confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

film izlemek

pencere
bir insan iş veya okul yaşamında çok başarılı bir insan olabilir. hatta bu kişinin dışarıdan bakıldığında aile yaşantısı da nispeten iyi bir görüntüsü olabilir. fakat insan yaşam içinde kendisini rahatlatmayı başaramıyorsa o kişi mutlu bir insan değildir. mutlu bir insan olamayan insan neden yaşıyordur anlamak güçtür.
aslında insan doğasında paronya normal bir ruh halidir. milyonlarca yıllık evrimimizde bir canlı olarak sürekli tetikte olmamız gerekir. hatta doğada bütün canlılar rahatlamaya ihtiyaç duyarlar. canlıların bu hisse en az su kadar ihtiyacı vardır. günümüz insanı olarak biz de artık ormanlarda ya da mağralarda yaşamıyoruz. daha karmaşık sorunlarımız var. bu da haliyle daha komplike rahatlama yöntemleri geliştirmemizi gerektirmekte. benim en sevdiğim rahatlama yöntemim çok kimsenin anlayamayacağı yeni evrenler yaratmaktır zihnimde. sinema da bana bu konuda en büyük yardımcıdır. bence her bireyin sağlıklı rahatlamanın bir yolu olarak iyi film izleme alışkanlığı edinmesi gerekir.

fotoğraf çektirmek

pencere
geçen yüzyıl mektup edebiyatları yüzyılıydı. insanlar kendilerini muhteşem sözcüklerle ifade ederlerdi. bu yüzyıl ise ne yaptığını gösterme yüzyılı olmuş gibi. bu haller çoğu zamanlar baya bir bayağı haller almakta.

iş yaşamım dolayısıyla mecburen kullandığım tek sosyal medya aracı olan whatsapp'ta bazen insanların durumlarına bakıyorum. ucuz bir pembe dizi draması bile olmayacak yaşamlarına çok acayip soslarla sunuyorlar. bu sığlığı ve a rasyonalizmi aklım almıyor ve çoğu zaman iflas ediyor.

günümüz teknolojisiyle insanlığın kapısına vebadan veremden daha beter dayanan hastalığın adı da narsistlik. kimse bunun farkında değil. hala bir akademimiz varsa bu sorunu gerekirse ellerinde tencere tava çalarak kamuoyunun gündemine getirse ne iyi olur aslında.

the godfather 2

pencere
bana göre sinema muhteşem ayrıntılar sanatının iyi bir bütünlükte sunulma sanatıdır. bu yaşıma kadar izlediğim bine yakın film arasından en sevdiğim ikinci film thegodfother part 1'dir. en sevdiğim filmse başlığa konu ikincisidir. serinin ikinci yapımını daha çok sevmemin nedeni sanırım hikaye ayrıntılarının daha muhteşem bir bütünsellikte işlenmesidir. tabii bunda capolla'nın, birinci filmin getirdiği büyük başarıyla daha özgür hareket etmesinin payı büyüktür.

bugüne kadar izlediğim hiç bir romanın film halini beğenmemişimdir. thegodfather ise bundan müstesnadır. serinin son filminin romanla ilgisi yoktur. fakat mario puzo'nun bu muhteşem romanıdır filmi kadar hayranlıkla kendisini okutur. mario puzo aslında toplumcu da bir yazardır. puzo'nun romanlarında mafya bu toplumcu anlatımın bir metaforudur. italya halkından bahsederken mafyanın vurucu gücüne atıf yapmadan çok bir şey de anlatılamaz zaten.

gecenin şiiri

pencere
yüzün

eskimiş bir konsolun
çatlak aynasında durmadan,
bir buluttur mehtabı inatla kovalayan.
bir hüznü yansıtan alnının ortasında,
yüzün müdür acaba yolumu dolaştıran?
acının bu solgun haritasında,
kendime yeni duraklar bulduğum.
ulaştığım ıssız dağ doruklarında
yüzün müdür hep sorular sorduğum,
bakışının titrek aydınlığında?


aslında ne bulunur bir gezginin yanında
kendi yüzünden başka,
hüzünle bileyen direncini.
bir suyun ürpermiş aynasında
apansız gözgöze geldiğim.
ayakları ayaklarıma bitişik
kımıltısız bir gövdeyle rüzgârın sildiği.
bir bulup bir kaybettiğim
yani bir gezginin hep gittiği,
senin yüzün benim yüzüm değil mi?

metin altıok

büyük türkiye

pencere
her yerinden yaşam ve bereket fışkıran dünya'nın en güzel ülkesiydi bir zamanlar. en olmaz yerine, en olmaz meyvenin tohumunu atarsan sana rize ikliminde kivi veren bir vatan. çukurovası 1'e beş verirdi. sular fışkırırdı toroslarından. izmir'inden, muğlasın'dan incirinden, tütününe biterdi. antalya'sı muz kadar tatlıydı. sadece urfa'sının toprağından bütün ortadoğuyu barış sofrasında yıllarca besleyecek bir vatandık biz. karadeniz'i mi daha cennettir, ege'sinde mi mavi sabahlar daha güzeldir, en güzel güneşi ağrı'dan mı doğar diye düşünerek güzel bir ömür geçirebilirdin.

şimdi dev bir beton ormanı olmuş ve bu iğrenç harcın içinde hepimizin de her gün yozlaşıp çürüdüğü bir tanımın başlığı oluyor gün geçtikçe.
her gün ve evet hala, güzel ülkem kadar kocaman bir kalple bu döngünün tersine döneceğini hayal ediyorum. ve buna inanıyorum.

mansur çalar

pencere
davanın hakimi değilim savcısı değilim, mansur, arkadaşına jiletle saldırdı mı saldırmadı mı konusunda hüküm veremem. şayet türkiye yargısı bu suçun oluştuğuna dair bir karar verirse, ömür boyu olmasa da, 3 yıldan az olmamak üzere futbol men edilmesi vicdanları bir nebze rahatlatır.

fakat bugüne kadar, güneydoğu takımlarımıza karşı yapılan her ırkçı saldırıda klüplere yahut spor insanlarına bu men cezası verilecekse ortada türkiye futbolu diye bir şey kalmayacaktır. bence buna göre hüküm verilsin.

aile baskısı

pencere
yaşam içinde öyle toplumsal networkler vardır ki bunlara boyun eğersen yaşamında her hangi bir özgün kaliteden eser kalmaz. rededersen de hayatının pek kaliteli olacağı söylenemez. özgür bireyin bu networklari yönetmeyi de öğrenmesi gerekmektedir. aile baskısı denen nane de bunlar arasındadır.

gencecik boşanan çiftler görünce kahroluyorum. belki de bu boşanmaların en büyük nedenlerinden bir tanesi, gençlerin ailelerinden gelen baskılar ve sokulan çomaklardır. aileler tarafından, evlenme çağına gelmiş bireye, kesinlikle bir yetişkin olduğu hissetirilmiyor. zaten genç bireylerin, artık kendi ailesini kuracak bilince ve yaşa gelmek ne demektir hakkında fikirleri bile yok. kızın ailesi ve kankaları bir yandan çekiştiriyor, oğlanın ailesi ve kankaları bir yandan çekiştiriyor, ve evlilikler en sonunda toplumsal tuvaletler halini alıyor. zaten artık yaşam denen olay genel itibariyle bir toplumsal tuvalet gibi bir yer olmuş.

hayat iradesiz bir kukla olarak yaşanmamalı azizim. mutluluk kavramının en önemli bilimsel tanımlarından biri de, hayatı farkındalık halinde yaşamaktır. bence bunun temel kurallarından birisi, her baskıyı yönetmeyi öğrenmektir. bazı pislikler sifonu çekince tam temizlenmeyebilir, fakat daha çok denemek lazım bunu.

devletçi ekonomi

pencere
bir komünist olsam da başlığı bu yönde ele almayacağım. atatürk bir komünist değildi fakat gerçek vatansever bir liderdi. kurmak istediği cumhuriyeti burjuva demokrasisine dayandırmasını sonuna kadar eleştirsem de, özellikle ismet inönü'nün de gayretleriyle cumhuriyet kadroları, muassır medeniyetler seviyesinde bir burjuva demokrasisinin temellerini sağlam atmak ve eksik bir yan bırakmamak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

muassır medeniyetler seviyesinde bir burjuva demokrasisi kurmak için en önemli temel, ekonomik temeldir. o zamanlar ülkemiz 2 meşrutiyet ve bir cumhuriyet görse de, yazık ki iktisadi bilimsel bir sanayimiz yoktu. tabii ki milli bir burjuvaya da sahip değildik. o zamanın cumhuriyet kadroları, devlet eliyle ucuz ham madde üreterek, yerli sermayenin bunu bilimsel iktisadi yöntemlerle pazarlyarak ihrac etmesinin önünü açtılar. ve bu emekleyen cumhuriyetimizi çok önemli üretim atılımlarıyla ayağa kaldırdı.

bugün ise, yap işlet kirala şark kurnazlığıyla devlet dev miktarlarda borçlandırıldı. ve ortada beton yığınlarından başka bir üretim yok. kaliteli bir hizmetten asla söz edilemez. ve artık bu kaynaklar da kurudu, devlet olarak çok büyük bir iç borç yükünden dolayı hepimizi daha beter günler beklemekte

unutamam seni

pencere
uzun boylu sevgi insanımızdan bir khk ile yasaklanmasını talep ettiğim güzellikte ve hüzünde muhteşem bir şarkıdır. sağda solda ''ahmet kaya'' versyonları da gezmektedir fakat söyleyen kişi ahmet kaya değildir. daha güzel versyonlarını bilen varsa paylaşırsa sevinirim.

bir ilk bahar sabahı

pencere
itiraf ediyorum ki mutluluk adına hayattan hiç bir alacağım yok, bilakis hiç ödeyemeceğim sayısız güzel günlerimin borcu var. fakat 2 senedir intihar etmememin tek nedeni olarak bir ilkbahar sabahı daha mutlu uyanırsın belkinin umudundan başka hiç bir şey vermemekte hayat bana. kuru ekmeğe katık yapacak gayrı hiç bir şeyim yok elimde.

tabii ki ağlama bugünler gelir de geçer babam diyerek, mutsuzluğuna yabancı bir sıradanlık içinde olmaktansa, mutsuzluğu tanıyan bir salatalık olarak yaşamaya devam ediyorum.

doğu perinçek

pencere
türkiye'de her şey olabilirsiniz fakat rezil olamazsınız lafının yürüyen bir şeysi. kendisi adına ben bile utanıyorum.
yazık, uzaylılar ülkemizden bir deney canlısı kaçırsa ve o kişi de perinçek olsa, bütün primatların omurgadan müstesna evrim geçirdiklerini düşünebilirler.

20 ekim 1991 genel seçimleri

pencere
shp ve dsp'nin toplam oyunun yüzde 32'yi bulduğu seçimdir. solun, kürtlerin de desteğiyle tekrar yükselişe geçtiği seçimdir. kürt halkının 1921'den bu yana ilk defa tbmm'de kendi dilleriyle temsil edildiği seçimdir.

fakat sol bu kimlikten korkusunu ve fobisini aşamadığı için sonrasında tekrar büyük çöküşe geçmiştir. 1995 yılında rp'nin yükselişi de kürt halkını kazanmasıyla oldu. 2000'lerde akp'nin hiç bir ittifaka gerek duymadan yüzde 51 alması, aynı zamanda ülkemizin en büyük kürt oyu alması sayesinde olmuştur. akp günümüzde kürt halkını kaybedince, mhp ile ittifakında bile 40 mı alır, 42 alır da öper başına mı koyar tartışılmaktadır.

artık günümüzde halkların sınıf kardeşliği solda tekrar atmaya başlamıştır. umarım güzel günlere çıkacağız.

üç dağa ağıt

pencere
devrimci bir nihat behram şiiridir.

açlığın
çıplaklığın acısı mı genişliyor
dalları
meyvaya çağıran rüzgâr mı

dalgın bir kuşun ötüşünden
sevdiğinin kalbine düşen âşık mı
yağmuru emen toprak mı derinleşiyor

yas mı tutmalıyım onurlu ölüme
halkın gözlerini dolduran çizgilere
umudu mu çağırmalıyım

ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre
sıcak titreyişi varlığını hayata adamışların
gidiyor
öfkenin haykırışları
yasalarıyla gidiyor kahredişin
zulmün ve iğrençliğin buyruklarıyla gidiyor
toprağa düşen bakımsız yapraklar gibi değil
azarlanmış çocukların kederiyle değil
doğuşun ve sevmenin feryadıyla gidiyor
ölümü donatan arkadaşlarım

ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre
durutarak gündüzleri geceleri
durutarak adanmışlığı, mertliği, yüceliği
damıtıp sevdalarına
neferi toprağa aşılamaya gidiyor arkadaşlarım

bulutlar da hafif mi kar taneleri kadar
özgürlüğün borcu mu ödeniyor
yaralar mı açılıyor yoksulluğa
ezilmişliğin isyanı mı sesleniyor

ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre
birer rüzgâr uğultusu bırakarak yanan ateşe
76 /