görünce hemen içimden ezginin günlüğü'ne ait "ateşe baca lazım, kitaba hoca lazım..." diye devam eden şarkıya başladığım, sonrasında da utanıp cümlenin bağlamıyla daha ilgili olan Candan Erçetin reyiz'in şarkısıyla devam ettiğim cümle oldu. (hep içimden, bir dakika içinde oluyor bunlar)
"Neden sevinir insan zafer kazandığında
Kazanmak neye yarar ki, kaybeden olduğunda" evet, bu.
adeta ergen kızların sesi olan şarkıcıdır. Kendisini "sanatçı" olarak görmesem de lanet bir şekilde pek çok şarkısını ezbere bilirim. Konserleri çok eğlencelidir. Son zamanlarda(hele ki çocuğu filan olunca) oldukça tekdüzeleşti, ergen ve kopuk halini daha çok seviyordum.
Ahmet şık tarafından söyledikten sonra hakimin mahkeme salonundakileri "niye alkışlıyorsunuz" diye susturduğu ifadedir.
Jul vern ay'a yolculuk'u yazdığında henüz ay'a gidilmemişti. Şaşırtıcı ölçüde bilimin önünü açan bilimkurgu yazarıdır. Zamanında herkesin merak ettiği, cevap bulamadığı sorulara onun hep cevabı vardı. Denizler altında 20 bin fersah'ta, arzın merkezine yolculuk'ta hep, ulan olabilir mi acaba böyle böyle bir şey, diye düşündürmüştür. Babasının bir yere gitmesine izin vermediğini, onun da hayalinde yolculuklar yaptığını okumuştum. Çocukken bütün kitaplarını yutarcasına okuduğum, kâh yelken açıp yüzdüren(15 yaşında bir kaptan), kâh balona bindirip uçuran(balonla 5 hafta), müthiş yazar. 80 günde devri alem kitabının Jackie Chan'in paspartu rolünde oynadığı hoş bir filmi de vardır.
Farklıdır tabi, şiir yazanın gözünden o "kadın"ın farklı olduğu gibi. Sadece neden "kadın"? Genellemenin haklı sebepleri olduğunun farkındayım ama bi rahat bıraksanız şu "kadın"ı artık.
İnsan aşık olunca gerçeklikten kopar ve hislerini de gerçekliğe yakınlaştırmak için onun ne kadar "insanüstü" olduğunu kanıtlamaya çalışır. Önce sebepsiz yere aşık olur sonra ona sebepler giydiririz. Şiirde anlattığımız ise içimizdeki duyguların gölgeleri ve bu sebeplerin en zavallılarıdır.
İnsan aşık olunca gerçeklikten kopar ve hislerini de gerçekliğe yakınlaştırmak için onun ne kadar "insanüstü" olduğunu kanıtlamaya çalışır. Önce sebepsiz yere aşık olur sonra ona sebepler giydiririz. Şiirde anlattığımız ise içimizdeki duyguların gölgeleri ve bu sebeplerin en zavallılarıdır.
hediye eden tarafından okunmadıysa bir kıymeti yoktur. amaç kitaba sahip olmak değil, bir şey paylaşmaktır.
Masaya masa, kitaba kitap, sandalyeye sandalye diyebildiğimiz gibi, geri zekalıya da "geri zekalı" diyebilmeliyiz bence. Öfke anında içinizden olanı makbuldür. Küfür etmenin karşıdaki insanı incitmek amacından çok, tamamen kişisel olarak rahatlamak amacıyla kullanıldığını düşünüyorum. Yoksa bu kadar sık kullanılmazdı, kimse kimseyi o anda bununla incitecek kadar umursamıyor. Karşıdakini incitmeyi gerçekten umursayanlar da zaten küfürden daha etkili yöntemler kullanır.
"altına edebiyatını döşeyebilirseniz" bir kadına romantik bir hediye olabilir, bu taşlar. Biraz çakal olmak gerek yani bu konuda.
Nazan Bekiroğlu'nun "Lâ Sonsuzluk Hecesi" adlı kitabında şairane cümlelerle, masalsı anlattığı hikâye. İnanmıyorum, inanasım geldi inanır mısınız... Edebi değeri olan bir kitaptı.
daha isminden esas savaşın akgezenler(ölüler) ve ejderhaları kullanacak olan normal insanlar(yaşayanlar) arasında olacağını anlaştıran taht oyunları kitap serisi. Şu aile imiş bu hane imiş kim kime ne etmiş mık mık, cık cık hikâye yani esasında.
Tıp okuyanların 6 sene ders çalışmaktan(sonrasında da okul bitmiyor) fanfinfon işlerine pek vakit ayıramadığını ve bu mahrumiyetlerinin hastanenin birine kapağı atınca da işlerinin arasında ona buna sulanmak maiyetinde ortaya çıktığını anlatan televizyon dizisi.
bisikletten düştüğünde o ön tekerin halen dönmekte olduğunu görmek, hüzünlü bir detay.
bir de ağaca ya da direğe filan takılmış bir uçurtma görmek.
alıp inim çönüm eve taşıdığın karpuzun/kavunun kelek çıkması da iç burkan bir detay.
büyüdük diye bebe bisküvisi alamamak, yiyememek alırken yadırganmak.
Okumayı çok sevdiğin bir yazarla tanışınca ondan hoşlanmamak.
Bir insanın sözle ya da fiziksel şiddet gördüğünü görüp görmezlikten gelme durumunda kalmak
en çok da haksızlığa karşı insanın elinden hiçbir şey gelmemesi
(vay be dertler derya olmuş...😢)
bir de ağaca ya da direğe filan takılmış bir uçurtma görmek.
alıp inim çönüm eve taşıdığın karpuzun/kavunun kelek çıkması da iç burkan bir detay.
büyüdük diye bebe bisküvisi alamamak, yiyememek alırken yadırganmak.
Okumayı çok sevdiğin bir yazarla tanışınca ondan hoşlanmamak.
Bir insanın sözle ya da fiziksel şiddet gördüğünü görüp görmezlikten gelme durumunda kalmak
en çok da haksızlığa karşı insanın elinden hiçbir şey gelmemesi
(vay be dertler derya olmuş...😢)
Savaşların en masumu. yastıkla rakibe vurularak kakara kikiri yapılan, eğlence amaçlı, illa ki bir vazo, biblo devrilmesi ve çıkan şangırtı akabinde annenin odaya baskın yapması ile son bulan savaştır. Kardeşlerle ve kuzenlerle daha sık yapılır. Asla filmlerdeki gibi yastıkların tüyleri uçuşmaz çünkü biz çocukken bunların içine tüy değil sünger parçaları ve yün konulurdu. Bu yünler güneşlenmeye çıkarılıp da annemiz, ananemiz yastık yumuşak olsun diye diderken onlara salça olup bunları birbirimize atmak daha büyük bir eğlence idi. günümüzde ise yine kuş tüyleri uçuşmaz çünkü elyaf yastık çok daha kullanışlıdır.
Şubat sonu Mart başı gibi havaların ilk ısınır gibi olduğu zamanda güneşi görür görmez zart diye çiçek açmış bir ağaç görmek. Üzüyor beni.
"ölüm varken ben yokum, ben varken de ölüm yok, öyleyse neden korkayım?" demiş Epikuros reyiz...