confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

yoksulluk

pencere
bütün apokaliptik kurgularda insanlığın sonunu büyük bir nükleer bir savaşın yahut küresel ısınmanın getireceği söylense de, insanlık günümüzde çok daha büyük bir felaketle karşı karşıyadır. bu felaketin adı, kişinin kendisine yabancılaşması felaketidir.

aslında tarih iyi bir yerden başlamıştı. bundan 4 bin yıl önce ilk çağ filozofları insanların kendilerine ve topluma yapabilecekleri en büyük iyiliğin kendilerini tanımak olduğunu öğütlüyordu. insanlık bunun çabası içinde büyük ilerlemeler, hatta sıçrayışlar gerçekleştirdi.

bugün, 4000 yıl önceden çok daha geriyiz. kapitalist modernite, devlet aygıtı eliyle, topluma açtığı örgütlü savaşta en yoğun saldırıyı insanın bu felsefesine gerçekleştirdi. insanların ellerinden her türlü özgün tanımları alınıp, onlara beylik kalıplar verildi. insan günlük hazlarının zombisi olmuştur. bunu en iyi 1600 tl maaşla, ayda 5000 tl harcaması olan insanlarımızda gözlemleyebilirsiniz. hep bir şeyleri takla attırma çabasındalar. hep borçlular. durumları can çekişen mahluklardan bile beterdir. zira can çekiştiklerinin bile farkında değillerdir. bu yoksulluğuna yabancılaşmış zavallı insanın halidir.
aramızda bu tür hayatlar yaşayan dostlarımızı uyarıyorum ki, artık dünyada bu kadar çok nakit dönemi kapanmıştır. bir an önce herkes kendi gerçekliğine dönmesinin tedbirlerini alsın.

marks'ın bundan 200 yıl evvel yaptığı muhteşem bir tespiti vardır. o yıllarda çok muteber görünen ''avukatlık, doktorluk, mühendislik'' gibi mesleklerin zaman içinde proleterleşeceğini söyler. eminim aranızda asgari ücretin biraz üzerinde maaş alan, mimar, mühendis gibi mesleklere sahip arkadaşlar vardır. yakında asgari ücrete talim edeceksiniz. ve ortalıkta bol bol, asgari ücretin biraz üzerinde maaş alan taşeron firma elemanı doktor arkadaşlar olacak.

üniversite okuyan hangi gençle konuşsam bir yalana inandırılmış gidiyorlar. o yalan da, okul bitince avrupaya kapağı atabileceklerinin uykusu. çoğunu uykusundan uyandırmıyorum. fakat böyle bir gerçekliğin asla var olmayacağını bu vesileyle belirtmek isterim.
avrupalı bütün kadrolarını baya baya doldurdu. ilaa yurt dışı hayalleriniz varsa, şimdiden orta asya türk cumhuriyetlerindeki şantiyelere cv gönderin. orada lojman şartlarında bir şekilde avrupa hayallerinize devam edersiniz. yahut ırak'a falan gidebilirsiniz. suriye'nin yeniden inşaasında da, türkiye'de kazanacağınızın 3-5 yukarısı bir maaşla çalışabilirsiniz.

tek çözüm insanın artık bu zombilliğinden sıyrılmasıdır. yoksulluğunu tanıması ve bundan utanmamasıdır.

vajina monologları

pencere
eve ensler tarafından kaleme alınmış, ülkemizde yüksel peker tarafından sahneye konulmuş tiyatro oyunudur.
2003 yılında, kadıköy kaymakamı, bu tiyatro oyununun isminin ahlaka mugayir olduğu gerekçesiyle ilçede oynanmasını yasaklamıştır.
oysa bir kadının tıbbi organının ismi ayıp bir sözcükse, kadın olmak komple ayıp bir şey olmalıdır.

oyunun yönetmeni yüksel peker, oyunla ilgili en doğru kapağı koymuştur orta yere. ''eğer bu oyunun ismi ahlaka mugayir ise, kaymakam ismi de ahlaka mugayirdir. o neden yasaklanmıyor?''

o günlerden, bugünlere diyorum ki, bir şey bilmiyorsanız, bilge sanatçılarla tartışmayınız. onlardan mümkün olduğunca çok şey öğrenmek varken, neden kendinizi rezil edersiniz?

ağıt

pencere
muhteşem bir kemal özer şiiridir;

annem mi bir kadın
geciken bir kadın gece yatısına
ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
günübirlik bir kadın
üsküdar'la istanbul arasında

babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak üzere bir daha
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının

akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine çocukların bindiği

bir yürüyüşün sonunda şarkı

pencere
güzel bir kemal özer şiiridir;

gökyüzü ilk kez benim, çünkü yukarıya
kaldırınca parmağımı değecek kadar yakın

deniz benim, ilk kez benim, sularını ayaklarımla
köpürtecek, sesini dolduracak kadar avuçlarıma

rüzgâr ilk kez, sözcükler ilk kez benim, yelelerine
tutunup da uçacak kadar, uçuracak kadar yüreğimi

bir yürüyüşün sonunda uç veren kanatlarla
acıyı silebilirim, yazıldıkça alnına çocukların

bir adımda geçebilirim kentin ıssızlığından
göğün, rüzgârın, denizin coşkulu kalabalığına

ilk kez benim, ilk kez soluğunu elimde
bir bayrak gibi tutuyorum,
bir daha bırakmamak üzere

rüştü asyalı

pencere
1990'ların sonu, 2000'lerin başında, trt'de muhteşem bir popüler bilim programı vardı. o çocuk yaşımda beni trt'2'nin başına mıhlardı. o yıllarda hükümetin, ülkemizde yaşayan insanlar nerede olurlarsa olsunlar, hangi meslekten olurlarsa olsunlar, bilim adına bir miktar fikirleri olsun diye bir derdi vardı. ve bunu neredeyse bbc kalitesinde bir kamu yayıncılığıyla yapardı.

büyük usta rüştü asyalı'nın da o programda anlatımını yaptığı çok kaliteli bir bölüm olurdu. nice nice şeyler öğrenmişimdir kendisinden. bu platform aracılığıyla kendisine kocaman bir teşekkürü borç bilirim.

resmi din

pencere
türkiye'nin yüzde doksan dokuzu müslümandır safsatasıyla meşruuluk kazandırılmaya çalışılan türkiye'de ki egemen devlet islam-sunni anlayıştır. konuyu uzun uzun tartışmak yerine, murathan mungan'ın veciz bir sözünü paylaşmak isterim.

''türkiye'nin resmi dini iki yüzlülüktür'

gecenin şiiri

pencere
gurbet
gurbet o kadar acı
ki ne varsa içimde
hepsi bana yabancı,
hepsi başka biçimde.

eriyorum gitgide;
elveda her ümide.
gurbet benliğimi de
bitirmiş bir içimde.

ne arzum, ne emelim...
yaralanmış bir elim
ben gurbette değilim,
gurbet benim içimde.

kemalettin kamu

canımın istanbul köşesi

pencere
eskilerden çok güzel bir erdal şarkısıdır. aynı zamanda 30 yaş üstü yazar turnusoludur. 30 yaş üstü yazarlar olarak buradayız ve hiç bir yere gitmiyoruz.
bugün üzerimde salatalıkmışımcasına bir mutluluk var. geri zekalı gibi içimden bu şarkıyı söyleyip duruyorum. azıcık idare edin.

istanbul'da olmak

pencere
çok eskilerden, çok güzel bir suavi şarkısıdır. çok eskiden ben de severdim istanbul'u. istanbul sevilmez mi yahuu? tam da beyatlı'nın dediği gibi bir kenttir istanbul. istanbul'u sevmezse gönül aşkı ne anlar?
fakat en iyi arkadaşlarımdan biri olan orhan veli'ye çok gönül koyarım. asla ankara'nın en güzel yanı, istanbul'a dönüşü falan değildir. zira ankara, ankara kadar güzeldir her zaman.
lakin bebekten katil yaratan zihniyet, istanbul'u da bu kadar sevimsiz bir yer haline getirmeyi başardı.

minnacık tohum olsam, savrulsam dönümlerce
kış biter bahar gelir, açılsam yüzbinlerce
açılsam milyonlarca...

ne ağlarsın benim zülfü siyahım

pencere
çok geçmiş yıllardan, çok aşırı özlediğim bir insan var. onunla olan yaşamdan büyük bir reddedişle çıkmış ve bir daha asla arkama bakmamıştım. sonrasında bir filin dayanamayacağı acılar çektim arkasından ne ona, ne de yakın çevremden kimseye inilemedim. buralara yazdım durdum sabah akşam iyileştim.
insanların nesnelerle olan duygusal bağı bildiğimizden çok daha fazla. bana iki hediysesi var. bir tanesi çeketim (almış çıkmıştım) bir tanesi de çok güzel bir hırka. onlu yıllarda nereden bilecektim ki o hırkanın bir gün depresyon hırkam olacağını. veya en aptal arabesk düşlerimde, ölünce üstüme örtmelerini istediğim tek kefenim. geçen hafta farkettim ki, çeketin kolaları giyilmekten eriyor.

3 gün önce ve bugün rüyamda gördüm o kişiyi. aynı bu türküdeki gibi ardından koyun olup mee'liyordum. neyse, yine bu ağıda sarılarak söylüyorum ki ''ne de olsa kışın sonu bahardır. bu da gelir, bu da geçer ağlama. ne de olsa her can ermez bu sırra.
acı eşiği müthiş düşük bir insan olarak yine de diyorum ki, çektiğim bütün acılara rağmen, bu sırra ermişliğim hayatımdaki en büyük bahtiyarlıktır.

cuma hutbesinde neden atatürk yok sorunsalı

pencere
sığ bir tarih anlatımını, ve güya atatürk sevgisini trilyonlara çevirmeyi bilmiş, müptezel bir köşe yazarının sorusudur. ben ondan bağımsız yanıtlama yoluna gideceğim.

ailevi olarak sunni, bireysel olarak allahsız bir insan olsam da, cem evlerini çok severim. fakat cem evlerinde neden atatürk resmi vardır sorusu hep beynimi yemiş durmuştur. gazi paşa, ulusumuz için büyük fedakarlıklarla, bir çok defa ölümü göze alıp kurtuluş bayrağını düşmana çeken büyük bir liderdir gözümde. halkımız için yaşama geçirdiği ilerici politikalar da tartışılamaz. fakat son tahlilde gazi paşa bir siyasetçidir. her hangi bir siyasetçinin, ibadethanede resmi olması olayını hiç bir zaman anlamayacağım.

aynı durum, cuma hutbesinde atatürk'ün bahsi için de geçerlidir. elbette atatürk'e ulusumuz minnetini her fırsatta dile getirmeli. fakat, cami ve siyaset ap ayrı yerler olmalı. lakin artık camilerimizde, namaz bırakılıp, hiç de minnet duyulmayacak siyasetçi övülüyor sabah akşam.
bu gericiliğin yerine, cuma hutbelerimizde gazi paşaya islam aleminin minnetini sunmasını tercih ederim.

ekşi sözlük yazarının tutuklanması

pencere
uzun zaman sonra ilk defa hakim ve savcılarımızı verdikleri isabetli bir karar dolayısıyla tebrik ederim. işlenen suçun fikir ve ifade özgürlüğüyle hiç bir ilgisi yoktur. açık bir nefret suçu, hatta hedef gösterme vakaasıdır.

fakat bu elim terör saldırısını twitterdan ilk örendiğim anlarda, henüz olayın şokunu üzerimden atamamışken, akp'ye yakın mak danışmanlık şirketi başkanı mehmet ali kulat'ın twitini gördüm. ''gavurdan dost, tilkiden post olmaz'' diyor. savcılarımızı bu hedef gösterme suçu dolayısıyla da aynı doğru kararla tutuklama istemine davet ediyorum.

fransa'da 100'lerce insan terör saldırısında yaşamını yitirdiğinde, konya stadındaki saygı duruşunu ıslıklayan vatandaşlarımız hakkında da aynı tedbirin uygulanmasını istiyorum.

ankara gar katliamında, işid saldırısı sonucu yaşamını yitiren, türk, kürt 100 lerce insanımız öldüğünde, işid'i öven namus yoksunlarının da hukuken cezalandırılmasını bir vatandaş olarak istiyorum.

bahsi geçen ekşisözlük yazarını tiksintiyle kınıyor ve yapılan doğru hukuki işlem için yargımıza tekrar teşekkür ediyorum. fakat nefret toplumumuzun önemli bir boyutunun damarlarında irin olmuş akıyor. buna karşı bir an evvel sosyolojik tedbirler alınmasını hükümetimden rica ederim.

son cümle biraz komik oldu kabul ediyorum fakat ortada gülünecek hiç bir şey yok. bu olayların bir daha asla yaşanmamasını dilerim.

acılara tutunmak

pencere
büyük devrimci şairimiz hasan hüseyin korkmazgil'in muhteşem şiiridir. aynı zamanda müzikalite evrenimiz, devrimci sanatçı ahmet kaya'nın en güzel şekilde bestelediği eserdir.

ben ahmet kaya şarkılarını ikiye ayırırım. ahmet kaya'nın bütün muhteşem şarkıları ki, bu bütün şarkılarıdır benim nazarımda. bir de o eşsiz şarkıları resitallerinde söylediği kayıtları. bence tek bağlamayla çalıp söylediği eserleri, yep yeni bir yaratım içerir. bu eserin öyle bir versyonunu bırakıyorum geceye;

yalanmış hepsi yalan
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye birşey vardı
sevmek diye birşey yokmuş

savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde....

sırf son dizesi için belki de abartısız üst üste dinledim gece gece. kahrolsun bağzı ayrı yörüngeler.

68 /