confessions

azadi

Admin  · 30 Nisan 2017 Pazar

  1. toplam giri 804
  2. takipçi 31
  3. puan 19586

ya allah varsa

azadi
-#müslümal ların sıkışıp sarıldığı 'ya allah varsa? Ben kazanırım sen kaybedersin bla bla..' sözleri hakkında biraz düşünelim. Bunu onlara söyleten nedir, velev ki dogru; Tanrı bu fikri göremiyor, ya da görüyor da hoşuna mı gidiyor?' Üzerine biraz kafa yoralım...
Ya Varsa !
İslamın Tüccar Zihniyeti

Din tartışmalarının sonucunda, mümin tarafın köşeye her sıkıştığında kullandığı bir argüman vardır: "Allah yoksa ona iman etmiş olmanın kimseye zararı olmaz, ama ya varsa o zaman inanmayanlar çok kötü şekilde yanacaklardır. O halde aklımıza yatmıyorsa bile inanalım, ne olur ne olmaz"... Bu argümanın mucidi, aynı zamanda islam tarihinin en büyük katili olan Ali'dir (savaşta ele geçirilen esirlerin idamını kimseye bırakmaz, hepsini bizzat ünlü Zülfikar'ıyla hallederdi).
Bu mantık, katıksız bir tüccar zihniyetidir ve köprüden geçene kadar ayıya dayı demek mantığıyla özdeştir. Böyle bir mantık, -eğer varsa- gerçek bir tanrıya yapılacak en büyük hakarettir. Onu yağcılıktan ve iki yüzlülükten etkilenen aciz bir varlık yerine koymaktır.

İman, değişmez ve asla sorgulanamaz doğruları olan dogmalar üzerine kurulur ve -böylelikle- "ya varsa kaybın olmaz" safsatasının aksinin düşünülmesine engel olunur. Bununla da olmayana ergi yöntemi mümin için olanaksız kılınmaya çalışılır. İnsanı en zayıf yerinden yakalayarak, sağlıklı düşünce dizgesini dumura uğratmayı hedefleyen bu tür dogmalar, gerçekten çok zekice tasarlanmış ve yıkılması en zor olan dogmalardandır. Bunun zihinlere genç yaşta yerleştirilmesiyle, bilimin ve ilerlemenin temel koşulu olan kuşku bilinçlerden kazınır ve bunun ardından söylenenlere tereddütsüz boyun eğdirme amaçlanır. Böyle bir korku, insan zihninin en önemli yeteneği olan mantığa ve akıl yürütmeye pranga vurulmasına hizmet eder. Çevremizdeki eğitim düzeyi ne olursa olsun -belki tutarlı olma kaygısı güden bir kaçı dışında- bütün müminlerin bilinç altında yer etmiş bu korkunun her köşeye sıkışıldığında açığa çıkması boşuna değildir...

İşte islamın temel zihniyeti budur: gönülsüz de olsa, korkuya, şantaja ve rüşvete dayanarak insanları teslim almak... Bu temel zihniyet açısından doğrunun, haklının, iyi ve ahlaklı olanın hiçbir değeri yoktur. İnsanları onursuzluğun, ahlaksızlığın ve iki yüzlülüğün en aşağılık biçimi olan otoriteye kölece bağlılığa ve sorgusuzca itaate yönlendirir. Kuran, insan onurunun, şerefinin hiçbir değeri olmadığını öne süren, insanların aciz ve zavallı olduklarını yineleyen, verilen nimetleri döne döne insanların başına kakan ayetlerle doludur. Müminleri Allah'ın sonsuz rahmetine karşın, masum çocukların öldürülmesine, sakat bırakılmasına ve daha nice adaletsizliklere göz yummasını mazur göstermeye iten, işte bu zihniyettir.

Oysa onurlu, doğru, iyi ve ahlaklı olan, hiçbir başarı şansı olmasa bile, sonucunda ceza görmek kaçınılmaz olsa bile ve tanrıdan bile gelse, zulüme, adaletsizliğe, haksızlığa karşı başkaldırmaktır. Günümüzde islam ülkeleri dünyanın en adaletsiz yönetimleriyle yönetilmelerine rağmen, çoğunda en ufak bir direniş ve başkaldırının olmamasının temelinde, islamın yığınların bilinçaltına kazıdığı tereddütsüz itaat içgüdüsü yatmaktadır.

Burada bir ikinci nokta daha vardır: Allah'ın gerçekten varolduğuna ve Kur'an'da ve öbür kitaplarda yazılan özelliklere sahip olduğunu varsayalım. Peki inananlar o zalim, inanmayanları sırf kendine kulluk etmedi diye, hiçbir insanın hayal dahi edemeyeceği kadar korkunç bir şekilde cezalandırırken, kendilerinin güvencede olduğundan nasıl emin olabilirler? Kendisine hiçbir kötülük edemeyecek kadar aciz yaratıkları inanmıyorlar diye sonsuza kadar sonsuz acılarla cezalandırabilecek kadar acımasız bir varlığın, müminlere verdiği sözü tutacağına kim güvence verebilir?

Öyle ya kerameti kendinden menkul ve her ne yaparsa tanım gereği "iyi" olan o zat, belki de orada onları da tarifsiz acılarla başbaşa bırakacak ve sadistçe bir zevkle herkesin acıdan kıvranmasını seyredecektir. Bunda da sadece kendisinin bildiği bir hikmet olmadığını kim nereden bilebilir?

O değil mi "ben istersem herkesi hidayete erdirebilirdim, ancak cehennemi insan ve cinlerle dolduracağıma dair söz çıktı ağzımdan" diyerek, günahkarlar için cehennem değil, cehennem için insanlar yarattığını itiraf eden?

Eğer gerçekten varsa, hayal dahi edemeyeceğimiz kadar acımasız olan varlığa yaranmaya çalışırken, yukarıdaki ticari argümanı öne sürmek, kabahatten daha büyük bir özürü öne sürmek değil midir?
#Muhammed #Allah #din #islam #meczup #yalan #pisişler #hadis #ramazan #oruç #siyaset #peygamber #fUckAll #pedofili #müslüman
2

türk silahlı kuvvetleri'nin dünyanın en güçlü ordusu olması

azadi
Ortadoğu ve asya ülkelerinin bile neresiyle güleceklerini şaşırdıkları yalandır. Öyle ki; bir pakistan'ın yarısı bile değildir.
Bir kere abd'nin istemediği hiçbir savaşa gidemiyorsun, uçaksız, tanksız, savunma füzeleri olmadan gideceksen o başka...
Paran yok! 3 aylık bir sınır ötesi operasyonu bile finanse edecek paran yok! Tek bir müttefikin yok... Olanlar da kıçındaki donunu vereceğine dair sözleşme yapmadan boş kovan vermez sana.
Bak pakistan'a! Nükleer başlıkları bile var... Sense 300 bordo bereli spartayı (yunanistanı) fetheder sanıyorsun...
En baba askeri birliğin ısparta dağ komando okulundaki (acemiliğimi orda yaptım), hayatında eline çakı almamış, üç aylık tamamen fiziksel eğitimden (askeri harekât bilgisi eğitimi sahiden kıttır) geçmiş ana kuzularından oluşuyor. Ateist nüfusta da ilerleme var. İman gücü de tarih oluyor. Bir gün olacak, bir gün türk birliğini kuracağız' diyorsun da, kendi ülkenden şeriat zihniyetini silip, bağımsız bir ordu Kurman için bile en az kırk seneyr ihtiyacın var.
Kırk sene sonra Afganistan mars'a haşhaş tarlası inşaa edecekmiş duydun mu?
Orduya reform, bana huzur lazım

kemalisthatun

azadi
Kişisel bir problemim olmamakla beraber; Sığ ve cahil bir arkadaş.
Tek felsefesinin trubune oynamak olduğunu düşündüğüm, Atatürkçülük ve Laiklik üzerinden prim yapmaya çalışan, artık gereksiz entry ve başlıklarını gormeyecegime sevindigim şahıs
5

din insanlığa en zararlı icattır

azadi
Bence din'i en zararlı icat olarak görmek biraz sığ bir bakış açısı olur. Olabilecek tüm ideolojiler için aynı benzetmeyi yapmak gerekir. Zira tüm ideolojiler insan ürünüdür.
Mükemmel bir ideoloji yaratbilmek, ancak mükemmeli yakalamış bir bilinç için geçerli olabilir.
İnsan mükemmel değildir. Dolayısıyla mükemmel bir sistem yaratamayacaktır.
Bu nedenle tüm ideolojiler, üreticisinin dandikliğinden ileri gelerek, belli başlı dandikliklere sahip, ya da gebedir. Bilmem anlatabiliyor muyum?

en büyük terörist kapitalist sistemdir

azadi
Şunu anlayalım arkadaşlar; #Kapitalizm, #sosyalizm, #komünizm, #islam vs... insan ürünü hiçbir ideology asla insanlar arasında kalıcı huzura sebep olmayacaktır. Zira insanın kendisi mükemmeli yakalayamamış bir canlı olduğundan, asla mükemmel bir sistemin yaratıcısı olamayacaktır.
Eksik bir malzemeyle mükemmel tarifi yakalayamamak gibi düşünelim.
Velhasıl; Bana on kg Plütonyum bulun, dünyayı cennet edeyim 😉

ateist olup namaz kılmak

azadi
Namaz, semah, hac ve bilimum dini ritüellerin sürdürülebilir olmasının en temel sebebi, insana verdiği iç huzurdur. Bir ateist'in bu sebebe binaen meditasyon amaçlı namaz hareketlerini ifa etmesi, ancak kadınların adet günlerinden tutun da, peygamberin eşleriyle hangi sırayla yatacağına dair envai çeşit entrikanın döndüğü kuran ayetlerini okumadığı bir çeşit yoga'dır.
Yapar mıyım? ıyyykk...
ancak yapana saygı duyar mıyım? cıkk... duyar gibi yapar mıyım? maybe...

muhammed'in cinsel yaşamı

azadi

-Karılarından Aişe, Muhammed'e şöyle diyor:

-"Ma era rabbeke illa yüsariu hevake" (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu't-Tefsir/33/7,Kitabu'n-Nikah/29;Diyanet yayınlarından Tecrid, hadis no:1721;Müslim, e's-Sahih, Kitabu'r-Rıda/49,hadis no:1464;İbn Mace Sünen, Kitabu'No:-Nikah/57, hadis No: 200; Ahmed İbn Hanbel,6/134,158)

Nedir bu sözün Türkçesi?

"Vallahi Rabbinin, senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum." (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi. 7/402)

"Rabbin Teala (kadınlarının değil) ancak senin arzunun tahakkuna müsaraat ediyor. (Çeviri: Kamil Miras, Diyanet Yayınlarından)

Aişe'nin sözü dilimize şöyle de çevrilebilir:

"Bakıyorum da, senin Efendi Tanrın , yalnızca senin şeyinin keyfini (hevanı) yerine getirmek için koşuyor."

Hadiste, efendi tanrının yalnızca Muhammed'in hevası için koştuğu açıkça belirtiliyor.

Heva: İnsanın arzusu, isteği. Ama buradaki herhangi bir arzu, istek değil; cinsel istektir söz konusu olan. Çünkü buradaki konu, cinsel isteğin üzerinde durulduğu bir konu. Ayrıca "heva" söylendiğinde ilkin bu kavramda kullanılır. Rağıp da, heva için : "Meylun'nefsi ile'eş-şehveti" (Bkz. Müfredat, Heva) diyor. Yani "nefsin şehvete eğilimi."

Rağıp, aynı yerde, hevanın "şehvete eğilimli olan nefsin kendisi için de söylenebileceği"ni belirtiyor.

Aişe neden böyle diyor?

Muhammed'in çok karısı var. Yaşlanmış olan Sevde Bint Zema'nın dışında hepsi genç, hepsi güzel. Ve hepsi de cinsel istekli. Adalet olsun diye, Muhammed'in bunlarla cinsel birleşmesi sıraya konmuştur. Sevde'nin dışında kimse, sırasını başkasına kaptırmak istemiyor. İşte bu böyleyken, "ayet" geliyor; durumu değiştiriyor:

Muhammed'in "heva"sı, "adalet"in önüne geçiyor:

Muhammed'in kadın seçimi, cinsel alandaki isteği, hadisteki sözcüğü ile hevası, adalete baskın geliyor ve sıra Muhammed'in isteği doğrultusunda, ayetle bozuluyor. Ahzap suresinin 51. Ayeti şu sözlerle başlıyor:

-"(Ey Muhammed!) Onlardan (yani karılarından) dilediğini geriye bırakır, dilediğini öne alabilirsin..."

Ne demek bu?

Hadis ve yorumlara göre şu demek:

-"Ey Muhammed! Artık nöbet, sıra zorunlu değil senin için. Nöbeti, sırası gelse bile, dilediğin karınla cinsel birleşmeyi erteleyebilir, ondan önce dilediğin karınla yatabilirsin."

Sözün özü: Kuran'ın tanrısı, Muhammed'in, karılarıyla olan cinsel ilişki düzenindeki işini kolaylaştırıyor. İlişkiyi sıraya koyma zorunluğunu kaldırıyor. "Hangi karınla ne zaman yatmak istersen özgürsün" diyor.

İşte bunun üzerine Aişe dayanamayıp o sözü söylüyor:

-"Görüyorum ki senin Efendi Tanrı'n, senin şeyinin keyfini ..."

Aişe, bu durumu daha sonra, Ahzap'ın 51. Ayeti gelince anladığını; 50. Ayet geldiğindeyse bunu pek anlayamadığını ve o nedenle, 50.ayette, Peygambere kendini (hem de mehirsiz olarak) verebilecek kadından söz edilince şu tepkiyi gösterdiğini belirtiyor:

-"Olacak şey mi? Bir kadın utanmaz mı ki, kendini bir erkeğe armağan etsin?" (Tecrid, hadis no:1721)

Karılar içinde ayrıcalıklı olanlar:

Muhammed, kimi karılarını daha çok severdi. Kimini de daha çok tutardı. En çok tuttuğu karılarının başında Aişe geliyordu. Ebubekir'in kızıydı, o nedenle de etkiliydi. Zaman zaman Muhammed'e kafa tutar gibi durumları bile olabiliyordu. Zeki de olduğu için, birtakım ayrıcalıklar sağlayabilmişti. Muhammed'in cinsel ilişkilerindeki sıra düzeni bozulunca, karılar içinde en çok yararlanan o olmuştu. Boşamasın diye Muhammed'in hoşnutluğunu kazanmak isteyen yaşlı ortağı Sevde Bint Zem'a'nın "gün"ünü almıştı. Başka kumaların gününde de Muhammed'le yatabilirdi. Muhammed istediğinde, kendi günüyse başkasına vermezdi. Muhammed'in canı başka kadınla yatmak istese bile vermezdi gününü, sırasını.

Aişe: "Günümü kimseye vermem"!

Aişe'nin anlattığına göre: Muhammed'e, herhangi bir karısının gününü, sırasını gözetmeksizin; dilediği karısıyla dilediği zaman yatma özgürlüğü veren "ayet", yani Ahzab suresinin 51. ayeti geldikten sonra da, Muhammed'in Aişe'nin gününde başka kadınla yatmak istediğinde Aişe'den izin alma gereği duyardı. İzin isterdi ama Aişe geri çevirirdi:

-"Eğer izin verme, vermeme yetkim varsa vermek istemiyorum. Tanrı elçisi! Bilesin ki hiçbir kimseyi sana (seninle yatmaya) yeğ tutmam."( Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu Tefsiri'l-Kur'an/33/7)

Hadisten anlaşıldığına göre, Aişe'nin bu karşı koyuşuna Muhammed artık ses çıkarmamış; "Ayet var. Ayet bana istediğim zaman dilediğim karımla yatma yetkisini vermiştir" dememiş ya da diyememişti.

Muhammed'in karıları arasında hizipleşme

Peygamberin karıları iki hizibe ayrılmıştı: Bir kesimde Aişe, Safiyye ve Sevde vardı. Öbür kesimdeyse Ümmü Seleme ve peygamberin öteki karıları. Müslümanlar, peygamberin Aişe'ye olan sevgisini biliyorlar; o nedenle depeygambere bir armağanda bulumak isteyen biri olduğunda armağanı sunmayı geciktirir; peygamber Aişe'nin odasına gittiğinde sunardı.

Muhammed' in Karıları: "Adalet isteriz!"

Bunu üzerine, Ümmü Seleme hizibi söylenmeye başlandı. Bu kesimde olan kadınlar gidip Ümmü Seleme ile konuştular:

-Ümmü Seleme! Peygambere söyle. Herkesle konuşsun; Peygambere kim bir armağan vermek isterse, peygamberin hangi karısının yanında bulunduğuna bakmaksızın armağanını sunmasını duyursun.

Muhammed aldırmıyor:

Ümmü Seleme, karıların dediklerini peygambere söyledi. Ama peygamber bir şey söylemedi. Karılar gelip Ümmü Seleme'ye sordular:

-Ne dedi peygamber?

-Bana bir şey demedi.

-Öyleyse bir kez daha söyle ona!

Ümmü Seleme, kendi gününde (ilişki için) geldiğinde peygambere yine söyledi. Ne var ki peygamber ona yine bir şey söylemedi. Kadınlar sorunca yine "peygamber bana bir şey söylemedi" dedi. Kadınlar da, "sana karşılık verinceye kadar söyle ona söylediklerimizi" dediler. Peygamber cinsel ilişki için dönüp geldiğinde, Ümmü Seleme ona kadınların dediklerini yine anlattı. Bu kez peygamber konuştu:

Muhammed: "Bana vahiy, yalnızca Aişe'nin gününde geliyor"!

-Aişe konusunda beni üzme! Bil ki, hiçbir kadın koynumdayken bana vahiy gelmez de, yalnızca o koynumda bulunduğu sırada bana vahiy gelir.

Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi:

-Ey Tanrı Elçisi! Seni üzdüğüm için tanrıya sığınıp tevbe ediyorum!

Karılar, Muhammed'in kızı Fatıma'yı araya koyuyorlar:

Aynı kadınlar sonra peygamberin kızı Fatıma'ya başvurdular; onu peygambere gönderdiler. Şöyle demesini istediler:

-Karıların tanrı için senden, Ebubekir'in kızı (Aişe) konusunda (kayırmayı bırakıp) adaletli davranmanı istiyorlar.

Fatıma'nın aracılığı da bir sonuç vermiyor:

Fatıma da peygamberle konuşup kadınların dediklerini iletti. Peygamberse şöyle karşılık verdi:

-Kızcağızım (sevgili kızım)! Benim her sevdiğimi sen sevmezmisin?

Fatıma karşılık olarak:

-Evet!

Peygamber:

-Öyleyse sen de Aişe'yi sev!

49 yaşındaki adam (Muhammed), 6 yaşındaki bir çocuk (Aişe) ile evleniyor:

Yine Aişe'nin kendisinin anlattığını dile getiren bir hadis:

Bu hadisin başında, Aişe aynen şöyle diyor:

-"Peygamber benimle evlendi; ben o sırada 6 yaşındaydım."

Evet, bir yanda 49 yaşındaki Muhammed, öbür yanda 6 yaşındaki Aişe evleniyorlar. Muhammed ile evlendiği zaman Aişe'nin 6 yaşında olduğunun İslam dünyasında kabulu zorunlu. Çünkü bunu anlatan hadis, tartışmasız sağlam (sahih) kabul edilir. Bu hadisi, İslam dünyasında en sağlam olarak benimsenegelmiş olan Buhari'nin ve Müslim'in E's-Sahih'lerinde de buluyoruz.

Anlatıldığına göre evlilik gerçekleşiyor ama yine de 3 yıl kadar zifaf (yani cinsel birleşme) gerçekleşmiyor. Bu süre geçtikten sonra oluyor zifaf !

Aişe 9 yaşındayken 52 yaşındaki Muhammed ile gerdeğe giriyor:

Hadisi izleyelim. Aişe anlatıyor:

-"Ve be dokuz yaşındayken benimle gerdeğe girdi. Medine'ye göçmüştük. Haris İbn Hazrec oğullarına konuk olduk. O sırada sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü. Saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. Annem Ümmü Ruman bana geldi. Arkadaşlarım ile birlikte salıncakta sallanıyorduk. Annem beni çağırdı. Yanına gittim. Benden ne istediğini bilmiyordum. Elimi tutup alıp götürdü. Evin kapısına gelince durdu. Soluk soluğa kalmıştım. Sonunda soluğum biraz yatıştı. Annem, sonra biraz su alıp yüzüme başıma değdirdi. Sonra beni eve soktu. Bir de baktım ki bir takım Medineli kadınlar. Evdeler. Bana şöyle demeye başladılar:

-Hayırlı, bereketli olsun. İyi şanslar.

Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. Peygamberle birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. Kadınlar, beni ona teslim ettiler. Ve ben o sıralar 9 yaşındaydım."

Aişe, Muhammed'in koynuna verilmek üzere götürüldüğünde, salıncakta sallanıp oynayan bir oyun çocuğuydu. Yani Muhammed, 52 yaşında böylesine bir çocukla cinsel birleşimde bulunmuştu.
4

kuran nasıl hazırlandı

azadi
Muhammed ve arkadaşları Kuran'ı nasıl hazırladılar?
Kendisini Tanrı elçisi olarak ilan eden Arabistan'ın Kureyş Kabilesi 'nden Muhammed'in, okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır. İslamiyetin kitabı Kuran'ın, Tanrı tarafından gönderildiğini savunanlar, okur-yazar olmayan birisinin nasıl kitap yazabileceğini sorarak, Kuran'ı Muhammed'in yazmadığını güya savunmaktadırlar.

Muhammed'in okur-yazar olması ihtimali de var.. Muhammed, okur-yazar olmasa bile, kör ya da sağır da değildi ve kendisine "anlatılanlar"ı Kuran'a koyacak kadar becerikli idi.. Kendisine kimler yardımcı oluyordu hazırladığı kitap için.

Turan Dursun'un "Din Bu" adlı kitap serisinin dördüncü cildinde, Bel'am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr ve Iranlı Selman (Farisi) ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir. Bunlardan Bel'am, Yunanlı bir köleydi. Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.

İlhan Arsel'in Şeriat'tan Kıssalar adlı kitabının önsözünde de Muhammed'in diğer öğreticileri/yardımcıları olarak Bahîra, Verkâ ve Abdullah Ibn-i Selâm'ın adları geçer.

Muhammed katiplerini genellikle Yahudilikten ya da Hristiyanlıktan dönme ya da İbranice ve Süryanice bilen kişilerden seçerdi. Bu dillere vakıf değil iseler, öğrenmelerini isterdi. Örneğin, Hicret'in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit'e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.

Söylendiğine göre, en ziyade yararlandığı kimselerin başında, Hristiyanlıktan dönme Selman-ı Farisî ile, Yahudilikten dönme Abdullah İbn-i Selam gelirdi. Siyer'in yazarları İbn-i İshak, İbn Hişâm ve Tabakat yazarı İbn-i Sa's gibi (ya da benzeri) kaynakların bildirmesine göre, Selman-ı Farisî, Iranlı bir "Mecusî" iken çok genç yaşta Hristiyanlığı kabul ederek Suriye'ye gelmiş, daha sonra Bedevîler tarafından esir alınıp bir Yahudi'ye satılmış ve onun tarafından Medine'ye getirilmiştir. Kölelikten kurtulmak için Muhammed'e başvurup da onun tarafından satınalınmasıyla İslam'a girmiş ve azad olmuştur. Hristiyan ve Yahudi dinlerini en iyi bilen birisi olarak Farisi, Muhammed'e sadece din konusunda değil, yönetim ve savaş konusunda da Muhammed'e yardımcı olmuştur. Hendek Savaşı olarak bilinen savaşta, Muhammede'e hendek kazılmasını öneren kişinin Farisi olduğu söylenir.

Abdullah İbn-i Selam'a gelince, Tevrat'ı en iyi bilen yahudi'lerden birisiydi. Muhammed'in Medine'ye hicretinden sonra Islamiyete girmiştir. Tevrat konusunda, Muhammed'e en fazla bilgi verenlerden biri olduğu kabul edilir. O kadar ki, Muhammed onu, muhtemelen bu yardımlarından dolayı, "Cennetlik olan on kişinin onuncusu" olarak tanımlamıştır. (Bkz. Sahih-i Buhari ... c.IX, s.81, ve c.X, s.25 vd.)

Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri, kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde değişikliklere sokmuştur. Ancak, bunu yaparken, "kıssa"ları (masal ve hikayeleri) bir teviye ya da belli bir sıra ve silsile esasına göre değil, fakat Kuran'ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine dağıtmıştır. Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.

Kuran'ın okur-yazar olmayan Muhammed tarafından hazırlanması bu şekilde mümkün olmuştur.

Ne var ki, Muhammed'in Kuran'ı, daha sonra bizzat halife Ebu Bekir tarafından yaktırılmış ve sonra da değişikliklere uğramıştır.


Muhammed, Allah'ın (varsa eğer) sözü olduğunu iddia ettiği Kuran'ı nasıl ve kimlerle yazdı? Hristiyanlık, Musevilik, tarih ve efsanelerden alıntılar yaparak çelişkilerle dolu Kuran'ı nasıl yarattı?

Kuran Nasıl Yazıldı? Bel'am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr, Iranlı Selman Muhammed'in Öğretmenleri mi?


Konuya ilişkin Kur'an ne diyor?

Kur'an'daki "Tanrı", her zamanki gibi ant içerek açıklama yapıyor:

"And olsun ki biz, onların:'O'na (Muhammed'e) bir insan öğretiyor kesinlikle.' Dediklerini biliyoruz. Savlarını dayandırdıkları kimsenin dili yabancıdır. Buysa (Kur'an), apaçık bir Arapça'dır."(Nahl, ayet:103)

Bundan sonraki ayetlerde, "inanmayanlar" korkutuluyor, "yalancı, iftiracı" olarak nitelendiriliyor ve "işkenceli bir ceza"yla cezalandırılacakları bildiriliyor.

Yukarıdaki ayette, Muhammed'e öğreticilik ettiği söylenen kimsenin, "Arap olmadığı, yabancı olduğu" belirtiliyor.

Yunanlı Bel'am, Yaiş..

Kimilerine göre, Muhammed'in öğretmeni, bir Yunanlı köleydi. Bel'am adında bir köle.

İbn Abbas anlatıyor:

"Peygamber, Mekke'de köle olan birine öğretimde bulunuyordu. Yabancıydı. Puta tapardı. Adı da Bel'am'dı. Peygamberin yanına girişinde ve çıkışında putataparlar görüyorlardı. 'Muhammed'e her şeyi öğreten Bel'am'dır..' diye konuştular." (Bkz. Taberi, Cami'ul-Beyan, 14/119)

Ya da Yaiş'ti üzerinde durulan köle. Bel'am için söylenen, Yaiş için de söyleniyordu. "Yaiş, Muhammed'e öğretmenlik yapıyor" deniyordu. (Bkz. Aynı yer)

Ya da, Muhammed'e öğreticilik eden köle, Cebr'di. (Bkz. Aynı yer)

Ya da, Yemenli CEBR, YESSAR, ADDAS.

"Hadrami'lerin iki genç köleleri vardı. Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı Yessar, öbürünün adı Cebr'di" diye aktarılır. Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:

"Bizim iki genç kölemiz vardı. Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı. Peygamber de bunlara uğrar, durup bunları dinlerdi. İşte bunun için, putataparlar, 'Muhammed, bunlardan öğreniyor..' dediler." (Taberi, 14/119)

Fahruddin Razi'nin yer verdiği aktarmada, bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb'ın kölesi Addas. (Bkz. F.Razi, tefsir, 24/50)

Görülüyor ki, ister Yunanlı, ister yemenli olsunlar, kölelerin Muhammed'le ilişkilerine bakışlar değişik açılardan:

Müslümanların bakışları ve savları başka, "putatapar" dedikleri inanmazların bakışları ve savları başka.

Müslümanlardan kimine göre: Muhammed'le köleler arasında bir "öğretme ve öğrenme" ilişkisi vardı, ama öğreten Muhammed'di, öğrenenlerse köleler. Inanmayanlara göreyse bunun tam tersi gerçekti. Yani, öğreten kölelerdi. Muhammed'se öğreniyordu onlardan.

Müslümanlardan kimine göre de, aradaki ilişki, "okuma ve dinlenme" ilişkisini geçmiyordu. Köleler, kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, "peygamber" de "dinliyordu" yalnızca.

Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor:

"Dillerini bilmiyordu"ysa, Muhammed'in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi? Ve kendi dilleriyle okuduklarını Muhammed'in dinlemesinin ne yararı oluyordu?

Kısacası, müslümanların savları, akla sığacak türden değil.

İman nereli?

Muhammed'in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu:

"İman, Yemen'lidir."

Bu hadis, Buhari'nin "e's-Sahih"inin de içinde bulunduğu en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. Hadis'e göre, "hikmet (bilgi, bilgelik) de Yemen'lidir." Dahası: "Fıkıh da Yemen'lidir," hadise göre. (Bkz.Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Meğazi/74; Tecrid, hadis no:1362; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Iman/81-91, hadis no:51-52, ve öteki hadis kitapları.)

Bu hadis, incelemecilere göre, sağlamlığın en yüksek basamağında olan "mutevatır hadis"ler arasındadır, ve peygamberin arkadaşlarından onbir kişi tarafından aktarılmıştır. (Bkz.Ebu'l-Feyz Muhammed, Lukatu'l-Lai'l-Mütenasire Fi Ahadisi'l-Mutevatıre, Beyrut,1985, s.42-43,hadis no:10)

Kimi yorumcu, buradaki "Yemen"i, birtakım zorlamalı yorumlarla, "Mekke ve Medine" olarak göstermeye çabalar. (Bkz.Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras'ın izahı.) Ne var ki, hadisin kimi aktarılışında "Yemenliler"den de açıkça sözedilir. Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin bildiği Yemen'dir.

Demek ki, bu hadise göre, "imanı"yla, "hikmet"iyle ve "fıkh"ıyla (buradaki 'fıkh', sözlük anlamında olmalı) İslam, yabancı kökenlidir, "Yemen"lidir.

"Muhammed'e öğreten, Iranlı Selman'dır ya da.." (Selman Farisi).

Kimileri de, Nahl Suresi'nin 103.ayetinde sözü edilen yabancının, Iranlı Selman olduğu görüşünde.(Bkz. Taberi,aynı yer.)

Sonradan Müslüman kimliğiyle ortaya çıkan ve müslümanlar arasında büyük ün kazanan Selman'ın, Muhammed'le son derece sıkı bir ilişki ve işbirliği içinde bulunduğu, herkesçe biliniyor. "Müslüman" olması, Selman'a çok şey sağlamıştır. En başta, özgürlüğü, yani, "kölelikten kurtulma"yı. Sonra da ünü, saygınlığı ve maddi, manevi çıkarları..

Ya da, sözü edilen "yabancı", önc Müslüman olup sonra Islam'ı bırakan bir "vahiy katibi"dir.

Bunu ileri sürenler de var. (Bkz. Taberi, aynı yer)

"Vahiy katibi"nin başına gelenler:

Adam, önce müslüman olmuştur. Selman gibi o da Muhammed'le işbirliği halindedir. Ama sonra ne olursa olur, bırakır Islam'ı. Ve bir de açıklama yapar:

"Muhammed'e ben öğretiyordum, ve benim öğrettiklerim Kur'an'a vahiy olarak yazılıyordu.."

Sonra, adam ya öldü, ya da öldürüldü. Ölüsüne gelince, bir türlü gömüldüğü yerde kalmıyordu. Muhammed'in adamları şunu yayıyordu:

"Bu olay, Tanrı'nın gazabının yansımasıdır. Adam, Tanrı'yı çok öfkelendirdi. Şimdi durum ortada. Gömülüyor, toprak da kabul etmiyor, edemiyor, Tanrı'dan korkuyor. Onun için de kafiri, mezarının dışına fırlatıyor. 'İbret almak' gerek.."

Gerçekten de adam gömülüyordu, ama, birkaç gün sonra, sabahleyin bakılıyordu ki, adam mezarın dışında. Birkaç kez olmuştu bu.

Muhammed'in arkadaşlarından Enes (Malik Oğlu), çok sonra, şöyle anlatacaktır olayı:

"Bir adam vardı. Neccaroğullarından..Hristiyan'dı, Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı. 'Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez,' demeye başladı." (Bkz.Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477)

Enes'in anlattığına göre, Tanrı adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş. Hristiyanlar, gömmüşler adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar, "Muhammed adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar.." diye konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı gömmekten vazgeçmişler artık.

Bu adamın söylediğini söylemiş, yani "ben ne diyorsam, ne yazıyorsam o vahiy oluyor.." demiş, Muhammed'in "Tanrı'dan falan vahiy almadığını" söyleyerek, İslam'ı bırakmış birisi daha vardı: Ebu Serh Oğlu Sa'd Oğlu Abdullah. Ama , onun başına yukarıdaki olay gelmedi nedense.. Muhammed tarafından idamına karar verilmişti. Ne var ki, Halife Osman'ın süt kardeşiydi. Ve Osman'ın araya girmesiyle, bağışlandı. Sonra, Mısır Valisi bile oldu. (Ölm.656-657. Bkz. Islam Ansiklopedisi.)

Ayetteki Cevap

"Muhammed'e öğreten Tanrı değil, insandır.." diyenlere, ayette verilen cevap ne ölçüde doyurucu?

Cevap, yukarıda verilen ayetin anlamında da görüleceği gibi şöyle:

1) Muhammed'e öğrettiği söylenen kişi, Arap değildir, yabancı biridir.
2) Kur'an'sa apaçık Arapça'dır.
3) Öyleyse, Muhammed'e sözü edilen kisi öğretmis olamaz.

Oysa, Arapçayı bilen yabancı biri de Muhammed'e "eskilerin söylencesi"nden, "Tevrat"tan, "İncil"den, başka "kutsal metin"lerden birtakım "bilgiler" verebilirdi. İleri sürülen de bu. Muhammed, aldığı bilgileri, Arapça kalıplara döküp, kendi uslubu içinde sunmuş olamaz mıydı? Kaldı ki, "apaçık Arapça" diye nitelenen Kur'an'da; Yunanca, Süryanca, Ibranca, Koptça.. gibi dillerden birçok sözcük bulunduğunu, müslüman incelemeciler bile örnekleriyle yazıyor. (Bkz. Suyuti, el Itkan Fi Ulumi'l-Kur'an, Arapça, Mısır, 1978, 1/178-185)

Kur'an'da bu denli değişik yabancı sözcüklerin bulunması da "Muhammed'e yabancının (ya da yabancıların) bilgi verdiği, öğrettiği" yolundaki savı desteklemez mi?

Muhammed'e bir yabancının ya da yabancıların yanında, bir ya da birkaç Arap da öğretmiş olabilir.

İslam için çok önemli bir kaynak, "Müseyime"dir.

Müseylime, müslimcik demektir. Müslümanlar, onu küçümsemek için böyle demişler, ayrıca da "kezzab" yani "çok yalancı" demeyi uygun görmüşlerdir. Müslümanların bir sövgüsüdür bu. Anlaşılıyor ki, onun kendi adı "Müslim"di. Bu adı taşımış olması çok önemlidir. "Islam" ve "müslim" sözcüklerinin kaynağına götürür niteliktedir.

Müslümanlarca sövülen, aşağılanan bu kişiye, "Rahman", "Yemame Rahmanı (Yemameli Rahman" da deniyordu. Yani adam aslında böyle ünlüydü. Bu da çok ilginç.

Bir başka ilginç olan da, Mekke'lilerin, Muhammed'e söyledikleri şu sözler:

"Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame'deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı'ya ant içerek söyleriz ki, biz Rahman'a inanmayız." (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta'lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)

Mekkeli'lerin bu söyledikleri nedensiz miydi?

Müseylime, daha doğrusu "Müslim", bir başka adıyla "Rahman", Yemame'nin Hanifeoğulları kabilesindendi.

Ilgiç üç ad: "Müslim", "Hanife", "Rahman".Bu adlar, hele ilk ikisi bir araya gelince daha da ilginçlik kazanıyor: Kur'an'da islam inanırlarının, "müslim"lerin "ad babası" olarak tanıtılan Ibrahim (bkz.Hacc,ayet:78) için hem "Hanif" hem de "Müslim" denir. (Bkz.Bakara:135; Ali Imran:67,95; Nisa:125; En'am:161; Nahl:120,123.) "Peygamber" olarak yer alan Ibrahim, kısa anlamı ile "yıldız tapımı" demek olan Sabiilik Dini'nin "peygamberi"ydi. Islam kaynaklarından yaptığım incelemelerden vardığım sonuç bu. Muhammed de ilk ortaya çıktığında Sabii olarak niteleniyordu. (Bkz.Buhari,e's-Sahih,Kitabu't Teyemmüm,/6,c.1,s.89) Sabii'liğin dili Süryanca'ydı. "Allah", "Kur'an", "Furkan", "kitab", "melek" ve daha bir çok sözcük gibi "Islm", "müslim", "hanif", ve "Rahman" da bu dilden geliyordu. (Bkz.Aziz Günel,Türk Süryaniler Tarihi,Diyarbakır,1970,s.46-48;Suyuti el Itkan,1/180-184;Doğubilimci Arthur Jeffery,The Foreign Vocabulary of the Quran,Kahire,1938,s.12 ve ötk.)Yine benim incelemelerimden vardığım sonuca göre: Yıldız tapımı, "Sabiilik" adı altında, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine de kaynaklık eden bir din olarak kurumlaşırken, özellikle Ortadoğu'da "Müslimler"I ve "Hanifler"i içine alıyordu. Önce, "Müslimler" vardı, sonra "Hanifler" kolu meydana geldi. Ibrahim, bu kolun "peygamberi"ydi. Işte, "Yemame Rahmanı" diye ünlü "Müslim (Müseylime)" ve ondan çok şey öğrendiği anlaşılan Muhammed de bu kola bağlıydı. (Sabiilik konusunda geniş bilgi için, bkz.Eren Kutsuz-Turan Dursun, 'Saçak Dergisi', Subat 1988, sayı 49.)

Yemame Rahmanı, Muhammed'in yararlandığı kaynaklardan yalnızca biri olabilir.

Yukarıda adı geçenler ve daha başkaları, tek tek de, tümü birden de Muhammed'in "öğretmenleri" olabilirler. Furkan sures'nin 4.ayetine göre, Muhammed'in yardımcılarından, yani öğretmenlerinden "kavm", yani "topluluk" diye sözedilmistir. Bu ve bunu izleyen iki ayetin anlamı şöyle: (Diyanet'in resmi çevirisi)

"Inkar edenler, 'Bu Kur'an, Muhammed'in uydurmasıdır. Ona başka bir topluluk yardım etmiştir.' Diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. 'Kur'an öncekilerin masallarıdır. Başkalarına yazdırılıp, sabah akşam onu okunmaktadır' dediler. Ey Muhammed, de ki: 'O'nu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir." (Furkan, ayet:4-6)

Buna göre, Kur'an'ın "uydurma" olduğunu söyleyenler, şunları da söylüyorlar:

1)Muhammed'e bir topluluk yardımcı oluyor,
2)Muhammed, Kur'an ayetlerini, başkalarından alıp yazdırıyor,
3)Muhammed'e sabah akşam okunuyor
4)Ayetler, "eskilerin masallarından" oluşuyor.

Buna karşılık, Kur'an'ın cevabı şudur:

"Yalan ve haksızca iddia. Kur'an'ın ayetlerini Tanrı indirmiştir. O, göklerin ve yerlerin gizini bilir.."

Hars Oğlu Nadr, Muhammed'in kendisini "Tanrı'nın elçisi", yani Tanrı'yla insanlar arasında yer almış, Tanrı'nın bildirilerini insanlara iletme görevini üstlenmiş biri olarak tanıtmaya yöneldiğinde, ve "Kur'an ayetlerini" sunması karşısında Mekkelileri uyarma yoluna gitmişti. Ve şöyle demişti:

"Sakın inanmayın bu adama. 'Tanrı'dandır' diye ileri sürdüklerinin tümü, eski masallardır. Ben size, onunkilerden daha güzellerini söyleyebilirim.." Iran krallarına, Iran'lı masal kahramanlarına ait söylencelerden örnekler aktarabileceğini söylüyor, anlatıp duruyordu Nadr.(Bkz. Taberi, Camiu'l-Beyan,18/137-138)


Nadr, haklı mıydı? "Eskilerin masallarından" var mıydı Kur'an'da?

Bilindiği gibi,Kur'an'da "kıssa" denen birçok öykü var. Bir çoğu; başta Tevrat; Yahudi kaynaklarında, kimileri Incil'lerde yer alır. Incelendiğinde görülür ki, bunların bir kısmı, Tevrat'tan da çok önceki çağların söylencelerinde aynen var. Örneğin, "Nuh Tufanı"na ilişkin öykü, "Gılgamış Destanı"nda hemen hemen aynıdır. Daha başka örnekler de verilebilir.

Mekke'de, Medine'de ve çevrelerinde çeşitli din ve inançların inanırları vardı. Çeşitli toplumların "söylenceleri"ni, "kutsal metinler"ini bilenler az değildi. Muhammed'in özgürlüklerini söz verdiği ve işbirliği yoluna gittiği kölelerden de bu nitelikte olanlar bulunduğu biliniyor. Daha önce adlarına yer verilen Bel'am, Yaiş, Yessar, Addas, Cebr, Iran'lı Selman da bunlardan.

Bunların ya da başkalarının, Kur'an'ın oluşması için Muhammed'e yardım etmiş, öğretmenlik etmiş olmalarını düşünmek akla uzak değil. Aklın ve mantığın kabul edemeyeceği şey, "Tanrı'nın, insanlara gökten mesaj göndermesi" ve bunun için şu ya da bu insanı aracı olarak seçmesidir. Bunu insan aklı değil, ancak, akılla ilgisi olmayan "iman" kabul eder
2

31.05.2017 helikopter kazası

azadi
#TSK nın bünyesinde elektrik tellerine #helikopter çarptırıp düşürecek #pilot yoktur. Özellikle #General taşıyan helikopterin pilotu bu kadar gülünç bir hata yapamaz. #HPG nin de üstlendiği üzere, olayın faili #pkk dir.
-Fakat bu işte bir terslik var.
-Yıllardır yüksek rütbeli binlerce tsk mensubu, HPG nin kontrolündeki güzergahları sık sık kullanırlar. Ancak #Gerilla asla bir generale ilişmez. Pkk onlarca yıldır sadece #mehmetçik, #erbaş, #sivil ve ara sıra düşük rütbeli #subay ları öldürür. Çoğunlukla da #Kürt ün Garibanını kullanıp, harcar. Çünkü pkk nin olayı budur. Kürt ü dizginler, hizaya getirir, aç, işsiz, fakir ve #cahil kalmasını #TürkiyeCumhuriyeti nin çıkarları için garanti altında tutar.
-Ancak birkaç saat önce gerçekleşen olayda bir generali öldürmeleri sıradışıdır. Şundan eminim; Bu general kesinlikle #TC / #akp / #ak_parti için tehdit oluşturan bir geçmişe, ya da şimdiye sahipti. Ve işini bitirmesi için en etkili #taşeron kullanıldı. Halihazırda #uluslararası #kamuoyu'na karşı kullanılacak malzeme de lazım; Bir taşda iki kuş😉
Bu senaryo bana elektrik tellerinden daha mantıklı geliyor. Tabi bazılarınız tellere (#türkler), bazılarınız da (#Kürtler) pkk nin gücüne inanabilirsiniz. Sonuçta hepimizin beyni var değil mi...

altın oran

azadi
Altın Oran :

Altın Oran; Pi(π) gibi irrasyonel bir sayıdır ve ondalık sistemde yazılışı; 1.618033988749894… dür. (noktadan sonraki ilk 15 basamak).

Bu oranın kısaca gösterimi: şeklindedir.

Altın Oran : 1.618033988749894… dür

Bu demek oluyor ki; bir sayı ya altın orandır ya da altın oran değildir...

Bu ön bilgiden sonra konuya giriş yapalım, belki altın oran çıkar belki altın orana yakın bir oran çıkar.

Altın oran çıktığını kabul edelim bu oran kabe ile aynı enlem de olan bütün heryer için geçerli bir oran olur.

Teknik meslek Lisesinde okumuş ve geometri görmüş birisi sadece pergel ve cetvel kullanarak bir uzaklığı % 1 hassaslıkda çizebilir.

Bu video'da belirtildiği gibi Allah tarafından yapıldığı öne sürülen bir mucize varsa bırakın %1 hatayı mesela % 0,000000000000001 hata bile olmaması gerekmektedir.

Videodaki iddaya göre bu kanı bilimseldir.Hatta kendiniz “Google Earth” programı ile bakabilirsiniz de demektedir.

Bilimden bahsediyorsak; “Google Earth” yerine bilimsel verilerden yararlanmalıyız.

Aklınızda soru işareti kalmaması için konuyu hem bilimsel hemde idda ettikleri gibi “Google Earh” programından inceleyeceğiz.

1984 yılında internasyonal kabul edilen ve bütün GPS'lerde de (Global Positionin System) kullanılan WGS84 (World Geodetic System 1984) için; Resmi site ve Wikipedia bağlantılarından inceleyebilirsiniz.

WGS84′ün resmi elipsoidi ile hesaplandığında
Kuzey Kutup – Kabe arası uzaklık = 7632,1211 km
Kabe – Güney Kutup arası uzaklı = 12371,7962 km
İkisinin oranı ise = 1,621017…

Bu enlem de Kabe'nin 21,25 km güneyinden geçer.
Videoda da anlatıldıgı gibi belli bir hata payı söz konusu ve yukarıda da bu oranın Kabe'nin yaklaşık 20km güneye denk geldigini gördük(ki videoda bile belli bir noktaya göre değil belli bir alana göre hesaplanmış)

Demek ki kutuplara göre hesaplanan bir noktanın altın oranda oldugunu iddaa edebilmek ya da bundan şüphelenebilmek icin bu noktanın 20km güneyinde veya 20 km kuzeyinde olmasına göz yumulabilir diye varsayarsak yaklaşık 21 derece enleminin etrafındaki 40 kmlik bir hat sözkonusu. Ki gözden kaçan aynı hattın güney yarım küredeki simetrigi de aynı altın oranı diğer kutba göre verecektir. Yani güney yarımküredeki 40 kmlik bir hat da hesaba dahil.

hatırladıkça ağlatan durumlar

azadi
Küçük değildim. 18 yaşında idim. Yazın ankara bb yardım kamyonlarnda çalışıyordum. Sabahları 6-30 gibi büyük Migros un oradaki belso soğuk hava deposunda mal yüklüyorduk. Haliyle hersabah gitmek durumundaydm.
Sabahın körü çıktım yola gene bahcelievlerden. Tam göbek delligimin aşağı kısmında ağrılar kramplar... acil büyük tuvalete çıkmam gerek. Sabancı kız yurduna kadar tuttum. Belki gazinin oralarda bi yere sığınırım diye... Ancak olmadı. Tam banliyölerin oraya vardım ki saldım ne varsa. Paçalarımdan akmasın diyede çorapları çektim pantolonun üstüne. Ancak geri donemezdim öylesine. Isten atarlardı. Gidip izin almam gerekti. Aynı kamyonda çalıştığım barış ismindeki arkadaşımı uzaktan bağırmak suretiyle yanıma çağırdım deponun tel örgülerinin dibine. Geldi, anlattım zaten kokudan anladı. Önce güldü p*ç. Dedim git şefe söyle eve gitmem lazım acilen. Ama başkası bilmesin.
Gitti söyledi ben de eve gittim. Ancak ertesi gün işe geldiğimde herkes dalga geçti. Sadece şefe soylememis yani göt barış

uyku felci

azadi
Halk dilinde karabasan olarak da bilinen durumdur.
Insan uyudugunda beyin vücuda geçici olarak felç olması komutunu şey eder.
Genellikle beyin önce vücudu uyandırıp, ardından bilince start verir.
Ancak bazen... beyin felç durumunu kaldırmayı geciktirir, ilk önce bilinci uyandırır. Bu sebeple hareket edemeyen vücudun bu halini, uyanmış bilinç anlamlandırmaya çalışır. Kimi zaman üzerime öküz bindi, kimi zaman da cin tecavüz ediyor gibi anlamlar çıkarır.
Sonra doğru cinci hocaya... hadi bakalım

iç çekilesi olaylar

azadi
Kardeşini kaybettikten sonra, kardeşini seven birini görünce, artık olmayan kardeşinle etmiş olduğun gereksiz kavgalara üzülmek...
edit: Bir de yaşlı ve hasta Anne/Baba'ndan, ülkendeki çomarlar yüzünden açılmış siyasi davalarla ömrünü mapus damlarında geçirmemek adına, binlerce km uzakta nefes alarak, zırt pırt 'ya sen gurbette iken annen ölürse? ya babana bişey olursa?' diye diye... daha olmamış olanla olmuş gibi sıyırmak var. zor işler...

ahmet kaya

azadi
Ahmet Kaya yı sanatla iliskilendirmemek gerek. Iyi bir yorumcudur oki... Ancak sanat başka bir şey...
Seslendirdigi Neredeyse tüm parçalarının altında başkasının imzası vardır.
2

hem ateist hem milliyetçi olmak

azadi
Ateist olmak için oldukça içerik sahibi olmak gerektiğine inanıyorum.
Bunca bilgi ile gidip; Hiçbir çaba harcamadan, tamamen tesadüfi olarak belli bir millete üye olduğunu bile bile, bir de bununla övünmek, kişinin karakterinde ki eksiği bununla kamufle etme çabasından başka bir şey değildir.
Türk Olmak ayrıcalıksa da, baba parasıyla övünmekden farkszdır.
Keza baban ermeni de olabilirdi. Bu kez de onla övünüp, başkasına saydıracaktın dimi köpek?
Özetle; içerik ve fikir sahibi insan milliyetçi olamaz.
1

özür dilemek

azadi
Merhaba arkadaşlar...
Az önceki mustafa Kemâl Atatürk hakkındaki giri için özür dilerim.
Ben bildiğimi yazdım. Kimse de bana Özür dile falan demedi. Özür dileyelim küçülmez insan bilirim. Iyi bişey.
Ancak bi ricam var; Sizin için kutsal sayılan bir şey elestirildiginde nasıl bir ruh haline büründüğünüzü bir değerlendirin...
Normal hayatta bukadar sinirli olmadığınıza eminim. Ancak bir düşünün; Diyelim ben işid yanlısı biriyim. Ve sizin için değerli olan şeyleri yok etmeye çalışıyor, zarar veriyorum. Bana kufretmek, işkence etmek, öldürmek sizce beni (benim gibi düşünenleri) yok etmeye yeter mi sanıyorsunuz?
Ben islamı sorun olarak görürüm. Ancak radikal birini radikal yöntemlerle yok etmeye çalışmak, o ideolojiyi yuceltecegi gibi, mensubu olanlarda daha sağlam bir bagnazlıga sebebiyet verir.
Bu yüzden; Velev ki ben haksızdım; Bana bunu anlayabileceğim bir şekilde anlatmak, brni bilgilendirmek hem bi önceki ideolojime büyük zarar vereceği gibi, hem de beni sizin fikrinizi savunmak üzere orgutlemeye başlar.
Bilmiyorum anlatabildim mi.. başım ağrıyor.
Tekrar Özür dilerim
6

kardeş kavgası

azadi
Bir yıldır yaşadığım durumdur. Iki abim beni ateist olmam nedeniyle aileden uzak tutmuş, hatta büyük abim tr ye girmemin imkansız hale gelmesi için aynı söy ismi taşıdığım 28 kişiye hakkımda suç duyurusunda bulundurtmuştur
Esasında sebebi babamın ölmek üzere olmasıdır.
Dinsizlik de sulalede en büyük suç olduğundan malzemesi sağlam dır.
Ancak birkaç ay sonra hayatını karartacagmdan bi haber, kendini kazanmış sanan idiot tır.
Parası Batsın. Düzeni düzmem gerek acilen.
Yoksa örnekleri giderek artacaktır yaşamımın
2

olasılıksız

azadi
Olasılıksız, on sekiz dile çevrilmiş ve "en iyi ilk roman" dalında 2006 International Thriller Writers Ödülünü kazanmıştır.
(bkz:adam fawer) ın kaleme aldığı novel, bir acayip epilepsi hastası arkadasin fantastik yeteneklerini çok iyi betimlemis, 10 üzerinden 8 almıştır tarafımdan

ülkenin başındaki liderde olması gereken şartlar

azadi
Kim ya da nasıl olduğu, hatta hangi ülkede olduğu dahi önemsiz dir.
Zira ülkeleri şahıslar değil, şirketler yönetir.
Sen garibime oy kullandırtırlar da, birşeyleri degistirebildigini sanasın.
Oysa bi boku degistiremezsin, sistemin isleyisinde en çok ihtiyaç duyulan, asla da bunun farkına varmayıp, stop diyemeyecek ilan küçük bir dişlisin
Ölmek için yaşadığını öldüğünde bile anlamayacak zavallı sın
O yüzden takma; eli uzun adam mı yönetiyor, götü kıllı Rahmi dayı mı... sittir et.

sigara bağımlılığı

azadi
Kesinlikle söylendiği gibi kötü etkileri yoktur.
Hatta düzenli spor yaparsan yokuş yukarı yellenmeden de cikabilirsin
Unut o 'şu kadar zaman icersen, şu kadar fazla icersen bu kadar az yaşarsın' palavralarını
45 inden önce sana gerçekten etkili bir iz bırakması imkansıza yakındır. Onun yüzünden ölmen, trafik kazası ya da kitle imha silahları ile öldürülmekten daha düşük ihtimaldir
Ayrıca insanların yüzde 80 i kirk yaşını görmeden ölüyor
45 neyin yetmiyor köpek?
2

mod veya admin olmak

azadi
Yazarlar bildiğim kadarıyla (tecrübe de ettiğim kadarıyla) sorumluluk kaygısı taşımadan, hemen hepsinin de can sıkıntısı giderme amaçlı, eğlenceli ve verimli yazılar yazmak/okumak amaçlı sözlüklerde dolanırlar. Allah yok sözlük adına çok yararlı islere de imza atmiyor değiller.
Ancak mod dediklerin zaten kendi işi başından aşkın, bir de yetmezmiş gibi gençliğin yetişmesini kendine dert eden, içerik ve sorumluluk sahibi insanlardır.
Korunası, üzerine gidilmemesi gerekenlerdir. Yani bence..

tus

azadi
Okul zamanlarımda idiot olarak gördüğüm tıptan arkadaşların 'bir tus'luk yolumuz kaldı' gibisinden idiot ca esprilere konu olmuş meymenetsiz sınav

olmasını istediğiniz şeyler

azadi
en iyi verimi alabileeğim şekilde düzenlenmiş, yapımında en az 40 kg. plütonyum kullanılmış bir atom bombasının, nasıl patlatacağımın öğretildikten sonra elime verilmesi...
Sonrasında tüm insanlık için mutlu, tanrı için berbat son! Bir daha kimsenin mutsuz olmayacağını garanti edebilir miyim tanrıtonşki? Ver bombayı bak nasıl ediyorum ;)

sigara içmeyen yazar

azadi
Ne katar, ne götürür bilemeyezaim... ancak en sevdiğim yazarların en azından sigara tiryakiliği bulunduğundan, 'en iyi keşifleri keşler yapar' sözünü uydurup, sonunu getiremeyeceğim şu cümleyi kurdurma bedbahtlığında bulunmuş başlıktır.
ben uyusam iyi olacak

eskişehir

azadi
Bilginin, içeriğin, sınıf ayrımı yaratmaya yarayan yegane silah olduğu zannında gelişecek, entellektüel bilinci totosundan kavramış bireylerin yetişme alanı. Ancak yine de türkiye şartlarında nezih denebilecek beyinlere ve sokaklara sahiptir.

Edison

azadi
Edison ilk #AKP lilerdendir. Kendisi döneminin en büyük üç kâğıtçısı, para karşılığında onun bunun icatlarını çalıp kendi icat etmiş gibi pazarlayan hırsızın tekidir.
Bir rivayete göre dedesi Kasımpaşa dan göç etmiş, bugünün yobazlarının atası dır.
Özetle; Olmasaydın iyiydi Edison.
Not: #Ak_parti nin ampul ambleminin nereden geldiğini soylememe artık gerek yoktur sanırım ;)
Notun notu: #Tesla nın bastığı toprağa kurban olasın #Edison

the cut

azadi
Yönetmenliğini Fatih Akın 'ın yaptığı, soykırım temalı filmdir. Şahane müzikler ve oyunculuklarla bezelidir. Özellikle 'Janoy' parçasının bir de şeker mi şeker arkadaşım Stephan İlhan Empremyan 'dan dinlenesi filmdir.
Bir de neredeyse birebir dedelerimin yaşadıklarını betimlemeleri ile içime bir çızıhğ atmış, mükemmel bir dramdır.

man o to

azadi
Ghazal Shakeri nin seslendirdiği, ardından ' nu ' adlı grubun coverladığı, Mevlana'nın 'saadet vakti' adlı dizelerinin okunduğu iç yakan parça.
Özellikle Nu 'nun coverladığı halini Norveç, Danimarka arasındaki okyanus yolu boyunca açıp dinlemek, ölmeden önce yapılası şeylerden biridir.
Hani bazı şarkılara 'hiç bitmesin' dersiniz ya, sanki şarkı da ne hissettiğinizi biliyormuşçasına 11 dakika sürer. Sözleri de şöyledir;
Saadet zamanı; avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben.
Endamımız çift, sûretimiz çift, rûhumuz tek, sen ve ben.
Sen ve ben, ne sen varsın ne de ben, bir olmuşuz aşk elinden
Bulandıran palavralardan âzâde, gamsız bir keyif, sen ve ben.
Bir tıklayıp dinleyin. İyi ki bu sözlüğe girmiş, iyi ki bu başlığı okumuş, iyi ki doğmuşum diyin ;)
https://www.youtube.com/watch?v=cCJEmxLpWDY
2

suriyeli mülteciler

azadi
Mülteci dediğin savaş görmemişlerin hakkında atıp tuttuğu insanlardır. Hiç kimse savaşmak, toprak uğruna, vatan, millet, bayrak gibi, insanları birbirlerine çarpıştırmak adına uydurulmuş tabular için birbirini öldürmek, BİRİNİ ÖLDÜRMEK zorunda değildir. Heleki suriyedeki olay bambaşkadır.
-İç savaş, 4X savaştır. Komşunu öldürmek, komşun tarafından öldürülmek ihtimalidir. Tamamen rant için kutuplaştırılmış masumların birbirini katledişidir. Bu adamlara laf etmeden önce savaş görmek gereklidir.
Not; Cephede inandıkları uğruna savaşan, kafa kesen, tecavüz eden işid'li ile, bayrağını toprağını savunduğunu düşünen asker eylemsel boyutuyla birdir gözümde. Her ne kadar ne ideoloji, ne kültür, ne inanç, ne de davranış olarak bir askeri 10 bin işidliye tercih edecek olsam da, şunu unutmayın arkadaşlar; Kimse canını inanmadığı şey uğruna vermez. Herkes senin kadar zeki değil. Senin kadar öğrenebilecek ortamlara sahip değil. Sen atatürkçü düşünceyle tanışıp, yetişmişken, onun etrafında radikaller bebekliğinden itibaren onu zehirlediler. O da inandı buna. İnanmışa ne dersen hava civa!
-İnanmışın canını almak savaşı bitirmez. İnandıranları, inandırabildikleri kadar rant eldle edenlerin canını almalı. Yanlışsam affola. Yanlışımı gösterip, öğretir iseniz yeni bir şey müteşekkir kalırım efenim

replikas

azadi
'Yol' adlı şarkılarıyla tanıdığım, insanın bam teline vuran tınıları yakalayabilmis eski bir gruptur. Şarkının sözleri de şöyledir;
Bir çiçek uzanır, kanlı bedenimden
Kıvrımlarında, kaybolur yalanın
Şahitler çift, gülen yüzünde
Kokun uzak, kalmıştı bizlerden

Nefesler yavaşça artıyor üzerimde
Sahipler belirsiz zaman yerlerde

şeyh said

azadi
Kendisinden zerre kadar haz etmememe rağmen, bir kitleyi temsil eden şahıslara karşı daha temiz bir dil kullanılması taraftarıyım.
Şöyle açıklayayım; Her kim olursa olsun birine/kuruma/tanınmışKişiye küfür / hakaret etmek, karşı taraftan da benzer bir hakarete maruz kalmaya kendi iradesiyle izin vermek anlamı taşır. Bir işid ciyi eleştirmek kolaydır. Ancak ona temiz bir dille anlatmanın etkisi, en azından dinlenilmeniz olacaktır. Kötü bir üslup, kullandığınız kesimin sizi her ne kadar mantıklı konuşuyor olsanız da dinlememesine, aynı şekilde (haklılığınızı görse bile) küfürle karşılık vermesine sebep olacaktır.
Türkiye Şeyh said i seven milyonlarca insanı barındırır bugün. Bu insanların hepsini olduremeyeceginize göre (bu bir seçenek de degildir), onlara Şeyh said in nasıl bir ülke hayal ettiğini, amacına ulaşmış olsa şu an facebook a bile giremeyecek oluşunuzu bizzat Şeyh said den kalan Yazıtlarla ispatlamak daha yararlı olacaktır diye düşünüyorum.
Bilmiyorum anlatabildim mi

alakasız insanların alakasız eleştiride bulunması

azadi
Bir doktorun işini ancak başka bir doktor elestirebilir' gibisinden bir yaklaşım olmuş.
Yerinde bir eleştiri için bakış açısı ve öngörü sahibi olmak yeterlidir.
Bu sebeple kimi zaman şebelek bi çocuk bile, çoğu eleştirmenin göremediğini görüp, paylaşabilir. Önemli olan elestirinin mantıksal bir yöne sahip olması. Kimin yaptığı değil, eleştirinin kendisi önemlidir.
(bkz:kral çıplak)

milliyetçilik

azadi
Hayatımın geri kalanına büyük ölçüde yön vermiş bir düşünür der ki; En aptalca gurur; milli gururdur.
Kişisel gelişimini dünya standartlarının bir hayli üzerine taşımış hiçbir bireyde bulamayacagınız bir duygudur.
Milliyetçi olmak için belli bir düzeyde cahil olmak şarttır.
Nerede doğduğuna kendi karar vermiş de, bunu kendi çabasıyla elde etmiş de, bu ayrıcalığı ile övünüyor" gibi düşündüren olaydır.
Aynı zaman da Türkiye de yaşayan ateistlerin (kendine milliyetçi diyen kısmı) daha ateizm ne olduğundan bihaber olduğunu gözler önüne seren saçma sapan bi şeydir