confessions

vaybanavaylarbana

Bira  · 5 Eylül 2017 Salı

  1. toplam giri 138
  2. takipçi 10
  3. puan 3375

poppy

vaybanavaylarbana
6 Ekim 2011 tarihinde açılan Poppy kanalı uzun süre de aktif vaziyette kaldıktan sonra 2 sene evvel bir anda kısa ve saçma videolar yüklemeye başlar. Ürettiği içerikler hiçbir segmente girmemektedir.



Ne bilgi vermekte ne günlük bir vlog kanalı nede bir oyun kanalı. İnsanlara hiçbir şey vermeyen bu kanal bir anda adeta sihirli bir değnek değmişçesine hızla basamakları tırmanır. Sebebi ise videolarında ki buram buram illuminati kokan mesajlarla bir anda forumlarda illuminatinin youtube'deki yüzü olduğuna dair başlayan dedikodulardır. Sizlerden gelen yoğun talep neticesinde işin iç yüzünü öğrenmek üzere yurt dışında ki bağlantılarımdan konu ile alakalı detaylı şekilde bilgi aldım. Nihayetinde ortada büyük bir çelişki var. İlluminati denilen oluşum Siyonist teşkilatlanmanın serbest komiserler kurulu şeklinde hareket eden bir çok devlet içerisinde son derece etkili dünya çapında gizli bir örgüttür ki tam teşkilat şemasını kıyamet alametlerinin gizli şifreleri 2 isimli videomda sizlerle paylaşmıştım. Böylesine bir oluşumun bir youtube kanalı aracılığı ile bir şeyler amaçlaması yahut amaçlarına araç olarak kullanması tezi Youtube dünyasının cahil bilgeleri için inanılabilecek bir tez olsa da bu işleri ciddi anlamda bilip farkındalıkla aydınlanmış kişiler için deliller yeterli değildir. Bir çok Siyonist teşkilatında kullandığı gibi illuminati kendisine bazı semboller ve söylemler geliştirmiş bunların en önde gelenleri tamamlanmamış pramit üzerinde ki her şeyi gören göz ve yeni dünya düzeni söylemleridir. Poppynin kanalında ciddi manada bu konuya dair ne tür deliller var? Tatminkar şeytani detaylara rastlanıyormu? Aldığım bilgiler doğrultusunda kanalı iyice inceledim Şimdi Poppy'nin kanalına biraz göz gezdirelim;

Poppy kızımız bir videosunda kendi şarkısını söylüyor şarkısını tersten dinlediğiniz de ise illuminati ile alakalı mesajlar verildiği net olarak anlaşılıyor. Bir başka videosun Poppy yüzüğünü tanıtıyor yüzüğünde ki İlluminati sembolü açık şekilde görülüyor, web sayfasına girip basitçe kaynak kısmına göz atarsanız illuminati pramitini net şekilde görebilirsiniz. Bir başka bölümde poppy illuminatinin sloganı yeni dünya düzenine açık atıflar yaparak Amerika'yı yüceltiyor. Ancak verdiği mesajlara dikkatle bakarsanız herkesçe bilinen nette hemen her yerde rastladığımız illuminati olgularından başkası değil. Yani aslında bilinenler dışında yeni bir şey yok. Elbette poppy Türkiye'den olan talebide iyi gözlemlemiş ve bazı videolarına Türkçe isimler vermiştir. Ayrıca poppy bir çok youtuberinde adeta ekmek kapısı olmuştur. Özellikle türkiyede poppy ifşa, illuminatinin kızı poppy isimli bir çok video çekilmiş ve bu videolar milyonlarca defa tıklanmıştır. Videoları yapan bu youtuberlar ise kendilerini adeta üstün zekalı ilan ederek poppynin illuminati ile alakalı sözüm ona bu gizli mesajları deşifre ettiklerini ilan etmiş ve ard arda videolar hazırlamışlardır. Buradan bu videoları hazırlayan arkadaşlara ufak bir mesajım var. Siz hiçbir şeyi deşifre etmediniz sadece poppynin size zaten göstermek istediği birkaç masonik sembolü gördünüz ki bu üstün zeka gerektiren bir şey değildir. Konumuza dönecek olursak bu videoları hazırlayan arkadaşlar buldukları sembol ve simgeleri poppynin özel masonik misyonuna açık birer delil olarak insanlara lanse etmekte ve poppynin günden güne artan popüleritesine biraz daha katkı sağlamayı başarmaktadırlar. Yazıktır ki bu videoları hazırlayan özellikle Türk youtuberlarımız bu konuda ne bir alt yapı nede bir bilgi sahibidir. Dikkatimizi tekrar poppy kanalına çevirelim. Her geçen gün daha da yükselen bu kanal her ay ürün satışlarından ve youtube reklam gelirlerinden on binlerce dolar kazanmakta ve bu rakam günden güne artmaya devam etmektedir. Gerçekte iddia edilenlerin aksine poppy'nin illuminati ile uzak yakın hiçbir alakası yoktur.

Youtube'nin platform olarak en büyük izleyici kitlesini 13 – 17 yaş arası ergen diye tabir ettiğimiz henüz hayatın gerçekliklerinden haberi olmayan genel olarak kurdukları hayaller ekseninde sadece youtubede veya internette yalan yanlış öğrendikleri bilgiler dışında bir kültürel birikimleri olmayan kimseler oluşturmaktadır. Bu yüzden ki saçma videolar, oyun videoları oldukça fazla ilgi görmektedir. Ayrıca bu kitlenin İlluminati merakını son derece iyi tespit eden Amerika'lı amatör yapımcı Kavin Martin dahiyane bir fikir geliştirir. Poppy yaptığı saçma videolara gizlediği herkesçe malum mesajlar, kamera önünde sevimli ancak melankolik bir kız, sahte hesaplarla forumlarda başlatılan dedikodularla kısa sürede 35 – 40 saniyelik maliyetsiz videolarla yüz binlerce dolar kazanmaya başlar. İşte poppy kanalının altında yatan en büyük gizem budur. Kanalın gizli bir örgüt veya tarikatle hiçbir bağı yoktur. Elbette ileride olur mu bilemeyiz. Tamamen kitlenin yumuşak karnını iyice analiz ederek dahice düşünülmüş bir pazarlama projesidir. Bu genç ve pazarlama dâhisi yapımcıya tebriklerimi sunuyor ve başarılarının devamını diliyorum.

hz süleymanın güç yüzüğü

vaybanavaylarbana
Bundan binlerce sene önce yeryüzünün büyülü devirlerinde insan henüz üçüncü gözünü kaybetmemişken efsanevi bir Kral Peygamber yeryüzünün ve gökyüzünün efendisi olmuştu.

Cinlere insanlara ve hayvanlara hükmeden bu kral peygamber Hz. Süleyman'dı. Ve yetkesinin kaynağı olduğu sanılan güçlü bir mühür yüzük taşıdığı söyleniyordu. Fakat bir gün bu muhteşem yüzük çalındı. Süleyman sahip olduğu herşeyi kaybetti. Ve mührün yokluğunda geçen o acı günlerde kendisindeki asıl mührü Mühr-ü Süleyman'ı buldu. “ Hazineleri dillere destan olan 3 semavi dinde de ismi haşmetle birlikte anılan biridir Süleyman / Hz. Süleyman / King Soloman / Peygamber Süleyman. Ona bu özelliği veren dünyasal ve ilahi güçlere hakim bir yönetici olduğu düşüncesidir. Asıl olarak Peygamber / Kral Davud'un oğludur. Hem Tevratta hem Kuran-ı Kerim de hikayeleri ve hayatıyla saltanatı anlatılır.
Efsaneler şöyle der Hz. Süleyman / Kral Süleyman Tanrı'nın seçip güçlendirdiği bir ailenin adaletle hükmeden oğludur. İsrail soyunun güçlü bir Kralıdır. Temelde Tanrısal bir görevi vardır. Bu görev nedeniyle daha önce ve daha sonra kimseye verilmemiş/verilmeyecek bir saltanat diler Tanrı'dan. Böylece kendisine rüzgar, cinler, akarsu gibi akan metaller, kuşlar ve insanlardan oluşan ordular tahsis edilir. Rüzgara binip günler sürecek yollara hızla varır. Kuşları görevlendirerek düşman sahasına keşfe gönderir. Cinlerin esrarengiz görünmez ve anlaşılmaz yetileriyle devasa saraylar, kaldırılması imkansız dev sanat eserleri, binalar ve dalgıçların çıkardığı malzemelerden takılar akla gelecek binbir güzel şey yaptırır. Dünyayı imar ederken güzelliği ve adaleti kurar.

Süleyman efsanesini doruğa çıkaran yüzüktür. Her ne kadar dini kaynaklar bunu bu şekilde aktarmasa da gizem perdesi altında Tanrı'nın kendisine bir yüzük hediye ettiği söylenir. Bu öyle bir yüzüktür ki sayılı kişi ve meleklerin bildiği Tanrı'nın gizli ismini (İsmi Azam duası) saklar. Tanrının bilinmeyen adı yaratma ve hükmetme özellikleri içerir. Elbette bu tür bir efsane güç düşkünü insanların başını döndürmeye yeter de artar bile. Kimi bilgilere göre Adem'in taşıdığı bir yüzüktür ve cennetten çıkarılırken onu Arşta bırakmıştır. Cebrail daha sonra bu yüzüğü Tanrı'nın isteğiyle Hz. Süleyman'a getirmiştir. Terim aslen Mühr-i Süleyman'dır. Ancak Türkçe'deki ses uyumuna göre dile geçerken değişmiştir. Diğer bir deyişi de Hatem-i Süleyman'dır. İngilizce 'Seal of David', 'Star of David', 'Davis's Sheald' 'Magen David' isimleriyle anılır. Çünkü Batı dünyasında bildiğimiz çift üçgenin kesişimi olan Mühr-ü Süleyman aslında 5 kollu bir yıldızdır. 6 kollu yıldız babası olan Davud peygamberin kullandığı semboldür.”

Hazreti Süleyman a.s.'ın mührü bir yüzüktü ki dört köşeli bir taşı vardı. Bu yüzüğü Cebrail a.s. Cennetten çıkarıp Allah cc.'nin emri ile Davut a.s'a getirdi. Bir köşesinde “El mülkü lillah” (Mülk Allahındır) yazıyordu. Cebrail a.s bu yüzüğü Davut a.s'a verip dedi ki :
“Ey Davut! Hak Tealadan sana bir yüzük ve on soru getirdim. Allahu Tealanın buyruğu odur ki: Evlatlarını toplayıp bu on soruyu onlara sor. Kim doğru cevap verirse senin yerine o geçsin. Devleri, Perileri, Ademoğullarını, yelleri, kuşları, canavarları, dünyada ne ki varsa hepsini buyruğuna başeğdirsin, itaatli kılsın. Ve bütün dünyaya padişah olsun” Hz. Davut a.s Ekabirlerden, yüce insanlardan oluşan bir meclis kurup evlatlarını çağırdı ve bu meclis huzurunda tek-tek hepsine bu on soruyu sordu. Hiç biri cevap veremedi. En son Hz. Süleyman a.s. ayağa kalktı:
-“Eğer izin verirseniz bu sorulara ben cevap vereyim!” Dedi. Davut a.s.'ın gönlü hoş oldu Ve:
-“Ya Süleyman söyle bana” dedi:
1-Dünyanın en kem kötü şeyi nedir ki ondan daha kötüsü yoktur?
2-En güzel, en üstün şey nedir ki ondan daha güzeli, daha üstünü yoktur?
3-Dünyada en acı şey nedir?
4-Dünyada en tatlı şey nedir?
5-O nedir ki ondan daha çirkini yoktur?
6-Nedir o ki ondan daha kabası yoktur?
7-Yine o şey nedir ki ondan daha yakını olmasın?
8-Nedir o şey ki ondan daha ırağı yoktur?
9-Yine nedir o şey ki onda daha gussalı, daha kaygı verici şey olmasın?
10-Nedir o şey ki ondan daha sevinçli şey yoktur?
Süleyman a.s. dedi ki:
–“Ey baba bu sorduğun sorular çok kolay şeylerdir?”
1-Dünyada en kötü şey insanoğlunun nefsidir ki ondan daha kötüsü yoktur.
2-Ondan daha güzel daha üstünü olmayan şey akıldır.
3-En acı şey yoksulluktur
4- Çok tatlı olan şey varlıklı, zengin olmaktır.
5-İnsanoğlu'nda süğmekten, küfürden daha çirkin şey yoktur.
6-Kaba (katı yürekli) kadından daha kabası yoktur.
7-İnsanoğlu'na ahiret'ten yakın şey yoktur. Ve bütün kişiler ona gitmektedir.
8-Sonra dünyadan ırak başka bir şey yoktur ki, insanoğullarından ıraklaşmaktadır.
9-Gayet gussalı, kaygılı şey; ruhun bedenden ayrılmasıdır.
10-Gayet şad, sevinçli olan şey yine ruhtur ki, insanoğlunda bulununca bu sevinci duyar! Diye cevap verdi. Yalnız her soruya cevap vermeden önce gülümsedi sona cevap verdi. O zaman Davut a.s. oğlu Süleyman a.s.'a:
-“Gerçek söyledin, öyledir! Ama Bu yüce insanların huzurunda neden her soruya adaba aykırı olarak gülerek cevap verdin”: Süleyman a.s:
-“Bu soruların cevabını bende bilmiyordum ama siz her soruyu sordukça cevabı bir karınca bana söylüyordu bende size cevap veriyordum” dedi.
O zaman Davut a.s. dedi ki: Amaç Allah'a (cc) ulaşmak olduktan sonra vasıta isterse bir karınca olsun, önemli değil.

Kelime manasıyla Süleyman'ın mührü anlamına gelen mührün şekli aslında kesin değildir. Belli bir tarihten sonra kabul edilmiş olan ve şimdi İsrail bayrağında yer alan sembol İslam dünyasında da yüzlerce yıl kutsal olarak kabul edilmiş cami medrese ve geçitlerde mezarlıklarda yüzüklerde padişahların gömleklerinde tılsım olarak yerini almıştır. Daha sonraları ise farklılık yaratmak için sembol bazen doksan derece çevrilerek kullanılmıştır. Batı dünyası bazen büyü kitaplarında bazen noterlik işareti olarak, basımevi markası sonraları bir çok akımın sembolü olmuştur. Süleyman Peygamber'in yüzükle olan ilgisi onun bir imtihandan geçişi şeklinde ele alınır. Yokluğunda bir cariyesine emanet ettiği yüzük mührü bir cin onun görünümünü alarak ele geçirir. Yokluğunda pek çok fitne fesat hazırlar örneğin tahtına büyü kitapları koyar ve iftira atar. Oysa Hz. Süleyman yüzüğün yokluğunda kendine dönecek ve gücünün kaynağı olan asıl çekirdeğini özünü bulacaktır. Kuran bu konuya atfen şöyle der. “Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı.” Bakara Suresi / 102 Ayrıca Neml suresi'nde Süleyman Peygamberin gelişini duyan karınca beyinin kendi halkına seslenişi efsanevi Seba Melikesi'nin tahtının göz açıp kapayana dek ışınlanışı ve olağanüstü pek çok şey anlatılır.

Karınca vadisine geldiklerinde bir karınca şöyle seslendi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.” Neml / 18
Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: “Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm.” Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: “Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Ganî'dir, cömerttir.” Neml / 40
“Onlar Süleyman için, mihraplardan/kalelerden, heykellerden, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davûd ailesi, şükür olarak iş yapın! Kullarım içinden şükredenler o kadar az ki! ” Sebe / 13
“Sonunda, Süleyman için ölüm hükmünü verdiğimizde, onun ölümünü, değneğini yiyen dâbbetül arzdan/ağaç kurtçuğundan başkası onlara göstermedi. Süleyman yere yığılınca, açıkça anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.” Sebe / 14

Süleyman'ın Tapınağı'nın daha sonra Haçlı Seferleri sırasında Kudüs'te arandığı, Templer Şövalyelerinin yerini bulduğu ve kutsal bazı emanetlerle Avrupa'ya döndükleri iddia edilmiştir. Kimileri kutsal kadeh Graal'ı, kimileri Felsefe Taşı'nı, kimileri ise Mühr-ü Süleyman'ı bulduklarını düşünmüşlerdir. Tapınak Kral Süleyman'dan sonra yağmalanacaktır ancak o zamana kadar Musa peygamberden beri nesilden nesile saklanan Hz. Musa'nın emaneti olan Ahid Sandığı'nı (orijinal Tevratın levhalar halinde içinde bulunduğu Tabut-i Sekine) muhafaza edecektir.
Günümüzde kabul gören sembol göğün ve yerin birleşimini gösterir. İki üçgenin biri göğe biri yere dönüktür. Sembol bir yönüyle insan varlığının maddi bedenini ve ruhunu, bundan oluşan bütünü, bir yandansa dişil ve eril prensipleri, maddi ve manevi değerlerin bütünlüğünü gösterir. Doğunun Yin ve Yang'ına benzer bir semboldür. Dünyaya giriş ve çıkış noktalarını temsil eder. Kimi farklı bakışlar ise şekilde iki piramit görür.

Özellikle Selçuklu dönemi paralarında ve eserlerinde sıkça kullanılan sembol artık günümüzün gerilimli zaman ve dünyasında İslam ve Hıristiyan toplumlarınca terkedilmiş hatta anlamı bilinmediğinden bir çok tarihi eserde de tahrip edilmiştir.
Süleyman (a.s.) peygamberlerin en zenginlerinden ve kendisine krallık verilen bütün cinni ve hayvanları yönetip onlarla konuşabilen bir peygamberdi. Süleyman (a.s.)'ın parmağındaki yüzük bütün cinleri toplayabilme ve egemenliği altına alabilme özelliğine sahipti. Fakat Süleyman (a.s.) vefat ettikten sonra yüzüğü kayboldu. Çünkü bu yüzüğe kim sahipse bütün cinn ve hayvanları yönetebilecekti. Bu yüzük Allah tarafından arşa kaldırılmış ve orada bir kale içinde korunuyordu. Fakat cinnilerden bir tanesi yüzüğü kalenin içinde gördü ve almak istedi. Tam kalenin içine girecekken yüzüğü koruyan başı ve dişleri kızgın demirden, gözleri kırmızı yakuttan, vücudu cehennem ateşinden yaratılmış büyüklüğünü sadece Allah'ın bildiği bir ejderha gördü ve hemen endişeye kapılarak yeryüzüne indi. Yeryüzünde üç parça çamur aldı ve bunları okuyup başka bir cinni arkadaşına verdi. İki cinni arşa çıkarken yüzüğü almak isteyen cinni diğerine “ben içerideyken bana birşey olduğu zaman bu çamuru benim üzerime at” dedi. Diğer cinni de “tamam” dedi.

İkisi kalenin önüne geldiler ve yüzüğü almak isteyen cinni içeriye girdi. Ejderha ona hemen orayı terk etmesini buranın Allah tarafından korunduğunu ve hiçbir zaman o yüzüğün alınamayacağını söyledi. Cinni yüzüğün üzerine doğru harekete geçince ejderha ağzını açarak ona cehennem ateşi püskürttü ve cinni kül oldu .Diğer arkadaşı külleri toplayıp üzerine çamuru koydu. Cinni hiçbir şey olmamış gibi tekrar ayağa kalktı ve içeriye girdi. Bu sefer ejderha cehennem demirinden olan tırnaklarıyla cinniyi paramparça yaptı. Arkadaşı parçalarını topladı ve üzerine diğer çamuru koydu. Cinni tekrar hiçbirşey olmamış gibi ayağa kalktı ve içeriye girdi. Bunun üzerine ejderha onu öldüremeyeceğini zannetti ve Allah'a sığındı. Allah ejderhaya ona kuyruğuyla vurmasını ve artık arkadaşının ona yardım edemeyeceğini nida etti. Bunun üzerine ejderha cinniye kuyruğuyla vurdu ve cinni bir anda yok oldu .Diğer cinni Allah'ın azametinden korkup yeryüzüne indi ve Allah'a sığındı. Fakat diğer cinninin ne olduğunu hiçbiri öğrenemedi. Çünkü Allah'ın her şeye gücü yeter…

atatürk ve kayııp kıta mu

vaybanavaylarbana
Atatürk'ün en büyük hayallerinden birisi Türklerin kökenini ortaya çıkartmaktı. Gazinin emriyle Osmanlı imparatrluğu'nun son yıllarından cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Türk'lük akımları üzerine yapılan araştırmalar derlendi.Bir çok bilim adamı ve araştırmacı bu alanda yeni çalışmalara başladı. Yabancı bilim adamları davet edildi.1930 yılında Türk tarih kurumu kuruldu. Çalışmalar sonucu çok zengin kaynaklara ve bilgilere ulaşıldı.Ancak Türkler'in nereden geldiği sorusu yanıt bulamadı.

Konu yavaş yavaş gündemden düşerken eldeki kaynaklar ışığında Atatürk bizzat kısa tezler hazırlıyor ve bunları yemeğe davet ettiği akademisyenlerle uzun uzadıya tartışıyordu. 1932 Yılında emekli general Tahsin Bey Atatürk'ü ziyaret etti.Tahsin Bey Maya dili ile Türk dili arasındaki benzerlikleri anlatmaya başladı ve Bir Mu kıtası araştırmacısı olarak tanınan İngiliz Albay James Churchward kendisine bahsettiği Hindistan da bulduğu tabletleri anlattı Atatürk'ün gözleri parladı.Churchward ertesi gün apar topar Ankara'ya davet edildi.

İki hafta Sonra Churchward Ankara'ya gelerek Çankaya'da Atatürk ve Tahsin Bey ile akşam yemeği yedi. Yemekte Tabletleri nasıl bulduğunu bu tabletleri çözmek için 50 yılını harcadığını ve bu konuda 5 tane kitap yazdığını, Ayrıca arkadaşı Amerikalı arkeolog William Nouvo'nun da tabletler bulduğunu ve maya dilinin bu tabletlere dayandığını tabletlerde ise m.ö 200.000 ile 70.000 yılları arasında pasifikte yer alan avusturalyadan biraz daha büyük MU isimli bir kıtadan bahsedildiğini, kıtada yaşayanların yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra sel yada tufan sonucu kıtanın battığının düşünüldüğünü uzun uzadıya anlattı. Bunun üzerine Atatürk Churchward'ın kendisine hediye ettiği 5 kitabı 60 kişilik bir heyet kurdurarak tercüme edilmesi emrini verdi. Bundan sonrasını Salih Bozok hatıratında şöyle anlatıyor;

Gazi kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı gün aşırı “ tercümeler bitmedimi çocuk heyet neden bu kadar yavaş çalışıyor?” diye hayıflanıyordu. Nihayet sonunda tercümeler bitti, Kitaplar basılmadı dakdilo edilerek Atatürk'e sunuldu, Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu. Yaradılışı anlatan bölümle özellikle ilgilenmişti şöyle ki Mu Kıtasının insanlığın ana vatanı olduğunu nüfusun 64 milyona çıktığını yazan kısmın altını çizmişti. Mu da geçen tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağının üzerinde durmuştu tercümelerde maya dilide dahil tüm lisanların mu dilinden türediği belirtiliyordu.


Kıta'nın batışını anlatan bölümde Halkın “ Ya mu bizi kurtar “ diye bağırdığına dikkat çekerek MU nun aynı zamanda bir ilah adı olduğu sonucuna vardı. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları Öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu. Mu sembollerini Latin harfleriyle karşılaştırıyordu.

Salih Bozok'un konu ile alakalı aktardıkları bu kadarla kalsada Kısa bir süre sonra Atatürk Tahsin Beyi Meksika'ya elçi olarak atamış ayrıca Tbmm bütçe kayıtlarından da anlaşıldığı üzere kendisine yüklü bir araştırma bütçesi tahsis etmiştir.Tahsin Beyin esas görevi Maya dilinin Türkçe ile olan benzerliğini ve Maya tabletlerini araştırmaktı.

Tahsin Beyin Meksika'ya varışından bir süre sonra Etnoğrafya müzesinden bazı uzmanları yanına görevli olarak gönderildiler. Ekip çalışmalarına başladı.Araştırmaların sonucunu Tahsin Bey 3 ciltlik bir kitap haline getirerek belge ve fotoğraflarla Atatürk'e sundu. Kitaplarda Maya Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandıkları eşyaların Türklerin kullandıkları eşyalara ne kadar çok benzediği hatta davulların da ve kalkanlarında kullandıkları ay ve yıldızın Türk bayrağındaki ay ve yıldızdan hiçbir farkı olmadığı açıkça kanıtlanıyordu.

Ayrıca yüksek meblağlar karşılığında William Nouvo'nun elinde bulunan tabletlerden bir tanesi satın alınarak Atatürk'e gönderildi.Tablet şu anda halen Atatürk'ün saklı mektupları ilebirlikte muhafaza edilmektedir.Atatürk'e Kitaplar haline getirilip sunulan araştırma sonucu ise 70'lere kadar Türk dil kurumunda bulunuyordu şu anda Anıtkabir kütüphanesinde iki cilt olarak 1301 ve 1302 numarası ile halen ziyarete açıktır üçüncü cilt ise kaybolmuştur.Ayrıca Churchward kitaplarından yapılan çevirilerde 4 cilt olarak aynı yerde saklanmaktadır.

Yine Tahsin Beyin Meksika da çekip Atatürk'e yollattığı 700 ü aşkın fotoğrafta Anıtkabir fotoğraf arşivinde yer almaktadır.Fotoğraflarda tapınakların sunakların antik Türk kültüründekilere ne kadar benzediği açıkça görülmektedir.Ayrıca Atatürk'ün özellikle ilgilendiği bazı fotoğraflarda tapınaklar da ayinleri yöneten kişilerin kürsülerin de istisnasız şekilde Türklerin ilk sembolü ve dünyada sadece Türk mitolojisinde görülen bozkurt figürünün birebir aynısının kullanılması olmuştur. Sonuç olarak Atatürk akademik ve bilimsel delillerle desteklenen bir Türk tarih tezi sunmuş ancak bunu kitaplaştırmaya ömrü vefa etmemiştir. Teze göre şu sorulara net cevaplar veriliyordu;


*Türkler Orta asyadan gelmiştir. Ancak orta Asya'ya nereden ve ne zaman gelmişlerdi?
* Türklerin Amerika kıtasının yerlileri olan İnca, Maya ve Azteclerle olan tartışmasız benzerlikleri nasıl açıklanabilirdi?
* Dünya Tarihi Nerede Başlamıştı? Orhun Yazıtlarıyla Maya Tabletleri nasıl paralel olabilmektedir?

Bu arada bir dipnot olarak belirteyim; Tahsin beyin soy adı Mayatepektir. Bunun sebebi ise Maya dilinde tepe sözcüğünün karşılığının tepek olmasından ileri gelir. Tahsin bey 1932 ila 1938 yılları arasında Türk tarih kurumuna araştırmaları sonucu tuttuğu yüzlerce notu 14 ayrı rapor halinde yollamıştır. Raporların bazı kayıp parçaları zaman zaman sahaflardan zaman zaman da bazı kişilerden parça parça ortaya çıkmaktadır. Tahsin Beyin torunu Osman Mayatepek bir canlı yayına telefonla bağlanarak yaptığı açıklamalar oldukça dikkat çekicidir.

Ne yazık ki Elde olan raporların sadece küçük bir kısmı ancak 2006 yılında kitap haline getirilebilmiştir. Bence Anıtkabir arşivleri acilen açılmalı ve uzman bir ekip Atatürk'ün yarım bırakmak zorunda kaldığı bu hayalini gerçekleştirmelidir.

galata kulesi

vaybanavaylarbana
Adeta her taşından ayrı bir gizem fışkıran dünyanın incisi eşsiz şehir İstanbul'un bir gizemini daha aydınlatmanız için yolunuza ışık tutmaya çalışacağım bir yazı ile sizlerle beraberiz.

İstanbul'un silüeti ile belki de en çok özdeşleşmiş semtlerden biri o meşhur Galata ve burası ile bütünleşen Galata Kulesi. Galata'nın tarihine bakacak olursanız, birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. İstanbul'un fethedilmesinden sonra, Galata Kolonisi de kendiliğinden Fatih'e teslim olmuştur. İstanbul kuruldu kurulalı, bilinen en eski tarihte de burada yaşayan “bir sülale”, tarihin her döneminde sahnede yer almış ve varlığını sürdürme başarısını göstermiştir. Buradaki başarı, kendilerine göre tabi. İşte ben sizlere bugün Galata Kulesi'ni ve bu esrarengiz sülaleyi anlatacağım. “Galata Kulesi, aslında gemiler için bir deniz feneri görevi görmekteydi. Bizans devrinde buraya İsa Kulesi ismi verilmişti. Uzun yıllar bu isimle anıldı. Ta ki fethe kadar. Fetihten sonra Türklerin eline geçen bu kule, çok çeşitli amaçlar için kullanılmıştır: Hapishane, deniz feneri, yangın kulesi. Ayrıca 16. yüzyılda Kasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan Hıristiyan harp esirlerinin barınağı olarak da kullanılmıştır. Fakat Kule'nin kullanım amaçları arasında, en önemlisi rasathane olarak kullanılmasıdır ki, Sultan III. Murat'ın müsaadesiyle burada müneccim Takiyüddin tarafından bir rasathane kurulmuştur. Ancak bu rasathane, 1579'da kapatılmıştır. Burasının bir gözlem kulesi olması dikkat çekiciydi. İşte az önce dikkat çektiğim o sülale, devreye girerek rasathaneyi kapattırmıştır.

Kule dibi diye adlandırılan mahallelerde, fetihten hemen sonra çok esrarengiz olaylar oluyordu. Kule'nin dibinde cesetler bulunuyordu. Kalpleri sökülmüş olarak bulunan bu kadınlar hemen gayrimüslim mezarlıklarına defnediliyorlardı. Konunun esrarengizliği aslında fetihten çok öncelere dayanıyordu. Kule dibinde gizli bir tarikat vardı. Bu tarikat, paganist ritüeller uygulayan o sülalenin bağlı olduğu bir tarikattı. Konstantiniye döneminde Galata efsaneleri kulaktan kulağa yayılıyordu. Bir müddet sonra o bölgedeki herkes, korkudan kaçmış ve o sülale dışında kimse kalmamıştı. Artık korkudan kimse de o bölgelerde dolaşamıyordu. Korkudan girilemeyen bu bölge daha sonra imtiyazlı bir alan olmuş ve itibar görmeye başlamıştır. Bunun sebeplerinden biri ise, o kadim sülalenin orada bir fahişe tapınağı kurmasıdır. Bir çeşit genelev yani. Zaten mabed fahişeliği antik mısırda hatta günümüz Hindistanında da görülen çok eski bir ibadet şeklidir. Ama buranın farklı bir özelliği vardı. Burada önce ayinler yapılıyordu. Ancak her isteyen bu ayinlere katılamıyordu. Daha çok elit tabaka bu ayinlere iştirak ediyordu. Oraya gidenler itibarlı sayılıyordu. Korkulan kimseler oluyorlardı aynı zamanda nüfuzlu kimseler olarak bulundukları krallığın yapısında, söz sahibi oluyorlardı. Bugün orada yine genelev vardır. 'Tarih tekerrür ediyor' diyenler haksız da sayılmazlar.

Bu Kule'de ilginç şeyler oluyordu, Mesela, senenin belli dönemlerinde, kule dibindeki ritüelden sonra kuleye çıkılıp, seçilen kimseler atlayarak intihar ediyorlardı. Bu durum fethe kadar devam etti. Fetihten sonra, esrarengiz şekilde bazı intiharların yani kuleden atlama modasının olması tabii ki Osmanlı idaresinin dikkatini çekmişti. Fatih'in emri ile araştırılması ferman buyrulmuştu. Bahse konu ferman Topkapı sarayı müzesi arşivlerin de 2016 senesinde tesadüfen bulunmuştur. İşte biraz önce naklettiğimiz bilgiler böylelikle gün yüzüne çıkmıştı. Fatih devri ve sonrası esrarengizlikler az da olsa yine devam etmişti. Fakat oradaki sülale format değiştirerek varlığını bir şekilde devam ettiriyordu. Abdülhamit Han dönemde burada intihar vakaları yine artmıştı. Yani kuleden atlayarak intihar. Bu ritüelden bir türlü vazgeçmiyorlardı. Abdülhamit Han'ında ilgisini çeken bu olay, istihbaratçılarını oraya sevk etmesine neden oldu. Gelen raporlar çok ilginçti: Kule dibinde tıpkı eski dönemlerde olduğu gibi yine fuhuş yapılıyordu. Ticaret gemileri ile Dünya'nın çeşitli yerlerinden gemilerle gelen kadınlar, buradaki o eski tarikat tarafından fuhuşa zorlanıyor, gayri meşru doğan çocuklar, belli bir yaştan sonra çok gizli bir ritüelle intihar ettiriliyordu.

Abdülhamit Han'ın zabitleri aldıkları fermanla oraya baskın düzenlendiler ve bir tür masonik bir yapı ile karşılaştılar. Sorguya çekilen itirafçılar serbest bırakıldılar ancak bir süre sonra bunların da intihar ettikleri gözlendi. Yapı dağıtılmasına rağmen, o eski sülale orada kalmaya devam etti. Aile çok zengindi. Adeta İstanbul'un en zenginiydiler. Bu ailenin en ilginç akrabalarından biri ise bankerlik yapan Yahudi Kamando ailesiydi. Bu sülale, Osmanlı döneminde bir ticaret anlaşmasında aracı olunca, Yahudiler tarafından aforoz edildi. Bu kişi, öldüğünde ise anıt mezarı harabe halinde bırakıldı. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından anıt mezarı yaptırıldı. Bu konuda internette fazlası ile bilgi mevcut ufak bir araştırma ile kolayca ulaşabilirsiniz. Fetihten önce kulenin üzerinde bakır bir levha üzerinde masonik bir göz olduğunu da hatırlatalım. Bilindiği gibi Hezarfen Ahmet Çelebi Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçmuştu. Hezarfen'in uçtuğu yer Üsküdar'dı. Kız Kulesi'nin üzerinden geçerek buraya indi. Bizans tarihinde Galata Kulesi'ne, “İsa Kulesi” denmesi boşuna değildi. O tarikat, o dönemlerde, Hz. İsa'nın Galata Kulesi'ne ineceğini kulaktan kulağa yayıyordu. Hıristiyanlığa girmiş ancak eski paganist inançlarını da tamamen terk etmemiş olan Bizans halkı, İsa'nın Ayasofya'ya ineceğini bekliyorlardı. Hz. İsa'nın hangi kuleye ineceği bir çekişme konusu haline gelmişti. Velhasıl Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'ni özellikle seçmişti. Oraya Hz. İsa'nın inmeyeceğini ama oradan bir Türk bilim adamının uçacağını ispat etmiştir.

Şimdi tekrar konumuza dönelim: Abdülhamid Han'ın istihbaratçılarının verdikleri raporlarda şunlar vardı: Ritüel'de bir mizansen vardı. Hz. Musa ve Firavun kıssasında bir olaya atfedilen mizansen. Firavun tahtını yok edecekler diye tüm doğan erkek çocuklarını öldürtüyordu. Bilinen bir hikâye. Hani Firavun bir rüya görüp, korkmuştu. Rüyasını tabircilere anlattı ve ne manaya geldiğini sordu. Kendisine: “ Bir erkek çocuk dünyaya gelecek. O çocuk senin saltanatını yıkacak,” dediler. Firavun'da bunun üzerine doğan bütün erkek çocukların öldürülmelerini emretti. Ev ev dolaşırlar, yeni doğan çocuk olup olmadığını kontrol ederlerdi. Bunun üzerine kız çocuklarını, kadınları hayatta bırakıyordu. Üremenin devamı için. Belli bir seneye kadar erkek çocukların katledilmesi, kız çocuklarının bırakılması şu terimi doğurmuştu: HAYAT KADINLARI. Yani hayatta kalan kadınlara verilen isim. İşte burada “kutsal akrabalık” devreye giriyor. Paganist yarı Hıristiyan Bizans ile bu sülalenin ortak bir akrabalık nesli olmuştu… Kutsal Akrabalık bir kod'dur. Anlaması gerekenler mesajı anlayacaklardır. Burayı da fazla kurcalamamakta fayda var. Daha sonraları bu kulenin yanına küçük bir kule daha yapılmıştır ve burası “İkiz Kuleler” olarak anılmaya başlanmıştır. Buraya göz hastanesi yapılmış, ancak bu sıralarda onu oradan kaldırmaya uğraşmaktadırlar. Ayrıca bir başka dikkat çeken nokta da, Galata Kulesi'nin aynısı bugün Estonya'da da vardır. Elbette ki bu tesadüf değildir. İslam dininde intihar haramdır. Kültür dememizin sebebi başkadır. Sık sık duyarsın bazı yabancı tarikatların topluca intihar ettiklerini. Anlatmak istediğimiz, intihardan çok intihar şekli. Müslümanlar ekseriyetle intihar etmezler. Etseler bile kendilerini yüksek bir yerden atmazlar. Tarihte, Türk Sultanları arasında yüzüğündeki zehri içerek canına kıyanlar vardır. Japonlar da ise harakiri vardır.

Tarihi kayıtlara göre şöyle bir olay var:
1876 tarihinde bir Avusturyalı, nöbetçilerin dalgınlığından faydalanıp kendini kuleden aşağı atmıştır. Daha sonra acaba bu kuleden kimler atlayıp, intihar etmiştir? Cumhuriyet tarihinde, yüksek yerden atlayarak intihar etme, özellikle “Boğaz Köprüsü'nün” yapılışından sonra artmıştır. Köprüden atlayan ilk vakalardan birinde masonik locanın telkini olmuş mudur? Boğaz köprüsünden ilk intihar eden kişiyi biraz araştırın bakın neler bulacaksınız. Ayrıca Galata kulesinin mimari planlarında ki çapına ve yüksekliğine de bir göz atın. Acaba ortaya çıkan rakamlar neyin simgesi veya nerenin koordinatlarını işaret etmektedir? Bugün o bölgede, o sülale yine devrede. Galataport ile özerk bir alan mı yaratılmak istenmektedir? Arap Camii bu yüzden mi feda edilmek isteniyor? Galataport'a kim talip olmuştu, sonra onun sonu ne oldu? Fotoğraf gün gibi meydan da Fetih öncesi duruma dönmek isteyenler, çarpışıyor. “Hıristiyanlar ekümenlik istiyor, Yahudiler de boş durur mu, onlar da Galata'yı istiyorlar. Bizim İstanbul'umuzu parsellemişler, birbirleri ile zaman zaman ittifak yapıyorlar, zaman zaman da çatışıyorlar kendi emelleri uğruna. Hıristiyanlar, ekümenlik maskesi ile siyasi özerklik, Yahudiler ise, Galataport maskesi ile ticari özerklik istiyorlar. Meselenin özü budur. Ve o kadim sülale hala işbaşındadır.

doğada yaşam

vaybanavaylarbana
Hızla gelişen teknoloji ve sistemin insanlar üzerinde ki bitmek tükenmek bilmeyen sömürüsü karşısında insanoğlu iç güdüsel olarak gerçek yaşam alanı olan doğayı son zamanlarda daha çok arzulamaya başladı.

Toplumda ki bireylerin neredeyse %90'ı emekli olduğunda sessiz sakin kırsal bir bölgede yaşama hayali ile yanıp tutuşuyor. Aynı şekilde büyük marketlerde fahiş fiyatlarla satılan sözde organik gıdalar da hiç görmediği kadar talep görüyor. Gün aşırı internette ki sosyal platformlarda doğada yaşamak isteyenler adı altında sayfalar ve gruplar kuruluyor. Ancak çok az kişi haricinde harekete geçen kimse yok. Konuya girmeden önce Doğada yaşamanın kendinizi teknolojiden ve toplumdan soyutlamanız anlamına gelmediğinin altını önemle çizmek istiyorum. Şimdi internette tanışıp doğada yaşamak için anlaşan 50 kişi hayal edin. Bireylerimiz 8 ay sonra 20.000 tl nakit para ile buluşup harekete geçmeye karar veriyor. Bu 8 ay zarfında yapmaları gereken tek şey bu 20.000 tl yi biriktirmek. Buda 1.000.000 TL eder. 8. Ayın sonunda ülkemizin her tarafında bulunan ancak trilyonlarca liraya satılan beton yığınlarına uzak olduğu için dönümü ortalama bir cep telefonu fiyatına gelen son derece verimli topraklardan sudan ucuz fiyata 50 dönüm satın alırlar. Ki bu ortalama 100.000 tl civarıdır. Bu arazinin 5 dönümü yaşam alanı kalan 45 dönümü ise tarım alanı olarak tasarlanır. Araziye varan ekibimiz çadırlarını kurarak 10 ar kişilik ekipler halinde 50 ayrı ev bir yönetim binası bir ahır bir imalathane bir yemekhane ve birde misafirhane inşa etmek için işe koyulur ahşaptan 2+1 bir evin malzeme tutarı ortalama olarak toptan alımlarda 5.000 tl dir.

Yani 50 evin maaliyeti 250.000 tl ve ayrıca misafirhane çiftlik gibi daha büyük tesislerin maaliyeti daha fazla olacağı için testere, matkap, bağlantı elemanları gibi her zaman kullanılmaya devam edecek olan alet edevatlar da dahil bu iş için toplam yapılması gereken masraf ortalama 300.000 TL olacaktır 10 kişilik bir ekip 2+1 bir evi ortalama 4 günde inşa edebilir. Diğer binalarda dahil olmak üzere köyümüz 60 gün içerisinde eksiksiz olarak inşa edilmiş olacaktır. Ekonomi hesabına göz atacak olursak şu ana kadar ortak bütçeden toplamda harcanan rakam 400.000 tl dir. Sonra ki aşama güneş panelleri ve su pompalarını kurarak köyümüzün temel enerji ihtiyacını karşılamak olacaktır. Bu tesisatın toplam maaliyeti de ortalama 50.000 tl ye tekavül etmektedir. Sonra ki iş ise görev dağılımını yapmaktadır 10 kişi hayvanların bakımı ve kesimi için gereklidir. 5 kişi mutfakta çalışmalı gelen ürünleri işlemeli ve yemek yapmalıdır. 3 kişilik bir ekip yönetim ve muhasebe işlerini üstlenmelidir. Kalan 32 kişi ise arazinin ekilip biçilme işinde görev almalıdır. Ancak bu işler sabahtan akşama kadar olmayıp günde 5 er saat çalışmak yeterli olmaktadır. 30 kadar büyük baş 200 küçük baş 500 kadar tavuk bir kesim makinası ahır için fazlasıyla yeterli olacaktır. Bunların maaliyetide ortalama 150.000 tl tutmaktadır. Ekim alanları için ise sulama sistemleri ortalama 15.000 tl 45 dönümlük bir araziyi işlemek için yeterli biçer döver ve traktör gibi alet edevatlar ortlama olarak 100.000 TL ye denk gelmektedir elbette ki her şeyi üretmemiz mümkün değildir şehirden yapacağımız alış verişler için 30.000 TL civarın da bir de van araç alınmalıdır.

Finans konusuna geri dönecek olursak şu ana kadar tüm sistemi kurup hazır hale getirmek için harcadığımız para 750.000 TL dir geriye halen 250.000 TLmiz var ancak tarım mahsülleri özellikle başlarda acemilik çekeceğimiz için hemen çıkmayacaktır bu durumda işte bu 250.000 tl lik fonumuz devreye girecek ve bizi işlerimizi yoluna koyana kadar idare edecektir. Elbette ki modern dünyadan ihtiyaç duyacağımız şeyler olacak ve bunlar için paraya gereksinimimiz var. Bunun için iki ayrı gelir kaynağımız var birincisi ihtiyaç fazlası ürünlerimizi satacağız ikincisi ise milyonlarca insanın hayallerini gerçekleştirmiş şanslı bir azınlık olacağımız için bir çok insan yerleşimimizi ve yaşantımızı merak edecektir. Ayda bir defa bu merak sahibi insanlar için ücretli turlar düzenleyip misafirhanemizde konuk edebilir ve bundan ciddi gelirler sağlayabiliriz. Sonuç olarak günlük 4 – 5 saatlik çalışma ile sigorta primlerimizi ödeyip eksiksiz, stressiz ve sağlıklı bir haya sürmemiz mümkün. Elbette ki bu yaşantıya ayak uyduramayıp bir süre sonra ayrılmak isteyenlerde olacaktır ancak üzülmeyin çünkü inanın gelmek isteyenlerin sayısı gitmek isteyenlerden binlerce kat fazla olacaktır. Projenin finansal boyutlarını en ince ayrıntısına kadar araştırdım. Ancak yine de henüz halen geliştirilmesi gereken bir proje bu bağlamda eğer sizlerde bu hayalime ortak olup projeyi geliştirecek fikirler üretebilirseniz yorumlarda belirtmeyi unutmayın.

yapay zeka

vaybanavaylarbana
İlk defa bir bilim kurgu yazarı tarafından kullanılan robot kelimesi Çekçe “serf” anlamına geliyor. Robot, otonom veya önceden programlanmış görevleri yerine getirebilen elektro-mekanik bir cihazdır.

Güncel tanımı ile robotlar, elektronik ve mekanik birimlerden oluşan, algılama yeteneğine sahip olan ve programlanabilen cihazlardır. Başka bir tanımla robotlar, canlıların işlevlerini ve davranışlarını taklit edebilen, fiziksel yeteneklere ve yapay zekâya sahip, disiplinler arası öğeler içeren mühendislik ürünleridir. insanca duygulardan yoksun yaratıklar olarak kullanılan robotlar, daha sonra birçok bilim kurgu romanına konu olmuştur. Isaac Asimov ünlü robot serisiyle teknolojik açıdan tutarlı bir robot kavramı yaratır ve robotların amacının insana hizmet olduğunu, bir robotun kendi amaçlarını insanların amaçlarına hiçbir zaman tercih edemeyeceğini koyduğu 3 Robot Yasası'yla belirler. Bu robot yasaları şu anda insanla robot arasındaki ahlaksal ve hukuksal ilişkinin temelini oluşturmaktadır.

0- Bir robot insanlığa zarar veremez veya hareketsiz kalarak insanlığın zarar görmesine izin veremez. (Bu yasa, sonradan “Sıfırıncı Yasa” olarak eklenmiştir.)

1- Bir robot, 0. kuralla çelişmediği sürece, hiçbir şekilde insanoğluna zarar veremez veyâ pasif kalmak suretiyle zarar görmesine izin veremez.

2- Bir robot, 0. ve 1. kurallarla çelişmediği sürece, kendisine insanlar tarafından verilen komutlara itaat etmek zorundadır.

3- Bir robot, 0., 1. ve 2. kurallarla çelişmediği sürece, kendi varlığını korumak zorundadır.

Robotlarla yaşam düşünüldüğü kadar kötü olmayabilir. Ama onlardan kurtulmak isteyenler için çalışma yasalarını değiştirmek ya da ülkenin etrafına duvar örmek yeterli olmayacaktır.Robotların yükselişi önümüzdeki yılın hikayesi olmaya aday. Sanayi devrimi döneminde fabrikalardaki makine kırıcılar hareketinin isyanından beri mekanizasyon insanların işlerini elinden almaya devam ediyor. Ama dönüşüm hiç bu kadar hızlı olmamıştı. Birçok insan yakın gelecekte yapay zekanın insan zekasına üstün gelmesinin mümkün olmadığını düşünüyor. Dolayısıyla bu konuda etik tartışmalara başlamak için henüz erken. Ancak her gün makineler eskiden sadece insanların yapabildiği başka bir işi daha öğreniyor. 3 boyutlu yazıcılar ulaşım ve üretim alanındaki istihdam ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Sürücüsüz araçlarsa yakın gelecekte bizi bekliyor. Kamyon şoförlüğünün tüm Dünya sınırları içindeki en yaygın meslek olduğunu düşünürseniz bu oldukça korkutucu bir gelişme.
Araştırmacılar ABD'deki işkollarının yarısının 2033 yılı itibariyle makineleşme tarafından yok edileceğini söylüyor. Sırada ise tıp, hukuk ve habercilik varmış gibi görülmekte. Bankacıları da unutmayın. Otuz bin kişiye istihdam sağlayan Boston'daki State Street bankasının başkanı Michael Rogers, 2020 yılına kadar 5 çalışanından birinin yerinin bir algoritma tarafından doldurulacağını düşünüyor.

Çünkü iş yeri sahipleri için “Makineler her zaman kibarlar, her zaman çapraz satış fırsatlarını değerlendiriyorlar. Hiç bir zaman tatile çıkmıyorlar. İşe geç kalmadıkları gibi onlardan kaynaklanan bir iş kazası ya da yaş, cinsiyet, ırk ayrımcılığı davası da olmuyor.” Uzmanlar uzun yıllardır dördüncü ,ya da beşinci sanayi devriminden, küreselleşmenin üçüncü dalgasından ve onun yaratıcı yıkıma sebep olan teknolojilerinden bahsediyorlar.Ancak konunun bu sefer gündeme gelmesinin ardında politik şartlar yatıyor. Ortada yeni bir soru var. Bu yeni ekonomik darbe, ekonomisi küçülen şehirlerin isyanı ve geride kalan düşük gelirlilerin feryatları için ne anlama gelecek? Çoğu kişi için tüm bu olanlar fakirleşen kesimlerin başkaldırısından başka bir şey değil. Milliyetçilik ve kimlik konuları bu başkaldırının temalarından sadece ikisi. Artan işsizlik ve gittikçe artan eşitsizlik hissi de bu temalardan. Saygı duyulan bir ekonomist olan Profesör Richard Baldwin, koşulların daha da kötüye gideceğini iddia ediyor. Baldwin, “Londra'daki otel odalarını, Kenya ya da Buenos Aires'te yaşayan insanların internetten kontrol ettikleri robotlarıyla onda bir fiyatına temizlendiğini düşünsenize” diyor. İnsanların buna verecekleri tepkiyi tahmin etmek Baldwin'e göre basit: “Buna oldukça sinirlenecekler!”
Bazı görevler için insanın yerini tamamen alabilecek, bazı görevler için ise insanlara yardım edebilecek sistemlerin hazırlanmasıyla ilgili çalışmaları kapsayan bu bilim dalında çalışan kişiler genel olarak yazılımcılar, elektriksel donanım tasarımcıları, mekanik donanım tasarımcıları ve bunların üreticileridir. Robot duyargaları ile çevresini algılayan, algıladıklarını yorumlayan, bunun sonucunda karar alan, karar sonucuna göre davranan, eylem olarak hareket organlarını çalıştıran veya durduran bir aygıttır ve algılamalarına göre bizden bağımsız davranabiliyorsa o artık bir robottur. Ve bilinenin dışında aslında bu konu üzerine yapılan en büyük araştırma ve çalışmalar askeri ve savaş robotları üzerinedir. Savaş robotu deyince aklımıza ilk gelen şey sanırım Drone lar olur. Drone uzaktan kontrol edilebilen bir tür uçak teknolojisi olup Türkçede insansız hava aracı anlamına gelmektedir. Drone'lar ilk çıktığında gözlem ve savunma gibi amaçlarda kullanılmasına rağmen bir süre sonra saldırı amaçlıda kullanılması insanların hafızalarında savaş ve çatışma ile özdeşleşmesine neden olmuştur. Şu sırada pek çok farklı füze ve savaş başlıkları ile en gözde ve hızlı savaş robotlarının başında gelmektedir.

Aslında Amerika başta olmak üzere pek çok büyük güç bu robotlar üzerinde yatırım yapmaya başlamıştır. Askeri sırlar bunu çelik kapılarda saklasa da yinede dış Dünya ya sızan bazı korkunç ve rahatsız edici bilgiler mevcuttur. Bunlar içinde en korkuncu ise Tüm Dünyanın jandarmalığına savunan ABD nin yakında tüm ulusları egemenliği altına almak için harekete geçeceği iddiaları kulaktan kulağa yayılmaktadır. Ayrıca ABD nin bunun için en güvendiği güç ise yeni geliştirdikleri roketler ve füzeler değil sayıları yaklaşık 500 bin olduğu söylenen üstün teknolojiyle donatılmış dev robot askerlerdir. Hatta bu söylenti meşhur illuminati kartlarında bile bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili en önemli be bilinen merkezlerderden biri de üzerinde yapay zekanın ışığının parladığı kurum Darpa dır. Yani Defansif İleri Araştırma Projeleri Ajansı, ordu tarafından kullanılmak üzere, yeni teknolojiler üretmekle sorumlu ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı bir ajanstır. Yıllık bütçesi bilinmemekle birlikte bir çok ülkenin genel bütçesinden daha büyük olduğu da su götürmez bir gerçektir.
Soğuk savaş döneminde Rusya'nın Sputnik füzesini uzaya göndermesinin ardından 1958'de ARPA adıyla kurulmuştur. DARPA bugünkü İnternetin geliştirilmesinden sorumluydu ve Unix ile TCP/IP'yi de içeren birçok geliştirme projesini finanse etti. Darpa'nın yapay zeka ile çalışan askeri saldırı robotlarının ilk olarak 2009 yılında Irak'ta kullanıldığı ancak kendi kararlarını verebilen bu savaş makinaları kapatılmak istendiğinde operatörü öldürünce proje askıya alındığı bilinmektedir.

Bununla Beraber Darpa'nın Aldebaran firması ile ortak olarak geliştirdiği 35 cm boyundaki 7 tane humanoid robotu 2015 senesi mayıs ayında açık alanda test edildiği esnada kanalizasyonu kullanarak kaçtılar. Robotlar'ın başlıca özellikleri herhangi bir wifi ağına şifre gereksinimi olmaksızın bağlanabilmeleri, internetteki alet yapımı adresler haritalar gibi bilgileri hızlı şekilde alıp işleyebilmeleri, solar enerji ile şarj olmaları, ve su geçirmez oluşları. Humanoidlerin firarının hemen ardından mahkeme konuya yayın yasağı getirdi. Darpa ise özel bir ekip kurarak robotları aramaya başladı kanalizasyonlarda yapılan detaylı incelemelerin ardından robotların gpslerini devre dışı bırakarak ormanlık alana kaçtığı saptandı. Ormanlık alanda yoğunlaşan aramalarda zaman zaman hümanoidlerin izlerine rastlansa da henüz hiç birisi yakalanamadı, robotların amacı hakkında ise bir bilgi yok. Ancak Darpa tesislerin de de aktif vaziyette aynı tür robotlardan 10.000 tane kadar olduğunu Aldebaran firması açıkladı. Tokyo merkezli firmanın yaptığı sansasyonel açıklamalardan sonra Darpa firmayla 2020 yılına kadar olan sözleşmesini tek taraflı olarak fesih ettiğini açıkladı. Bilişim uzmanlarının ateşli şekilde eleştirdiği kurumun marifetleri humanoidlerle de sınırlı değil günümüzde Afganistan da Amerikan ordusunca Taliban'a karşı kullanılan yüksek teknoloji ürünü silahlı insansız hava araçları da yine Darpa menşeli. Fakat Darpa'nın en ürkütücü projesi bu değil.

Kurum 2008 yılında tüm ülkenin güvenliğini kontrol edecek bir yapay zeka üzerinde çalışmaya başladı uzmanların hakkında sayısız eleştiri makalesi yazdığı program eğer kontrolden çıkarak yahut internet erişimi ile kendisini bir yere kopyalayarak sistemleri ele geçirirse elindeki dijital şekilde yönetilen kimyasal ve balistik füzelerle neler yapabileceğini hayal etmek pekte zor değil.
Geleceğin askerleri Enerji kaynakları ve işlemcileri büyük sorun olan robotların, 21.yüzyıl enerji optimizasyonu ilkeleri kapsamında tek şarjla 6-8 saat tam operasyonel olması sağlanmış durumda ancak bu süre, askeri operasyonlar, asker gönderilmek istenmeyen tehlikeli görevler, kurtarma operasyonları ya da askeri araç şoförlüğü için kullanılması düşünülen robotlar için pek de yeterli bir çalışma süresi değil. Bu sorunu ortadan kaldırmak isteyen araştırmacılar ve bilim adamları, yakıtını dışarıdan alarak enerjisini kendisi üretecek olan robotlar geliştirmeye karar verdiler. 2003'te ortaya atılan fikir, 2008'in ortalarında gerçekleştirildi ve savaş alanlarına gönderilecek ilk robotlar üretildi. Sonuç ise bir dönem Amerika'da oldukça panik yarattı. Pentagon için Silikon Vadisinde bulunan Cyclone Power Technologies tarafından üretilen ve Amerikan ordusuna bağlı çalışan DARPA tarafından finanse edilen EATR'nin (Energetically Autonomous Tactical Robot) önüne çıkan her şeyi yediği, yiyeceği hiç ağaç, odun, hayvan vs. kalmadığında ise savaş alanındaki cesetlerle beslendiği söylentisi yayılınca, Amerikan halkının aklına Terminatör ve benzeri robotlar geldi ve halk isyan etti ,EATR'nin üreticisi Cyclone Power Technologies'in başkanı Harry Schoell her ne kadar “cesetler robotun menüsünde yok, merak etmeyin yemez.” dese de halk ikna olmadı. Bunun üzerine Schoell, ölülere saygısızlığın Cenevre Sözleşmesine göre bir savaş suçu olduğunu ve bunun asla kabul edilemeyeceğini söylemesi üzerine, halk ikna oldu. Ancak bu kez de “acaba bu tür robotlar insanları yer mi?” korkusu baş gösterdi.
İnsanları yiyeceğinden korkulan EATR'den sonra ise yine DARPA tarafından finanse edilen ancak bu kez başka bir teknoloji devi olan Boston Dynamics tarafından üretilen robot asker PETMAN sahneye çıktı.

Savaş alanlarında kimyasal tehlike olan bölgelere gönderilmesi düşünülen PETMAN, ortalama bir erkek boyuna kilosuna sahip ancak çok daha fazla ağırlık kaldırabilme yetisine sahip, ayrıca PETMAN darbelere karşı direnç göstererek düşmeden yoluna devam edebiliyor. Robot teknolojisinin gelişimine öncülük eden Japon ve Amerikan eserlerinin üzerine bir katkı da en fazla 5 sene içerisinde orduda görevlendirmek için bir tür siber asker tasarlayan Rusya'dan geldi. Exoskeleton adı verilen siber askerlerin düşünce gücüyle çalışlması planlanıyor. Rusya, insandan çok daha güçlü ve hareket kabiliyeti üst düzeyde olan robotları prototip olarak üretmiş durumda. Ancak yapay zeka eklenilmesi düşünülen bu robotlar için beyin-işlemci karışımı yarı organik bir protez geliştirilmesi için çalışmalar sürdürülüyor.
Exoskeleton ağırlıklı şınav çekerse en az bir denizci kadar dayanıklı ve eş fiziksel yeteneklere sahip olan bu robotların görünüşleri ise Terminatörü aratmıyor. 300 kilo ağırlığı bir tüy kaldırır edasıyla kaldırabilecek kadar güçlü olan bu robotların, askeri alan haricinde deprem sonrası enkaz kaldırma, fabrikalarda ağır parçaların kaldırılması ve taşınması ve yangınlarda itfaiye eri olarak da kullanılması düşünülüyor. Son olarak ise Mirror Online Aralık ayında Rusya tarafından uzay araştırmaları için geliştirildiği bildirilen FEDOR adlı android robotun Son Deneysel Gösterilerini yayınladı.

Robot Android Teknikleri ve İleri Araştırma Fonu tarafından geliştirilen FEDOR 2021 uzay seyahati için ayarlandığı ve şu anda uzun vadede ISS bakımı için kozmonotlara kalıcı bir yedek olarak lanse edilmekte. Ayrıca robota askeri yetekler de öğretilmeye başlandığı ve bunun herhangi bir aksilik olması ihtimalinde kurtarma görevleri düşünülerek oluşturulduğu söylenmekte. Rus uzay ajansı Fedor programının, Ay'da kalıcı bir üs inşa etmek için geliştirildiğini, bu üssün de özellikle maden çıkarma amacıyla daha büyük bir projenin bir parçası olan ve başlangıçta 11 kozmonot ve çeşitli robotlar evi olacağını belirtti. FEDOR normal bir insan boyunda olup 160 kg ağırlığında ,ekstra ekipmana bağlı olarak da 20 kg kadar yük kaldırabiliyor. Bununla beraber motor becerileri ile çoğu tamir aletlerini kullanıp , bir insan gibi araç kullanabiliyor. En son yaptığı gösteride ise iki eliyle kullandığı silahlarla bütün hedefleri tek bir sapma olmadan vurmayı başardı. Rusya Başbakan Yardımcısı Rogozin Dmitryi Robot F. E. D. O. R. iki ellerini kusursuz kullanarak mükemmel bir beceri gösterdi “dedi. Ayrıca “Terminator oluşturma niyetinde değiliz, ama bu ilerleme yapay zekanın çeşitli alanlarda kullanılması için büyük bir öneme sahip olacak.” Diyerek sözlerini bitirdi. Fakat uzay uçuşları ve arama kurtarma operasyonu için kullanılacağı söylenen robotun neden silah kullandığını ve bunun üzerine hassasiyet ile durduklarını açıklamadı .

Robot teknolojisi sanıldığı kadar kolay gelişmiş bir süreç değil. Zira yürümek bizim için çocuk oyuncağı olsa da, aslında çok komplike bir sistemin ürünü. Ortakulakla sinir sistemi arasındaki muhteşem bağlantı sayesinde yürüyebildiğimizi biliyoruz. İşte bu sistemin bir robota entegre edilmesi sanıldığı kadar kolay değil, çok ciddi bir yazılım gerekmesinin yanında, bu yazılımla donanımı çalıştıracak güçlü bir işlemci de gerekiyor. Elbette tüm sistemi besleyecek gücü sağlayacak kaynak da büyük bir problem. Boston Dynamics'in ürettiği ilk robotun fosil yakıt tüketen bir motoru olduğunu hesaba katacak olursak, güç kaynağının ne denli ciddi bir sorun olduğu görebiliriz. Silahlı süper robot askerler ve her ne olursa olsun, belli bir program çerçevesinde hizmet verecek insansı robotlar artık neredeyse evlerimize girmeye hazır. Tabii konuyla ilgili etik tartışmalar da sürüyor. Bu robotlara yapay zeka eklemek mantıklı mı? İnisiyatifi olan robot matematiksel bir mantıkla fayda üretmeye çalışırsa ne olur, yapay zeka eklenen robot bir gün kontrolden çıkıp da kendi ordusunu kurmaya kalkarsa sorusuna daha bir cevap bulunmuş değil.

Umarız ki hiçbir nesil istilalar görmez. Sonuç olarak, belli düzeyde basit işlemleri yapabilecek ev robotlarının yanı sıra, savaş alanlarında bir insan askerden çok daha uzun süre aç, susuz ve hatta bacaksız (bacağını tekrar üretebilen robot geliştirilmeye çalışılıyor) savaşabilecek robotların üretilmeye başlandığını biliyoruz. Umalım ki bilim kurgu filmlerindeki robot istilalarıyla, insanları ikiye ayırıp bir parçasını sağa bir parçasını sola fırlatan kontrolden çıkmış canavar robotlarla karşılaşmayalım.ve şu sözleri duymayalım Kemiklerin una dönüşecek ve onların üstünde yeni bir nesil yürüyecek.

hz mehdi

vaybanavaylarbana
Müsevilikte ki Mehdi kavramı Tevrat temelli değil Kabbala ve Talmudu referans almaktadır.
Cifir ilmine son derece hakim olan eski Yahudi kohenleri Aynı Hz Muhammed'in (sav) nerede ne şekilde zuhur edeceğini bildikleri gibi dünyaya gelecek iyi kötü Mesih, Mehdi, ve Deccal gibi bir çok zatın nerede ve ne şekilde zuhur edeceklerini çok iyi bilmekte ve kendilerince düşman gördüklerine karşı tedbir almakta her an teyakkuz durumunda bulunmaktadırlar. Yahudilerin mehdisi Deccaldir. Zaten Müslüman ve Hristiyanların mallarını canlarını hayvanlarını kendilerine helal saymaları, Dünyada ki her şeyin aslında seçilmişler olan Yahudiler için yaratılmış olduğu diğer insanlarınsa Yahudilere hizmet etmesi için yaratıldığı anlayışı Deccalin sünnetlerinden olup kabbala öğretisi haline getirilmiştir. Yahudilere göre deccal tüm dünyada ki ekonomik gelişimi elinde tutacak ona biat etmeyenler bir lokma ekmek dahi bulamayacak ayrıca Yahova'nın mucizeleri iki tarafında belirecektir. Yani cennetle cehennem iki yanında o istediğinde açık şekilde görülecektir. Fakat Mehdi'nin zuhuru ile o güne değil kontrolleri altında tuttukları Hristiyanlar fırkalar halinde Müslüman olacak ve Yahudi hakimeyetinden çıkmaya başlayacaklardır. İşte bu durumu tersine çevirmek ve deccaliyetin gelişine hazırlık yapmak için kohenlerden kalma kehanetlerde bildirilen Mehdiyi zuhur eder etmez ortadan kaldırmak adına son derece titiz bir çalışma yürütmektedirler.

Protestanlık haricinde ki tüm Hristiyan mezheplerinde mehdiyat olgusu farklılıklar gösterse de ana hatları ile aynıdır. Hristiyanlıkta ki Mehdiyat anlayışı da incil kökenli olmayıp kilise öğretisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hristiyanlara göre Mehdi tanrının oğlu İsa Mesih'in yardımcısı ve dünyaya dönüş alametlerindendir. Bazı Hristiyan mezhep ve tarikatlerin de ise Mesih ile Mehdinin aynı kişiler olduğu savunulmaktadır. İslami ve Musevi öğretilerin aksine Hristiyanlar için Mehdiyat'ın zuhuru zamanla değil olaylar ile ilişkilendirilir yani çıkış alametleri tamamlandığında çıkacaktır zamanın önemi yoktur ki bu alametlerin çıkışı Hristiyanların kendi çabalarına bağlanmaktadır. Hristiyanlıkta Mehdinin çıkış alametleri Müslümanların yer yüzünde kuvvetlenmeye başlaması, Hristiyan Devletlerle savaşması, orta doğuda İsrail devleti kurulması, İstanbul'un tekrar Hristiyanlaştırılması ve önemlisi de herkesin yakından bildiği gibi Armegeddon savaşlarının başlayarak sonlanması ile Mehdi zuhur edecektir. Nitekim evanjelizm, opus dei gibi bazı radikal Hristiyan tarikatlerinin tüm güçleri ile Armegeddon savaşlarını başlatma çabaları da bu inançtan öte gelmektedir. Mehdi'nin zuhur etmesi ile yeni bir Hristiyanlık anlayışı doğacak, İnciller birleşecek ve tüm Hristiyan mezhepleri bu inanç altında birlik sağlayacaktır. Daha sonra ise tüm Yahudiler Hristiyanlığı kabul edece dünyada sadece Hristiyanlık ve Müslümanlık kalacaktır. İsa Mesihin de gelmesi ile Müslümanlara karşı top yekün bir savaş başlayacaktır.

Kuran-i Kerim de bahsedilen kıyametin en büyük alametlerinden bir tanesi de Hz Mehdi'nin zuhurudur. Hz Mehdi yüzyıllardır İslam alimlerini derin fikir ayrılıklarına sürüklemişse de sırrını halen korumaktadır. Hazreti Mehdi, Kıyamet Arefesin de gönderileceği Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiş olan, Müslümanları zulüm ve sıkıntı ortamından kurtaracak, dünyada ki kötülükleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek kutlu bir kişidir. Peygamberimiz'den aktarılan sahih hadislere göre Hz. Mehdi, çeşitli hurafelerle, batıl inanç ve uygulamalarla aslından uzaklaştırılmış olan dini özüne döndürecek, Hz. İsa ile buluşacak, Bir eteği Avrupa da diğer eteği Asya da olan İstanbul başkentli büyük bir İslam devleti kuracak ve İslam'ı yer yüzünde güçlü bir konuma getirecektir. Bu sebepledir ki Müslümanlar ne zaman dara düşseler Hz Mehdiyi hatırlamış ve onun zuhur ettiğine dair çeşitli rivayetler tarih boyunca ortaya atılmıştır. Günümüzde de olduğu gibi Mehdilik iddia eden yüzlerce kendini bilmez tarihte boy göstermiş, sapkın tarikatler kurup itikatlara zarar vermişlerdir. Nitekim Hz Mehdi'nin çıkış alametleri ve kişisel özellikleri ile alakalı bilgileri bu kaldırım altı mehdileri ne kadar çekip çekiştirmeye çalışsa da hatta olmayan hadisleri varmış gibi uydursalar da Peygamberimiz konuyla alakalı tüm şüphelerden uzak kesin ve net bilgiler vererek ümmetinin gelecekte onu tanıyabilmesi için tüm gerekli bilgileri aktarmıştır. Nitekim Hz Mehdi Peygamberimizin soyundan olacaktır bir sohbetin de efendimiz şöyle buyurmuştur. “Mehdi benim soyumdandır. İsmi Benim ismim ve künyesi Benim künyem, şekli Benim şeklim, sünnet ve tavrı Benim sünnetim ve tavrımdır. Halkı Benim şeriatıma, dinime teşvik eder ve Rabbimin Kitabına davet eder. O'na itaat eden Bana itaat etmiştir ve O'na muhalefet eden Bana muhalefet etmiştir, O'nun gaybetini inkâr eden beni inkâr etmiştir.”

Mütevatir hadisler'de Hz Mehdi Medine'de doğacak ve Hz Muhammed SAV'ın soyundan gelecektir. 30 lu yaşlarında Yemen'de yerel ulama tarafından Mehdi ilan edilecek fakat o bunu kabul etmeyerek Mekke'ye geçecektir. Mekke uleması tarafından 2. Defa Mehdi ilan edildiğinde bu sefer kabul ederek görevine başlayacağı belirtilmişsede günümüz de nice iş güzarlar Arap edebiyatına atıfta bulunarak Mekke'nin tüm büyük şehirler için kullanıldığı dolayısı ile bu büyük şehrin İstanbul olduğu yönünde aslı astarı olmayan söylemler türetmektedir. Göreve başlamasının ardından Hz Mehdi A.S. Kabe'nin hazinelerini çıkartacak ve kutsal ahid sandığı gibi nice önemli emanetleri bulacaktır. Cenab-ı Allah Hz Mehdiyi bir takım mucizelerle kuşatmıştır. Örneğin başının üzerinden bulutlar bu islamın imamı Hz Mehdi'dir diye nida edecek, Kendisine karşı çıkanlara Melekler arkadan ve önden saldıracaktır. Buna benzer başkaca bir çok mucizesi daha olacak böylece Müslümanlar onu rahatlıkla diğer sahtekarlardan ayırt edebilecektir.

Mehdiyat konusunda ki en önemli tartışmalardan bir taneside Hz Mhedi'nin çıkış tarihidir. Bir çok islam alimi bu konularda gerek ayetler üzerine ebced hesapları yapmak gerekse ilham vasıtasıyla bazı tarihler ortaya atmışlarsada belirttikleri tarihlerde Mehdi'nin zuhuru gerçekleşmemiştir. Günümüzde de tüm tarih boyunca olduğu gibi gerek bazı islam alimlerince olsun gerekse bu konuda nemalanmak isteyen bazı sahtekarlar olsun Hz Mehdinin birkaç yıl içerisinde çıkacağını hatta şu anda yaşadığını beyan etmektedirler. Ancak bu konuda son derece yanlıştır. Zaten Hz Mehdi'nin Zuhuru için gerekli şartlarda oluşmamıştır. Örneğin Hz Mehdinin çıkacağı dönemde Dünya'da çok az Müslüman olacağı İslam dininin yok olmak üzere olduğu bir anda Zuhur edeceği Mütevatir hadislerde açık şekilde şüpheye yer bırakmaksızın beyan edilmektedir. Günümüz de ise böyle bir durum söz konusu değildir. Nitekim dünya çapında yapılan bir çok araştırma neticesinde İslam dininin dünyada en hızlı yayılan din olduğu açıkça görülmektedir. Ayrıca İslam dininin en sahih kaynaklarından bir tanesi olan Büyük alim İmam-ı Rabbani'nin Mektubat-ı Rabbani'de naklettiği hadislerde Hz Mehdi'nin hicri takvime göre yüzün başına zuhur edeceği açıkça ifade edilmiştir. Günümüzde ise bu yüz yılın başı fazlasıyla geçmiş artık ortaları yaşanmaktadır. Elbette ki en doğrusunu Allah bilir.

Ancak Mehdiyat olgusunun İslam alemi üzerinde yarattığı çok daha büyük bir hendikap daha var. Dünyada 2 milyara yakın Müslüman var. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir çok ülkede hali hazırda dünya sahnesin de ki aktörlerden. Bunların bazıları güçlü bazıları ise güçsüz devletlerden oluşmakta. Dünyanın günümüzde ki yapısı Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar olarak 3 kutba ayrılmıştır. Hristiyanlar Vatikan'a bağlıdır ve genel olarak Hristiyan devletlerin liderleri her ne kadar İnkar edilse de Vatikan'ın güdümünde hareket ederler. Musevilikse tüm dünyayı pençeleri ile saran ve sahnenin asıl sahibi siyonizmin direktifleri altında istikametini sürdürmektedir. İslam alemi ise Hilafetin lav edilmesi ile oto kontrol mekanizmasını kaybetmiş ve Müslüman ülkeler zayıf düşerek siyonizmin kuklası haline gelmiştir. Bölgesel olarak kendisini halife ilan eden liderler olduysa da bunlar bir itibar görmemişlerdir. Nitekim Hilafetin alamete-i faikalarına sahip değillerdir. Bir kişinin halife olabilmesi için öncelikle son halife yahut onun varisi tarafından Halife ilan edilmeli Hz Muhammed SAV'ın hırkasını giyerek onun sancağını ve kılıcını elinde bulundurmalıdır. İslam inancına göre bir halife ancak bu şekilde meşru sayılıp İslam alemini sevk ve idare edebilmektedir. En nihayetin de hilafet dini bir makamdan daha fazla siyasi bir makamdır. Hilafet veraseti günümüz de halen Osmanlı hanedanlığında bulunmakta Hz Muhammed SAV'ın Kılıcı ve Sancağı Topkapı sarayın da hırkası ise Fatihte bulunan Hırka-i Şerif camiin de muhafaza edilmektedir.

Resmi kayıtlara göre Türkiye her ne kadar %98'i Müslüman bir ülke olarak görünse de bu durum gerçeği yansıtmamaktadır. Aslında Türkiye'de ki Müslüman sayısı gerçekte çok azdır. Ülkemizde yaşanmakta olan İslam dini geleneksel İslamdır. Yani babadan oğluna doğrusu ve yanlışı ile geçen kulaktan dolma bilgilerle tatbik edilen bir din halini almıştır. Sosyal medyada ve diğer platformlarda İslam'ı en ateşli şekilde savunan bunun için başkalarına saldırıp hakaret etmekten dahi geri durmayan kişilerin bir çoğu namazın nasıl kılınacağını dahi bilmeyen kulaktan dolma bilgilerle körü körüne Müslüman olduklarını zanneden cahil kimselerdir. Nitekim yapılan kamuoyu araştırmalarında sokakta Müslüman olduğunu söyleyen her 10 kişiden 8'inin kuran-i kerimin Türkçe mealini bir kere dahi okumadıkları. Yine her 10 kişiden 7 sinin sadece Cuma namazlarını kıldığı, Her 10 kişiden 8'inin İslam Peygamberi HZ Muhammed SAV'ın kabrinin hangi şehirde olduğunu dahi bilmediği gibi acı bir gerçek ortaya çıkmaktadır. Bir insan nasıl ki durduk yere ben Doktorum, ben avukatım ben mühendisim diyemiyorsa işte Müslüman olmakta aynı bu saydıklarımız gibi söylemler çerçevesinde dahil olunabilecek bir olgu değildir. Müslüman olabilmek için hayatın her alanında olduğu gibi eğitim gereklidir. İslam dininin kendi iç dinamikleri gereği iman dairesinde kalınabilmesi son derece hassas bir dengedir örneği bir kişi helali haram haramı helal sayarsa veya kafir olmayan bir kişiye kafirlik sıfatı yüklerse yahut Kuran-i kerimde veya sahih hadislerde geçen her han gibi bir olayı yalanlarsa iman dairesinden çıkarak mürted olmaktadır. Sizlerin de hayatınızda sık sık gördüğünüz gibi ne yazık ki halkımızın din konusun da ki bu cehaleti neticesinde bir çokları sosyal medyada dahi bir başkasını kafirlikle çok rahat şekilde suçlayabiliyor veya bir ayet ya da hadisi inkar edip kendi inandıkları çerçevesinde hadiselere farklı bir yorum getirebiliyor bu durumda o son derece dindar görünen kimseler aslında dinden çıkmış oluyor. Ülkemizde ki insanların büyük kısmı bu şekilde imanını kaybetmekte fakat kendilerini halen Müslüman zannetmektedirler.

Bir başka durumda Ülkemiz de insanlar genel olarak geçim sıkıntısı çekmekte ve devlet nazarında halkın batılı ülkelerde olduğu gibi refah seviyesi gözetilmeyerek insanlara değer verilmemektedir. Bu bağlamda halkın özellikle gençlerin büyük kısmı geleceğe güvensiz ve umutsuzdur. Diğer Müslüman ülkelerin de bir çoğunda durum böyledir. İşte bu teokratik ve sosyolojik durumu son derece iyi gözlemleyen Mossad ve CIA gibi yabancı istihbarat servisleri Müslümanlar arasında nasılsa Mehdi gelecek, elimizden bir şey gelmiyor, Mehdiyi bekliyoruz, Mehdi gelince her şey düzelecek, biz bir şey yapamayız tarzı bir düşünce anlayışı aşılamakta ve çoğu cahil Müslüman buna aldanarak rehavete kapılmaktadır.

kıyamette hayatta kalma rehberi

vaybanavaylarbana
İster zombi kıyameti olsun, ister uzaylı istilası, veya yapay zekanın kontrolü ele alması ya da küresel çapta bir elektrik kesintisi. “Onlarda neymiş ya olmaz öyle şey ne hazırlığı” diyorsanız; Amerika başta olmak üzere dünyanın her yanında 2016 itibarı ile tüm zenginlerin milyar dolarlar harcayarak sığınak almak için kuyruk olduklarını unutmayın. Milyarlarca dolarlık kuruluşları yönetecek kadar zeki olan bu insanların olmayacak bir şey için birkaç milyar doları sokağa attıkları düşünülemez. Bahsettiğimiz hadiselerden hangisi olursa olsun oluşacak olan kaos ortamı pekte farklı olmayacaktır. Yine de tüm bunlardan evvel henüz her şeye erişiminiz varken hazırlamanız gereken şeyler var. Kendinize bir bütçe oluşturun İlk etapta bir tane hayatı idame kiti 4 mevsim hafif bir çadır, kaz tüyü uyku tulumu taşınabilir solar enerji paneli, pilli yakıt aktarma pompası ve tercihinize göre kılıç, balta, mızrak veya bir bezbol sopasını sivri demirlerle modifiye ederek ateşsiz bir silah edinin ve kullanmayı öğrenin. Ateşli silahlar da iyidir ancak cephane her köşe başında bulunmaz. Çantanızda küçük bir radyo mutlaka olsun ki etrafta neler olup bittiğini azda olsa takip edebilesiniz. Halk bandı diye tabir edilen telsizlerden edinin, Cep telefonu şebekeleri ilk önce çökecek olan sistemlerden olduğu için tek iletişim aletiniz telsiz olacaktır. Ayrıca ucuz motosiklet zırhlarıda son derece iş görür ve koruma sağlar opsiyonel olarak düşünebileceğiniz bir seçenek.

Kaos başladığında ne yapacağınıza karar verin büyük şehirler güvenli değildir kapımı kapatıp yaşarım diyorsanız kendizi kaçınılmaz olana da hazırlamanız gerek. Şehirlerde gıda maddeleri hızla tükenecektir. Soru şu hareket halinde mi olacaksınız yoksa güvenli bir yerde her şeyin biteceği günümü bekleyeceksiniz? İlk seçenek çok riskli sürekli hareket halinde olmak demek devamlı bilmediğiniz çevrelerde tehlikeli tehditlerle burun buruna ve her gün yiyecek aramakla geçecektir bu yolla fazla uzun süre hayatta kalamazsınız. İkinci seçenek size en yakın lokasyon da ormanlık bir alan belirleyin. Ancak dikkat edin avlanılabilecek bir alan olması önemli. Örneğin bir çam ormanında avlayabileceğiniz pek fazla hayvan olmaz. Ayrıca belirlediğiniz bölge su kaynağına yakın olsun fakat çokta fazla yakın değil neticede sizden başka kurtulanlarda olacak ve bu bölgeye onlarda gelmek isteyecektir su kaynağının hemen dibinde olursanız anında fark edilirsiniz.
Bölgenize en yakın yerleşim birimini ziyaret edin giriş ve çıkış yollarını hangi dükkanların olduğunu kısacası ileride buraya gelip ne bulup ne bulamayacağınızı analiz edip buranın alternatif yollarını da kapsayan bir harita oluşturun. Belirlediğiniz bölgeye imkanınız varsa bir barınak inşa edin yoksa testere, çekiç, bağlantı ekipmanları gibi inşa malzemelerini temin edin, Ayrıca bunlarla beraber 50 kiloluk havası alınıp sıkıştırılmış pirinç, un, mercimek, fasülye, yağ, tuz, baharat gibi bozulmayacak gıdaları, soba battaniye, en az 20 metre naylon ki petrol ürünü son derece dayanıklıdır, ve gündelik hayatta işinize yarayacak hayati ekipmanları fazla abartmadan edinin iyice ambalajladıktan sonra bölgeye gömün.

Boş su bidonlarını sakın unutmayın! Ambalaj konusunda çok dikkatli olun su geçirmemesi çok önemli. İnternette doğada basit ama işlevsel tuzak kurmaya dair binlerce altın değerinde bilgi veren videolar mevcut bunları izleyin ve pratik yaparak tuzak kurmayı öğrenin. Doğada barınmak ve beslenmek sizin yaratıcılığınızla doğru orantılıdır. Molotof kokteylleri yapımı ve kullanımı son derece basit ve kullanışlıdır. Yapmayı öğrenin yapılan malzemeleri temin edip bir köşede bulundurun. Henüz halen yapabiliyorken ekmek yapımı, peynir yapımı, doğada ki bitkilerin hangisinin ne işe yaradığı kısacası ilkel hayata dair temel bilgileri paylaşan makaleleri internetten indirin çıktısını alıp bir kitap haline getirin. Fazla kilolarınız varsa şimdiden kurtulun vücudunuz ne kadar iyi durumdaysa yaşama şansınız o kadar artacaktır. Ayrıca daha da önemli bir konu psikolojinizi hazırlayın hayatta kalmak için en önemli etken psikolojidir. Elinizde dünyanın en iyi imkanları da olsa soğuk kanlılıkla hareket edemezseniz başaramazsınız.

Tercihinize göre araba veya motosiklet kullanmayı öğrenin bu hayati bir konu. Her ikisinin de kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Araba daha fazla yük taşır dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı daha korunaklıdır. Sıcaktan ve soğuktan etkilenmemenizi sağlar. Ancak yolların ne durumda olacağı belli olmaz tıkalı veya kapanmış bir yolda arabayla hareket edemezsiniz ancak motosiklet için böyle engeller söz konusu değildir. Ayrıca kısıtlı ortamda az yakıtla uzun mesafeler kat edebilirsiniz. Tercihiniz arabadan yanaysa jeep pickup gibi güçlü ve dayanıklı araçları tercih edin eğer motosiklet düşünüyorsanız cross motorları veya uzun yol motorları bu şartlarda idealdir. Yaşadığınız yerin bir haritasını çıkartın. Haritanızda; Alternatif kaçış yollarınızı, Aracınız yoksa anahtarıyla araç tedarik edebileceğiniz otopark gibi size en yakın noktaları ve uzun menzilli silahlar bulabileceğiniz, Askeri üsler Polis karakolları gibi noktaları işaretleyin. Evinizde sizi ortalama 20 gün idare edecek su ve gıda stoğu bulundurun. Konserve gıdalar hem dayanıklı hem de az maliyetli olur.

Kaos bir anda olmayacaktır. Kaosa sebebiyet verecek olan olay başladığında televizyonlar bununla ilgili program yapmaya başlayacak her kanalda hiçbir şey bilmeyen uzmanlar sözde analizler yapacak ve halkı korkulacak bir durum olmadığına dair telkin edeceklerdir. Sabırlı olun Televizyonları dikkatle izleyin ancak uykunuzdan ödün vermeyin vücut enerjiniz düşmemeli zinde olmalısınız. dışarıya çıkmayın şebeke suyunu kullanmayın kullanmaya mecbur kalırsanız kaynatın çünkü suya ne karıştığını bilemezsiniz günler geçtikçe her şey hızla kötüleşmeye başlayacak marketlerde fırınlarda stoklar tükenecek ve devlet kurumları paniklemeye başlayan insan toplulukları karşısında yavaş yavaş işlevini kaybetmeye başlayacaktır.

Tv yayınları ve elektrik kesilinceye kadar evinizden ayrılmayın son ana kadar olup bitenlerden haberdar olmaya çalışın yayınlar kesildiğinde eski hayatınıza geri dönüş olmayacaktır. Her şey başlamış demektir. Artık her yerde kaos var ve dağ kanunları geçerli sizinse tek bir amacınız olmalı; bir gün daha hayatta kalabilmek. Öncelikle kedi, kuş gibi evcil hayvanlarınız varsa onları serbest bırakıp kaderlerine terk edin bir köpeğiniz varsa onu bırakmayın sadık bir köpek böyle durumlarda en iyi yardımcınız olacaktır. Olaylar başlamadan önce bir grup kurduysanız telsizle haberleşip koordine olun harekete geçmek için havanın kararmasını ve ortalığın tenhalaşmasını bekleyin. Gece olunca ilk önce sırt çantanızı hazırlayın çikolata ve konserve gibi yüksek enerji veren az hacimli gıdalar 1.5 litre su alın çantanız fazla ağır olmasın. Evinizden ayrılın ilk önce haritanızda araç almak için belirlediğiniz yere hareket edin. Yardıma ihtiyacı olan birisini görürseniz görmezden gelip uzaklaşın. Kahramanlık yapmaya kalkmayın! Bedelini hayatınızla ödemeniz işten bile değil. Araç tedariğinizi sağlamak için risk almanız gerekiyorsa alın çünkü araç olmaksızın hayatta kalamazsınız.

Aracınızı aldıktan sonra varsa grubunuzla buluşun yoksa grubunuz olmadan risk içermiyorsa silah ikmali yapabileceğiniz haritanız da ki bölgeye hareket edin acele etmeyin ama hızlı olun bölgeyi iyice gözlemleyin risk varsa ateşli silah almayın yaşadığınız sürece başka fırsatlarda olacaktır. Eğer risk olmadığına kanaat getirip bölgeye girdiyseniz pompalı tüfek gibi saçma sapan silahlar yerine bir adet uzun menzilli tüfek bir adette tabanca işinizi görecektir. Sizi zorlamadan taşıyabileceğiniz kadar da mermi alarak hızlıca bölgeden ayrılıp daha önceden belirlemiş olduğunuz ormanlık alanda ki barınak noktanıza hareket edin. Vardıktan sonra radyonuzu açın aralıklarla bir yayın olup olmadığını kontrol edin. Daha önceden gömdüğünüz eşyaları çıkartın ve barınağınızı inşa etmeye başlayın. Fazla büyük yapmayın içerisine tuvalet koymayın bu hijyenik olmaz sadece duş alabileceğiniz küçük bir alan yeterli olacaktır. Barınağınız doğal doku ile uyumlu olsun dışarıdan bakıldığında görünmesin iyi kamufle edin. Büyük kısmı toprağa gömülü yapıların üzerlerine toprak serpildiğinde doğadaki bitkiler burada hızla gelişir hem kamuflaj hem de izolasyon sağlarlar. Daha önce stok yaptığınız için birkaç ay boyunca en azından ortama adapte olup uyum sağlayana kadar yemek sorununuz olmayacaktır.

Buda size büyük bir avantaj yaratacak. Barınağınızın sobasını havalar soğuk dahi olsa gündüzleri yakmayın sadece dumanın fark edilmeyeceği gece karanlığında yakın kendinize günlük bir program hazırlayın geceden kurduğunuz tuzakları sabah erkenden kontrol edin yiyeceğiniz var diye rehavete kapılıp pasifize olmayın. Barınağınıza yakın yerleşim birimini tehlike yoksa yağmalayın özellikle sebze ve meyve tohumları arayın bunlarla kendinize barınağınızın birkaç km uzağında bir bahçe kurun. Eğer her şeyden evvel bir grubunuz yoksa bir grup bulmalısınız. Neticede insanlar yalnız yaşayamaz ve iyi bir grupla hem işleriniz kolaylaşır hem de hayatta kalma şansınız yalnız başınıza olduğundan en az 2 kat fazla olacaktır. Öncelikle katılacağınız gurubu uzaktan birkaç gün izleyin neler yaptıklarına bakın nasıl insanlar olduklarını anlamaya çalışın. Grupta yaşlı ve çocuk varsa uzak durun. Ayrıca ailelerde tehlikelidir. Bu kaos ortamında duygusal bağlar artık lüks! .

Fazla kalabalık gruplarda iyi değildir çünkü kaçınılmaz fikir ayrılıkları sonucu grup kolayca dağılır ve grup üyeleri arasında ki bitmek tükenmek bilmeyen kavgalar ve çekişmeler böyle grupları tehlikeye açık hale getirir. İdeal gruplar göreceli olarak genç 5 – 6 kişilik işlevsel gruplardır. Grubunuzu oluşturduktan sonra bölgenize hakim olun. Dışarıda sahip olduğunuz imkanlara sahip olmak isteyecek çok kişi olacaktır. Bölgenize başkaları gelirse onları otoriteniz altına almaya gayret gösterin. Üzerlerinde otorite kuramayacağınızı düşünüyorsanız tereddüt etmeden sizce en iyi seçeneği uygulayın . Konu kendi hayatları olduğunda medeni görünen en masum insanlar bile bir anda acımasızlaşabilir. O yüzden ilk hamleyi yapan kazanır.

uzaylı implantları

vaybanavaylarbana
Uzaylılar tarafından kaçırılma olaylarıyla ilgili raporlarda bahsedilen ortak noktalardan biri de, uzay gemilerine alınan kişilerin birtakım ziksel testlerden geçirildikleri ve vücutlarına ince, uzun iğnelerin enjekte edildiğidir.Bu iğnelerin ucunda, kimi zaman 0.25 cmden daha az bir çapa sahip, ince metalik toplar bulunmaktadır. Vücuda enjekte edilen bu iğneler çıkarıldığında uçlarındaki topların yerinde olmadığı görülmüştür. Kaçırılma deneyimi yaşayan kişiler, “mikroçip” adı verilen bu parçaların burunlarına, kulaklarına, sinir uçlarına ve hatta göz kapaklarına yerleştirildiğini söylemektedirler. Eylül 1986'da, saygıdeğer bir bilim gazetesi olan Nature'de, İngiltere Oxford Üniversitesi jinekologlarının bir raporu yayınlanmıştır. Raporda, doğum öncesi rutin kromozom testinden geçen bir kadın hastanın jenital sıvısında esrarengiz bir cismin bulunduğu belirtilmektedir. Tanımlanamayan bir maddeden yapılmış olan ve küçük noktalardan oluşan bu cisim, sadece 10 mikron ölçüsünde olup, şimdiye kadar tespit edilebilmiş tüm mikroçiplerden daha küçüktür. Uzaylı implantları, 1994 yılından beri cerrahi operasyonlar yoluyla vücuttan çıkarılabilmektedir.

O günden bu güne kadar tüm dünyada 84.000 kadar uzaylı implantı çıkartma operasyonu kayıtlara yansımıştır. Ayak parmağı, el, çene, dış kulak gibi organların içinde sinir uçlarında rastlanan bu cisimlerin, sadece top biçiminde olmadığı, pek çok başka biçime de sahip oldukları görülmüştür: üçgen, çubuk, tel, vb… Kimi zaman bu cisimlerin bulunduğu yerler üzerinde yara izlerine rastlanmıştır. Bazı vakalarda çıkarılan bu cisimler bir koza şeklinde olup, içinden fosfor yeşili ışınlar yaymaktadır. 1995 yılının Haziran ayında, California'lı Pediyatrik Tıp Doktoru Roger Leir, bir UFO sempozyumu sırasında, kaçırılma olayları hakkında bir rapor sunan Houston'lu UFO araştırmacısı Derrel Sims'le tanışmıştır. Bir pediyatri uzmanı olan Dr. Leir, Sims'in sunuşunda uzaylılar tarafından ayağının içine yabancı bir cisim yerleştirilmiş bir kadından bahsetmesinden oldukça etkilenmiş ve olayı incelemek istemiştir.

Patricia Damly adlı bu kadının ayak röntgenini inceleyen Dr. Leir, ilk bakışta bu cismin ortopedik cerrahide kullanılan paslanmaz çelik materyallerden biri olduğunu düşünmüş, fakat Patricia'nın daha önce herhangi bir ayak ameliyatı geçirmemiş olduğu ortaya çıkmıştır. Kadının ayağında bulunan bu esrarengiz cismin uzaylılar tarafından kaçırılmasıyla ilgili olma ihtimali hem Sims'i hem de Leir'ı oldukça etkilemiş; Dr. Leir, söz konusu hasta California'daki kliniğine getirilirse bu cismi ayağından ücretsiz olarak çıkaracağını duyurmuştur. Sims Leir'a, elinin içinde benzer bir yabancı cisim bulunan Pat Parrinello adlı kadından da bahsetmiş ve ona kadının el röntgenini göndererek fikrini sormuştur. Dr. Leir'a gönderilen Damly ve Parrinello'nun röntgen filmleri radyologlarca incelenmiş; sonuçta her iki cismin de metalik olduğu, kesinlikle doğal bir kist ya da benzeri bir oluşum olmadıkları anlaşılmıştır. Bu iki kadın, vücutlarındaki yabancı cisimleri çıkartmak üzere Ağustos 1995'te Dr. Leir'in kliniğine gelmişlerdir.

Patricia Damly, Ekim 1969'da, Teksas'da uzaylılar tarafından gemiye alındığını, fakat olayla ilgili çok az şey hatırladığını anlatırken, Pat Parrinello geçen 42 yıl içinde pek çok UFO gözlemi yaptığını belirtmiş ve kaçırılma olayının 1954 yılında, kendisi henüz 6 yaşındayken gerçekleştiğini açıklamıştır. Parrinello, elindeki yumruyu 1971 yılında geçirdiği trafik kazasının ardından çekilen röntgenleri görene kadar fark etmediği söylemiştir. Damly'nin ayak parmağında bulunan ince, üçgenimsi cisim 1 saatlik bir ameliyat sonunda çıkarılabilmiştir. Domates çekirdeği büyüklüğündeki cismin etrafında oluşan gözle görülebilir ince bir doku, cismi vücutta bulunduğu süre boyunca kaslardan izole etmiştir. Parrinello'nun vücudundan ise diğer cisme benzer, 5 mm. uzunluğunda, gözyaşı biçiminde grimsi bir cisim çıkarılmıştır. Bu cisimlerin orta kısmında ise ince metal dilimleri bulunmuştur. En son Texas Üniversitesinde yapılan Biopsi ve analiz sonuçlarında, bu cisimlerin Dünyada bilinen 65 bine yakın elementin hiç biriyle uyuşmadığı ve farklı birtakım elementler içerdiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca materyallerin elektromanyetik alanları olduğunu da yapılan incelemeler sonucu ortaya çıkmıştır. Bu da, yüksek teknoloji ürünü implantların dünya dışı kaynaklı olduğunun en önemli bilimsel bir kanıtıdır.

Dr. Leir, ameliyatın ardından, cisimlerin yerleştirildiği yerin etrafında hiçbir enfeksiyon izine rastlanmadığını söylemiş ve ameliyatla çıkarılan bu yabancı maddelere karşı vücudun geliştirdiği tepkinin normalden çok farklı olduğunu vurgulamıştır. Ufo Vakaları uzmanı ve gazeteci Derrel Sims 2012 senesinde Los Angeles'ta düzenlenen dünya dışı yaşam panelinde verdiği konferansta yaklaşık 15 yıllık bir çalışmanın sonucu olan araştırmasını insanlarla paylaştı. Öncelikle dünya dışı yaşam formlarının bazı kimselerin iddia ettiği gibi ruhani varlıklar gibi enerji formunda değil fiziksel bedenlere sahip olduklarını kesin bir dille aktaran Sims Yıllar boyunca incelediği vakalardan toplamış olduğu implantlarla farklı deneyler yaptı. İmplantların biyolojik enerji ile reaksiyona geçtiğini keşfetti.

Ancak her implant yerleştirilenler tarafından tek bir vücuda göre ayarlanıyor çıkartıldığı anda da de aktif oluyordu. İmplantlar işlevsel haldeyken cam benzeri saydam bir halde bulunurken en ufak bir müdahalede madde form değiştiriyor ve bilinmeyen kaskatı bir metal türüne dönüşüyordu. Sims'in incelediği vakalardan bir tanesi de Amerika'nın küçük bir kasabasında gerçekleşmiş kasaba şerifi dahil toplam 30 görgü tanığıyla olay kayıtlara geçmiştir. 2004 senesin de Oklahomaya bağlı Levelland kasabasında yaşayan Michael Mccarty isimli adam bir çok kasabalıyla beraber gecenin geç saatlerinde biraz ilerideki ormanlık alana ışıklar saçan bir cismin indiğini görmüş Max isimli Alman kurdu cinsi köpeğiyle beraber cismi araştırmak üzere olay yerine gitmiştir. Bölgeye vardığında çok parlak bir ışık görerek bayıldığını anlatan Mccarty gözlerini açtığında etrafı bembeyaz çok büyük bir odada ameliyat masası benzeri bir tablanın üzerinde yatar halde olduğunu odanın diğer ucunda ki bir başka tablada köpeğinin yattığını fakat her yer çok parlak olduğu ve tam olarak kendinde olmadığı için etrafı net göremediğini anlatmıştır. Daha sonra kısa boylu iri gözlü bir varlığın köpeğinin kulağına tel gibi bir şey soktuğunu söylemiş gözlerini açtığındaysa kendisini ve köpeğini ormanda yatarken bulmuştur.
Evine döndüğünde bölgeye gidişinin ardından 2 gün geçtiğini anlamıştır. Michael Mccarty ile yaptığı görüşmenin ardından köpek üzerine odaklanan Sims Hayvanın Telefon bilgisayar gibi elektronik aletlere yaklaştığında onları etkilediğini fark etmiştir. Yaptığı ölçümler de köpeğin ciddi şekilde elektrik dalgaları yaydığını belgelemiş daha sonra sahibinden de izin alarak Oklahoma şehrinde tam teşekküllü bir veterinerde köpeğe tomografi çektirmiştir. Tomografi sonuçlarında hayvanın beyninde ki implant net şekilde görülmektedir. Ayrıca Max geçirdiği bu işlemin ardından saldırgan bir hal almıştır. Dr Leirin en çok etkilendiği vakalardan bir tanesi de incelediği Alman Claus Klatt'ın yaşadıklarıdır. Bavyeralı bir çiftçi olan Klatt 1996 senesin de çektiği dayanılmaz baş ağrıları sonucu hastaneye gitmiş burada yapılan tetkiklerin ardından beyninde tümör olduğu anlaşılmıştır. Tümör son safhasına ulaşmıştır ve yapılacak fazla bir şeyde yoktur. Doktorların ön görülerine göre Klatt'ın 5 – 6 aylık ömrü kalmıştır. Ölümü beklemesi için evine gönderilen Klatt bir kaç ay içerisinde tümörün etkisi ile yürüme ve konuşma kaabiliyetlerini ciddi ölçüde kaybetmiş tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştur.

Bir akşam üzeri eşi tarafından hava alması için tekerlekli sandalye ile çiftlik evinin avlusuna çıkartılmıştır. Eşi içeride ev işlerini bitirdikten sonra kocasını eve sokmak için avluya çıktığında tekerlekli sandalyenin boş olduğunu görür. Telaşa kapılarak çocuklarını ve polisi arar etraftaki ormanlık arazide yapılan tüm incelemelere rağmen izine ulaşılamaz. Aradan geçen 4 günün ardından polise gelen bir ihbarla Klatt'a ulaşılır. Klatt evlerinin hemen aşağısında ki yolun kenarın da yarı baygın ve hafızasını kaybetmiş şekilde yatmaktadır. Hastaneye kaldırılır eşini ve çocuklarını hatırlamamakta ancak yürüyüp konuşabilmektedir. Polise verdiği ifadesin de kendisini uzaylıların kaçırdığını gemiye aldıklarını daha sonra da bir yer altı üssüne götürdüklerini ve kafasına bir implant yerleştirdiklerini söylemiştir. Hastane de yapılan tetkikler sonucu beynin de 5 milim boyutunda bir implant saptanmıştır işin garip yanı bu implant tam olarak tümörün olduğu bölgeye yerleştirilmiştir. Tümörden se eser kalmamıştır. Bir süre sonra hafızası da yerine gelmiş ve kalan hayatına sağlıklı şekilde devam etmiştir. Doktorları bu duruma hayret etmişlerdir. Podiyatrik hekim ve cerrah Dr. Roger K. Leir, tıp eğitimini 1961'de tamamlamış ve 1964'te Podiyatrik Tıp Doktoru ünvanını almıştır.

O tarihten bu yana özel hizmette çalışan Leir, yeniden oluşan sinirler ve ortopedide yapay cisimler kullanımı konularını da kapsayan araştırmalar yapmıştır. Dr. Leir'in UFOlara olan ilgisi 12 yaşında, babasının Roswell kasabasına düşen Uçandaire Kazası ile ilgili gazete haberini okumasını duymasıyla başlamıştır. Ventura-Santa Barbara yayınlarından biri olan Vortex'te araştırmacı gazeteci olarak çalışırken ünlü kaçırılma olayları araştırmacısı Derrel Sims'le tanışan Leir, Sims'le birlikte uzaylılar tarafından insan bedenine yerleştirilen implant adını verdiğimiz parçacıkların tıbbi ve cerrahi araştırması konulu öncü çalışmayı gerçekleştirmiştir. İnsanlara ve Hayvanlara takılan bu implantlar şüphe götürmez şekilde nettir. Nitekim araştırmacıların ellerinde binlerce implant vardır ve henüz materyal yapısı dahi çözülebilmiş değildir. Her şeye rağmen bu implantların ne maksatla takıldığı aynı uzaylıların kendisi gibi gizemini korumaktadır.

zombi kıyameti için 5 bilimsel sebep

vaybanavaylarbana
Popüler kültürün son yıllardaki en büyük atılımı zombilerdir desek zannımca yanlış olmayacaktır. Amerika Birleşik Devletleri hatırlayacağınız gibi 2016 senesinde zombi salgınına karşı tatbikat yaptığını açıklamıştı. Amerika'nın ardından İngiltere'de olası bir zombi istilası için eylem planı hazırladığını duyurmuş ve olayın ne denli ciddi boyutlara geldiğini açıkça gözler önüne sermişti. Zombiler üzerine sayısız dizi, film çekilmiş binlerce roman ve makale yazılmış, özel danslar kareografize edilmiş hatta festivaller dahi düzenlenmiştir. Kökeni Haitideki vuudu büyücülerine dayanan popüler kültürde ise öldükten sonra dirilip insan eti yemekten başka bir şey düşünmeyen zombi salgınına bilimsel olarak yol açabilecek 5 konuyu sizler için araştırdım ve risk sınıfına göre sıraladım.

5. BEYİN PARAZİTLERİ

Parazitlerin kurbanlarını beyinsiz zombi vari kölelere çevirmeleri doğada çok sık rastlanan bir şeydir. Toxoplasmosa gondi adlı bir parazit bize bunun ne kadar korkunç bir şey olabileceğini gösteriyor. Bu parazit farelere bulaşıyor ancak sadece kedilerin bağırsaklarında çoğalabiliyor ve bunun bilincinde olarak farenin beynini kontrol etmeye başlıyor. Fare tek bir farkla gündelik hayatına devam ediyor oda kedileri tehtid unsuru olarak algılamıyor aksine onları bulmaya çalışıyor.
Parazit bu şekilde fareleri kedilere yem yapıp daha fazla çoğalmayı başarıyor. İnsanlar ve fareler genetik olarak birbirine çok yakındır. Yani bir zombi kıyameti başlaması için toxoplasmosanın biraz evrilip insanlara geçmesi yeterli olucaktır.

4. NÖROTOKSİNLER

Nörotoksinler vücut fonksiyonlarınızı ölü sayılacağınız bir noktaya kadar yavaşlatabilecek çok komplike zehirlerdir. Kurbanlar bu durumdan alkaloidler ile uyandırılabilir. Ancak geri döndüklerinde eski hallerinde olmazlar; Yemek, uyumak, inlemek ve kollarını kasıp sersem şekilde hareket etmek gibi sadece iç güdüsel komutlarla hayatlarına devam ederler. Haitide 1962 yılında clarvus isimli kadın ölü ilan edilip gömülmüştür. 18 yıl sonra tandıkları tarafından bilinçsizce yolda dolanırken bulunmuş ve eve götürülmüştür. Daha sonra evin köpeğini canlı canlı yediği resmi kayıtlara geçmiştir. Yapılan polis soruşturması sonucunda kadına bir vudu büyücüsü tarafından nörotoksin verilip şeker tarlasında köle olarak çalıştırıldığı büyücü ölünce serbest kaldığı saplanmıştır.

3. RAGE VİRÜSÜ

Halk arasında deli dana virüsü olarak bilinen rage virüsü ineklerin beyinlerine ve omurgalarına saldırıp hayvanı kendi türlerine karşı dahi vahşi bir hale sokuyor. Bu virüs insanlara bulaştığında Yürüyüşte değişiklik, kasılmalar, odaklanma sorunları, doyma hissinin yok olması ve bilincin kaybolması şeklinde etkiler gözlemleniyor. Virüsün bir diğer özelliği ise çok hızlı evrim geçirip karakterini değiştirmesi olarak biliniyor.

2. NÖROJENEZ

Sizlerde mutlaka kök hücre araştırmalarını duymuşsunuzdur. Nörojenezler ölü beyin hücrelerinin yerini alabilen kendine has karaktere sahip joker hücreler olarak tanımlanabilir. Şu ana kadar tıp hastaları beyin hasarı hariç hemen her şeyden kurtarabiliyordu kalp pili, yapay kapakçıklar protezler vesaire. Ancak beyin öldüğünde dönüş yoktu. Fakat artık öyle olmak zorunda değil. Günümüzde Nörojenler beyin travması geçirmiş hastaların beyinlerini bir yere kadar onarabiliyor. Henüz yolun başında da olsa kısa süre sonra bu tedavi ile ölü beyin hücrelerinin bir çoğunun yenilenecebileceği ön görülüyor. Sorun şu ki beyin ölmeye dışarıdan içeriye doğru başlıyor. Yani ilk önce beynin sizi insan yapan korteks kısmı ölüyor.
Hayatta kalmanız için korteks gerekli değildir yürümeniz yemek yemeniz için beyin kökünüz yeterlidir. Yani beyin ölümü gerçekleşmeye başlayan birini alıp beyin kökünü kök hücre tedavisi ile oluşturursanız elinizde bilinçsiz bir şekilde dolanan düşünce ve karakterden mahrum sadece hayatta kalmak için gereken temel iç güdülerle hareket eden bir insana sahip olursunuz.

5. NANOBOTLAR

Meşhur İlluminati oyun kartlarını hepiniz duymuşsunuzdur. 1994 yılında Steve Jackson Games firması tarafından piyasaya sunulan bu kartlar aslında oyundan çok birer senaryo kıyametidir. Japonya'daki Nükleer felaket, tsunami, ikiz kuleler saldırıları, emlak krizi, Clinton ve Obama'nın başkan olmaları hep bu kartlarda yıllar öncesinden haber verilmekteydi. Bir çok kriptolog kartların belli bir düzenle belirli tarihlerde gerçekleştiğini keşfetmiş ancak hangi kartta ki olayın hangi tarihte gerçekleşeceği henüz çözülememiştir. İlluminati oyun kartlarından en korkutucu olanlarından bir tanesi ise nüfusu azaltmak ve yeni bir dünya düzeni oluşturmak için insanlığa yapay bir zombi virüsünün bulaştırılmasıdır. Böyle bir şey imkansız dediğinizi duyar gibiyim ancak bilim adamları ve komplo teorisyenleri, hatta olayı bir adım ileriye taşıyacak olursak illuminatinin gizli labaratuarların da çalışmış ve tehdit altında ki doktorlar tam aksini söylüyor. Bilim küçük silikon bir çipi bir virüse bağlayarak, ilk nano-cyborg'u yaratalı 15 seneyi geçti. Buldukları ilk şey de, cyborglarin bünyelerinde bulunduğu canlı öldükten aylar sonra bile yasamaya devam ettikleri oldu. Araştırmaların ilk aşamaların da bile nano teknoloji ile uğraşan bilim adamlarının bir zombiyi yaratmaya ne kadar yaklaştıklarına bakın. Yaptıkları işi yani dünyanın sonunu hazırlamayı iyi biliyor olmalılar.

Dünya sağlık örgütü Bu yıl içerisin de beyninize girip hasarlı nöron bağlantılarını yeniden kurabilecek nanobotları insanlar üzerinde denemeye başlayacaklarını açıkladılar. Nanobotlar zihninizdeki kopuk bağları birleştirirken ne ters gidebilir ki? Çok yakın bir gelecekte beyninizde nanobotlar olacağını garanti edebiliriz. Bunlar siz öldükten sonra da çalışmaya devam edecektir. Yani beyninizdeki çürüyen hücrelerin yerini alıp sizin kaslarınızı ve eklemlerinizi kontrol edebilirler ve bunu tüm vücudunuz çürüyene dek yapabilirler. Nanobotlar kendilerini çoğaltabilecek şekilde programlanmakta ve hücreleri taklit edebilmektedirler yine de vücudun sahibinin ölümü eninde sonunda onun da ölümü olacak demektir. Kendi varlıklarını sürdürebilmek için kendini yeni bir bedene aktarmak isteyecektir. Bu yüzden nanobot zombisi sağlıklı bir kurban bulup ısırmak isteyecek ve kan yoluyla aktarılan nanobot yeni yuvasında düzeni tekrar ele geçirmek için çalışmalarına başlayabilecektir. Yeni kurbanına geçen nanobot bu canlının korteksini devre dışı bırakıp beyin kökü ile birlikte kontrolü ele alabilecektir. Böylece dünya sürekli genişleyen beyinsiz insanlar ordusu ile dolacaktır. Ayrıca benlik duygusunu kaybetmiş bir zihin iç güdüleri ile hareket ederken kendi cinslerini de besin kaynağı olarak görecektir. Böyle bir nanobot salgınının bildiğimiz her şeyin sonu olacağı aşikar.

zaman yolculuğu

vaybanavaylarbana
Gelmiş geçmiş tüm insanların ve bilimin en sık sorduğu sorulardan bir tanesi; zaman da yolculuk mümkün mü? Bilime göre bu sorunun cevabı evet mümkün! Hatta şu anda yapılıyor.

Öncelik le bilimin şimdiye kadar zaman hakkın da neler öğrendiğine bir göz atalım. Hepimizin bildiği üzere zaman her daim ileri doğru hareket halindedir asla geri gitmez buna zamanın oku deniliyor. Bu kuram içinde yaşadığımız evreni anlamadığımızı gösteren en açık delildir. Neden zamanın tek yönlü aktığı bir evrende yaşadığımız sorusu gizemini halen korumaya devam etmektedir. Peki zaman oku nereden geliyor bizler olayların seyrini neden tek yönlü olarak izleyebiliyoruz? Zamanın gelecekten geçmişe doğru gitmesi ne anlam ifade eder? Bunları fizik kuralları ile açıklayamaya çalışalım. Fizik Atomların davranışın dan galaksinin dönüşüne zamanın işleyiş şekline kadar her şeyi açıklamak için kullandığımız yüzlerce yıllık gözlemler ve deneyler sonucu oluşturulup teyit edilmiş matematiksel denklemlerdir.

Ancak ilginç bir şekilde olayların ileriye doğru hareket eden bir sırayla zaman da meydana gelmek zorunda olduğunu söyleyen bir fizik kuralı yoktur. Yani bir başka değişle eğer yeterince enerji üretip doğru yere uygularsak atomları ve molekülleri zamanla beraber geri çevirebiliriz. Yine de fizik kuralları zamanın okunun neden ileriye gittiğini açıklayamıyor. S=K LOG W Yani entropi'nin matematiksel formülü. Entropi çok yakından tanıdığımız bir şeyin ölçüsü kaos ve rastlantısallık. Bu önemli bir kuram çünkü evrende gördüğümüz her şey düzenden düzensizliğe doğru geçmeye eğilimlidir. Şöyle düşünün eliniz de bir kitap var sayfaları 1 den 200 e kadar düzgünce sıralı sayfaları yırtarak havaya saçarsanız yere düştüğünde tüm sayfalar karışmış olur sıralı olarak düşmesi neredeyse imkansızdır. Doğada her şey düzenden düzensizliğe doğru gitmektedir örneğin duman havaya doğru çıkarak dağılmakta, düzenli bir buz kütlesi erimeye başladığında su haline gelerek düzensizleşmekte baktığımız her yerde entropinin izlerini görüyoruz.

İşte zaman okunda da aynı şekilde dağınıklığın evrelerini görüyoruz. Fizik kuralları değişmediğine göre entropi geleceğe değil geçmişe doğruda artmalı. Kitap örneğine dönecek olursak bu kitabın sayfalarının geçmişte de karışık olduğu sonra düzenlenerek doğru şekilde sıralandığı ve kitabı yırtarak havaya saçmamız neticesinde de gelecek de sayfaların tekrar karıştığı şeklin de açıklığa kavuşturulabiliyor. Ancak entropinin söylediğinden yola çıkarak geçmiş çok daha düzenli zaman ilerledikçe düzensizlik artar görüşüne kaynak olabilmesi için maddenin ve zamanın başlangıcı Büyük patlamaya bir göz atalım; Evrenin tarihi bir filme benzeseydi ve filmi geriye sarsaydık zamanda geriye doğru gidildikçe düzenin arttığını görürdük. Etrafa saçılmış milyarlarca galaksinin olduğu günümüz evreni filmi geri sardıkça kademeli olarak gaz ve toz bulutlarına geri dönecektir. Ve en sonunda bir birlerine iyice yaklaşarak küçücük bir atom altı parçacığı halini alacaklardır.

Dolayısıyla bu parçacık açılmadığı sürece zaman ve mekan kavramı da olmayacaktır. Zaman hareket ve mekandan bağımsız olarak ilerlemiyor. Ayaklarımızın yere basmasını sağlayan yer çekimi zamanı çekebilir ve akışını yavaşlatabilir. Çekim kuvveti ne kadar güçlüyse zamanın akışı da o kadar yavaşlar. Bu etki dünya da çok küçükte olsa vardır. Bir gökdelenin tepesin de yaşayan bir kişi en altta yaşayan kişiye kıyasla zamanı daha yavaş geçiyormuş gibi hisseder. Bunun sebebi ise yer çekiminden daha uzak olmasıdır. Dünyamız da durum böyleyken yıldızların kendi içine çökmesi sonucu ortaya çıkan kara delikler de durum çok daha farklıdır. Karadeliklerin çekim kuvvetleri dünyanın kinden milyarlarca kat daha fazladır. Karadelik yörüngesinde geçireceğiniz bir saatin dünya da ki karşılığı ortalama 50 yıldır. Zaman yolculuğu için bilimin ortaya attığı tekniklerden bir tanesi de zamanı bükmektir.

Zamanı kağıt üzerinde ilerleyen bir çizgi gibi düşünün Eğer yeterince enerji uygulanırsa kağıt ikiye katlanır ve gelecek ile geçmiş aynı noktaya gelmiş olur bu sayede geçmişe yolculuk edilebilir. Buna aykırı hiçbir fizik kuralıda yoktur. Zaman da yolculuğun bir başka tekniği de uzay ve zaman da kestirme yollar diye tabir edilen solucan delikleridir. Solucan deliği ya da Einstein-Rosen köprüsü, Nathan Rosen ve Albert Einstein tarafından ileri sürülmüştür. Solucan deliği aslında uzay zamanın nokta tasarımı ve zamanda bir kısa yol olan kuramsal topolojik bir vasfıdır. Genel olarak beyaz delikler ve kara delikler arasındaki bağlantıya solucan deliği denmektedir. Bir solucan deliğinin bir boğaza bağlı en az iki ağzı vardır. Eğer solucan deliği geçilebilir ise madde solucan deliğinde bir ağızdan diğerine boğazdan geçerek ulaşabilir.

Solucan deliği ismi fenomeni açıklamakta kullanılan bir analojiden gelir. Eğer bir solucanbir elmanın üzerinde seyahat ediyorsa, tüm elmanın etrafını dolaşmak yerine içinden geçerek bir kestirme yol bulmuş olur. Solucan deliğinin merkezi (ortası) durak noktadır, yani oraya geçerken spagettileşme denen bir olaydan sonra takılırsınız ve yıldızların bir ömrü bitirmesini 10 saniye içinde görebilirsiniz. Oradan çıkmak için ışıktan hızlı olmalısınız. Çıkamazsanız karadelik yok olurken enerji veya gaz kütlesine dönüşürsünüz. Dini kaynaklarda ve antik yazıtlarda da zaman yolculuğu yapılabildiğinden bahsedilmektedir. Ashab-ı kehf in ahir zamanda tekrar gelecekleri Peygamber efendimiz tarafından bildirilmiştir. Onlarda zaman yolcularıdır. Geçmişte yaşayan bir çok büyük zatın, zamanımızda görüldüğü ve gezdiği de bilinmektedir. Bunlardan en çok bilineni ise Hz Hızırdır. Sümerler ve mayalar döneminde yaşayan Zülkarneyn as iki zamanlı olarak bilinir yani zamanlara arasında gezen anlamındadır. Hatta Sümer tabletlerinde Zülkarneyn as zaman kapısından geçerken resmedilmiştir.

İçinde bulunduğumuz evrenin kozmik yasalarla belirlenmiş bir hızı vardır. Saniye de yaklaşık 300.000 Km yani diğer adı ile ışık hızı. Ancak kozmik yasalardan dolayı hiçbir şey bu hıza ulaşamaz. Ancak bu hıza yaklaşabilecek bir araç dahi geliştirilirse zamanda ileri doğru yolculuk yapmayı mümkün kılacaktır. Dünyanın çevresini dolaşan bir demir yolunda ışık hızına yakın hızlarda hareket eden bir tren düşünün. Trenin içerisin de ki yolcuların geleceğe doğru tek yönlü bir gidiş bileti var. Tren hareket ettikten sonra git gide hızlanarak ivme kazanıyor. Hiç durmadan dünyanın çevresini tekrar tekrar dolaşıp duruyor. Işık hızına yakın olmak dünyanın çevresini biraz hızlı dolaştırmayı gerektiriyor saniye de 7 defa. Fakat trenimiz ne kadar güçlü olursa olsun doğanın yasaları yasakladığı için asla tam olarak ışık hızına erişemez. Yine de ışık hızına yakın bir hızda hareket eden trenimizin içerisinde ki zaman dünyanın geri kalanına çok binlerce kat daha yavaş akmaktadır.

Tıpkı kara deliklerin yanında olacağı gibi çok yavaş. Trende ki her şey ağır çekim bu hız limitini korumak içindir ve sebebi doğanın yasalarıdır. Şimdi trenin içerisin de ileri doğru koşan bir çocuk düşünün çocuğun hızı trenin hızına eklenir. O zamanda trenin ışık hızını aşma ihtimali doğar ki doğa buna izin vermez bu yüzden trenin içerisinde her şey ağır çekimidir. Zaman doğanın belirlediği hız limitini korumak için her daim yavaşlayacaktır. Ve bu gerçeklikten dolayı geleceğe doğru geniş uzaklıklara seyahat mümkündür. Trenimiz istasyondan 1 ocak 2050 de ayrılmış olsun. 2150 senesinin ilk ayına gelmeden evvel dünyanın çevresini 100 sene boyunca tekrar tekrar dolaşacaktır. Trenin dışında 100 sene geçerken içerisin de zaman hızla paralel olarak çok yavaşlamış olacağı için yolcular sadece 1 hafta yaşamışlardır.

Yolcular trende geçirdikleri 1 haftanın ardından dışarı çıktıkların da bıraktıkları dünya ile buldukları dünya çok farklı olacaktır. Sonuç olarak trene binen bu yolcular 1 hafta içerisinde 100 yıl geleceğe gitmişlerdir. Tabii ki böyle bir tren inşa ederek bu hızlara erişmek şimdilik insanlık için çok uzak bir ihtimal Ancak biz bu trene çok benzeyen bir şeyi İsviçre'nin Cenevre kentin de ki Cern de dünyanın en büyük parçacık hızlandırıcısında inşa ettik. Yerin 5 km altında ki 25 Km uzunluğun da dairesel bir tünel de küçük partiküllerin trilyonlarcası var. Sistem çalıştığında bu partiküllerin 0 dan 96.500 km sürate ulaşması saniyenin çok küçük bir kısmın da gerçekleşiyor. Güç arttırıldıkça parçacıklar daha da hızlanıyor ve neredeyse ışık hızına yakın bir süratte 25 km yi saniye de 11.000 defa dolaşana kadar hızlanıyor. Ancak aynı tren örneğinde olduğu gibi o sıra dışı ışık hızına asla ulaşamıyorlar.

Ne kadar güç uygulanırsa uygulansın limitin sadece %99.9 una ulaşabiliyorlar. Bu gerçekleştiğin de tabii ki partiküller de zamanda yolculuk yapıyor. Bunu nereden mi biliyoruz? Yolculuk esnasın da görüntülediğimiz bazı kısa ömürlü partiküllerden. Normalde saniyenin 25 milyarda 1 i gibi bir zaman zarfında atomlarına ayrılmaları gerekirken ışık hızına yaklaştıkların da 30 kat daha uzun ömürlü oluyorlar elbette ki bizim zaman dilimimize göre onlar içinse tünelin içerisinde zaman daha yavaş işliyor. Mantık aslın da çok basit eğer geleceğe yolculuk yapmak istiyorsan yapabiliriz. Sadece hızlanmamız gerekiyor. Ancak dünyanın coğrafi yapısı ve üzerin de ki insanlık düşünüldüğünde bunu gerçekten başarabileceğimiz tek yer uzay. Tarihte insan taşıyan en hızlı araç Apollo 10 du. Saatte tam 40.000 KM hıza erişmişti. Ancak konu zaman da yolculuk yapmaksa bunun 2000 katı daha fazla hıza ihtiyacımız var. Bunu yapmak içinde daha büyük bir uzay aracına ve bomba olarak kullandığımız hidrojen atomlarını çalıştıracak gelişmiş füzyon motorlarını ihtiyacımız var. İyi haberse önümüzdeki birkaç yıl içerisinde hidrojen hücreleri ile çalışan soğuk füzyon motorları roketlerde kullanılmaya başlanacak. İnşa edilmekte olan bu yeni roketlerin en büyük farkı günümüzün kocaman uzay araçlarından neredeyse 30 kat daha büyük oluşları.

3 /