confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

kum

pencere
muhteşem bir gülten akın şiiridir;

bana yaşadığı kentin kumunu gönderen
bir sevgilim vardı
bense merak ederdim hep oranın rüzgarını
uslu mu deli mi sürekli mi
apansız mı çıkar gökte savurur
yerden aldığını

paylaştığımız kentler oldu sonra
rüzgar usta ben acemi
esti geçti bir hışımla geçti
kum doldurdu gözlerimi

sardunya

pencere
muhteşem bir gülten akın şiiridir;

yasadır ansıtalım:
tohum ekenlerin, fide dikenlerin
kimse durduramaz yağmurunu
güneşini kimse kesemez

fesleğen ekiyorum, sardunya dikiyorum
arsızmış, öyle diyor komşum
artık siz istemeseniz de
açar tohumunu, yayılır toprağınızda

ne güzel ne güzel ne güzel tanrım
fesleğen ekiyor, sardunya dikiyorum
bitiyorum arsızlığına çimenin çiçeğin
arsızlık bugünden geri
umut ve direnç demektir
sokulmak demektir yaşamın koynuna
özdeşlik demektir yaşamla
inan olsun dostlar, inan olsun
dalından kopan sardunya
bozulmadı bi kez, eğmedi başını
açmayı sürdürdü diktiğim toprakta

gülerken yüzün

pencere
muhteşem bir gülten akın şiiridir;

gülerken yüzün
dem çeken bir güvercinin sesini
için için büyüyen çimenleri
baharda lunaparkı, bayramyerini
ve alışkanlıklar dışında her şeyi

gülerken yüzün
aşıyor geçmişin acılarını
kendini yarına değiştiriyor

gülerken yüzün
sanki çarmıhını kırmışsın
senin ve ardından geleceklerin
aylası alnına düşmüş gecenin
oturmuş ağlıyor kendisi

gülten akın

pencere
göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim
hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde
ne senin mavi balinan

muhteşem dizelerinin sahibidir

can alıcı şiir dizeleri

pencere
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.

Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü
Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

gecenin şiiri

pencere
eriyen adam

gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.

yanında damla damla bittiğimi duyarım,
yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
bir göğüs geçirerek derim ki:'yine varım,
fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'

bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
varlığım bir su olup kabından boşalacak,
benden nişan olarak kucağında kalacak
boş bir yığın:elbisem,gömleğim,boyunbağım.

faruk nafiz çamlıbel

yalnızlığım

pencere
ne kadar övülse az kalacak şarkıdır. bu şarkıyı bilmeyen bütün gençlerin başında nezaret edip dinletilmesi gereken şarkıdır. sözleri mehmet teoman'a aittir. müziği ise vedat sakman'a. ah be vedat abi. geçen yüzyılda neden yeterince kıymetini bilmedik ki senin. bu kadar duygusal dibi yaşadığım bir anda allahın ciğerlerimizdeki yaraları yalayan kel keçisi diye kızmadan da edemiyorum sana.

35 yaşında yalnız öleceğinin idrakında yaşamak çok zor ve acılı bir süreç. gerçi dimdik bir süreç. bu ahvalin sığlığa bir direniş hali olduğunun fakir bilinç tesellisi bana kalsın bari onu almasınlar.
oysa benim de yaşamımda bir çok kereler ankara oyun havaları gibi günler olmuştu. bunun için yemin edebilirim. wallahi olmuştu.

yeni tanıştık belki de
ama kimbilir belki de hep vardın
eşlik ediyordun sessiz ve sinsice belki de
şimdi şimdi anlıyorum
kurnazca ayırdın beni beki de
lime lime savurdun sevdiklerimi
belki de

yalnızlığım
yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin
yalnızlığım kanımsın canımsın
sen benim çaresizliğimsin

yalnızlığım
bugünüm yarınım
sen benim hüzünlerimsin
yalnızlığım
tek bilebildiğim sen benim
vazgeçilmezimsin

senin olmamı istedin
ama belkide bir aşık gibi
inatla bunca zaman kendine sakladın
belki de bir tohum gibi serpildin
filizlendin ben oldun belki de
yatağımı bile paylaşabilmek için
benimle

ankara'da aşık olmak

pencere
olmuşluğum var. aşkın sonunda aynı şarkıda dediği gibi güneye uçmuşluğum var kanatlarımda kar bulutlarıyla. gözlerimde ise koca koca iceberglerle. yıllar oldu üzerinden bu durumsallığın. ne kanatlarım iyileşti ne de icebergler eriyebildi.

neyse. bazen koskocaman adamı ankara'nın ''a'' sı geçtimi dayanamayıp, utanmayıp ağlatan durumdur.

beyin

pencere
aslında aya hiç gidilmedi bizi skiyorlar diyenler ve beynimizin aslında yüzde onunu kullanıyormuşuz diyenlerin sığlığı ortak beyinsizlikten gelir.

sanırım beyin için var olmuş en karmaşık yaşam sistemi diyebiliriz. tanımdan sonra meramıma geçebilirim.

yatay solucan diye muhteşem bir hayvan çeşidi vardır. yatay solucan hayvanı aslında hala olmaması gereken bir hayvandır. antik muhteşem bir canlıdır kendisi. sudan çıkıp karada yaşam başladıktan sonra, aslandan insana bütün omurgalı varlıkların ortak atasıdır. öz be öz dedemizdir.
geçenlerde bu hayvan üzerinde yapılan bir deney okudum. anlayabildiğim kadarıyla aktarmak isterim.

yatay solucan hayvanlarını ortadan ikiye böldüğünüzde iki parça ve iki şahıs solucan hayvanı olarak yaşamlarına devam edebilirler. bu hayvan dedelerimiz gün ışığından çok korkarlar. haliyle ışıkta avlanamazlar da. bilim adamları bunlara ışıkta avlanmayı öğretmişler. bu mazlum hayvanlar da beyin yoktur. beyin yerine kafa kısmında tek bir hücre mi ne var. o kadarı aklımda kalmamış. buna benzer bir olay var işte. fakat ilkel de olsa bir sinir sistemine sahipler elbette. bu hayvanlarımızın bir özelliği de ortadan ikiye böldüğünüzde, yaşamlarını iki solucan şahıs olarak sürdürebilmeleridir. bilim adamları da bunları gün ışığında avlanabilecek şekilde eğittikten sonra ortadan ikiye bölüp gözlemlemişler. kafa kısmı kalan solucan şahıs haliyle öğrendiği davranışı devam ettirebilmiş. zaten bugüne kadar yaygın biliş öğrendiklerimizi beynimizde depoladığımızdır. fakat ilginç olan göt kısmı kalan solucan şahıs da öğrendiği davranışı devam ettirmiş. bugün bilim insanları hafızanın salt beyinde değil acaba hücrelerimizde de depolanıyor mu ayağına uzun uzun beyin yormaktalar. bu arada ilk gençliğimde değerli bir devrimci büyüğümüz bana şöyle demişti. ''beyin yoruldukça gelişen bir organdır'' devrimci büyüğümüz haklıdır.

bu deney bana uzun zaman önce okuduğum bir bilimsel çalışmayı hatırlattı. cinayet sonucu öldürülen bir insan kalbi, kalp ihtiyacı olan bir dönora takılır. ve bu dönor katili rüyasında görerek cinayeti aydınlatır. bilimde bugüne kadar muaama olan bu sorunsalın cevabı da yukarıda anlattığım deneyde saklı olabilir. veya olamaz ben götümden de uyduruyor olabilirim.

çağın vebası

pencere
narsizm. artık bu hastalık bireysel bir durum olmaktan toplumsal histeri olmaya yol almış durumda. herkesi bir yanından çürütüyor. insanlığın sonu orta çağdaki vebadan gelmedi fakat bu histeriden geleceğinden şüphem yok.

gecenin şiiri

pencere
aynı zamanda büyük müzisyen ahmet kayan muhteşem şekilde bestelediği cam kırığı hissiyatında nazım hikmet şiiridir;

saat 21'i vuranda
burada kan panalar çalardı
burada…
burada hasret ve dert
sen nerdeydin?

bugün…
bugün görüş günümüz
herkes geldi, sen nerdeydin?

aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.

tam yüzyıl..
tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
gözlerin içimde durmayalı.
dokunmayalı sıcaklığına karnının
tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.

adnan oktar

pencere
bugünkü duruşmasında şöyle bir yanıt vermiş şahıstır;

''o zamanlar herkes fetö'yü övüyordu. ben de karşısında görünmek istemedim''

yukarıda okuduklarınız sağ ahlak tutarlığının tanımıdır kanımca. yani tutarsız dip ahlaksızlığın ta kendisidir.

o zamanlar solun her kutbundan insanın ciğerini söküyordu fetö. ve bazı zamanlarda bu şiddeti mecazi olarak da yapmıyordu.
mesela ben o yıllarda üniversiteye gidiyordum. cemaat yurdunda kalan arkadaşlar her türlü konforun dibindeyken benim aklımın ucundan bile geçmedi öyle ahlaksız bir ayrıcalıktan faydalanmak. okul bitince hiç bir cemaat torpili aramadım devlete kapağı atmak için.

okullarını birincilikle bitirip fetö'yle ilgileri olmadıkları için atanamayan ve intihar eden yüzlerce insan var kim verecek bunun hesabını? devlete liyakatıyla yerleşip sırf solcu diye veya ailesinde solcu var diye fetöcü damgasıyla atılan on binler var.

bunların hesabını vermesi gereken sağdır. ama halkımız ekseri olarak hala yığınlar halinde sağa oy vermekte. değişir bu düzen elbette.

yazarların ilk köpeklerinin ismi

pencere
başlığı ekşiden arakladım. üzerine de içimde kabuğu kopan bazı yaralarım ve üzerine de konuşasım vardı yaptım bunu. pişman değilim.

leydi. iskoç çoban köpeği, koli cinsi muhteşem bir hayvandı. halk arasında bilinen ismiyle lassie cinsi köpek. 10 yaşımdaydım. o zamanlar ablamlarla yaşıyordum. ablam ilk çocuğuna hamileydi. evde fısır fısır, bebek doğunca köpeği vereceklerini konuşuyorlardı bana çaktırmadan annemle ablam. komşular falan gelince de bahsi açılıyordu fısır fısır. ben çıldırıyordum hüzünden. köpek yıllardır bizimleydi, bebekse yeni doğacaktı. bebeği vermeliydik köpek kalmalıydı mutlaka. bu hakikati büyükler neden anlamıyor diye gecelerce uyuyamadığım oluyordu.
sonra bebek doğdu. on yaşında çocuğun bile içine tarifsiz bir yeğen sevgisi doluyor ilk gördüğünde yeğenini. o güzelliği ilk gördüğümde sanırım büyük olmaya ilk adımımı atmıştım.

aradan 16 yıl kadar geçti. benim şımarık zengin yeğen annesine dünya kadar para verdirip golden cinsi bir köpek aldırmıştı. 1 hafta içinde köpeğe bakamayacaklarını anladılar. o zamanlar ben de haliyle ayrı bir eve çıkmıştım. dedim bana verin elime mi yapacak. yapıştı. ismini alf koydum. bir gün öğlene kadar yemek yemedi diye ölüyor sandım. taksiler bizi almadı, rahat 4 km falan veterinere kucağımda taşıdığımı biliyorum. dünyada tariflenmiş ve tariflenecek en güzel sevgi bağlarından biri gelişmişti alf'le aramızda. fakat işte hiç bir sevgi terk etmenin önüne bend değil. 4 sene sonra sonsuzluğa uyudu alf. onu çok özlüyorum.

o günden beri sokakta dayanışma içine girdiğim yüzlerce güzel hayvanın hala başını bu konuyla ağrıtırım. başlığı görünce sizi de bu zulme maruz bırakmaktan kendimi alamadım.

önsezi

pencere
kesinlikle doğa üstü hiç bir durumla ilgisi olmayan durumdur. olay küçücük verileri iyi bir zekayla harmanlayıp resmin parçalarını birleştirmekte saklıdır.

gecenin şiiri

pencere
özleyen

gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!

akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.

yahya kemal beyatlı
5 /