden sonra yaşam, ruhlar, sanrılar, paranormal olaylarla iç içedir. Cadılık, genel olarak büyünün kullanım alanı olarak karakterize edilmiştir.
Cadılık Kendi içerisinde 5 e ayrılır. Bunlar şu şekildedir.
Gardnerian: Çağdaş Cadılığın babası olarak söz edilen Gerald Gardner tarafından kurulmuştur. Gardnerci cadılık,katı bir şekilde Gerald Gardner'in kendi yazdığı Gölgeler Kitabı'na dayandırılır.O'nun ritüellerine bağlı kalınır.
Alexandrian: Alex ve Maxine Sanders tarafından kurulmuştur. Gardnerian'lara göre daha ılımlı ve esnektir.
Miras: Aileden gelip, kuşaktan kuşağa aktarılan cadılıktır.
Geleneksel: Geleneksel cadılar, cadılığı içgüdüsel olarak uygulayanlardır. Genellikle cadılığı daha keşfetmeden, maji uygular ve yönergeleri öğrenirler.
Hedgewitch: Çalışmaları tamamen toprak ve doğaya dayanan cadılardır. Hemen hemen sadece, otlar ve bitkilerle çalışırlar.
Cadılar, bu geleneklere bağlı kalarak Münzeviler ya da Cadılar Meclisi denen gruplar halinde çalışırlar. Cadılar Meclisi, belirli aralıklarla buluşan ve birlikte çalışan bir cadı grubudur. 13 kişiden oluşmak zorunda değildir. Ama 3'ten fazla kişi barındırmalıdır.
Kendi başına çalışan cadıya, "Münzevi Cadı" denir. Aynı cinsiyette bile olsa, birlikte çalışan iki cadının ilişkisine de "ortaklık" denir.

Cadı Avı

Tarihte ilk olarak eski Roma'da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar Avrupa'nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar da Güney Afrika'da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma'da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış oluyordu. Teolog B. Von Worms (965-1025) cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı. Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında gerçekleşti.


1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra 1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585 yılında Trier'de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof'u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihte sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.

15. yüzyılda Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları iddia edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
Türkiye'de Cadılık
Türkiye'de ise durum sanıldığından daha karmaşık. Osmanlıdan günümüze kadar Halk arasında cadılık her ne kadar hoş görülmemiş olsada devlet politikası olarak nitelendirilebilecek bir kanun yahut dayatmaya rastlanmamışsa da cadılık Avrupada ki kadar gün yüzüne çıkmamıştır. Tarihi kaynaklarımızda bu konuya dair abartılı anlatımıyla evliya çelebinin seyahat namesinde geçmektedir.
Evliya Çelebi, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzündeki savaşına şahit olur. Zifiri karanlık bir gecede yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başlar. Ortalık Çerkez kadınların nakış işleyebilecekleri kadar aydınlanır. Durumdaki anormalliği sezen Evliya civardaki Çerkezlere sorup, “vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur, Çerkez cadıları ile Abaza cadıları göklere uçup vuruşurlar” cevabını alır. Sonra da dışarı çıkıp korkmadan seyr-i temaşa etmesi tavsiye edilir. Yetmiş, Seksen kişiyle birlikte dışarı çıkan Evliya, büyük ağaçlar, küpler, tekneler, hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu hayretler içerisinde görür. Tam 6 saat süren bu vuruşmada kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kaplar. Havadan yere keçe, sırık, küp, tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri, en nihayet at, insan ve sair hayvan uzuvları yağmaktadır. 7 Abaza cadısı ve 7 Çerkez cadısı sarmaşıp yere düşerse, Çerkez cadıları hemen 2 Abaza cadıyı kanlarını emerek öldürür ve ölülerini ateşe atarlar. Horozların ötmesiyle biten savaşın ardından (Cadılar)da giderler. Evliya, bu olayı görüp hayretler içinde kaldıklarını belirterek, ahali de 40 – 50 yıldan beridir bu denli şedid bir “karakoncolos gecesi” görmediklerini söyler.
Ayrıca Kaşgarlı Mahmudun divan-ı Lugat ül türk adlı eserinde cadılar konusuna değinmiştir.
Şeyhül islam Ebu Suud efendide bazı cadı hadiseleri konusunda fetva vermişse de bu fetvalar günümüzde kayıptır.
Eldeki veriler ışığında şu ana kadar cadılık ülkemizde bireysel ve çok ender olarak algılanmışsa da aslında gerçek böyle değildir. Ülkemizde birkaç asırdır faaliyet gösteren bir cadı tarikatinden bazı araştırmacılar tarafından ara sıra bahsedilmişse de bu tarikate dair her hangibi bir delil bulunamamıştır ancak 150 kadar üyesi olduğu düşünülen tarikatten bir cadı ile maji bilimci Murat Öztürk'ün yaptığı röpörtaj ve çektiği fotoğraflar bu iddiaları tamamen doğrulamıştır.

zombi kıyameti için 5 bilimsel sebep

vaybanavaylarbana
Popüler kültürün son yıllardaki en büyük atılımı zombilerdir desek zannımca yanlış olmayacaktır. Amerika Birleşik Devletleri hatırlayacağınız gibi 2016 senesinde zombi salgınına karşı tatbikat yaptığını açıklamıştı. Amerika'nın ardından İngiltere'de olası bir zombi istilası için eylem planı hazırladığını duyurmuş ve olayın ne denli ciddi boyutlara geldiğini açıkça gözler önüne sermişti. Zombiler üzerine sayısız dizi, film çekilmiş binlerce roman ve makale yazılmış, özel danslar kareografize edilmiş hatta festivaller dahi düzenlenmiştir. Kökeni Haitideki vuudu büyücülerine dayanan popüler kültürde ise öldükten sonra dirilip insan eti yemekten başka bir şey düşünmeyen zombi salgınına bilimsel olarak yol açabilecek 5 konuyu sizler için araştırdım ve risk sınıfına göre sıraladım.

5. BEYİN PARAZİTLERİ

Parazitlerin kurbanlarını beyinsiz zombi vari kölelere çevirmeleri doğada çok sık rastlanan bir şeydir. Toxoplasmosa gondi adlı bir parazit bize bunun ne kadar korkunç bir şey olabileceğini gösteriyor. Bu parazit farelere bulaşıyor ancak sadece kedilerin bağırsaklarında çoğalabiliyor ve bunun bilincinde olarak farenin beynini kontrol etmeye başlıyor. Fare tek bir farkla gündelik hayatına devam ediyor oda kedileri tehtid unsuru olarak algılamıyor aksine onları bulmaya çalışıyor.
Parazit bu şekilde fareleri kedilere yem yapıp daha fazla çoğalmayı başarıyor. İnsanlar ve fareler genetik olarak birbirine çok yakındır. Yani bir zombi kıyameti başlaması için toxoplasmosanın biraz evrilip insanlara geçmesi yeterli olucaktır.

4. NÖROTOKSİNLER

Nörotoksinler vücut fonksiyonlarınızı ölü sayılacağınız bir noktaya kadar yavaşlatabilecek çok komplike zehirlerdir. Kurbanlar bu durumdan alkaloidler ile uyandırılabilir. Ancak geri döndüklerinde eski hallerinde olmazlar; Yemek, uyumak, inlemek ve kollarını kasıp sersem şekilde hareket etmek gibi sadece iç güdüsel komutlarla hayatlarına devam ederler. Haitide 1962 yılında clarvus isimli kadın ölü ilan edilip gömülmüştür. 18 yıl sonra tandıkları tarafından bilinçsizce yolda dolanırken bulunmuş ve eve götürülmüştür. Daha sonra evin köpeğini canlı canlı yediği resmi kayıtlara geçmiştir. Yapılan polis soruşturması sonucunda kadına bir vudu büyücüsü tarafından nörotoksin verilip şeker tarlasında köle olarak çalıştırıldığı büyücü ölünce serbest kaldığı saplanmıştır.

3. RAGE VİRÜSÜ

Halk arasında deli dana virüsü olarak bilinen rage virüsü ineklerin beyinlerine ve omurgalarına saldırıp hayvanı kendi türlerine karşı dahi vahşi bir hale sokuyor. Bu virüs insanlara bulaştığında Yürüyüşte değişiklik, kasılmalar, odaklanma sorunları, doyma hissinin yok olması ve bilincin kaybolması şeklinde etkiler gözlemleniyor. Virüsün bir diğer özelliği ise çok hızlı evrim geçirip karakterini değiştirmesi olarak biliniyor.

2. NÖROJENEZ

Sizlerde mutlaka kök hücre araştırmalarını duymuşsunuzdur. Nörojenezler ölü beyin hücrelerinin yerini alabilen kendine has karaktere sahip joker hücreler olarak tanımlanabilir. Şu ana kadar tıp hastaları beyin hasarı hariç hemen her şeyden kurtarabiliyordu kalp pili, yapay kapakçıklar protezler vesaire. Ancak beyin öldüğünde dönüş yoktu. Fakat artık öyle olmak zorunda değil. Günümüzde Nörojenler beyin travması geçirmiş hastaların beyinlerini bir yere kadar onarabiliyor. Henüz yolun başında da olsa kısa süre sonra bu tedavi ile ölü beyin hücrelerinin bir çoğunun yenilenecebileceği ön görülüyor. Sorun şu ki beyin ölmeye dışarıdan içeriye doğru başlıyor. Yani ilk önce beynin sizi insan yapan korteks kısmı ölüyor.
Hayatta kalmanız için korteks gerekli değildir yürümeniz yemek yemeniz için beyin kökünüz yeterlidir. Yani beyin ölümü gerçekleşmeye başlayan birini alıp beyin kökünü kök hücre tedavisi ile oluşturursanız elinizde bilinçsiz bir şekilde dolanan düşünce ve karakterden mahrum sadece hayatta kalmak için gereken temel iç güdülerle hareket eden bir insana sahip olursunuz.

5. NANOBOTLAR

Meşhur İlluminati oyun kartlarını hepiniz duymuşsunuzdur. 1994 yılında Steve Jackson Games firması tarafından piyasaya sunulan bu kartlar aslında oyundan çok birer senaryo kıyametidir. Japonya'daki Nükleer felaket, tsunami, ikiz kuleler saldırıları, emlak krizi, Clinton ve Obama'nın başkan olmaları hep bu kartlarda yıllar öncesinden haber verilmekteydi. Bir çok kriptolog kartların belli bir düzenle belirli tarihlerde gerçekleştiğini keşfetmiş ancak hangi kartta ki olayın hangi tarihte gerçekleşeceği henüz çözülememiştir. İlluminati oyun kartlarından en korkutucu olanlarından bir tanesi ise nüfusu azaltmak ve yeni bir dünya düzeni oluşturmak için insanlığa yapay bir zombi virüsünün bulaştırılmasıdır. Böyle bir şey imkansız dediğinizi duyar gibiyim ancak bilim adamları ve komplo teorisyenleri, hatta olayı bir adım ileriye taşıyacak olursak illuminatinin gizli labaratuarların da çalışmış ve tehdit altında ki doktorlar tam aksini söylüyor. Bilim küçük silikon bir çipi bir virüse bağlayarak, ilk nano-cyborg'u yaratalı 15 seneyi geçti. Buldukları ilk şey de, cyborglarin bünyelerinde bulunduğu canlı öldükten aylar sonra bile yasamaya devam ettikleri oldu. Araştırmaların ilk aşamaların da bile nano teknoloji ile uğraşan bilim adamlarının bir zombiyi yaratmaya ne kadar yaklaştıklarına bakın. Yaptıkları işi yani dünyanın sonunu hazırlamayı iyi biliyor olmalılar.

Dünya sağlık örgütü Bu yıl içerisin de beyninize girip hasarlı nöron bağlantılarını yeniden kurabilecek nanobotları insanlar üzerinde denemeye başlayacaklarını açıkladılar. Nanobotlar zihninizdeki kopuk bağları birleştirirken ne ters gidebilir ki? Çok yakın bir gelecekte beyninizde nanobotlar olacağını garanti edebiliriz. Bunlar siz öldükten sonra da çalışmaya devam edecektir. Yani beyninizdeki çürüyen hücrelerin yerini alıp sizin kaslarınızı ve eklemlerinizi kontrol edebilirler ve bunu tüm vücudunuz çürüyene dek yapabilirler. Nanobotlar kendilerini çoğaltabilecek şekilde programlanmakta ve hücreleri taklit edebilmektedirler yine de vücudun sahibinin ölümü eninde sonunda onun da ölümü olacak demektir. Kendi varlıklarını sürdürebilmek için kendini yeni bir bedene aktarmak isteyecektir. Bu yüzden nanobot zombisi sağlıklı bir kurban bulup ısırmak isteyecek ve kan yoluyla aktarılan nanobot yeni yuvasında düzeni tekrar ele geçirmek için çalışmalarına başlayabilecektir. Yeni kurbanına geçen nanobot bu canlının korteksini devre dışı bırakıp beyin kökü ile birlikte kontrolü ele alabilecektir. Böylece dünya sürekli genişleyen beyinsiz insanlar ordusu ile dolacaktır. Ayrıca benlik duygusunu kaybetmiş bir zihin iç güdüleri ile hareket ederken kendi cinslerini de besin kaynağı olarak görecektir. Böyle bir nanobot salgınının bildiğimiz her şeyin sonu olacağı aşikar.

galata kulesi

vaybanavaylarbana
Adeta her taşından ayrı bir gizem fışkıran dünyanın incisi eşsiz şehir İstanbul'un bir gizemini daha aydınlatmanız için yolunuza ışık tutmaya çalışacağım bir yazı ile sizlerle beraberiz.

İstanbul'un silüeti ile belki de en çok özdeşleşmiş semtlerden biri o meşhur Galata ve burası ile bütünleşen Galata Kulesi. Galata'nın tarihine bakacak olursanız, birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. İstanbul'un fethedilmesinden sonra, Galata Kolonisi de kendiliğinden Fatih'e teslim olmuştur. İstanbul kuruldu kurulalı, bilinen en eski tarihte de burada yaşayan “bir sülale”, tarihin her döneminde sahnede yer almış ve varlığını sürdürme başarısını göstermiştir. Buradaki başarı, kendilerine göre tabi. İşte ben sizlere bugün Galata Kulesi'ni ve bu esrarengiz sülaleyi anlatacağım. “Galata Kulesi, aslında gemiler için bir deniz feneri görevi görmekteydi. Bizans devrinde buraya İsa Kulesi ismi verilmişti. Uzun yıllar bu isimle anıldı. Ta ki fethe kadar. Fetihten sonra Türklerin eline geçen bu kule, çok çeşitli amaçlar için kullanılmıştır: Hapishane, deniz feneri, yangın kulesi. Ayrıca 16. yüzyılda Kasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan Hıristiyan harp esirlerinin barınağı olarak da kullanılmıştır. Fakat Kule'nin kullanım amaçları arasında, en önemlisi rasathane olarak kullanılmasıdır ki, Sultan III. Murat'ın müsaadesiyle burada müneccim Takiyüddin tarafından bir rasathane kurulmuştur. Ancak bu rasathane, 1579'da kapatılmıştır. Burasının bir gözlem kulesi olması dikkat çekiciydi. İşte az önce dikkat çektiğim o sülale, devreye girerek rasathaneyi kapattırmıştır.

Kule dibi diye adlandırılan mahallelerde, fetihten hemen sonra çok esrarengiz olaylar oluyordu. Kule'nin dibinde cesetler bulunuyordu. Kalpleri sökülmüş olarak bulunan bu kadınlar hemen gayrimüslim mezarlıklarına defnediliyorlardı. Konunun esrarengizliği aslında fetihten çok öncelere dayanıyordu. Kule dibinde gizli bir tarikat vardı. Bu tarikat, paganist ritüeller uygulayan o sülalenin bağlı olduğu bir tarikattı. Konstantiniye döneminde Galata efsaneleri kulaktan kulağa yayılıyordu. Bir müddet sonra o bölgedeki herkes, korkudan kaçmış ve o sülale dışında kimse kalmamıştı. Artık korkudan kimse de o bölgelerde dolaşamıyordu. Korkudan girilemeyen bu bölge daha sonra imtiyazlı bir alan olmuş ve itibar görmeye başlamıştır. Bunun sebeplerinden biri ise, o kadim sülalenin orada bir fahişe tapınağı kurmasıdır. Bir çeşit genelev yani. Zaten mabed fahişeliği antik mısırda hatta günümüz Hindistanında da görülen çok eski bir ibadet şeklidir. Ama buranın farklı bir özelliği vardı. Burada önce ayinler yapılıyordu. Ancak her isteyen bu ayinlere katılamıyordu. Daha çok elit tabaka bu ayinlere iştirak ediyordu. Oraya gidenler itibarlı sayılıyordu. Korkulan kimseler oluyorlardı aynı zamanda nüfuzlu kimseler olarak bulundukları krallığın yapısında, söz sahibi oluyorlardı. Bugün orada yine genelev vardır. 'Tarih tekerrür ediyor' diyenler haksız da sayılmazlar.

Bu Kule'de ilginç şeyler oluyordu, Mesela, senenin belli dönemlerinde, kule dibindeki ritüelden sonra kuleye çıkılıp, seçilen kimseler atlayarak intihar ediyorlardı. Bu durum fethe kadar devam etti. Fetihten sonra, esrarengiz şekilde bazı intiharların yani kuleden atlama modasının olması tabii ki Osmanlı idaresinin dikkatini çekmişti. Fatih'in emri ile araştırılması ferman buyrulmuştu. Bahse konu ferman Topkapı sarayı müzesi arşivlerin de 2016 senesinde tesadüfen bulunmuştur. İşte biraz önce naklettiğimiz bilgiler böylelikle gün yüzüne çıkmıştı. Fatih devri ve sonrası esrarengizlikler az da olsa yine devam etmişti. Fakat oradaki sülale format değiştirerek varlığını bir şekilde devam ettiriyordu. Abdülhamit Han dönemde burada intihar vakaları yine artmıştı. Yani kuleden atlayarak intihar. Bu ritüelden bir türlü vazgeçmiyorlardı. Abdülhamit Han'ında ilgisini çeken bu olay, istihbaratçılarını oraya sevk etmesine neden oldu. Gelen raporlar çok ilginçti: Kule dibinde tıpkı eski dönemlerde olduğu gibi yine fuhuş yapılıyordu. Ticaret gemileri ile Dünya'nın çeşitli yerlerinden gemilerle gelen kadınlar, buradaki o eski tarikat tarafından fuhuşa zorlanıyor, gayri meşru doğan çocuklar, belli bir yaştan sonra çok gizli bir ritüelle intihar ettiriliyordu.

Abdülhamit Han'ın zabitleri aldıkları fermanla oraya baskın düzenlendiler ve bir tür masonik bir yapı ile karşılaştılar. Sorguya çekilen itirafçılar serbest bırakıldılar ancak bir süre sonra bunların da intihar ettikleri gözlendi. Yapı dağıtılmasına rağmen, o eski sülale orada kalmaya devam etti. Aile çok zengindi. Adeta İstanbul'un en zenginiydiler. Bu ailenin en ilginç akrabalarından biri ise bankerlik yapan Yahudi Kamando ailesiydi. Bu sülale, Osmanlı döneminde bir ticaret anlaşmasında aracı olunca, Yahudiler tarafından aforoz edildi. Bu kişi, öldüğünde ise anıt mezarı harabe halinde bırakıldı. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından anıt mezarı yaptırıldı. Bu konuda internette fazlası ile bilgi mevcut ufak bir araştırma ile kolayca ulaşabilirsiniz. Fetihten önce kulenin üzerinde bakır bir levha üzerinde masonik bir göz olduğunu da hatırlatalım. Bilindiği gibi Hezarfen Ahmet Çelebi Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçmuştu. Hezarfen'in uçtuğu yer Üsküdar'dı. Kız Kulesi'nin üzerinden geçerek buraya indi. Bizans tarihinde Galata Kulesi'ne, “İsa Kulesi” denmesi boşuna değildi. O tarikat, o dönemlerde, Hz. İsa'nın Galata Kulesi'ne ineceğini kulaktan kulağa yayıyordu. Hıristiyanlığa girmiş ancak eski paganist inançlarını da tamamen terk etmemiş olan Bizans halkı, İsa'nın Ayasofya'ya ineceğini bekliyorlardı. Hz. İsa'nın hangi kuleye ineceği bir çekişme konusu haline gelmişti. Velhasıl Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'ni özellikle seçmişti. Oraya Hz. İsa'nın inmeyeceğini ama oradan bir Türk bilim adamının uçacağını ispat etmiştir.

Şimdi tekrar konumuza dönelim: Abdülhamid Han'ın istihbaratçılarının verdikleri raporlarda şunlar vardı: Ritüel'de bir mizansen vardı. Hz. Musa ve Firavun kıssasında bir olaya atfedilen mizansen. Firavun tahtını yok edecekler diye tüm doğan erkek çocuklarını öldürtüyordu. Bilinen bir hikâye. Hani Firavun bir rüya görüp, korkmuştu. Rüyasını tabircilere anlattı ve ne manaya geldiğini sordu. Kendisine: “ Bir erkek çocuk dünyaya gelecek. O çocuk senin saltanatını yıkacak,” dediler. Firavun'da bunun üzerine doğan bütün erkek çocukların öldürülmelerini emretti. Ev ev dolaşırlar, yeni doğan çocuk olup olmadığını kontrol ederlerdi. Bunun üzerine kız çocuklarını, kadınları hayatta bırakıyordu. Üremenin devamı için. Belli bir seneye kadar erkek çocukların katledilmesi, kız çocuklarının bırakılması şu terimi doğurmuştu: HAYAT KADINLARI. Yani hayatta kalan kadınlara verilen isim. İşte burada “kutsal akrabalık” devreye giriyor. Paganist yarı Hıristiyan Bizans ile bu sülalenin ortak bir akrabalık nesli olmuştu… Kutsal Akrabalık bir kod'dur. Anlaması gerekenler mesajı anlayacaklardır. Burayı da fazla kurcalamamakta fayda var. Daha sonraları bu kulenin yanına küçük bir kule daha yapılmıştır ve burası “İkiz Kuleler” olarak anılmaya başlanmıştır. Buraya göz hastanesi yapılmış, ancak bu sıralarda onu oradan kaldırmaya uğraşmaktadırlar. Ayrıca bir başka dikkat çeken nokta da, Galata Kulesi'nin aynısı bugün Estonya'da da vardır. Elbette ki bu tesadüf değildir. İslam dininde intihar haramdır. Kültür dememizin sebebi başkadır. Sık sık duyarsın bazı yabancı tarikatların topluca intihar ettiklerini. Anlatmak istediğimiz, intihardan çok intihar şekli. Müslümanlar ekseriyetle intihar etmezler. Etseler bile kendilerini yüksek bir yerden atmazlar. Tarihte, Türk Sultanları arasında yüzüğündeki zehri içerek canına kıyanlar vardır. Japonlar da ise harakiri vardır.

Tarihi kayıtlara göre şöyle bir olay var:
1876 tarihinde bir Avusturyalı, nöbetçilerin dalgınlığından faydalanıp kendini kuleden aşağı atmıştır. Daha sonra acaba bu kuleden kimler atlayıp, intihar etmiştir? Cumhuriyet tarihinde, yüksek yerden atlayarak intihar etme, özellikle “Boğaz Köprüsü'nün” yapılışından sonra artmıştır. Köprüden atlayan ilk vakalardan birinde masonik locanın telkini olmuş mudur? Boğaz köprüsünden ilk intihar eden kişiyi biraz araştırın bakın neler bulacaksınız. Ayrıca Galata kulesinin mimari planlarında ki çapına ve yüksekliğine de bir göz atın. Acaba ortaya çıkan rakamlar neyin simgesi veya nerenin koordinatlarını işaret etmektedir? Bugün o bölgede, o sülale yine devrede. Galataport ile özerk bir alan mı yaratılmak istenmektedir? Arap Camii bu yüzden mi feda edilmek isteniyor? Galataport'a kim talip olmuştu, sonra onun sonu ne oldu? Fotoğraf gün gibi meydan da Fetih öncesi duruma dönmek isteyenler, çarpışıyor. “Hıristiyanlar ekümenlik istiyor, Yahudiler de boş durur mu, onlar da Galata'yı istiyorlar. Bizim İstanbul'umuzu parsellemişler, birbirleri ile zaman zaman ittifak yapıyorlar, zaman zaman da çatışıyorlar kendi emelleri uğruna. Hıristiyanlar, ekümenlik maskesi ile siyasi özerklik, Yahudiler ise, Galataport maskesi ile ticari özerklik istiyorlar. Meselenin özü budur. Ve o kadim sülale hala işbaşındadır.

poppy

vaybanavaylarbana
6 Ekim 2011 tarihinde açılan Poppy kanalı uzun süre de aktif vaziyette kaldıktan sonra 2 sene evvel bir anda kısa ve saçma videolar yüklemeye başlar. Ürettiği içerikler hiçbir segmente girmemektedir.



Ne bilgi vermekte ne günlük bir vlog kanalı nede bir oyun kanalı. İnsanlara hiçbir şey vermeyen bu kanal bir anda adeta sihirli bir değnek değmişçesine hızla basamakları tırmanır. Sebebi ise videolarında ki buram buram illuminati kokan mesajlarla bir anda forumlarda illuminatinin youtube'deki yüzü olduğuna dair başlayan dedikodulardır. Sizlerden gelen yoğun talep neticesinde işin iç yüzünü öğrenmek üzere yurt dışında ki bağlantılarımdan konu ile alakalı detaylı şekilde bilgi aldım. Nihayetinde ortada büyük bir çelişki var. İlluminati denilen oluşum Siyonist teşkilatlanmanın serbest komiserler kurulu şeklinde hareket eden bir çok devlet içerisinde son derece etkili dünya çapında gizli bir örgüttür ki tam teşkilat şemasını kıyamet alametlerinin gizli şifreleri 2 isimli videomda sizlerle paylaşmıştım. Böylesine bir oluşumun bir youtube kanalı aracılığı ile bir şeyler amaçlaması yahut amaçlarına araç olarak kullanması tezi Youtube dünyasının cahil bilgeleri için inanılabilecek bir tez olsa da bu işleri ciddi anlamda bilip farkındalıkla aydınlanmış kişiler için deliller yeterli değildir. Bir çok Siyonist teşkilatında kullandığı gibi illuminati kendisine bazı semboller ve söylemler geliştirmiş bunların en önde gelenleri tamamlanmamış pramit üzerinde ki her şeyi gören göz ve yeni dünya düzeni söylemleridir. Poppynin kanalında ciddi manada bu konuya dair ne tür deliller var? Tatminkar şeytani detaylara rastlanıyormu? Aldığım bilgiler doğrultusunda kanalı iyice inceledim Şimdi Poppy'nin kanalına biraz göz gezdirelim;

Poppy kızımız bir videosunda kendi şarkısını söylüyor şarkısını tersten dinlediğiniz de ise illuminati ile alakalı mesajlar verildiği net olarak anlaşılıyor. Bir başka videosun Poppy yüzüğünü tanıtıyor yüzüğünde ki İlluminati sembolü açık şekilde görülüyor, web sayfasına girip basitçe kaynak kısmına göz atarsanız illuminati pramitini net şekilde görebilirsiniz. Bir başka bölümde poppy illuminatinin sloganı yeni dünya düzenine açık atıflar yaparak Amerika'yı yüceltiyor. Ancak verdiği mesajlara dikkatle bakarsanız herkesçe bilinen nette hemen her yerde rastladığımız illuminati olgularından başkası değil. Yani aslında bilinenler dışında yeni bir şey yok. Elbette poppy Türkiye'den olan talebide iyi gözlemlemiş ve bazı videolarına Türkçe isimler vermiştir. Ayrıca poppy bir çok youtuberinde adeta ekmek kapısı olmuştur. Özellikle türkiyede poppy ifşa, illuminatinin kızı poppy isimli bir çok video çekilmiş ve bu videolar milyonlarca defa tıklanmıştır. Videoları yapan bu youtuberlar ise kendilerini adeta üstün zekalı ilan ederek poppynin illuminati ile alakalı sözüm ona bu gizli mesajları deşifre ettiklerini ilan etmiş ve ard arda videolar hazırlamışlardır. Buradan bu videoları hazırlayan arkadaşlara ufak bir mesajım var. Siz hiçbir şeyi deşifre etmediniz sadece poppynin size zaten göstermek istediği birkaç masonik sembolü gördünüz ki bu üstün zeka gerektiren bir şey değildir. Konumuza dönecek olursak bu videoları hazırlayan arkadaşlar buldukları sembol ve simgeleri poppynin özel masonik misyonuna açık birer delil olarak insanlara lanse etmekte ve poppynin günden güne artan popüleritesine biraz daha katkı sağlamayı başarmaktadırlar. Yazıktır ki bu videoları hazırlayan özellikle Türk youtuberlarımız bu konuda ne bir alt yapı nede bir bilgi sahibidir. Dikkatimizi tekrar poppy kanalına çevirelim. Her geçen gün daha da yükselen bu kanal her ay ürün satışlarından ve youtube reklam gelirlerinden on binlerce dolar kazanmakta ve bu rakam günden güne artmaya devam etmektedir. Gerçekte iddia edilenlerin aksine poppy'nin illuminati ile uzak yakın hiçbir alakası yoktur.

Youtube'nin platform olarak en büyük izleyici kitlesini 13 – 17 yaş arası ergen diye tabir ettiğimiz henüz hayatın gerçekliklerinden haberi olmayan genel olarak kurdukları hayaller ekseninde sadece youtubede veya internette yalan yanlış öğrendikleri bilgiler dışında bir kültürel birikimleri olmayan kimseler oluşturmaktadır. Bu yüzden ki saçma videolar, oyun videoları oldukça fazla ilgi görmektedir. Ayrıca bu kitlenin İlluminati merakını son derece iyi tespit eden Amerika'lı amatör yapımcı Kavin Martin dahiyane bir fikir geliştirir. Poppy yaptığı saçma videolara gizlediği herkesçe malum mesajlar, kamera önünde sevimli ancak melankolik bir kız, sahte hesaplarla forumlarda başlatılan dedikodularla kısa sürede 35 – 40 saniyelik maliyetsiz videolarla yüz binlerce dolar kazanmaya başlar. İşte poppy kanalının altında yatan en büyük gizem budur. Kanalın gizli bir örgüt veya tarikatle hiçbir bağı yoktur. Elbette ileride olur mu bilemeyiz. Tamamen kitlenin yumuşak karnını iyice analiz ederek dahice düşünülmüş bir pazarlama projesidir. Bu genç ve pazarlama dâhisi yapımcıya tebriklerimi sunuyor ve başarılarının devamını diliyorum.

roswell olayı

vaybanavaylarbana
Bu uçuş esnasında tahminine göre dört metre yükseklikte, saatte 22.000 km hızla giden dokuz tane disk şeklinde uçan daire gördüğünü bildirmiştir. Telsizden bu bildirim yapıldığı sıralarda Bir başka kasaba sakini Roswell kasabası şerifi, Binbaşı Marcel'e anlam verilemeyen bir cismin bir çiftlik arazisine düştüğünü ihbar ediyordu. Binbaşı Marcel emrinde ki bölük ile beraber cismin düştüğü çiftliğe giderek anlam verilemeyen cisim etrafına güvenlik kordonu çekti askeri yetkililere bilgi verdi. Bölgeye gelen özel bir askeri birlik tüm parçaları toplayarak 51. Bölgeye götürdü. Amerikan ordusu Roswell Günlük Gazetesi haberini ilk başta doğrulamış hatta enkaz kaldırma çalışmalarında görev yapan Yüzbaşı David Moore gazeteye bir röpörtaj vererek Bu kazayı insanlık tarihi için bir dönüm noktası olarak nitelemiş ilk defa dünya dışı zeki yaşamla Amerikan Ordusu tarafından bağlantı kurulduğunu gururla anlatmıştır. Amerikan ordusu kısa bir süre sonra yalanlamada bulunarak haberin gerçek dışı olduğunu söyledi. Gökten düşen cismin UFO değil meteoroloji balonu olduğu belirtilmiş ve bütün parçalar eksiksiz olarak 51. Bölge'ye inceleme amaçlı taşındığını Kazada can kaybı yaşanmadığını belirten bir kamuoyu açıklaması yapmıştır. Bu açıklamadan yaklaşık 1 hafta sonra yapılan ikinci bir açıklamada ise Yüzbaşı David Moore'un akli dengesinin yerinde olmadığı savunularak görevden ihraç edildiği bildirilmiştir. Oysa Yüz başının daha evvel hiçbir sağlık sorunu kaydı bulunmamaktadır.

http://www.kultbilgi.com/roswell-olayi/

şamanizmden gelen adetlerimiz

vaybanavaylarbana
Günlük yaşantımızda nedenini bilmediğimiz birçok davranış sergileriz. Gidenin arkasından su dökerek uğurlama, üç kez tahtaya vurmak gibi. Çoğumuz bu davranışları batıl inanç olarak adlandırırız. Ama bunlar, aslında binlerce yıldır yaşadığımız topraklarda sürdürülmüş Şaman gelenekleridir.

Türkler'in Şamanizm'den İslamiyet'e geçişi yüzyıllar öncesine dayansa da, günümüzde Şamanizm'den kalan birçok adet ve gelenekleri bulunuyor. Özellikle Asya da varlıklarını devam ettiren Türk toplumları kadim Türk öğretilerine halen sıkı sıkıya bağlı bulunup bunları İslamla sentezlemeyi başarmışlardır.

El Öpmek:
Şamanlarda kişiye alp veya bilge olduğunu göstermek için o kişinin eli öpülürdü. El öpmek hem saygının hemde biyat etmenin bir göstergesiydi. Örneğin yeni bir serdar obanın başına geçtiğinde obanın ileri gelenleri serdara biyat ettiklerini göstermek için özel bir törenle elini öperlerdi. Zaman içerisin de Türkler devlet kurmaya başladıkça bu geleneğin kaybolmayarak kurulan devletlerdede vücut bulduğu gözlemlenmektedir. Buna bir örnekte Osmanlı Devletinde padişah tahta ilk çıktığında gerçekleştirilen cülus törenleridir. Günümüzde de büyüklere saygı göstermek için el öpülür.

Tahtaya Vurmak:
İstenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır. Bazısı Amerikalılara da geçmiş adetlerdir. Geçerken Kuzey Buz Denizi'ndeki Bering Boğazını kullanmış olsa gerektir. Zira Amerikalılar da “knock on the wood” deyip 3 defa tahtaya vururlar.

Yeni Evlenen Kadınlara Kırmızı Kurdele Bağlama:
Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdele Şaman döneminden günümüze kadar gelmiş bir adettir. Bu kurdelenin anneyi ve yeni doğan çocuğu, Albız denen şeytana karşı koruduğuna inanılır. Alevilikte mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelenin de ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır. Gelinlere kırmızı kurdele bağlamak sanıldıgının aksine bekareti degil kötü ruh olan albastıyı kovması içindir.

Ay'ın Önemli Yeri:
Anadolu'da yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türklerin eski Gök tanrı inancından kaynaklanmaktadır.

Kurşun Dökme:
Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi.

Nazar:
Anadolu'da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır.

Mezar Taşı:
Şaman ayin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin, ailenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanların ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman'a yardım ettiği kabul edilir. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman'a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman'a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabul edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır Eski Türklerde mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir. Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın sanat eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu'da görülmektedir.

Talih Kuşu Terimi:
Tanrıça Umay'ın simgesi kuştur ve bolluk bereket sembolüdür. Şamanlar yılın bazı kendilerine göre özel olduğunu düşündüğü günlerde tanrıdan bir istek veya dilekte bulunmak için kimselerin göremeyeceği dağlık ovalık ıssız alanlara istedikleri şeyin resmini toprağa çizerler veya taşlardan yaparlar üzerine de muhakkak bir kuş sembolü iliştirirlerdi. Günümüzde halk arasında hıdrellez zamanı insanların diledikleri eşyayı toprağa çizme veya taşlardan yapması da bu adeta dayanmaktadır.

Halı Kilim Desenleri:
Şaman'ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çıyan, kunduz gibi yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı. Bugün Anadolu'da Türkmen köylerinde ve yaylalarda yaşayan yörüklerce dokunan halı, kilim gibi örgülerde de sıkça zararlı hayvan motifleri görülmektedir. Asırlar önce yaşamış Şaman atalarımızın giysilerinin izleri Anadolu da kilim motiflerinde yaşatılmaktadır.

Mevlit ve İlahiler:
Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir ayin düşünülemez. Oysa İslam dininde Kur'an dışındaki dinî eserlerin müzikle okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu'da Hz. Muhammed'in, (S.A.V.) ve Hz. Ali'nin (R.A.) hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve İlâhiler sadece Anadolu'da uygulanan müzikli anlatımlardır.

Türbelere, Ağaçlara, Çalılara Bez ve Çaput Bağlamak:
Şamanizm inancında dilek dileme şekli. Küçük kumaş parçaları genel olarak ağaçlara çok önem verildiğinden ve yaşamın sembolü kabul edildiğinden ve yaşam üzerinde muazzam etkileri olduğu düşünüldüğünden, bunların dallarına bağlanır ve dileğin gerçekleşmesi beklenir. Günümüz Türkiye'sinde bu eski gelenek halen devam etmektedir. Temelinde ise doğadaki her varlığın bir ruhu olduğu inancı yatmaktadır.

Köpek Ulumasının Uğursuz Sayılması:
Şamanizm'de köpekler ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu'da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bazı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır.

Gidenin Arkasından Su Dökmek:
Şaman kültüründeki suyun kutsallığı olgusunun doğurduğu adettir. Su berekettir, kutsaldır. “Su gibi çabuk dön, ak geri gel, ak çabuk, kazasız belasız git” demek için su dökülür gidenin arkasından. Ayrıca su içerken elle başı desteklemekte bir Şaman geleneği kalıntısıdır. Su içerken insanın aklı başından kaçmasın diye kafa elle tutulurmuş.

Mezarların Ayak Ucundaki Su Oyuğu:
Mezarların ayak ucunda bulunan küçük suluklar; ruhların susadıkları zaman kalkıp oradan su içmeleri inancına dayanır. Ayrıca kuşların, böceklerin o suluklardan su içmesinin, ölmüş kişinin ruhuna fayda edeceğine inanılır. Şaman kültüründe, ayinlerde kullanılan yardımcı ruhlar, kuş biçiminde tasvir edilmişlerdir. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şamanlara, gökyüzüne yapacakları yolculukta yardımcı olmaktadır. Şöyle ki şamanizme göre Gök tengrinin tahtı ve uçmag göklerde arşın üzerindedir. Şamanların öldükten sonra ki tek arzuları bu tahta varıp uçmaga yani cennete girebilmektir. Bu yüzden de ruhlarının kuş şekline girip uçmasını arzu ederler. Ayrıca Şamanizm de ruhun nefeste taşındığına inanılır, o yüzden hapşuruğun hızıyla kişinin ruhu ağızdan çıkıvermesin diye hapşurana çok yaşa denilir.

40 Sayısı:
Eski Türk inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsanesinde de, Sağan Han'ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz'un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tane kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür. 40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. Semavi dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim süreci konusunda fikir vermektedir. İslâmiyet'te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur'an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa'nın Tanrı'nın buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının, Eski Mısır'da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanların paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde Şaman veya totem gelenekleri bulunmaktadır. Bebek doğduktan 40 gün sonra bebeği “kırklama” eylemini de dahil edebiliriz.

http://www.kultbilgi.com/samanizmden-gelen-adetlerimiz/

meleklerin ilahi söylediği gizemli ada

vaybanavaylarbana
Aynoroz Adası Güneydoğu Avrupa'da Yunanistan'ın Halkidiki yarımadasından Ege'ye doğru uzanan 3 dar ve uzun yarımadanın en doğuda olan bir yerleşim yeridir.



Resmi adı Aynoroz Özerk Keşişsel Devleti, olan bu yerin Yunanistan toprakları içinde 390 km² alanda özerk bir devlet yönetimi vardır. 10. yüzyılda dinsel bir topluluk olarak doğan Aynoroz; Bizans, Osmanlı ve Yunan, egemenlikleri boyunca bağımsızlığını korumayı başarmıştır. En önemli yeri Athos Dağlarıdır. Bu dağın diğer bir adı Yunanistan resmi bölgeler sisteminde Kutsal Dağ Rahipleri Özerk Bölgesi olarak geçer. Birbirinden kale surlarıyla ayrılmış geniş avlulu 20 ortodoks manastırdan oluşur. Aynoroz, 20 manastırı temsil eden 20 kişilik bir meclisle yönetilir. 20 manastırın da mimari yapısı aynıdır. Yüksek surlarla ve bir kuleyle etrafı çevrilmiştir. Aynoroz'da yaşayan yaklaşık 2000 kişinin hepsi erkektir. Bunlar manastırda çalışanlar ve din adamlarındır. Komünal bir yaşam tarzları vardır. Çünkü 1000 yıldır bu topraklara bir tane bile kadın ayak basmamıştır. Tek ulaşım denizyoluyla yapılır ve isteyen her erkek bile yarımadaya giremez. Bölgenin tarihine bakacak olursak Athos dağı ve yarımada adını Trakyalı bir devden alıyor. Poseidon'a dev kayalar fırlatmayı hobi edinmiş olan bu dev, kayayı denize düşürünce Athos dağının oluştuğu söyleniyor.

Athos, Poseidon'un gazabına uğrayanlardan biridir. Diğer bir söylenceye göre, tam tersi olarak Poseidon Athos'a dev bir kaya fırlatıyor ve Athos'un altında kaldığı bu dev kaya Athos dağı oluyor. Yarımadanın kutsal olmasına Meryem Ana vesile olmuştur. Adanın kutsal olmasının sebebi ise, söylencelerde Meryem Ana'nın kötü bir deniz yolculuğundan sonra bu güzel bölgede karaya çıkması ve bölgeyi çok beğendiği için tanrının burayı ona hediye etmesiyle yarımadanın “Bakire Meryem'in Bahçesi” olarak anılmayı başlamasıdır. Aynoroz'da dünyevi zevklere yer yoktur. 10. Yüzyıldan sonra manastırlar yapılmaya başlanıyor. İlk dönemlerden beri keşişleri huzuru ve adanmışlığı sağlamak için kadınların girmesini yasaklıyor. Bölgenin kutsal durumu ve savaşlardan göreceli olarak hasar almaması, tarihi, muhteşem sanat eserlerinin, metinlerin ve ikonların çokça bulunmasını sağlamıştır. Efsaneye göre Hz. İsa bu bölgeden geçerken Tanrı dan burayı koruması altına almasını istemiştir.
Birkaç sene önce bu bölgeden kaydedildiği söylenen bir ses kaydı hızla Tüm Dünyaya yayıldı. 2010 yılında Yunanistan'daki kutsal Athos Dağları'nda bir turist tarafından kaydedilen ve kaynağı bilinmeyen bu seslerin meleklere ait olduğu iddia ediliyor. Kimi çevrelerde ciddi kuşkular uyandırmakla beraber. Bilim ve din Dünyasında tartışmalara neden oldu. Sesler bütün manastırların kapalı olduğu sessiz gece saatlerinde kaydedilmişti.

Kutsal Litürji komisyonu sırasında Kilise'nin büyük aziz Rab ibadeti olduğu vakit, bir ziyaretçi ilahi şarkılar söyleyen kutsal melekleri gördüğünü söyler. Kutsal Athos Dağında hac esnasında manastırlarından birine yakın otelde konaklayan genç bir adam, gece yarısında kiliseden gelen ilahi sesleri duydu. Aynı zamanda kiliseye baktığında penceresinin olduğu yerde çok tuhaf ve aydınlık bir kütle gördü ve daha yakından bakıp duymak için aşağıya kiliseye gitti ama kapılar kilitlenmişti ve ses içeriden kapılı kapılar ardından geliyordu. Bu sırada pencerenin olduğu yerdeki aydınlık kütleye dikkatle baktı ve onun Melek silüetinde olduğunu gördü. Onu gören Silüet bir süre daha orada kaldı ve sonra hızla yok oldu. Bu sırada genç adam sesleri teybe almayı başardı ve sesler kaydedildi. Meleklerin ilahisi adı verilen sesler incelendiğinde inanılmaz tiz bir tonda ve yüksek oktavda olduğu anlaşıldı. İlahi olduğu söylenen sesler içinde özellikle “hayat veren, Trinity ve üçlü-kutsal sözcükleri saptandı. Ayrıca Yaşlı Paisus 'un “Manevi Mücadele” isimli kitabında bu olayın benzerinin olduğu söylendi.

Ses oynatıcı
00:0000:00Yukarı/aşağı tuşları ile sesi artırın ya da azaltın.
Kimilerine göre bu dağlarda rüzgarların oluşturduğu ses titreşimleriydi. Kimilerine göre cinlerin insanlara oynadığı bir oyun Kimilerine göreyse bu yüce yaratıcıyı haykıran meleklerin ilahisiydi. Ses dikkatli dinlendiğinde ezanı andırmaktadır. Uzmanlara göre Garip şekilde verilen kısa esler ilahiyi söyleyen varlığın neredeyse hiç nefes almadığını göstermekte. İnsanın tüylerini ürperten ahenkli ilahi, kutsal bir çağrı yapıldığı inancını doğuruyor.

http://www.kultbilgi.com/meleklerin-ilahi-soyledigi-gizemli-ada/

slenderman

vaybanavaylarbana
Her şeyden önce Slenderman efsanesinin ortaya çıkışı diğer youtuberlerin yaptığı videolarda veya web sayfalarında yazılan makalelerde anlatıldığı gibi “Something awful” forumlarında hadi bir korku karakteri yapalım başlığı altında takım elbiseli, yüzü olmayan, normal insandan neredeyse iki kat uzunlukta yaratılan bir karakter olarak başlamamıştır.



Bu forumda başlatılan muhabbet ve yayınlanan fotoğraf sadece insanların ilgisini bu yöne çekerek tarihten gelen bir miti tekrar gün yüzüne çıkartmıştır. Gerçekteyse Slender Man'in tarihi çok eskilere dayanmaktadır. İddiaya göre Slender Man genellikle çocukları nadiren de yetişkinleri kendine hedef edinmiş psikopat bir paranormal varlıtıktır. insanları korkudan titreten bu korkunç yaratık seslerle kurbanın üzerine yürüyen ve ona her türlü negatif enerji ile kontrolü altına alan yüzü olmayan bir varlıktır. Slender Man'i gördüğünü iddia edenler onun fiziksel özelliklerini şöyle sıralıyor: Uzun boylu, yere kadar değen çok uzun kollara sahip, zayıf, takım elbiseli ve beyaz tenli. Efsaneye göre Slender Man geçmişte gerçekten yaşamış biridir. 1600 lü yıllarda ünlü bir şövalye olan bu kişi çok gizli bir tarikata üyedir. Bu tarikatın korkutucu ayinleri vardır. Ayinlerinde çocukları kurban olarak Tanrı'ya sunuyorlar. Çocukların iç organlarını çıkartarak vahşice katlediyorlardı. Kurbanlarını çocuklardan seçmelerinin sebebi onların masumiyete sahip olmalarıydı. İç organlarını çıkartmalarının sebebi ise mumyalama olayına bağlanmaktadır. Efsaneye göre Slender Man bir şekilde ölümsüzlüğe kavuşur ve kurban aramaya devam eder. Bu efsaneyi eski ağaç baskısı bazı gravürlerde görmek mümkündür. Bir başka efsane de eski Alman kültüründen gelmektedir. Der Großmann Almanca “uzun adam”. Uzun boylu adam, gibi anlamlara gelmektedir. Ortaçağ döneminde Germen folkloru soylu kıyafetleri giyen ve yüzü olmayan “Der Großmann” ın kara ormanda gezdiğini ve çocukları kaçırdığı anlatır. Efsanede uzun boylu adamın muhtemelen kendi suçlarının cezası için ağaçlara gerdirilerek asılmış sinirli bir çocuk tacizcisi olduğu söylenir. Çürüyen cesedi ağaçlardan aşağı sallansa da insanlar ruhunun hayatta kaldığını ve çocukları avlamaya devam ettiğini anlatır.

Ünlü Alman ressam Hans Baldung Grien Alman yağlı boya ve kara kalem resim ve gravür üzerinde isim yapmış bir ressamdır. Mitolojik konuları işleyen tablolar, portreler, eskizler, tahta baskılar, dokuma duvar halıları hazırlamıştır. 1510 Yılında yaptığı kadının Üç Çağı ve Ölüm isimli tablosunda Der Großmann efsanesinden etkilenerek gizli bir şekil yarattığı müzenin 2003 yılında resmi bazı bozulmalarını analiz için x ray cihazına sokunca anlaşılmıştır. X ray Resminde ölüm figürünün arkasında 4 adet daha kol görülmektedir ve bu slenderman'ın tanımlanırken en çok kullanıldığı noktalardan biridir. Efsaneye göre gün içinde slender man'ın büyük olasılıkla ortaya çıktığı yerler açık alanlar ile ağaçlık yerlerdir, boş yollar, ya da ormanın derinlerinde de olduğu söylenir. Slendarman kurbanlarından sağ kalanların çoğunun raporunda onu gece de gördüklerini söylüyorlar. Ayrıca açık pencereler, koyu renk odalar, boş ve cızırtılı TV ekranları, varlık alametleri olarak göze çarpmaktadır. Efsaneye göre Slendarman sadece 16 yaşından küçük çocukları öldürüyor. Onları bazen oyuncak ve oyunla kandırıyor, sonrada kendi ölümcül oyununu oynuyor. Kolları, bacakları, parmakları ince ve uzun, hareket ettiğinde ise bir kemiğin kırılma sesini andırıyor. Ayrıca boyunu istediği gibi uzatabiliyor. Eğer onu görüyorsan geri dönmeli ve kaçmalısın. Çünkü o seni takip edecek ve peşinden gelecektir. Uyandığında, öldürüleceğin ormanda gözlerini açarsın ve üzerinde koca bir yük varmış gibi hissedersin. O Sana bir soru sorar. Eğer doğru cevabı verirsen, kollarını ve ayaklarını kırarak öldürür. Eğer yanlış cevabı verirsen yavaş yavaş sopa gibi parmakları ile kalbini çıkartır.

İddialara göre Slender Man günümüzde kurbanlar almaya devam ediyor. Bu iddialar çeşitli video ve fotoğraflarla destekleniyor. Slender Man kurbanına yaklaştığında kurbanı onu bulanık görmeye başlar, kurbanı onu gördüğünde ruhunu umutsuzluk, mutsuzluk ve korku hakim olurmuş. Bunun dışında onun kayıt cihazlarını bozacak bir etkisi vardır. Bugüne kadar Slender Man'in var olduğu çoğu görüntü internete yüklenmiştir. Uzun süre bu konuda araştırma yapmış Amerikalı Doktor Michael Stewart uzun süre garip olayları araştırmıştır. Annabelle bebek gibi bir çok konuyu araştırdıktan sonra garip olaylar uzmanı olan Stewart bu konuya da el atmıştır. Slender gerçek mi? Sorusuna DR. Stewart verdiği cevapta:
“Slender hakkında kesin bir cevap veremememe rağmen kesinlikle öldürdüğü iddia edilen kişilerin ölüm şekilleri aynı. Ve çok ilgi çekici bir şey daha var ki Mısırlı'ların kurban verme ayinine benziyor. Slender diye biri varmı bilemiyorum ama varsa onun kesinlikle belli bir amaç doğrultun da ritüel yapmak için işlediğini söyleyebilirim.”
Slender Man'in başlıca özellikleri; boyunu ve kollarını istediği uzunluğa getirebilmesi, yüzünün olmaması, kamufle olabilmesi, ince olması, yaklaştığı kişinin görüş açısını bulanıklaştırması, her zaman takım elbise giymesi ve kurbanlarında paranoya, uykusuzluk, öksürük nöbeti gibi hastalıklar bırakması olarak sıralanabilir. Kurbanlarını öldürmek için 8 tane not bırakır ve kurbanını kendisine fark ettirmeden, öldüreceği bir ormana götürür. Kurbanları genelde çocuklar olur. Onu çekmek veya sesini kaydetmek isteyen makineleri bozar. Peki şimdiye kadar slinderman hakkında resmi polis kayıtlarına geçmiş olan olaylar ve özellikleri nelerdir?

– Aniden ortadan kaybolan çocuklar olmuştur. Ve görgü tanıklarının tabirlerine göre bu çocukları takip eden takım elbiseli, uzun boylu ve yüzü olmayan bir adamın görülmüştür.
– Slender Man'ın yakınında durduğunuzda hiçbir elektronik aletin çalışmadığı rapor edilmiştir. Yani o dönemde radyo, eski model televizyon, telsiz ve bazı cihazların çalışmaması gibi.
– Takip ettiği ve onun tuzağına düşecek kişilerin; uykusuzluk, iştahsızlık ve yorgunluk gibi halsiz düşürecek rahatsızlıkların meydana gelmesi kurbanlarına yapılan otopsi raporlarında ilginç şekilde ortaya çıkmıştır.
– Olayların polise bildirilmesine rağmen “Slender Man” lakaplı bu varlığın asla bulunamaması.
– Olayların yaşandığı mekanlarda veya Slender Man'ın önceden bulunduğu mekanlarda resim çekildiğinde bazı fotoğraflarda arkada hafif bir gölgesinin olması.
– Çocuklara oyun şeklinde yerlerde ve duvarlarda 6 adet kağıt bırakarak onlarda yazanları, çizilenlere göre gideceği yeri bildirmesi. Sonrasında ise çocuklar o mekana gittiğinde onları kaçırması. Bazı bilgilere göre ise Slender Man'ın arkasında 4 adet de ince yılanımsı bir kolları olduğudur. 1900'lerden gelen bazı fotoğraflarda SlenderMan in görüntülerinin siyah-beyaz ve sepya olarak bulunduğu raporlarda doğrulanmıştır. Raporlar Amerika, İngiltere ve Rusya'daki görüntülerin yanı sıra çocuk kaybolma olaylarını da göstermektedir. 1900'lerin ortalarından Almanya'da savaş bölgeleri, görünüşe göre Slenderman'ın anavatanı olmuştu.1960 larda Amerika ve Kanada'da, bazı kayakçı ve çocukların kayıp raporları sonrası ormanlık bölgelerden vahşice katledilmiş şekilde bulundukları haberi gelmiştir. Bu çılgınlıktan kurtulan birkaç tanığın ifadeleri de bu gizemi çözmeye yardımcı olmamıştır. Ölen kurbanlara işkence edildiği daha sonra uzun ağaçların dallarında kazığa oturtulduğu ve Organların ise ayrı ayrı, plastik torbaların içine yerleştirilmiş şekilde bulunduğu raporlara geçmiştir. Kurbanların cesetlerinde herhangi bir bir mücadele izine rastlanmamıştır.

1990'lı yılların sonlarında, teknolojinin gelişmesi ile sıradan fotoğraf makineleri ve kameralar aracılığıyla slenderman üzerinde daha fazla ışık tutacak kanıtlar kaydedilmiş ve potansiyel mağdurları takip ederken defalarca fotoğraflanmıştır. 1900 lü yıllardan günümüze kadar dünyanın pek çok yerinde aynı şekilde birebir benzer özellikler ile slenderman ile bağdaştırılan 1487 cinayet resmi raporlara geçmiştir.
Slendarman sıklıkla gizlerek ve kurbanlarını sisin içinde pusuya yatarak bekler. Slendarman genellikle çocuk kurbanlarına bir tür hayali arkadaş gibi davranarak onlarla arkadaş olur. Ayrıca psikokinetik güçleri ile ikna yeteneğine sahiptir. O andan itibaren çocuklar onu genç ve temiz yüzlü, gülümseyen biri gibi görür. Ta ki Slendarman'ın kollarında sersemlemiş şekilde ayılana dek. Konuyu inceleyen bazı sprütüelistlerin teorisine göre Slenderman 1600 lerde kurulan bu tarikatin mistik güçlere sahip özel celladıdır bir slinderman öldüğünde uzun yıllar sonucu yetişen yeni cellat görevi devralır bir başka spritüel teorisyende Slinderman'ı şeytani bir varlık olarak yorumlar ve kurbanı olan çocukların, başka bir boyuta çekilmiş olduğunu, ya da büyük olasılıkla bedenlerinin ve ruhlarının yenildiğini söyler.
Slenderman ın kurbanlarını yavaş yavaş çılgınlığa sürükleme yeteneğine sahip olduğu söylenir, belki de böylece paranoyaya neden oluyordu, konsantrasyon bozukluğu, baş dönmesi, hafıza kaybı ve uykusuzluk da onun neden olduğu bazı belirtilerdir. Hatta kişiden kişiye farklılık gösteren korkunç kabuslar onun ziyareti sonrası ortaya çıkar. Slenderman ı bu kadar korkunç yapan şey onun varlığının şüpheli oluşudur. Gerçek olabilir… ya da olmayabilir. Belki de slenderman ile karşılaşan bazı kişiler bu hikayeyi anlatması için sağ bırakılmıştır. Belki de slenderman korkulardan beslenerek 5. Boyuttan bizim boyutumuza geçebilen bir TULPA dır. Gerçeğe dönen, gerçek ve efsane arasında bir köprü belki de?

http://www.kultbilgi.com/slenderman-gercek-mi/

25 eylül 2017 kürdistan referandumu

vaybanavaylarbana
Bm gözetiminde olmadığı için uluslararası yasalara göre bir geçerliliği olmayan sözde referandum. Ayrıca zalim kuzey ırak yöneticileri tarafından silah zoruyla insanlar sürgün edilerek veya katledilerek bölgenin etnik yapısı değiştirilmiştir. Öte yandan burada bağımsız(!) küçük bir devletçik isteyen kürtler değil israildir. olay tamamen israilin güdümünde kukla bir devlet kurmak amacını taşımaktadır bağımsızlık felan lafızattır.
1

mersin tarsus kazı çalışması

vaybanavaylarbana
Takvimler 13 Kasım 2016'yı gösterdiğinde Tarsus 82 Evler Mahallesi'nde bulunan 3103 Sokak'ta başlayan ve halen devam eden kazı, uzun süredir kamuoyunu meşgul etti.



Büyük gizlilik içinde başlatılan kazıda polisin, hatta mitin nöbet tutması, hiçbir yetkilinin kazıyla ilgili açıklama yapmaması, olayın gizemini daha da artırdı. Kazının 2012 yılında Tarsus'ta, tarihi eser kaçakçılığı şebekelerini araştırırken öldürüldüğü iddia edilen polis memurunun cinayeti ile ilgili olabileceği konuşuluyor. Çevre sakinleri Polisin Kazı alanı ile ilgili gizlilik kararı bulunduğundan bu alana girmemin mümkün olmadığını ifade ettiklerini söylediler. Burada geçmişte yapılmış olan kazılar ve bu kazılar neticesinde işlenen başka cinayetler olduğunu da belirttiler. Bu arada defineci olduğu düşünülen diğer 3 kişiden ise hala kayıp. Buradaki kazı çalışmasının tarihi bilgiler elde etmek için yapıldığını söyleyen yetkililer, bunun dışında tek söz etmiyor, ancak, bu tarihi bilgiler anlaşılıyor ki birçok insanın ilgisini ve dikkatini çekmiş olacak ki. Çevre insanlarının dediklerine göre yabancı bilim adamı oldukları düşünülen kişiler kazı çevresinde ve kazı alanına girerken görülmüş. Bu basit bir arkeolojik kazıysa yabancı bilim adamlarının burada işi ne. Öyle ki bölgede bulunan kişilerden bazılarının anlatımlarına göre kazı alanına giriş noktalarından özel kıyafetler ile geçtikleri görülmüş. ki tarifleri derinleşince bunların radyasyon önler koruyucu kıyafet olduğu anlaşılıyor. Modern cihazların kullanıldığı kazıda, anlatılanlara göre 24 saat esasına göre 20 kişi çalışmakta. Kazıyla ilgili özel ekip ve kazıda görev alanların yiyecek ve barınmaları da aynı yerde giderilerek dışarıyla bağlantılarının kesildiği bölgede, güvenlik önemlerinin üst düzeyde olması dikkat çekiyor. Kazının ilk başladığı günlerde çevredeki binalara keskin nişancıların yerleştirildiği, evin bulunduğu sokağın giriş ve çıkışında ise tam donanımlı özel hareket polisinin aldığı önlemler, bölgede oturan vatandaşların aşırı tepkisini çekince hafifletilmiş olsa da Kazı yapılan ve bazı evlerin damında kurulan kulübelerde tam donanımlı Özel Harekat polisleri 24 saat esasına göre nöbet tutmayı sürdürüyor. Nöbetçi polisler ellerindeki dürbünle çevreyi sürekli kontrol ederken, kazının yapıldığı evin bulunduğu sokağın giriş ve çıkışı ise hala kapalı. Sokağın girişinde kurulan derme çatma sobayla ısıtılan kulübede ise uzun namlulu silah taşıyan polisler görev yapıyor. DHA'nın haberine göre Ankara'dan oluşturulan özel bir ekip, Özel Harekat polislerinin aldığı önlemler altında yaklaşık 1.5 ay önce mahalleye girdi.

MİT görevlilerinin de yer aldığı ekip çalışmalara başlarken, sokağın giriş ve çıkışı zıhlı polis araçlarıyla kapatıldı. Mahalle halkı yaşanan korku ve panikle polise silahlı kişilerin mahalleyi bastığı yönünde ihbarda bulununca, kendilerine kazının Başbakanlık bilgisinde yapıldığını belirten resmi yazı gösterildi. Giriş ve çıkışlara kapatılan sokağın çevresinde oturan diğer evlerdeki vatandaşlara sınırlı izin verilmesi polis ile vatandaşları zaman zaman karşı karşıya getirdi. Takvimler 13 Kasım 2016'yı gösterdiğinde Tarsus 82 Evler Mahallesi'nde bulunan 3103 Sokak'ta başlayan ve halen devam eden kazı, uzun süredir kamuoyunu meşgul etti. Büyük gizlilik içinde başlatılan kazıda polisin, hatta mitin nöbet tutması, hiçbir yetkilinin kazıyla ilgili açıklama yapmaması, olayın gizemini daha da artırdı. Kazının 2012 yılında Tarsus'ta, tarihi eser kaçakçılığı şebekelerini araştırırken öldürüldüğü iddia edilen polis memurunun cinayeti ile ilgili olabileceği konuşuluyor. Çevre sakinleri Polisin Kazı alanı ile ilgili gizlilik kararı bulunduğundan bu alana girmemin mümkün olmadığını ifade ettiklerini söylediler. Burada geçmişte yapılmış olan kazılar ve bu kazılar neticesinde işlenen başka cinayetler olduğunu da belirttiler. Bu arada defineci olduğu düşünülen diğer 3 kişiden ise hala kayıp. Buradaki kazı çalışmasının tarihi bilgiler elde etmek için yapıldığını söyleyen yetkililer, bunun dışında tek söz etmiyor, ancak, bu tarihi bilgiler anlaşılıyor ki birçok insanın ilgisini ve dikkatini çekmiş olacak ki. Çevre insanlarının dediklerine göre yabancı bilim adamı oldukları düşünülen kişiler kazı çevresinde ve kazı alanına girerken görülmüş. Bu basit bir arkeolojik kazıysa yabancı bilim adamlarının burada işi ne. Öyle ki bölgede bulunan kişilerden bazılarının anlatımlarına göre kazı alanına giriş noktalarından özel kıyafetler ile geçtikleri görülmüş. ki tarifleri derinleşince bunların radyasyon önler koruyucu kıyafet olduğu anlaşılıyor. Modern cihazların kullanıldığı kazıda, anlatılanlara göre 24 saat esasına göre 20 kişi çalışmakta. Kazıyla ilgili özel ekip ve kazıda görev alanların yiyecek ve barınmaları da aynı yerde giderilerek dışarıyla bağlantılarının kesildiği bölgede, güvenlik önemlerinin üst düzeyde olması dikkat çekiyor. Kazının ilk başladığı günlerde çevredeki binalara keskin nişancıların yerleştirildiği, evin bulunduğu sokağın giriş ve çıkışında ise tam donanımlı özel hareket polisinin aldığı önlemler, bölgede oturan vatandaşların aşırı tepkisini çekince hafifletilmiş olsada Kazı yapılan ve bazı evlerin damında kurulan kulübelerde tam donanımlı Özel Hareket polisleri 24 saat esasına göre nöbet tutmayı sürdürüyor.


boney m

vaybanavaylarbana
Boney M, Bobby Farrell, Liz Mitchell, Marcia Barrett, Maizie Williams ve Claudja Barry' den oluşan disko, pop müzik grubu.

1974 yılında Offenbach-Almanya'da plak yapımcısı Frank Farian tarafından "Baby Do You Wanna Bump" adlı şarkı Boney M grubu adı altında yayınlanmış ve 1975 yılında Hollanda disko ve televizyonları grubu görmek isteyince grup doğmak zorunda kalmıştır.

Ma Baker, Felicidad, Rasputin, Daddy Cool, Sunny, Holiday gibi 1970'lerin hit şarkılarını üretmişlerdir.

2. single'ları olan Daddy Cool 5 hafta süreyle Almanya, Hollanda ve İngiltere'de Chart 20 de liste başında yer almıştır.

Boney M dünya müzik tarihinde çok özel bir yere sahiptir, 70'li ve 80'li yıllarda albümleri en çok satan grupların başında geliyor. Disko efsanesi Boney M'in 1 numaralı hitleri; “By the Rivers of Babylon” ve “Mary's Boy Child”, Guinness Rekorlar Kitabına giren tüm zamanların en çok satan plakları arasında ilk onda yer alırken, şarkıları seslendiren disko kraliçesi Liz Mitchell'den başkası değildi.

benim favorilerimse;



1

padişahların tılsımlı gömlekleri

vaybanavaylarbana
Dünya tarih sahnesinde boy göstermiş bir çok kültür sihirli eşyalardan medet ummuştur. Örneğin tarih öncesi Çin'de kralların pelerinlerine sihirli olduğuna inanılan bazı kelimeler yazılırken, Dünyanın bir başka ucu İngiltere de ise Paganist krallar taçlarının içerisine tapındıkları tanrıların figürlerini çizdirir, özel güçleri olduğuna inandıkları bazı taşları binbir güçlükle ele geçirir hatta uğruna savaşlar yaparak taçlarına ve kılıçlarına monte ettirirlerdi.
Kral Artur'un masallara ve efsanelere konu olan büyülü yazmalarla bezeli kılıcı Ekskalibur bunlara güzel bir örnektir. Orta doğu coğrafyasına göz attığımızda ise özellikle Hz Süleyman'nın güçlerinin etkisinde kalan Yahudi kralları Asa, kılıç, zırh ve kalkanlarına mistik kabala ve talmud şifrelerini nakşettirerek kullanmışlardır. Bu nesneleri hazırlamak için saray büyücüleri adeta seferber olmuş ve krallar bu uğurda servet harcamışlardır. Saymakla bitiremeyeceğimiz bir çok medeniyette değişik form ve maksatlarla binlerce sihirli giysi üretilmiştir. Günümüze çok azı ulaşabilen bu giysilerin ise en çarpıcı olanları şüphesiz ki Osmanlıların ürettiği tılsımlı gömleklerdir. Osmanlı padişahlarının ayet, hadis. ebced ve sembollerle bezeli her biri üç-dört yılda tamamlanabilen 'tılsımlı gömlekler'inin sırrı hâlâ çözülemiyor. Uzmanlar, gömleklere işlenen şifrelerin Osmanlı tarihine ışık tutacağına inanıyor.
Osmanlı sultanlarının savaş kazanmak, nazardan korunmak, şifa bulmak gibi pek çok sebeple giyindikleri tılsımlı gömleklerin üzerindeki motiflerin anlatmak istedikleri şu ana kadar tam olarak çözümlenebilmiş değil. Üstelik çözülemeyen yalnızca şifreler değil, kumaşların nasıl olup da 8 bin çözgü ipiyle dokunduğu da ayrı bir muamma olarak duruyor. Günümüzde en gelişmiş tekstil makinaları dahi bir gömleklik kumaşta en fazla 1500 çözgü ipi işleyebilirken dönemin teknolojisi ile bu işlemin yapılmış olması dahi başlı başına bir gizem. Gömleklerin şifresini ve dokuma tekniğinde kullanılan formülü bulmak ise merak tatmininden daha öte bir anlam taşıyor. Amaç, 'altın oran'ı Türk tekstilinin hizmetinde kullanmak.

Tılsımlı Padişah gömlekleri, ayet, dua, sembol ve şifreleri tespit eden bir alim, işe başlamak için 'eşref saati'ni hesaplayan müneccim, usta saray terzileri ve sonunda gömleği bezeyen nakkaşların yıllarca çalışarak ortaya çıkarttığı bir ürün. Kumaşlar çoğunlukla o zamanki adıyla Tonguzlu olan Denizli'den getiriliyor saraya. Denizli'nin kaliteli pamuğundan dokunan bezler, iç giyimi olarak tasarlanan tılsımlı gömlekler için bire bir. Hattatların kağıdı terbiye etmek için kullandığı aharlama yöntemiyle işlenmeye uygun şekle getirilen kumaşlar nakkaşlar atölyesinde şekillenmiş. Bir gömlek üzerinde 3-4 yıl uğraşan hattatlar için meçhul kahramanlar yakıştırması yerinde olur; çünkü gömleklerin pek azında kimin tarafından yapıldığı yazılı. 1978 yılından bu yana Topkapı Sarayı Müzesi'nde Osmanlı tekstili ve sultan giysileri üzerine çalışan Doç. Dr. Hülya Tezcan, tılsımlı gömlekleri grafik sanatının zirvesi olarak tanımlıyor. Gömleklerin üzerine celi, sülüs, kufi yazıyla işlenen ayetler ve dualar kare, yıldız gibi geometrik şekillerin ya da Kadem-i Saadet, Süleyman Mührü, Zülfikâr, lale gibi anlamlı motiflerin içine yazılmış. İşlevsellik ve kalite bir yana estetik olarakta görenleri kendisinden alıyor.

15-20. yüzyıl arasında kayıtlara göre 16 gömlek varsada, sultan giysilerini içeren saray koleksiyonunda Peygamber Efendimizin nübüvvet mührü, Hilye-i Şerif ve O'nun için yazılan Kaside-i Bürde'yle bezenmiş dört gömlek mevcut. Ancak diğer gömlekler üzerinde de yine Peygamberimize ait Kadem-i Saadet ve Nalın-ı Saadet motifleri kullanılmış. Tılsımlı gömlekler üzerinde sıkça yer alan iki motif ise Hz. Ali'nin ucu çatallı kılıcı 'Zülfikâr' ve çoğunlukla Musevi inancıyla bağdaştırılan Hz Süleyman'nın Mührü olan 6 köşeli yıldız. Hülya Tezcan, gömleklerde Süleyman Mührü'nün saltanatın ebediyetini temsilen kullanıldığını ve Allah, Hz. Muhammed (SAV) ve Hz. Ali isimlerinin çoğunlukla bir arada anıldığını tespit etmiş. Koleksiyonun en eski tarihli gömleği Şehzade Cem'e aitsede kayıtlara göre yapılan ilk tılsımlı gömlek bu değildir. Üzerinde 1477-1480 yılları arasında yapıldığına dair bir etiket olan gömlek ihtimal ki, 18 Temmuz 1482'de Anamur açıklarında şövalyelerin gemisi ile Rodos'a kaçan Cem Sultan'ın üzerindeydi. Talihsiz şehzade, saltanat yarışından muzaffer çıkması için giydiği tılsımlı gömleğe rağmen Rodos'ta esir düştü. Cem'in gömleği şimdi Topkapı Sarayı koleksiyonunda. Ancak Viyana kuşatmasında yenilgiye uğrayan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın gömleğinin hâlâ Viyana'da bir manastırda olduğu düşünülüyor. Hülya Tezcan, Osmanlı tarihinin tılsımlı gömlekler üzerinden okunabileceğini söylüyor. Nitekim 2. Selim'e Hürrem Sultan tarafından yaptırılan gömlek; yalnızca Selim ve Bayezıd arasındaki taht mücadelesini değil, boğdurulan Şehzade Mustafa'nın hazin sonunu da anlatır. Sultan 3. Murat'a ait olan gömlekte ise Konya Mevlevihanesi'ni kuran Şeyh Sinaneddin Dede'nin padişahlarla olan diyaloğunu görmek mümkün. Sinaneddin Dede sadece gömleği diken kişi değil, doğu seferine çıkarken elini öpüp hatırını soran Yavuz Sultan Selim'e; “Seferden zaferle döneceksin; benim senden tek isteğim dergâha yardım etmendir.” diyen, keşfi açık ve son derece ilginç bir kişilik.
Yavuz hakikaten savaştan muzaffer dönüyor ve Konya Mevlevihanesi'ni yapmaya başlıyor. Yavuz'dan sonra Kanuni ve 2. Selim dönemlerini de gören Şeyh Sınaneddin Dede'nin ömrünün son demlerinde 3. Murat'a hediye ettiği tılsımlı gömlek saraya bir teşekkür babında. Yine aynı sultana ait gömleklerden biri 'Oğlum, aslanım.' diye başlayan kitabesiyle diğerlerinden ayrılıyor. Oğluna pek düşkün olan Nur Banu Sultan'ın yaptırdığı gömleğin amacı gözü Safiye Sultan'dan başkasını görmeyen 3. Murat'ın başka evlilikler yapması. Nur Banu Sultan tahtı vârissiz bırakmamak için girdiği bu gömlekli mücadeleyi kazanıyor ve 3. Murat ardında 19 erkek 20 küsur kız çocuğu bırakarak bu dünyadan ayrılıyor. Ancak erkek çocukların sonraki taht kavgalarında öldürülmesi Nur Banu Sultan'ın çalışmalarının boşa gittiği şeklinde yorumlanabilir. Tılsımlı gömlekler sadece padişahlar ve şehzadeler için dikilmemiştir. Saray çevresine yakın paşalardan özellikle makam hırsı olanlar da kendileri için gömlek diktirmişlerdir. Onlardan birisi de Moralı Hasan Paşa, gömleğinin üzerine şöyle yazdırmış: “Allahım senden sevgimi, muhabbetimi kulun Mustafa'nın gönlüne vermeni dilerim. Nasıl vahyini sevgilin Muhammed'in kalbine ilham etmişsen ruhumla Sultan Mustafa'nın ruhunu uzlaştır.” Gömleğin yakasındaki küçük karelerde ise “Ey herşeyi kolaylaştıran Allahım, Hasan Paşa'nın muradını da kolaylaştır.” yazıyor. Hasan Paşa'nın muradı ise, sadrazam olmaktır. Hülya Tezcan bu gömlekten hareketle yaptığı araştırmada, paşanın çok hırslı bir kişi olduğu ve sadrazam olabilmek için sultanları canından bezdirdiği bilgisine ulaşmış. Moralı Hasan Paşa sonunda muradına ulaşıp sadrazam olabilmiş. Saltanat kavgalarının uzağındaki halk da tılsımlı gömleklerden payına düşeni almış. Dönemin tarikat dergahlarında, sarılıktan, akrep sokmasından korunmaya yönelik hazırlanan gömlekler arasında kadınları eşlerine güzel gösteren gömlekler dahi mevcut. İç gömleklerden günümüze ulaşanlar, üzerlerindeki leke hatta yaka kirleriyle duruyor; çünkü bu gömleklerin yıkanması imkansız.

Bir de hiç kullanılmadan kaldırılan gömlekler var koleksiyonda. Tezcan, “Sarayda her şeyin bol bol yedeği vardır. Elimizde yüzlerce giyilmemiş bebek elbisesi var.” diyor. İpeğin nadir kullanıldığı bu alanda tılsımlı takke ve takma yakalar da var. Şu ana kadar takma yakalarla ilgili bir açıklamaya rastlamayan Hülya Tezcan, kendince bir çıkarımda bulunuyor: “Yaka, sultanların törenlerde giydiği kaftanın yaka kesimine benziyor. Üzerindeki iplik izlerine bakılırsa kötülüklerden korunma niyetiyle kaftanın içine monte edildiği söylenebilir.” demektedir.
Gömlekler şimdi koruma altında; sergilenmek için özel izinle saraydan çıkarılabiliyorlar; ancak kimi zaman hiç hesapta olmayan çok daha özel istekler olabiliyor. Tezcan, Osmanlı Hanedanı'ndan ismini açıklamadığı bir kadının şifa bulmak için tılsımlı gömleklerden birini giyerek bir müddet beklediğini ve sonra teşekkür ederek gittiğini anlatıyor. Hülya Tezcan yaklaşık 30 yıldır gömlekler arasında yaşasa da tılsımlarını çözmeye hiç çalışmamış. “Bir şifre var, bu açık; ama o rakamları ve harfleri çözmek uzmanlık gerektirir. Kaldı ki, giysilerin üzerindeki gubarî hatla yazılan Arapça metinler bile daha okunamadı. Gömleklerin hem dokuması hem de deseni itibariyle gerçek bir sanat eseri olduğu aşikar. Dokuma üzerine çalışanlar da 8 bin çözgü teliyle dokunan Gülistanî Kemha tekniğini henüz çözemediler.” Hülya Tezcan bu sırlarla dolu gömlekler hakkında “Padişah Giysileri” isimli kitabında daha bir çok sırrıda açıklamıştır.
Türkiye'de tılsımlı gömlekler üzerindeki şifreyi çözmeye çalışan tek isim Mehlika Orakçıoğlu. Bilinen tek isim demek daha doğru; çünkü gömleklere ulaşmak için Hülya Tezcan'la bağlantıya geçmiş başka biri yok. 1998'den bu yana “Türk Tekstilindeki Kültürel Etkiler” başlıklı doktora tezi üzerinde çalışan Orakçıoğlu, şu günlerde 2. Selim'in gömleğini inceliyor. Şimdilik gömleğin ön yüzündeki küçük karelere yerleştirilen rakamlarla Fetih Sûresi'nin kodlandığını keşfetmiş. Tezini Londra'daki bir üniversite'de hazırlayan Mehlika Hanım, İngiliz danışmanlarının kendisini bu alana yönlendirdiğini ve asıl niyetlerinin gömlekler üzerindeki kodlama sistemini çözerek günümüz tekstiline yeni bir açılım kazandırmak olduğunu söylüyor: “Bu konu, dışarıda daha çok ilgi topluyor. Harvard Üniversitesi bütün imkanlarını ücretsiz olarak seferber etti mesela. Sonunda neye ulaşacağımı bilmiyorum. Kodlama sistemini günümüze uyarlamayı başaramasam bile bu tez bitirilmeyi hak ediyor. Fakat çözebilirsem yeni tekstil tasarımları oluşturmak zor olmayacaktır.”

Osmanlı tekstilini incelerken siyaset, ekonomi ve tarihten yararlanmak gerektiğini anlatan Orakçıoğlu, tılsımlı gömlekler üzerinde dörde yakın formül kullanıldığını tespit etmiş. Uzun yazılar yerine rakamlar ve harfler tercih etmek sınırlı zeminin verimli kullanılmasına olanak sağlıyor. İşin özünde, gündelik hayatta pratik olma felsefesi yatıyor. Nitekim Osmanlı döneminde tüccarların uzun cümleler yerine kelimelerin sayısal değerleriyle anlaştığı bilinmekte. Gömlekler üzerindeki geometrik desenler ve kodlanan rakamlar bir matematik dehasına da işaret ediyor. Prof. Dr. İsmail Yakıt'ın Türk İslam Kültürü'nde Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme adlı kitabından faydalanan Orakçıoğlu, Mimar Sinan'ın da eserlerinde ebced hesabı kullandığını hatırlatıyor. Mehlika Orakçıoğlu sadece bir gömlek üzerinde çalışıyor. İncelenmeyi bekleyen onlarca tılsımlı gömlek olduğu hesaba katılırsa gömleklerin dilinin çözülmesinin hayli vakit alacağı söylenebilir. Yine de onun halihazırda çözdüğü bir figür var. Yavuz Sultan Selim'in kaftanı üzerindeki desenleri inceleyerek 'ellerini gökyüzüne açmış yakaran insan figürü'ne ulaşan Orakçıoğlu, yurtdışında bu kaftan üzerine üç konferans vermiş. Sanatkârın desenler arasına ustaca gizlediği figür, kutsal hazineleri İstanbul'a taşıyan ve ilk Osmanlı Halifesi unvanını alan Yavuz'un İslamî esasların koruyucusu olduğunu simgeliyor. Mehlika Hanım'a göre, görsel bir illüzyon halinde kimi zaman açıkça görünüp kimi zaman da desenler arasında yiten figürü doğrudan Yavuz Selim'e atfetmek de mümkün. Çünkü taç kullanan tek Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selimdir.

dingonun ahırı

vaybanavaylarbana
Eski İstanbul tramvaylarını çeken atların beklediği ahır. Taksim'deki bu ahırı Dingo adlı bir Rum vatandaş işletirmiş. 3 ayrı kapısı 24 saat açık olurmuş giren çıkan belli olmazmış. dilimize yerleşen burası dingonun ahırımı tabirinin kökeni işte bu ahırdır.

bakirelerle yapılan ayinler

vaybanavaylarbana
Bekaret çoğu toplum için sembolikleşmiş bir değerdir. Her kültürde farklı bir yeri olan bekaretin Okült ritüeller için ise önemi bambaşkadır.

Tarih boyunca gerek tapınma gerekse isteklerin gerçekleşmesi adına yapılan bir çok ezoterik ritüelde bakire kızlar kullanılmıştır. Stonehenge'de çok eski çağlardan günümüze kadar gerçekleştirilmekte olan pagan ritüellerinin en önemlilerinden bir tanesi ekinoks döngüsü için yapılan pagan sabbat ayinleridir. Öncelikle çıplak vücutlarına baldıran otundan hazırlanan özel bir macun süren tarikat üyeleri çırıl çıplak ateş etrafında dönmeye başlar ve bir süre sonra macunun etkisi ile farklı ve halüsilatif bir boyuta geçerler. Bu durum ateş tamamen sönene kadar devam eder.

Ateşin sönmesinin ardından tarikat üstadı çemberin içerisine girerek müridleri etrafında dönerken bakire bir kız ile ilişkiye girer. Ritüel güneş doğmadan sonlandırılır. 1969 senesinde Anton Szandor Lavey tarafından kurulan ve şeytana tapınmayı ilk defa bir forma sokan Şeytan Kilisesinde de her ayın 13 ünde yapılan şeytana tapınma ayinlerinde pagan ritüellerinden esinlenerek hazırlanmış olgular bulundurur. Üyeler genellikle hayvan kemiklerinden yapılmış kadehlerle şarap içer ve uyuşturucu kullanırlar. Metal müzik eşliğinde baş rahibin iki yanında ve arkasında toplam 3 bakire kız çıplak olarak özel figürlerle dans ederler. ritüelin sonlarında kızların vücuduna sürülen keçi kanı üyeler tarafından yalanarak temizlenir ve son olarak ortada ki kız ile baş rahip diğer iki kız ile ise topluluğun iki seçkin üyesi ile ilişkiye girerek ayini sonlandırırlar. Paganist ritüeller pagan tanrılarına teşekkür etmek amacıyla yapılırken Satanist ayinler ise şeytana adak amacı ile gerçekleştirilir. Bir kaç asır önce Japonya'da büyük Himuro ailesi kendi adlarını taşıyan arazide cehenneme açılan bir kapı olduğuna inanıyordu. Bu kapının bulunduğuna inandıkları noktaya Japonya'nın en esrarengiz yapılarından bir tanesi olan devasa boyutlarda ki Himuro malikanesini yaptırdılar. Kendilerini Cehennem kapısının bekçileri olarak gören aile'nin zamanla inançlarını aşıladıkları kişilerden hatırı sayılır bir mürid kitlesi oluştu. Malikanenin bodrumundaki gizli labirent ağından ulaşılan cehennem kapısının olduğu oda da kapının mühürlü kalması için müridleri ile beraber yüz yıllarca kaçırdıkları bakire kızları şeytana kurban ederek ritüeller yaptılar. Himuroların küçük kızı bir gün ansızın ortadan kaybolunca aile reisi üm müritleri ve ailesini öldürerek intihar etti. Bölgede yaşayan yerlilerin yaklaşmaya korktuğu bu uğursuz mekan bir süre atıl kaldı. Ryozo Munakata adlı bir araştırmacı 8 kişilik bir ekiple malikaneyi araştırmaya gitti fakat ekibiyle beraber hiç bir iz bırakmadan ortadan kayboldu. Polis memurları mekanı araştırmak yerine istifa etmeyi tercih ettiler. Bir süre sonra Junsei Takamine liderliğindeki bir gurup maceracı aileleri ile birlikte malikane civarına taşınarak incelemeler yapmaya başladılar. Kısa bir süre içerisinde araştırmacılar aileleri ile birlikte arkalarında hiç bir iz bırakmadan ortadan kayboldular. Günümüzde oyunlara ve filmlere konu olan Himuro malikanesi gizemini halen korumaktadır.

enochian alfabesi

vaybanavaylarbana
13 temmuz 1527 doğan Dr. John Dee İngiliz matematikçi, astronom, astrolog, okült, seyir, emperyalist, ve yazardır. Dee, Kraliçe I. Elizabeth'in danışmanlığını yapmış, hayatını simya, kehanet ve Hermetik felsefeye adamıştır. 1580li yıllarda yaptığı çalışmalarla zamanının en büyük bilginleri arasında yer alır. Dee Hermetik büyüye, kendi matematiksel araştırma ve incelemeleri arasındaki farklılıkları eklemekle kalmamış, Rönesans'ta Platoncu bir öğrenci olan Marsilyo Fisino ile birlikte ruh çağırma ve falcılık konularında da araştırmalar yapmıştır. Yaptığı araştırmalarda, görünen Dünya'nın altında yatan ilahi formların neler olduğunu, bilinenlerden farklı bir şekilde araştırmak için faaliyetlerde bulunmuştur. Yaşamı boyunca yaptığı bu tür araştırmaların hepsini, İngiltere'nin en büyük kütüphanesinde topladı. Bir bilgin olması, onun siyasi kariyerini de etkilemiştir. I. Elizabeth'e bazen danışmanlık bazen müneccimlik bazen de öğretmenlik yapmış o dönemde bakan olan Francis Welsignım ve William sesil'in gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Ayrıca Dee, Britanya İmparatorluğu ismini ilk kullanan yazardır. Dee, bir çok bilimde öncülülüğüne rağmen günümüzde genelde astroloji, simya, melek majisi ve Kabala konusunda derin etütlerinden dolayı hatırlanmaktadır. Bu etütlerde durugörü yeteneğe sahip olmayan Dee, 10 Mart 1582 tarihinde Edward Keliy'i duru görür olarak hizmetine almıştı. Keliy daha ilk günden, Dee'nin verdiği kristal küreye bakarak ilk önce başmelek ariel, daha sonra Rafael ve Mikhael'den Dee'nin mistik kitabı SOYGA konusunda tatmin edici mesajlar iletti. Bütün olup bitenler de Dee tarafından ayrıntılı bir şekilde kaydedilmekteydi. Daha sonra melekler bazı eşyaların yapımı için talimatlar verecekti. Bunlar arasında kutsal masa, bir majikal göğüs plakası, majikal yüzük ve Mumdan yapılı 9 inç çapında karmaşık bir tılsım olan Sigilyum Dei Ameth te vardır. Bu sıralarda meleklerden verildiği iddia edilen yeni bir kristal küre Sigilum Dei Ameth üzerine yerleştirilmesi söylendi. Bundan sonra Kelley aracılığı ile gezegen majisi üzerinde bir sistem iletildi. 26 Mart 1582 tarihinde Kelley meleklerin dili ile ilgili olduğunu inandığı 21 harften oluşan bir alfabe açıkladı… 29 Mart ve 6 Nisan 1583 arasında Dee ve Kelly Meleklerden tebliğ edilen Liber Lugat kitabını ilk bölümünü yazıya döktüler. Bu eser ayrıca Enok'un Kitabı, et sanctus ve Tanrı'nın Sözü Kitabı olarakta bilinir ve ilk olarak Enokyan veya Melek dilinde 50 Davetten ve ikinci olarak çok sayıda harf ve bazen sayı içeren kareden oluşmuştu… ”Dee 'Amidah gah lesco van ax or mandol…” gibi imlasını hiç bilmediği bir çok cümle yazardı…

Melekler Liber Lugatın tamamının 40 günde yazılmasını emrettiler ve gerçekten 6 Mayıs 1583′te, ilk Melek Davetlerinin verilişinden 39 gün sonra tamamlanmıştı. Her ne kadar Kelley'nin yazıp hazırladığı Liber Lugat basit Latin harflerinde yazılmışsa, Melekler kitabın Melek Alfabesinde yeniden yazılıp gümüşle ciltlenmesine dair yine talimatlar verdiler- 16 Ağustos 1584 tarihinde Dee şöyle yazdı: 'Tanrı ve gökyüzü bilir ki kitabı gümüşle kaplamak için elimden geleni yaptım'…

Bilinmeyen bir yöntemle Liber Lugat, daha sonraki çalışmalarda kullanılan “48 Melek Anahtarları” isimli sistemi ortaya çıkarmak için kullanıldı… 13 Nisan ve 13 Temmuz 1584 arasındaki Melek çalışmaları üç ayrı iç içe majikal sistemin yaratılmasına neden oldular. Bunlar 48 Melek Anahtarı, Bilgi, Yardım ve Dünyasal Zafer, Dua ve Davet Kitabı olmak üzere toplam üç adettir.. Dee'nin notlarına göre çalışmalar ilerledikçe Kelley açısından son derece sarsıcı bilgiler gelmeye başladı ve zaman zaman isyan edip ayrılmaya kalkıştı. Bazen melek olarak iletişime geçtiği varlıkların aslında iblis olduklarını haykırdıysa da Dee onu yatıştırmaya çalışmıştı.

Dee Kelley'i rahatsız eden mesajlar söyle sıraladı:
* İsa Tanrı değildir.
* İsa'ya herhangi bir dua yapılmamalıdır.
* Günah yoktur.
* İnsan ruhu ölümden sonra doğmak üzere bir cenine geçer.
* İnsan ruhu sayısı hep aynı olmuştur.
* Adem ve Havva'dan türeyen nesiller tarih değil, mecazidir.”

Dee masanın üzerinde önünde bir veya birkaç kare ile otururdu. Kelly onların Kutsal Masa dedikleri masanın önünde otururdu ve British Müzede masadaki bazı tılsımlarla birlikte görebileceğiniz “görü taşı”na bakardı ve içinde bu karelerin birindeki harfleri bir sopayla tek tek gösteren bir “melek” görürdü. Kelly örneğin – “O kolon 6, sıra 31′i işaret ediyor” ve harfi belirtmeden böylece devam edermiş, bu harfi Dee karedeki söz konusu hanede bulur ve not ederdi. Bu Kelly'nin oluşacak kelimeleri önceden bilmediğini gösterir. Eğer bilseydi karelerdeki 2401 harfin yerlerini tek tek bildiğini kabul etmemiz gerekir. Bu da oldukça şaşırtıcı bir beceri olurdu. Melek işini tamamlayınca, mesaj ters okunup yeniden yazılırdı. (Bunun ters şekilde dikte edilmesinin sebebi doğru şekilde iletilmesi o sıradan istenmeyen güçleri çağırabilecek kadar güce sahip olmasından dolayıdır).
Bu Anahtarlar veya çağrılar ters yazıldığında Enokyan veya Melek dili olarak adlandırdıkları bir dilde çağrılar ortaya çıkmıştı. Dilin kendine has bir sentaks ve grameri vardır. Kelly bir süre sonra daha fazla dayanamayarak bir süreliğine dee enin yanından ayrılmıştır. Bu süre zarfında Dee “Sıkring” yöntemiyle de tebliğler almaya çalışmıştır. Ancak başarılı olmamıştır daha sonra Kelly'in tekrar dönmesiyle küre tekniğine geri dönmüştür ikilinin bu işler için kullandığı küre, şu anda Londra'da ki milli müzede muhafaza edilmektedir. En son kürenin 2004 Aralık ayında çalındığı ve sonra tekrar ele geçirildiği gibi haberler, ne kadar muhafaza edildiği konusunda şüphe uyandırmaktadır.

Dee'nin Kristale Bakmak olarak ta bilinen metodu su, ayna, cam, küre gibi yansıtabilen nesneler üzerinde konsantre olarak bedensiz varlıklardan gelecek tahminleri, isteğe bağlı sorular sorarak cevaplar almak ve suçluları bulmak şeklindeki uygulamalara verilen İngilizce kökenli isimdir. Dr. Dee'nin Enokyan külliyatı uzun süre unutulduktan sonra Golden Dawn öğretilerinde görülür. Daha sonra McGregor Mathers ve Aleister Crowley tarafından bu konu üzerinde önemli çalışmalar yapılmıştır. Crowley “Görüş ve Ses” adlı günlüklerinde Enokyan sistemindeki melek varlıkları ile çalışma vizyonlarını veriyor ve enokyan sistemi için şöyle diyor: ”Bu çalışmayı samimi kılan şey kimsenin açıklayamadığı bir şekilde harflerle dolu yüzü aşkın kare elde edilmesidir.” Altın şafak üyelerince bugün uygulamalarda hala temel olarak kullanılmaktadır. Enokyan son derece karmaşık bir sembol ve dil sistemidir. Bu sistemin evren görüşü şöyledir, fiziksel evren iki yöne aynı anda hareket eden dört boyutlu bir hiperküredir (Dördüncü boyutta hareket eden bir Einstein evrenini düşünürseniz – ki buna zaman benzeri hareket diyorlar- iyi bir benzetme olur.) Hiperküre elemanlara ve alt elemanlara bölünmüştür (Golden Dawn revizyonunda harfleri ve başka sembolik sistemleri içine yerleştirirdiler), bunlar da ayrıca bölünür, dolayısıyla bütünün her biriminin içerdiği güç istenildiğinde belirli veya genel olabiliyor. Varlıklar bu güçlerin çeşitli çalışmalarında kullanılacak insan dışı bir dilde yazılı bir dizi anahtar verdiler. Bu anahtarları buraya tıklayarak indirebilirsiniz. Bu sistemde ayrıca, gezegen güçleri gibi oldukça yaygın rönesans maji unsurları da vardır. Bazı Golden Dawn üyeleri tarafından basta McGregor Mathers ve Aleister Crowley olmak üzere bu konuda önemli çalışmalar yapıldı.

Enochian metinleri, doğaüstü varlıkların davetlerini içeren bir dizi anahtarlar içerdiğinden kelimelerin nasıl okunacağı ve nasıl seslendirilmesi gerektiği önemlidir. Çoğu majikal sistemde, metin içerisindeki seslendirme hataları potansiyel bir tehlike içerir. Ekranda gördüğünüz çalışma çalışma, John Dee'nin Enochian dilinin okunuşu üzerine bir çalışmadır. Bulunduğu dönemde John Dee, elinde başka fonetik alfabesi olmadığından çalışmasını İngiliz fonetiğine göre yapmıştır.

Crowley ve Neuberg'in mükemmel vizyon ve ses çalışma dizilerinde, sabit yıldızlar açık bir şekilde Enokyan alfabesinin harflerine ve diğer şeylere iliştirilmişti. Bu çalışma şuur alanları gezileri içerir. Bu dizilerin, ortasında söz konusu kürenin yani evreni temsil eden büyük elemanlar tablosun da dabulunan iç içe yerleşik bir dizi küre olarak düşünülebilir. Enok alfabesi kelimelerin aynı kabaladaki Dal dili gibi titreşimler ve fonetik üzerine kurulu bir dildir. hatta bir çok kelime mantra şeklinde okunduğu için sadece yazmakla işe yaradığı söylenir.

100 maymun fenomeni

vaybanavaylarbana
Amerika Duke universitesinin eski psikoloji ana bilim dalı profesörü Ken Keyes Jr.'dan belki de hepimizin hayatını değiştirecek bir deneyin öyküsü. Size gerçek bir hikâye anlatacağım: Yüzüncü Maymun'un hikâyesini… Pasifik Okyanusu'nda irili ufaklı birçok ada. Bu adalarda makaka fuskata türü Japon maymunları yaşıyor. Bu adalardaki maymunların doğal ortamları içindeki davranışları otuz yılı aşkın bir süre bilim insanları tarafından gözleniyor.

1952'de Koshima Adası'nda bilim insanları maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakıyorlar. Bu adanın maymunları da tatlı patatesin tadından hoşlanıyor ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmiyor. Ama can boğazdan gelir diyerek kumlu da olsa tatlı patatesleri yemeye devam ediyorlar. Bir gün, on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun bu soruna bir çözüm buluyor, İmo, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl ediyor. Bu buluşunu annesine de öğretiyor, İmo'nun arkadaşları da patateslerini yıkayarak yemeyi öğreniyor ve kendi annelerine de öğretiyor. Bu yeni davranış biçimi bilim insanlarının gözleri önünde, yavaş yavaş maymunlar arasinda yayılıyor.

1952 ve 1958 yılları arasinda genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu tatlı patateslerini yıkamayı öğreniyorlar. Bu daha sağlıklı ve zevkli yeni davranış biçimini çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen yetişkin maymunlar da kazanıyor. Yeniliklere açık olmayan, çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, kendi bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam ediyor. 1958'in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Koshima maymunlarının 99 tanesi artık patateslerini suda yıkayarak yemeyi öğrenmiş oluyor. Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılıyor. İşte o an her şey değişiyor. Aynı günün akşamı, adadaki 100 maymunumuz dışında yaşayan hemen hemen tüm maymunlar, patateslerini yemeden önce yıkamaya başlıyor. Yüzüncü maymunun ilave enerjisi her nedense devrim yaratıyor!

Ama hikaye bitmedi. Bilim insanlarını şaşırtan asıl sürpriz, bu adayla doğrudan bir ilişkileri olmadığı halde, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda patateslerini yıkamaya başlamaları… Yeni bir düşünce ve davranış tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, bu yenilik, mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihine aktarılabiliyor. Yani, “Yüzüncü Maymun Fenomeni” denilen bu fenomen şunu gösteriyor: Yeni bir düşünce, yeni bir yol, toplumda sadece belirli sayıda insanlar tarafından biliniyorsa, bu yenilik sadece o kişilere ait bir şey oluyor. Ama “bilenlerin” sayısı belli bir kritik noktaya ulaştığı an, sadece bir kişinin daha “yeni yol“a katılması, toplum bilincinin aşama geçirmesine yol açıyor. Yeni düşünce, birdenbire herkes tarafından düşünülmeye başlanıyor. Niceliğin niteliğe dönüşme noktası… “Yüzüncü Maymun Fenomeni“, Duke Üniversitesi'nden bir başka Doktor James Rhine tarafından değişik deneylerde tekrarlanıyor. Sonuç her seferinde aynı. Bugüne dek mutsuz, huzursuz, bencil, korku dolu, karamsar bir dünya süre geldi. Zihinlerde hala taş devri korkularımı taşıyoruz. Yeniliklere açık, farklı düşünenler ise aşağılanıyorlar, alay ediliyorlar, toplum dışına itiliyorlar. Cesaretleri takdir edilmek bir yana söndürülmeye çalışılıyor bu insanların… Einstein bile teorisini ilk ortaya attığında meslektaşları tarafından kınanmış. Sıradan insan asla büyük insan olamaz. Doğar, yaşar ve ölür. Buna yaşamak denirse! Dünyada mutlu, huzurlu, sevecen, aydınlık dolu insanlar yok mu? Cesur bir dünya isteyen ve bu uğurda çaba göstermekten çekinmeyen, her şeyi göze alan insanlar yok mu? Elbette var. Sayıları gittikçe de çoğalıyor. İnsanın, insanlık boyutunda devrim yapabilmesi için yüzüncü maymunun aralarına katılmasını bekliyorlar. “Yüzüncü Maymun” belki de sizsiniz.

fal

vaybanavaylarbana
Fal Bazı alet ve araçlarla ya da bazı yöntemlerle, içinde bulunulan zaman hakkında veya Gelecekten haber verdiğine inanılan bir çeşit ritüeldir. Bu ayin değişik dillerde değişik adlandırmalarla anılır ve değişik anlamlara gelir. İnsanların fala inanmaları ya da pek çok fal şeklinin olması insanların bilinmeze duydukları meraktan ileri gelir. Bilinmeyen bir duruma anlam verme ya da bilinmeyene bir korku duyma zaten insan doğasının gereği olan durumlardır. Hatta insanların genelde her şeye bir anlam yükleme durumları vardır. Fal bakma işini falcı, bakıcı, medyum, şifacı gibi adlarla anılan ve duru görürlük yeteneği olan kişiler yapar. Yalnız bu adlandırmalar farklı işleri temsil eder. Fal, bazı özel araçlar vasıtasıyla geçmiş zaman, içinde, bulunulan zaman ve gelecek zamanla ilgili kehanetlerde bulunma işidir.

Bu yönüyle bakıcıdan ve medyumdan ayrılır. Medyum, ruhlar ile bakıcılar ise cinlerle bağlantı kuran kişilere verilen adlardır. Fal, bakıcı ile bir araç kullanması yönüyle, kahin de geleceği bilme çabası ile benzeşir. Yalnız bakıcının cinlerle alakasının olduğunun düşünülmesi yönüyle falcıdan ayrılır. Kahin ya da diğer adıyla şaman da özel yeteneklerle ruhlarla temasa geçen ve bu geçiş aşamasında kendisinden geçen, vecd olan kişidir. Falcı ile bu yönüyle ayrılır çünkü falcıda kendinden geçme gibi bir durum söz konusu değildir. Fal bir büyü değildir. Sihir ya da büyü var olana iyi ya da kötü yönden etki etme işi iken falda sadece olan ya da olacak durumlarla ilgili kehanetler söz konusudur.

Tarot
Tarot, Ortaçağ'ın sonlarına doğru ortaya çıkmış, 78 karttan oluşan bir oyun kartı destesidir. Zamanla psikolojik destek amaçlı olarak kullanılmaya başlamış ve günümüzde kehanet ve fal ile güncelliğini korumuştur. Geleneksel olarak Tarot 22 adet büyük arkana (arkana majör) kartı ve 56 adet küçük arkana (arkana minör) kartından oluşmaktadır. Küçük arkana kartları klasik iskambil kağıdı destesinin atasıdır. Tarot destesi, bugünkü haliyle 22 Büyük Arkana ve 56 Küçük Arkana olmak üzere toplam 78 karttan oluşmaktadır. Küçük Arkana ise kendi içinde 16 saray kartı ve 40 takım kartından oluşur. Küçük arkananın kökeni olarak Orta ve Uzak Asya gösterilir. Büyük Arkanalar 14. yüzyılda İtalya'da Trionfi oyunu (kozlu oyun) adıyla ortaya çıkmış olup iskambil destesine o tarihten başlayarak eklenmiştir[kaynak belirtilmeli]. Tarot sözcüğü ilk olarak 1500 civarlarında İtalyancada “tarocchi”, Fransızcada “taraux” şeklinde görülmüştür. Bunun Arapça “tarh” (çıkarma, koyma, bırakma) sözcüğüne dayandığı düşünülmektedir.
Gelecek tahmini için kullanımında 3 ayrı açılım şekli vardır

Kelt Hacı:
Her tür soruya uygundur, bu sistem, gelişim süreçleri, arka planda kalan şeylerin aydınlatılması, gelecek zaman, neden öğrenme ile ilgili soruları yanıtlar. Eğer belirli bir soru türü için hangi açılım sisteminin kullanılması gerektiğinden emin değilseniz, Kelt açılımını kullanabilirsiniz. Toplam 10 kart açılır
İlişki Açılımı:
İki insan arasındaki ilişkinin türü hakkında bize bilgi verir. Genelde bir aşk ilişkisinin iç yüzünü öğrenmek için açılır, ama iki insan arasında olabilecek başka ilişkiler de bu açılıma konu olabilir; örneğin iş, komşuluk ya da aile ilişkisi. Toplam 7 kart açılır. Tipik Sorular = X ile olan ilişkimin durumu nedir?

Karar Açılımı:
Bu açılım birden fazla seçenek olması ancak karar verilememesi durumuna yöneliktir. Toplam 7 kart açılır. Tipik Sorular = Seçeceğim hangi yol benim için daha iyi olacak?

Bakla Falı
İlk olarak Antik Yunanlılar da bakılmaya başlanmıştır. Falın ilk halinde falcı tezgaha yunan tanrıları kadar bakla atar her bir bakla bir tanrıyı simgelerdi ve kehanetler buna göre yapılırdı. Yunan medeniyetinin çöküşü ile tarihin tozlu sayfalarına karışır bakla falı taa ki 16. Yüzyılda gezgin bir çingene kampı Atina yakınlarında konakladıkları sırada eski bir harabe kalıntısında asırlardır gizli kalmış ilmi tekrardan keşfedene kadar Zaman içerisinde çingeneler arasında hızla yayılır bakla falı en sonunda 17. Yüzyılda İngiliz Kralı III. Wiliam'ın Saray Kahini Simyacı Poul James Lee'nin dikkatini çeker. Baklalarla daha değişik konfrigasyonlar deneyerek fala yeni materyaller ilave ederek mükemmelleştirir kahin ve günümüzdeki halini alır bakla falı. Falda baklanın sayısı kesin değildir. Çünkü, falcıya/bakıcıya göre değişir. Ama çoğunlukla “21 bakla” kullanılır. Ancak, falda başka şeyler de bulunur. Bunlar sevgili, murat, ve benzerlerini temsil eder. Bakla falına tertiben arka arkaya her gün bakılmaz. Arada 3 gün geçmesi şarttır.

Kahve Falı
Kahve falının çıkış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda Türk kahvesi içerisinde telvelerden oluşan şekillerin yorumlanmasının 18.yüzyıla dayandığı yazmaktadır. Eski kültürel uygulamalardan biri olan ve geçmişten günümüze adeta miras olarak kalan kahve falı bakımcılığı, geleneksel türk kahvesi içimi sonrası fincanın dibinde kalan telvenin çalkalanarak ters çevrilip kapatılmasıyla fincanda ve tabakla oluşturduğu şekillerin yorumlanmasına dayanan bir kehanet yöntemidir. Türk – İslam toplumlarında uzun yıllardır özellikle kadınlar arasında sosyal ortamlarda oldukça yaygındır. Bazen gerçekten inanılarak, bazen de eğlence, dertleşme, kaynaşma hatta terapi yöntemi olarak kahve falı tüm toplumlarda ilgi görmeye devam etmektedir. Kahve Falında ki kehanetlerin doğru çıkma olasılığı falı bakan kişinin duru görürlük yeteneği ile dorudan alakalıdır. Fincan ve tabakta oluşan şekiller duru görür kişiye ilham sağlamakta ve bu şekilde duru görür kehanetlerini isabetli şekilde yapabilmektedir.

Su Falı
Su falı dünya çapında incelendiğinde en fazla 5 – 7 medyumun ustalıkla başarabildiği çok zor olan fal yöntemlerinden bir tanesidir. Çünkü su falını yapabilecek kişilerde birçok şart bulunur ve normal bir insanda bu şartların tamamı yerine gelmediğinden su falını yapmayı beceremez. Bu şartlardan bazılarını söyleyecek olursak; ilk olarak falı yapacak insan içerisindeki tüm kötü düşüncelerden kurtulmalı ve yapmacık tavırlarını yok ederek hayatında tamamıyla doğal bir tavır izlemelidir. Her zaman olumlu düşünmeyi bilmeli ve etrafındaki pozitif enerjileri kendi içerisinde toplayabilmelidir. Ancak bu şartları gerçekleştirebilen medyumlar veya insanlar su falını yapabilecek kişiler olurlar. Su falını yapabilen kişi sayısı az olduğundan ve bu yapabilen kişilerin bir çoğu bilinmediğinden elimizde basitleştirilmiş ve yapılması kolay olan bir su falı yöntemi bulunmaktadır. Bu su falı yöntemi tüm medyumlar tarafından bilinen fakat farklı boyutlarla iletişime geçebilen kişilerin yapabildiği bir fal yöntemidir. Su falını yapmak için
niyetini belirleyen ve aradığı cevabı öğrenmek isteyen kişi bir tas alıp içerisinde su doldurur. Daha sonra karanlık bir odaya geçip farklı bir boyutla iletişime geçmek için dualar okur. Bundan sonra iletişim ağı kurulduğunu hissetmeye başladığı an kendi kafasında bir işaret belirlemesi gerekir. Örneğin sarışın bir kız düşünerek eğer ki niyetim gerçekleşecekse sarışın bir kız göreyim der. Eğer ki suyun içersinde bir sarışın kız belirir ise kişinin dileği kabul olur.

El Falı
Ellerimiz, avuçlarımızdaki çizgiler, parmaklar ve tırnaklar karakterimizin, hedeflerimizin ve kaderimizin ipuçlarıdır. Bu mesajları bir kez öğrendiğinizde, tüm gücünüzü daha zengin ve dolu bir yaşam için kullanabilirsiniz. Hepimiz geleceğe çeşitli umutlarla bakarız ve o, orada, tam ellerimizin içindedir. El falının gerçek önemi kaderinizi anlamanızda yardımcı olmasında yatmaktadır. Güçlü ve zayıf yanlarınızı, yeteneklerinizi ve sınırlarınızı anlamada, tüm çok benli kişiliğinizi geliştirmede size yardımcı olur. “Ben neysem oyum” diyebilirsiniz; fakat neyseniz o olabilmeniz için, önce ne olduğunuzu bilmeniz gerekir. El falı sanatı Eski Mısır'a, Hindistan'a ve çok eski çağlara bağlanabilecek kadar uzak bir geçmişi olan bir gizli bilimdir. Özellikle Bohemyalılar tarafından uygulana gelmiştir. Okültistler de bunu eski devirlerden beri uygulamaktadırlar. Eskiden, sol elin ruhsal doğaya (karanlık yan) ve sağ elin de aktif doğaya (aydınlık) ait olduğu kabul edilirdi. Daha sonra, karanlık ile kötünün yanlış bağdaştırılması sonucu sol el karanlık güçlerle özleştirildi. Kötü (sinister) sözcüğünün orijinal karşılığıdır. El ve iskambil falını Batı'da kuşaklar boyu sürdüren çingeneler geleneksel olarak sol eli okurlar. Bunun nedeni belki, sol elin, kişinin ezoterik ya da gizemli yanını temsil etmesi, belki de kalbe daha yakın olmasıdır. Sol elimizi, avuç içi kendinize dönük tutulur. Boy olarak tüm diğerlerinden uzun olan orta parmak, kaderi temsil eder ve avucun içinde dikey bir çizgiyle devam eder; bu çizgi kader çizgisidir. İnsanın, varlığı süresince izleyeceği yolun bir resmidir bu. Yüzük parmağı, -ki buna Apollon derler- sanat ve talihi temsil eder. Merkür adı verilen serçe parmağı ise, bilimi ve tüm faaliyetlerdeki hesabı (ticaret, oyun vs.) temsil eder. Sanat ve bilim, insanın iki soyut eğilimini oluştururlar. İşaret parmağı (Jüpiter) her türlüsünden maddi hırsı temsil eder; baş parmak (insanın kendisi) insanın dayanıklı iradesini, mantıklılığını ve karakteristik cesaretini temsil etmektedir. Bir kişi hakkında ilk hükme varabilmek için, esas olarak ele alınan orta parmağa göre en uzun olanın hangi parmak olduğuna bakmak gerekmektedir. Şayet işaret parmağı yüzük parmağını geçiyorsa, kişi pozitif değerlere ülküsel değerlerden daha çok önem veriyor anlamında yorumlanmaktadır. Para, o kişi için, şan ve şereften daha önemlidir. Bunun tersine, yüzük parmağı işaret parmağını geçiyorsa, şahıs kuramsal olanı uygulamalı olana, şan ve şerefi paranın katı imkanlarına tercih ediyor anlamındadır. Şiromansi yapanların karakter üzerindeki ilk hükümleri bu şekilde gerçekleşir.

Yıldızname
Yıldızname aslında bir fal değildir ve bakmak için duru görü yeteneği gerekmez. Kader denilen olgu kendi içerisinde değişkenlik gösterse de bazı kati yansımaları vardır. Enerji üzerine kurulu fiziksel dünyamızda doğal olarak kaderinde dünya'ya enerjisel etkileri vardır ki olaylar ne denli büyük olursa yani kişinin hayatında ki bazı dönüm noktası diye tabir edilen örneğin evlilik, doğum, ölüm gibi hadiseler vuku bulduğunda doğal olarak evrendeki kadersel enerjisi de daha yüksek olur. İşte bu sizin doğumunuz ile başlayan zamandan bağımsız hareket eden kesintisiz kader enerjisindeki yükseliş evrende bazı iz ve işretler bırakır. Bu işaretler bazı yöntemlerle ehil kişilerce okunabilir ve kişinin hayatındaki keskin dönemeçler önceden öngörülebilir. Eski arap çöllerinde simyacıların kullandığı kader okuma tekniğine yıldızname denir. Kişinin doğum tarihi ismi anne ve baba ismi üzerinden harflerin rakamsal karşılıkları ile name üzerine farklı matematiksel formüller uygulamak sureti ile sonuca ulaşılır. İslam'ın gelmesinin ardından İslam mistisizmi ile harmanlanarak tam manası ile ebced hesabına uyarlanmıştır. geçirdiği evrimin ardından daha da işlevsellik kazanan yıldızname ehil kişilerce Sadece kader okumak için değil Büyü bozmak, Cin Musallatını Atlatmak, Nazar gibi konular içinde anahtar bir ilim niteliği kazanmıştır. Ancak günümüzde eski name üstadlarınca yazılan tekniklerin çoğu kayıptır ve Yıldızname'nin bu üstün nitelikleri ve şöhreti sebebi ile çıkar peşinde koşan insanlarca gerçeklikten uzak şekilde ihtiyacı olanlara pazarlanmaktadır.

2

fibonacci sayı dizisi

vaybanavaylarbana
1170 Yılında İtalya'nın Pisa şehrinde doğan Leonardo Fibonacci, orta çağın en yetenekli matematikçisi olarak kabul edilmiştir.

averroesandporphyryFibonacci modern çağda en fazla Hint-Arap Sayılarını Avrupa'ya getirmesiyle ve 13. yüzyıl başlarında yayınlanan Liber Abaci isimli hesaplama yöntemleri kitabıyla tanınır. Liber Abaci'de bir örnek olarak yer alan modern sayılarla hesaplanmış kendi adıyla anılan sayı dizisi Fibonacci Dizisi olarak anılmaktadır. Sadece Fibonacci dizisi ve özellikleri ile ilgili kitaplar hatta haftalık düzenli yayınlanan matematik dergileri bile bulunmaktadır.

altin1Liber Abaci'de (1202) Fibonacci, modus indium (Hintlerin Yöntemi) adını verdiği ve günümüzde Arap-Hint sayıları diye bilinen modern ondalık sayı sistemini tanıtır. Bu kitap gündelik hayatta ticari defter tutma, ölçü birimlerini çevirme, faiz hesaplama, para bozma ve değiştirme ve benzeri işlemlerde önemini göstermiştir. Kitap Avrupa'da tahsilli insanlar arasında hızlı bir şekilde yayılmış ve Avrupa'nın müspet bilimde ilerlemesine önemli etkileri olmuştur.

altin4Liber Abaci'de ayrıca kapalı bir ortamdaki bir tavşan ailesinin artışını, her tavşan çiftinin bir ay sonra bir yavru yapıp onun da 1 ay sonra 1 yavru yapacağı gibi ideal varsayımlar altında hesaplanmasını gösterir. Bu problemin çözümünde tavşan çiftlerinin sayısının artışını gösteren sayı dizisi Fibonacci sayıları, diziye de Fibonacci dizisi denir. Bu sayı dizisi 6. yüzyıldan beridir Hint matematikçiler tarafından bilinmekteydi ancak Avrupa'ya ilk olarak Fibonacci tarafından tanıtılmıştır.

altin3Daha önce 6. yüzyılda Hint matematikçiler tarafından bulunmuş olan bu sayı dizisi Liber Abaci kitabında tavşanların üremesiyle ilgili problemin hesaplanması sonucu Fibonacci tarafından 1202 yılında ortaya konmuştu. Dizinin ilk sayı değeri 0, ikincisi 1 ve her ardışık elemanı da önceki iki elemanın değerinin toplamı alınarak bulunur ve bu halde 0, 1, 1(1+0), 2(1+1), 3(2+1), 5(3+2), 8(5+3), 13(8+5),21(13+8)… şeklinde artar. Ayrıca tüm bilgisayar algoritmaları da bu sayı dizimi ile yapılır.

Bu dizinin ileri elemanlarında, bir sonraki elemanın bir öncekine oranı Altın oran adı verilen ve yaklaşık 1,618 (1:0,618) değerine eşit bir sayıyı verir. Altın oran matematikte genellikle P harfine benzeyen şekli ile gösterilir. Tabiattaki canlılarda uzuvların oranı altın oran adı verilen 1.618… sayısına uygunluk gösterir. Antik mimari eserler ve bazı modern mimari eserler bu orana uygun tasarlanırlar. Altın orana uygun ölçülerdeki nesnelerin ve canlıların daha estetik olduğu ve güzel göründüğü kanıtlanmıştır.

altin2Ayçiçeğinin merkezinden dışarıya doğru sağdan sola ve soldan sağa doğru taneler sayıldığında çıkan sayılar Fibonacci Dizisinin ardışık terimleridir. Papatya Çiçeğinde de ayçiçeğinde olduğu gibi bir Fibonacci Dizisi mevcuttur. Fibonacci dizisinde ardışık elemanlar bir önceki elamanın oranındaki ardışık terimlerin farkıyla oluşan dizi de Fibonacci dizisidir. Ömer Hayyam üçgenindeki tüm katsayılar veya terimler yazılıp çapraz toplamları alındığında Fibonacci Dizisi ortaya çıkar. Çam kozalağındaki taneler kozalağın altındaki sabit bir noktadan kozalağın tepesindeki başka bir sabit noktaya doğru eğriler oluşturarak çıkarlar. İşte bu taneler soldan sağa ve sağdan sola sayıldığında çıkan sayılar, Fibonacci Dizisi'nin ardışık terimleridir. Bitkilerin yapraklarının dizilişinde bir Fibonacci Dizisi söz konusudur; yani yaprakların diziliminde bu dizi mevcuttur. Mimar Sinan'ın da birçok eserinde Fibonacci dizisi görülmektedir. Mesela Süleymaniye ve Selimiye Camiileri'nin minarelerinde, Topkapı sarayı mimarisi'nde bu dizi mevcuttur.

1

ra'nın ses kaydı

vaybanavaylarbana
Ra, Mısır mitolojisinde güneş tanrısıdır. Kutsal merkezi Heliopolis'dir. Genellikle başında bir disk bulunan şahin kafalı insan biçiminde canlandırılmıştır. Eski tanrı Atum'la bir tutularak; IV. sülale döneminde devlet tanrısı olmuştur.

Kefren'den başlayarak firavunlar, onun soyundan geldiklerini ilan etmişlerdir. Ra daha sonra Osiris firavun ilan edilmiştir. Osiris'ten sonra ise Set Osirisi öldürerek başa geçmiştir. Güneş Ra'nın sembolüdür; tüm vücudunu ya da gözünü temsil eder. Ra'nın sembolleri güneş sembolleridir, Phoenix'e benzer bir özelliği vardır; her sabah ateşlerin içinden tekrar doğar. E.A. Wallis Budge'a göre; Ra Mısır'ın tek tanrısı (monteizm) idi. Diğer tüm tanrılar ve tanrıçalar; Ra'nın parçalarını oluşturuyordu.

RA (MÖ 2400); ulusal bir tanrılığa ulaştı, ve daha sonra Amun ile birleşip Amun-Ra'yı oluşturdu. Ra diğer tanrılardan daha köklü bir yapıya sahip olduğundan çoğu olaylarda diğer tanrılara emir verdiği ve yönetici olduğu vurgulanmaktadır. Amun-Ra en güçlü tanrıydı ve Mısır'ı birteokrasi'ye çevirdi. Sonraki zamanlarda; yeryüzü tanrısı Atum Güneş'i batıran tanrı olduğuna inanıldığı için; Ra'nın güneş battıktan sonraki haliydi. Khepri; güneşi gökyüzünde hareket ettiren tanrı; zamanla Ra'nın bir parçası oldu; Ra'yı doğan güneş kıldı.

Amon-Ra'nın kimliği Yunan ve Roma Mitolojilerinde Jupiter ile birleşmiş; Zeus'un şehri Diospolis; Thebes'a adanmıştı. MÖ 14'üncü yüzyıla kadar aynı şekilde varolan Ra;Akhenaten zamanında Aten tek tanrısına inanılışa geçtiğinde tek tanrılığını yitirdi. Dünyanın en büyük bilgi kaynaklarından bir tanesi şüphe götürmez şekilde Vatikan'ın kütüphanesidir. 1988 Yılında araştırmacı piskopos Alessio Bappiste arşivlerde; Antik Mısır Rahiplerinin Güneş Tanrısı RA ile iletişim kurmak için yaptıkları ayininin detaylı tarifini bulmuş, bunun üzerine nüfusunu kullanarak papa 2. Paulus ile bir görüşme ayarlamış ve yanına birkaç uzman alarak Mısır'a bir keşif gezisi düzenlemek için gerekli izinleri almıştır. Kısa bir Hazırlığın ardından yola koyulan Psikopos ve ekibi Mısır'a ulaştıktan sonra Kahire Üniversitesinden yerel yetkililer ile iletişime geçerek bilgi toplamaya başlamışlar.

Ellerindeki bilgilere göre Ayinler Heliopoliste Bulunan kutsal RA tapınağında özel bir sunakta gerçekleştiriliyordu. Ancak şu ana kadar bu sunak keşif edilememişti. Tapınakta araştırma yapmak üzere Mısır hükümetinden izin alındı daha sonra. Kahire üniversitesinden bazı uzmanlarda ekibe dahil edilerek tapınak araştırılmaya başlandı. Yürütülen hummalı çalışmalar sonucunda kızıl ötesi sonarların da yardımıyla daha önce keşfedilmemiş gizli ayin odasını keşfettiler. Odanın kapısında hiyeloglif harflerle RA'nın yolculuğu hakkında bilgiler yer alıyordu. Yazının tercümesi şu şekildedir;

“Ra, her gece Duat'a geçmek için; bir saltanat kayığı ile yolculuğa çıkar Sabahları, Atet; öğleden sonraları da, Sektet ona eşlik eder. Maat, kaos antitezi; kayığın gideceği yolu belirler Ay'ın sembolü Thoth ona eşlik eder; Horus'un yanında geceleri beklerdi. Bir çok diğer tanrı, bu kayıkla beraber RA'ya eşlik etmiştir. Mehen'in yardımcılığında. sen Meheni bilirmisin? Onun gözleri ateş pençeleri çeliktir. Mehenin işi kayığı; karanlık canavarlardan korumaktır.”

Sunak odasının içerisinde Altından ve değerli taşlardan oluşan ayinlerde kullanılan 30 tane civarı antik değerli eşya buldular. Bunlar günümüz de Mısır müzesin de sergilenmektedir. Piskopos Alessio Vatikan'a gelişmeleri bildiren bir mektup yazarak Antik ayini gerçekleştirmek için izin istedi. Oldukça uzun bir süre geçtikten sonra. Vatikan'da ki diğer piskoposlar ve papa 2. Paulus duruma şüpheli yaklaşıyordu. Bu yüzden ayinin yapılmasına kayda alınması koşuluyla izin verdiler. Ayin ritüeli hakkında çok az bilgi mevcuttur bu bilgilerse kısaca şöyledir. Sunak odasında üzeri güneş tanrısı RA'nın sembolleriyle işli taştan iki halka bulunur. Bu halkaların yanlarındaki duvarlara üzerine ne yazdığını bilmediğimiz iletken bakır levhalar asılır. Ayini gerçekleştirecek olan rahip kel başına iletken altın veya bakır başlık giyerek bu çemberlerden bir tanesinin ortasında durur. Antik Mısır da Rahiplerin saç uzatmasının yasak olmasının sebebi iletken başlıkları verimli şekilde kullanabilmeleri olduğu düşünülmektedir.

Tapınakta bulunan Bir başka hiyeroglif yazısında RA'nın saçı olan rahiplerle görüşmeyeceği bildirilmektedir. Konumuza dönecek olursak gerekli hazırlıkların ardından piskopos ayine başlar ve RA'nın diğer çembere geldiğini ve onunla konuştuğunu iddia eder. İşin garip yanı 2 ayrı saygın labaratuardan montaj olmadığına dair alınmış raporlarla ayine ait ses kayıtları da son derece çarpıcıdır.

Piskopos Alessio Roma'ya döndükten kısa bir süre sonra 1989 yılında evinde ölü olarak bulunmuş tüm notları çalınmıştır. Olay Polis raporlarına hırsızlık amacı ile cinayet olarak geçmiştir. Ancak psikoposun kardeşinin elinde bazı notlar bulunmaktadır ve olayları o nakletmiştir. Piskopos ile RA Latince'nin eski bir lehçesinde konuşmuştur. Ra'nın psikoposa aktardığı bilgiler daha doğru bir anlatımla Ra kendi anlattığı dizgeye göre 6. yoğunluk derecesinin sonlarındaki gelişmişlik seviyesinde bir varlık. Hatta bir varlık değil, bir 'varlıklar topluluğu', kendi deyimiyle 'toplumsal bellek bileşimi'. Aynı amaç ve niyette oldukları için bellek/deneyim bankalarını birleştirmiş bir grup varlıktır. bu varlıklar Aldebaran güneş sisteminde yaşamaktadır.

Daha önce birkaç kez Mısır'a yardım amacıyla gelmiş ancak çabaları saptırıldığı için geri çekilmiştir. Ra birin yasaları adına yardıma geldiğini söylemiş birin yasaları nedir diye sorulunca da; Ra tüm varoluşta sadece tek bir yasa olduğunu söylüyor; bu da “Bir'in Yasası” Bu yasa basitçe şöyle; “Her şey birdir” Diğer tüm yasalar, yasa gibi görünenler aslında bu yasadan birer sapma. Örneğin özgür irade yasası, BİR'in yasasının birinci sapması. Sevgi ikinci sapması ve ışık da üçüncü sapması. Çünkü asıl yasa tek bir şeye/ tek bir varlığa/ tek bir kimliğe izin veriyor. Yani Bir'in yasasına göre aslında çokluk/sonluluğun kendisi sapma.

beyaz sarayın sırları

vaybanavaylarbana
Televizyonlarda ve gazetelerde hemen her gün gördüğümüz Amerikan başkanlık binası İngilizce adı 'White House' yani 'beyaz ev' olmasına karşın, Türkçeye 'Beyaz Saray' diye çevrilmiştir. Amerikan başkanları bu binada İkamet ettikleri süre zarfında yedikleri yemeklerin, kullandıkları kuru temizleme, sauna, havuz gibi tesislerin, parasını ceplerinden ödemek zorundadırlar. Ayrıca sadece başkan ve ailesi için sarayda çalışan özel hizmetlilerin maaşlarını da Amerikan başkanı cebinden ödemektedir. Bu ücretler öyle cüzi meblağlar değil aldıkları 5 yıldızlı hizmetin karşılığında dışarıda ki astronomik rakamlarla aynıdır.

Başkan Amerika Birleşik Devletleri başkanlık uçağı olan air force one'a resmi devlet protokolünde yer almayan bir kişiyi dahi bindirecekse kardeşi bile olsa herhan gibi bir yolcu uçağının birinci sınıf uçak bileti kadar bir parayı devlet'e öder. Yani Amerika da ki vergi mükellefleri başkanın hiç bir özel ihtiyacını karşılamaz. Dünyada içerisinde başkan yaşadığı halde halkın ziyaretine açık iki devlet başkanlığı konutundan bir tanesidir. Çünkü başkanlık konutu olmasının yanında zaten çok kısa bir geçmişe sahip olan Amerika'nın en önemli kültür müzesi durumundadır. Haftalık ortalama 30.000 kişi tarafından ziyaret edilir.



Şüphesiz ki Beyaz Saray Amerika Birleşik Devletleri'nin başkenti Washington'daki bir çok devlet yerleşkesinin en önemlisidir. Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk başkanı George Washington, başkentin yerini saptayıp planlar çizdirdi. Ancak yeni kurulan başkentte hiç oturamadan 1799 yılında öldü. Ölümünden bir yıl sonra başkanlık binasının açılışı yapıldı. Bina baştan başa beyaza boyandı. İlk mimarı James Hoban'dır. İrlandalıdır ve hayatının büyük bir kısmını Beyaz Saray'ın bahçesindeki kırmızı tuğla bir evde, 10 çocuğu ve 9 kölesiyle geçirmiştir. Bu inşası sayesinde yılda 1500 dolar kazandı ve varlıklı bir adam olarak öldü.

John Adams'dan bu yana tüm Amerikan başkanları burada ikamet etmiştir. Geniş bir arazi içerisin de yaklaşık altı hektar büyüklüğünde bir alanda bulunmaktadır. 52,5 metre uzunluğunda ve 25,5 metre genişliğinde 2,5 katlı bir yapıdır. Binanın merkezi ve orijinal kısmı Virjinya kum taşından inşa edilmiş olup, birçok değişikliğe rağmen 18. yüzyıldaki Georgian stilini muhafaza etmektedir. İlk banyo Beyaz Saray'a 1877'de ilave edilmiştir. 1814'te İngiliz kuvvetleri tarafından Washington, DC'deki tüm devlet yerleşkeleri yakılmıştı. Beyaz Saray da yakılan binalar arasındaydı. James Hoban'ın nezaretinde Beyaz Saray yeniden inşa edildi ve 1817'de kullanılmaya hazır hale geldi. Başkan James Monroe tarafından Fransa'dan ithal edilen mobilya ve mefruşatla imparatorluk stilinde yeniden döşendi. Binanın yanık dış duvarları beyaza boyandı. Bundan dolayı binaya Beyaz Saray dendiği yanlış bir kanı olarak yayıldı. Aslında bina ilk inşa edildiği andan itibaren bu isim ile anılmıştır.

Toplantı salonunda kullanılan el dokuması halılar ve duvara işlenen motifli çiniler Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından hediye edilmiştir. 60 Sene boyunca kullanılan bu eşsiz halıların motiflerinin arasına büyük bir ustalıkla Sultan II. Mahmud Hanın tuğrası ve Daim Muzaffer yazıları gizlenmişti. Halıların şifrelerinin tesadüfen çözülmesinin ardından Beyaz Sarayın depolarına kaldırılmıştır.

Amerika Birleşik Devletlerinin 33. başkanı olan ve 33. dereceden mason Harry Truman Kudüs'e olan saplantısı ve sarayın bir mabed olmasını istemesi üzerine 1948 de beyaz sarayın yeniden inşası için bir plan hazırlattı. Dış duvarlar bırakılarak binanın bütün iç duvarları yıkıldı, çelik ve beton bir çerçeve üzerinde yeniden inşa edildi. Orijinal ahşap, mermer ve dekoratif alçı işleri gibi kısımların muhafazasına büyük ehemmiyet gösterildi. Orijinal kat planı korunmakla beraber Kudüs'te bulunan Kubbetüs Sahra camiinden esinlenilerek ön tarafına yarım daire şeklinde 6 sütünlu bir kavis verildi. Bu yarım daire şeklinde ki kavis Kubbetüs Sahranın kubbesinin 4 de 1 oranında küçültülmüş halinin yarısıdır ve tüm ölçüleri camiinin kubbesinin yarısına eşit olacak şekilde imar edilmiştir. Ayrıca Beyaz saraya yapılan bu yarım kavisli çıkıntı ile Dünyaya yeni Kudüs'ün Washington DC olacağı mesajı verilmektedir. Beyaz Saray düz bir çizgi çekildiğinde Kudüs ile aynı hizadadır. Ayrıca sarayın çevresinin toplam ölçümü Fibonacci sayı dizimiyle Sarayın Kudüs'e olan mesafesinin asal çarpanlarına yani 9484 Km'ye denk gelmektedir. Günümüzde olmayan ancak ilk yapıldığı zaman da çatıda bulunan alemin ucunda büyük parlak bir elmas taş bulunmaktaydı. En üst kat yarım asma kat şeklindedir ve Amerika'da bulunan en nadide el yazması kitapların olduğu bir kütüphane ayrıca sadece başkanın kullanımına tahsis edilmiş bir çalışma odasından oluşmaktadır. Yine katın iç tavan süslemelerinde masonik ikonalara yer verilmiştir. Orta katta bulunan ve sarayın ön cephesine bakan başkanlık ofisinde ise dünya da sadece 2 adet bulunan İngiliz gemisi HMS Resolute'un parçalarından yapılan çalışma masası yer almaktadır. Masa Kraliçe Victoria tarafından 1880 yılında Başkan Rutherford Hayes'e hediye olarak gönderilmişti. Bir çok gizli çekmecesi olan masanın gizli bir gözünde Birleşik devletlerin kırmızı kitabı saklandığı düşünülmektedir. Masanın ikizi ise İngiltere Vatingam sarayında bulunmaktadır. Ayrıca başkanlık ofisindeki şöminenin iç arka duvarı sabit olmayıp gizli bir geçide açılmaktadır. Başkanlık odasının zıt istikametinde politik toplantıların yapıldığı büyük bir toplantı odası bulunmaktadır. Bu odada bulunan büyük salonda ki kitaplıkta kamuflaj amaçlı olup bir başka gizli geçide açılmaktadır. Yine bu katta bulunan Abraham Lincoln'e ait yatak odası ilk günkü haliyle muhafaza edilmektedir.

Lincoln son 4 yılını bu odada geçirmiş ve yatağının altındaki yer döşemesine gizli bir oyuk açtırarak belki de dünyanın en gizemli sandığını buraya yerleştirtmiştir. Lincoln'ün vasiyeti üzerine bu mühürlü sandık sadece üzerinde ki şifreyi çözebilecek Amerikan başkanı tarafından açılacaktır. Şimdiye değin ABD'de başkanlık yapmış bir çok kişi bu sandığın şifresini çözmeyi denediyse de başarılı olamamıştır. Sandığın içerisin de ne olduğu ise büyük bir merak konusudur. Kimilerine göre sandığın içerisinde Lincoln'ün bağlantılı olduğu gizli örgütlerin Amerika'nın geleceğine dair yaptığı kehanetler ve Amerika'nın ne zaman yıkılacağına dair bilgiler bulunmakta… Beyaz Saray'da bir çok odaya gizlice girebilmeye yarayan gizli merdivenler ve geçitler olduğu yıllardır bilinmektedir. Öyle ki Bill Clinton ve Monica Levinsky ikilisi arasında yaşanan yasak aşk olayından yıllar sonra bir televizyon röpörtajın da Levinski kimseye görünmemek için bu gizli geçitlerde sık sık ilişki yaşadıklarını anlatmıştı. Bodrum katta ise sonradan kazılan Amerika'nın 33. başkanına ve masonluğun 33. kademesine atfen 33 metre çapında çember şeklinde iki katlı bir oda bulunmaktadır. Bu odanın üst katı bir çok devlet binasında olduğu gibi nükleer saldırılardan dahi etkilenmeyecek şekilde bir sığınak olarak tasarlanmış alt katı ise bir mabed olarak şekillenmiştir. Dünyada henüz halen bulunamayan altın post, kutsal kase gibi özel güçleri olduğuna inanılan bazı kutsal nesnelerin bu odada sakladığı söylencesi vardır. Yine bu odaya 4 bir yandan bağlanan 33 koridor bulunmaktadır. Her koridorun kapısında sırlanmış kabartma semboller bulunur. Bu geçitlerin ne için yapıldığı büyük bir muammadır. Çoğu koridorun nereye çıktığı bilinmemekle birlikte bir tanesinin Washington DC de bulunan tarihi halk kütüphanesine diğeri ulusal halk operasına ve bir başkasının da Abraham Lincoln anıtına çıktığı bilinmektedir. 2007 Senesinde Abraham Lincoln anıtına açılan koridorun çıkışına duvar örülmüştür. Kütüphanenin bodrumuna açılan kapı ise sadece koridor tarafından açılabilen devasa bir çelik kapı ile kapalı durmaktadır ön tarafında ise kamuflaj amaçlı dev bir yağlı boya portre bulunmaktadır. Diğer koridorlarınsa nerelere uzandığı hakkında bir çok teori olmasına rağmen elle tutulur bir bilgi bulunmamaktadır. Amerikan mimarlar odasınca kamuoyuna servis edilen beyaz saray krokilerin de gizli geçitler koridorlar ve sığınaklar bulunmamaktadır. Ancak bir çok mimar bu aldatma ve gizlemeye yönelik krokilerin binanın ölçüleriyle dahi uyuşmadığını ispatlamıştır. Amerika Birleşik Devletlerini kuranların mason olduğu bilinmektedir. Bir teoriye göre bu koridorlar aslında Saray ilk inşa edildiğinde de vardı. Ülkenin kurucuları masonluğun 33. Derecesine atfen şehre 33. özel bina yapıp hepsini bu koridorlarla merkez olan beyaz saraya bağlama niyetindeydiler. Ancak bu 33. Yapı asla tamamlanamadı bu yüzdende koridorların bazılarının uçları tamamen çıkmaz. Bir başka teoride yerin çok daha derinlerinde büyük bir yer altı şehri kurulduğu ve bu koridorların şehrin girişine ulaşmayı zorlaştırmak için yapıldığı sadece 1 koridorun şehrin gerçek girişine açıldığı diğerlerininse aldatmaca olduğu yönünde.

Bu teoriyi destekleyenlerin en büyük dayanağı ise Beyaz Saray'a yıllar içerisinde sığabileceğinden binlerce kat fazla mobilya ve eşya satın alınıp bu eşyaların akıbetlerinin bilinmemesi ve Washington DC şehrinde yasalara göre metro inşaatı için bile olsa yere 60 metreden fazla delik açmanın kesinlikle yasak oluşu.