bu girinin konusu laik sözlük artı rekoru idi.
@sorbuyukbaba arkadaşımız üşenmeden arşivlemiş efenim.
üniversitede sözcüklerin kökenini incelediğimiz bir ders vardı, hoca şu şekilde açıklamıştı:
Eski Yunan'da atina=melek, stan=şeytan imiş, polis zaten şehir demek. "kostantinapolis de "melekler ile şeytabların bir araya toplandığı şehir" anlamına geliyormuş.
Eski Yunan'da atina=melek, stan=şeytan imiş, polis zaten şehir demek. "kostantinapolis de "melekler ile şeytabların bir araya toplandığı şehir" anlamına geliyormuş.
"aşkımız gibi yeşersin" sözüyle böyle tatlı bir hediye almıştım. Sonra yeşil saçları uzayıp sararıp kurudu, aşkımız gibi.🤔😊
Sözlükçülerin geceye bıraktığı şarkıları sabahları tek tek açıp dinliyorum.
Bugün devlet opera ve balesi'nin ve devlet tiyatrolarının yönetim ve ödeneği cumhurbaşkanlığına bağlandı.
Odtü öğrencileri tutuklandı.
Soma holding sahibi beraat etti.
Adnan oktar tutuklandı ve mal varlığına el kondu.
Tren kazasıyla ilgili halen kaç kişi ve kimlerin öldüğü belirsiz, bir sorumlu veya istifa yok.
Bilin bakalım yüce milletim bunlardan hangisini konuşuyor...
Odtü öğrencileri tutuklandı.
Soma holding sahibi beraat etti.
Adnan oktar tutuklandı ve mal varlığına el kondu.
Tren kazasıyla ilgili halen kaç kişi ve kimlerin öldüğü belirsiz, bir sorumlu veya istifa yok.
Bilin bakalım yüce milletim bunlardan hangisini konuşuyor...
Soy ağacına bakma muhabbeti, tertemiz unutuldun...
Atatürk'ü solculara mı bırakacağğğık?
yıl 2011 öğrenciyim, gelibolu'da tur rehberiyim. O gün tura çıkıcam gelibolu'ya geçmek için vapura son paramı verdim.(2 lira) Denk gelen tur almancı çıktı, ne kadar güzel, vatan dedik, şehit dedik, her anlatılan hikayede daha çok ağlayan teyzeler... Conkbayırı'ndan eceabat'a döndük, herkes çok memnun. Mübarek bir iş yaptığımı düşündüğümden(hem de kaçak rehber olduğumdan) ücret filan konuşmamışım. buyur bu ücretindir, dedi teyze bana -sadece- bir kutu alman çikolatası uzattı. İndi millet arabadan. Bende bir burukluk, nasıl geçicem geri karşıya diye. Eh hadi ağzımız tatlansın şoföre de ikram edeyim diye açtım kutuyu, bir zarf; açtım zarfı, içinde 100 yüro hazine hazine göz kırpıyor. O zamanın gününde şimdiki kadar olmasa da çok para. Eceabat bir köy, bir döviz bürosunun olmayışı sevincimin üstüne yapışan keder olduydu adeta. Zengindim ama evime gidecek param yoktu. Şoförden istediydim. Duygudan duyguya zıpladığım böyle de sefil bir anı.
"nerde çokluk orda bokluk" ifadesinin kibar halidir. Popüler dizilerin, popüler şarkıların, en çok satan kitapların değersizliğidir. Al- tüket- at yerleşik mantığı bu durumun ürünüdür. Büyük ve geçerli bir genellemedir. Elbette istisnalar var, sapiens adlı kitap gibi. Yine de ülkemizde en çok okunan yazar malesef Gülben Ergen'dir.
ben: Niloya nasıldı? mutlu muydu?
Melis(4): Mutluydu tabi, ağzı açık gülüyordu. ağzı açık gülününce mutlu olunur.
Melis(4): Mutluydu tabi, ağzı açık gülüyordu. ağzı açık gülününce mutlu olunur.
"bayan" sözcüğü dilimize şu İngilizce'deki "ladies and centilmens"ten ve "mr.&mrs." unvanlarından girmiştir. "Bay" sözcüğünün zıt anlamlısıdır. Başka dillerde kullanıldığı tarzda dilimizde de adın önünde (bayan harflervekibrit) ya da seslenme sözcüğü olarak (bayanlar baylar) kullanımı doğrudur. Seslenme sözü olarak "bayan, bakar mısınız?" da doğrudur ama şık değildir. (Bay, bakar mısınız, dense denir ama demiyoruz sonuçta.) "hanımefendi" çok daha hoştur.
"Bayan" sözcüğü "erkek" sözcüğünün karşıtı değildir. Erkeğin karşıtı "kadın"dır. Yani bir cinsiyet belirteceksek kullanılması gereken sözcük "kadın"dır. (Kadın işçi, kadın öğretmen vb.) "Kadın" sözcüğü kafanızda cinsellikle ilgili bir anlam çağrıştırıyorsa ya da söylemek size kaba geliyorsa bu, yürütülen algı operasyonunun başarısıdır. Israrla kullanın, alışın lütfen. Bayan değil, kadın.
"Bayan" sözcüğü "erkek" sözcüğünün karşıtı değildir. Erkeğin karşıtı "kadın"dır. Yani bir cinsiyet belirteceksek kullanılması gereken sözcük "kadın"dır. (Kadın işçi, kadın öğretmen vb.) "Kadın" sözcüğü kafanızda cinsellikle ilgili bir anlam çağrıştırıyorsa ya da söylemek size kaba geliyorsa bu, yürütülen algı operasyonunun başarısıdır. Israrla kullanın, alışın lütfen. Bayan değil, kadın.
Çarkıfelek yarışmasında Mehmet Ali Erbil o kadar çok "Kastamonu'nun kaaa'sı" demiştir ki en çok TV izleyen ülke de olduğumuzdan dilimize yerleşip gitmiştir. Türkçede ünsüz harfler "e" ünlüsü ile okunur. Te-de-ke, te-te-ke şeklinde.
İrlandalı yazar, şair. "Dorian gray'in portresi" tek romanıdır. Daha çok aforizmalarla bilinir. Ülkemizde en meşhur şiiri şu tuncel kurtiz'in okuduğu (bkz:herkes öldürür sevdiğini) 'dir.
"bana bir maske verin, ben de size gerçeği vereyim." sözüyle sözlükçülüğün de babasıdır bana kalırsa. Ve evet, "hepimiz aynı bataklığın içindeyiz, sadece bazılarımız yıldızlara bakıyor." burdaki metaforun gücüne hayran olurum hep.
30 kasım 1900 tarihinde paris'te bir otel odasında duvara "birimiz gitmeli" yazıp intihar etmiş. İyice hayran oldum şu an.
"bana bir maske verin, ben de size gerçeği vereyim." sözüyle sözlükçülüğün de babasıdır bana kalırsa. Ve evet, "hepimiz aynı bataklığın içindeyiz, sadece bazılarımız yıldızlara bakıyor." burdaki metaforun gücüne hayran olurum hep.
30 kasım 1900 tarihinde paris'te bir otel odasında duvara "birimiz gitmeli" yazıp intihar etmiş. İyice hayran oldum şu an.
Bitirdiğim (bkz:john berger) kitabı. Adamı merak ettiğimden kitabı aldım, ismi beni biraz aldattı. Bu kitapta kral, hükümdar anlamında değil de bir sokak köpeğinin adı. Hikaye onun ağzından anlatılıyor. Yanından geçip gittiğimiz kılıksız sokak insanlarının kahraman yapıldığı fabl tadında hoş bir hikâyeydi. Beğendiğim yerlerden iki tanesini şöyle bırakıyorum efendim:
Mutfak ile ilgili bir şey olmamalıdır, "sen annesin(kadınsın), senin yerin mutfak." demek gibi geliyor.
Aslını isterseniz hediyeler böyle özel günlerde değil de herhangi bir gün, sırf ona yakışır diye, onu aklına getirdi diye zart diye alınıp, çıkarılıp verilince güzeldir ve anlamlıdır. Özel günde alınan hediyeler ise kapitalizme rerereerörörörjahdhnaldkdksşsşdjfjdıflfn...
Aslını isterseniz hediyeler böyle özel günlerde değil de herhangi bir gün, sırf ona yakışır diye, onu aklına getirdi diye zart diye alınıp, çıkarılıp verilince güzeldir ve anlamlıdır. Özel günde alınan hediyeler ise kapitalizme rerereerörörörjahdhnaldkdksşsşdjfjdıflfn...
"Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim, lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum.
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum.
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı, ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi, bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?" diyor Cemal Süreya.
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim, lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum.
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum.
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı, ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi, bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?" diyor Cemal Süreya.
Devletin, 4 senelik eğitim fakültesi bitirmişsiniz ama ben diplomanızı kabul etmiyorum, eğer kendinizi bu boktan sınavla da ıspatlamazsanız kurumlarımda çalışmazsınız, deme şeklidir. Nitekim bir bakanımızın da "illa her öğretmen öğretmenlik mesleğini yapacak değil, başka işlere yönelsinler." tarzında bir açıklaması da bulunuyor. ahlat ağacı filmi, bu soruna dikkat çeken aşırı nitelikli bir filmdir.
Ateist eski müftü, büyük bir aydındır. İnsanlara hakikati anlatmayı görev bilmiş ve bu yüzden katledilmiştir. "din bu" adlı kitabıyla islam'ı bitirmiştir. En azından kafamdaki islam'ı. Bugün, memleketin şu halinde ismini bir sokakta görünce içimde şaşkınlıkla mutluluk kol kola girdi adeta. Saygıyla anıyorum üstadı.
arkadaşlar bunu çok kişinin öğrenmesini elbette istemiyorum ama söylemeden geçemeyeceğim: çanakkale çok güzel şehir.
arkadaşlar bunu çok kişinin öğrenmesini elbette istemiyorum ama söylemeden geçemeyeceğim: çanakkale çok güzel şehir.
İnsanların davranışlarının nedenlerini kestirdiğinizde, bu, ister istemez peşinden anlamayı getiriyor. anlamak isteyen insan bu nedenleri görüyor, anlamak istemeyense nedenleri göremeyip sadece kendi mağduriyetine odaklanıyor. Bu tıpkı kötünün neden kötü olduğu gösterilen filmlerdeki kötülere sempati duyulması gibi bir şey.
Örneğin şimdiye kadar anne babasına açıklama yapma kaygısı taşımadan bir erkekle yürüyememiş kadının evliliği -veya bir bağı- özgürlük sanmasını anlarım.
Örneğin Bağcılar'da çocukluğunda kanalizasyonun dışarıdan aktığını gören birinin nihayet oralara avm ve 10d sinema yapan belediyeye ardından da partiye neden oy verdiğini anlarım.
Örneğin annesinden gerekli sevgiyi görmeyen birinin bir kadına anne misyonu yükleyişini anlarım.
Örneğin aileden gelen gelenekle şimdiye kadar arkasını annesi toplamış birinin kadına neden hizmetçi muamelesi yaptığını anlarım.
Ya da örneğin neden ateistsiniz, neden feministsiniz anlarım.
Ama bunları anladığınızı belirttiğinizde sizi hiç dinlemeden bunu kabul ettiğinizi, hatta sevdiğinizi filan düşünüyor insanlar. Halbuki sizi anladım diye sizi sevmek zorunda değilim.
Keşke bir kere de sizi anlayan bir insanı "bu benden" veya "bu öteki" demeden dinleseniz, belki anlayacaksınız.
Örneğin şimdiye kadar anne babasına açıklama yapma kaygısı taşımadan bir erkekle yürüyememiş kadının evliliği -veya bir bağı- özgürlük sanmasını anlarım.
Örneğin Bağcılar'da çocukluğunda kanalizasyonun dışarıdan aktığını gören birinin nihayet oralara avm ve 10d sinema yapan belediyeye ardından da partiye neden oy verdiğini anlarım.
Örneğin annesinden gerekli sevgiyi görmeyen birinin bir kadına anne misyonu yükleyişini anlarım.
Örneğin aileden gelen gelenekle şimdiye kadar arkasını annesi toplamış birinin kadına neden hizmetçi muamelesi yaptığını anlarım.
Ya da örneğin neden ateistsiniz, neden feministsiniz anlarım.
Ama bunları anladığınızı belirttiğinizde sizi hiç dinlemeden bunu kabul ettiğinizi, hatta sevdiğinizi filan düşünüyor insanlar. Halbuki sizi anladım diye sizi sevmek zorunda değilim.
Keşke bir kere de sizi anlayan bir insanı "bu benden" veya "bu öteki" demeden dinleseniz, belki anlayacaksınız.
Hilmi Yavuz'un bir şiiridir.
İğrenç bir umudu da bünyesinde barındıran kavram.
(bkz:orhan veli kanık)
ben de yazmışım diye söylemiyorum ama bayağı da güzel giriler varmış bu başlıkta.
ben de yazmışım diye söylemiyorum ama bayağı da güzel giriler varmış bu başlıkta.
Köy enstitüleri İsmail hakkı tonguç ve hasan ali yücel önderliğinde 1940 yılında kurulan emsalsiz ve ulusal eğitim kurumlarıdır. Yine bu şekil bir eğitim devrimi olmadıkça bu ülkenin işi zordur. "Eğitimli" insanlar olarak "cehalet"e karşı topyekûn savaşmıyoruz, o zaman bu insanlar bunu yapmış işte. Biz ancak çomar diye bok atmayı biliyoruz maalesef. "En büyük savaş, cehalete karşı yapılan savaştır." diyen lider, ne haklısın, ne haklısın yine...
(bkz:köy enstitüsü)
(bkz:köy enstitüsü)
Bu sorunun nezaketen sorulmasına karşıyım. Merak etmiyorsam, umrumda değilse sormam da. Neyse mevzu, direk ona gelirim.
Nezaketen sorulduğunda ortaya sadede gelmeden önce yapılan anlamsız bir muhabbet çıkıyor nitekim.
Gerçek bir "merhaba, nasılsın?"ın yeri ayrıdır, ne güzeldir. Keşke hepsi gerçek olsa.
Nezaketen sorulduğunda ortaya sadede gelmeden önce yapılan anlamsız bir muhabbet çıkıyor nitekim.
Gerçek bir "merhaba, nasılsın?"ın yeri ayrıdır, ne güzeldir. Keşke hepsi gerçek olsa.
Dün gece bitirdiğim, açık uçlu sonuyla beni uyutmamış olan jose saramago kitabı. Sonu dahiyane idi. Bence tek falsosu, yazar sona öyle odaklanmış ki, kahramanların onları vurucu sona götüren hareketleri mantığa oturmuyor.
Olsun, kitap, edebi anlamda da hayli güçlü, kafa yoran cümleleriyle çok güzel bir kitaptı.
Düşman(enemy) adıyla 2013'te sinemaya da uyarlanmış. Tabiki filmini beğenmedim.
Olsun, kitap, edebi anlamda da hayli güçlü, kafa yoran cümleleriyle çok güzel bir kitaptı.
Düşman(enemy) adıyla 2013'te sinemaya da uyarlanmış. Tabiki filmini beğenmedim.
Russell crowe'un baş rolde oynadığı 2000 yapımı savaş-dram filmidir. savaş filmlerini sevmemi sağlayan başyapıttır. Truva, tristan&isolde, kral artur, 300 spartalı türevleri kılıçlı, zırhlı diğer filmler bu filmden sonra gelir benim için. Maximus çocukluğumun kahramanıdır. Defalarca izledim, yine olsa oturur izlerim.
(Bizimkilerde de hiç bu filmler kanlı, çocuk izlemesin şeyi yokmuş...)
(Bizimkilerde de hiç bu filmler kanlı, çocuk izlemesin şeyi yokmuş...)
Fotoğraf çekerken, oraya gittiğini kanıtlamak gayesi taşıyan ve karenin içine illa ki kendisini de dahil eden insan tipi. Manzara fotoğrafı çekecek kadrajın köşesine kendisi de girerek ablak suratı ve her her her fotoğrafta aynı açıdan aynı samimiyetsiz gülümsemesi ile fotoğrafı bozmuş. Boğaz çekmiş, "seni yeneceğim istanbul" duruşuyla kekoluğun zirvesinde, yine fotoğrafı bozmuş. Bugün 18 mart kutlayacak, şehitler için yazdığı upuzuuun yazının eşlik ettiği abide fotoğrafının önünde illa kendisi de olacak. Bir kere metinle görsel uyuşmuyor orada kabak gibi sen olunca. İnsanlar sen kendini sosyal medyada göster diye mi savaştı ulan? Bu insanlar entellektüel, sanatçı filan olduğunu sanan, kendini göstermekten başka derdi bulunmayan zavallılar. Oh be buraya yazdım da rahatladım!
24 Haziran'da okul gezisi sebebiyle girdikleri mağarada sel sularının yükselmesiyle mahsur kalmış çocuklardır. 12 çocuk ve antrenörleri, 9 gün sonra sağ salim bulunmuştur. kurtarma çalışmaları sırasında bir dalgıç oksijensiz kalıp ölmüş. dalgıçların çamurlu suda kimi dalıp kimi yürüyerek 6 saatte ancak ulaştığı yerden çocukların salimen çıkarılması için profesyonel bir heyet oluşturulmuş. Şimdiye kadar 4 çocuk kurtarılmış, 2 ila 4 gün içinde diğerlerinin de çıkarılması planlanmış.
Bu çocukların akıbetinden saat saat haberdar olabilmemize karşın, Tekirdağ'daki tren kazasında kaç kişinin ve kimlerin öldüğünden, kazanın nereden kaynaklandığından haberdar olamıyoruz. Çünkü eğer bir yetkili ihmali filan söz konusuysa haysiyet gereği istifa filan etmek gerekebilir Allah muhafaza!
Bu çocukların akıbetinden saat saat haberdar olabilmemize karşın, Tekirdağ'daki tren kazasında kaç kişinin ve kimlerin öldüğünden, kazanın nereden kaynaklandığından haberdar olamıyoruz. Çünkü eğer bir yetkili ihmali filan söz konusuysa haysiyet gereği istifa filan etmek gerekebilir Allah muhafaza!
Bu başlıkta İsmail Hakkı Tonguç'un (bkz:köy enstitüleri) bu söyleminin bir kısmı yazılmış ama idam isteği ile de alakalı gördüğümden tekrar yazmak istedim: “Demokrasinin iki çeşidi vardır: Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı...
Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha...”
Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha...”
İroni ile mizah yapmanın kurucusu, bu sanatın başyapıtı olan saatleri ayarlama enstitüsü'nün de yazarıdır. Okuru genellikle huzurcular ve enstitücüler olarak ikiye ayrılır. Huzur'da çok daha derin bir doğu-batı fikri olsa da kendimi enstitücülere katıyorum. Tanpınar, önce kendiyle dibine kadar dalga geçip başkasıyla dalga geçme hakkını kaleminin hakkıyla kazanmış bir yazar, o kitapla.
Beş şehir'de de şöyle demiş: "bütün hilkat, geniş ve eşsiz kudretinde canı sıkılan bir tanrının kendi kendini eğlendirmek için icat ettiği bir oyundur. hayat nimetlerinin değişikliği içinde bize, yaratıcı işaretten kalan en büyük miras bu can sıkıntısıdır."
Şiirinin edebiyatı apayrı güzeldir. Bunu da yapabiliyorum, dahası, bunu da mükemmel yapıyorum, demiştir adeta. En sevdiğim şiirini şöyle bırakayım:
Beş şehir'de de şöyle demiş: "bütün hilkat, geniş ve eşsiz kudretinde canı sıkılan bir tanrının kendi kendini eğlendirmek için icat ettiği bir oyundur. hayat nimetlerinin değişikliği içinde bize, yaratıcı işaretten kalan en büyük miras bu can sıkıntısıdır."
Şiirinin edebiyatı apayrı güzeldir. Bunu da yapabiliyorum, dahası, bunu da mükemmel yapıyorum, demiştir adeta. En sevdiğim şiirini şöyle bırakayım:
Bazı şeylerin sadece kırmamak adına, nezaketten yapıldığı asla anlaşılmaz. İnsanlar sömürebildiği kadarını almaya meyillidir, yüzsüzdür. Bu tahammülün farkında olmazsan bir yerde terslenip kırılırsın, belki kendini düzeltirsin, hatta belki açık olmamak ile karşındakini suçlayabilirsin bile. Ancak günümüzde revaçta olan tavır, tahammülün farkında olarak sömürmek ve ne koparsam kârdır, mantığıdır. Bana kalırsa kimseyle ona tahammül edecek kadar yakın olmamak hepsinden yeğdir.
iki insanın toplumun bakış açısıyla meşru şekilde sevişebilmesi için biz dıdısının dıdısı akrabalar olarak karşılıklı geçip çifte telli oynuyoruz, masrafına filan hiç girmiyorum bak ve kimse bunu saçma bulmuyor. Neden kimse "düğün" mefhumunun ne kadar saçma bir şey olduğunu fark etmiyor?
Herkes birbirinin düğününü geçmek derdinde ve kızlarımız, yazıktır ki özellikle kızlarımız gereksiz bir sidik yarışındalar. Evlenme teklifi, istemesi, nişanı, düğünü(iki düğün genelde), dış çekimi, klibi(bu da yeni çıktı), ertesi seneye de bilgilerimizi tazelemek için tekrar tekrar yapılan aynı paylaşımlar... Düğün hayatının merkezinde ki zaten o yaşına kadar bunun için yaşamış. siz salak mısınız, dediğimizde evde kaldım diye kıskandığımı düşünen kadın güruhu. Birileri bu çılgınlığa dur demeli.
Şuraya da umut sarıkaya'nın ilgili çizgisini bırakayım efendim:
tamam evde kaldım, herkes de evlenecek diye bir şey yok bence yav! 😉
Herkes birbirinin düğününü geçmek derdinde ve kızlarımız, yazıktır ki özellikle kızlarımız gereksiz bir sidik yarışındalar. Evlenme teklifi, istemesi, nişanı, düğünü(iki düğün genelde), dış çekimi, klibi(bu da yeni çıktı), ertesi seneye de bilgilerimizi tazelemek için tekrar tekrar yapılan aynı paylaşımlar... Düğün hayatının merkezinde ki zaten o yaşına kadar bunun için yaşamış. siz salak mısınız, dediğimizde evde kaldım diye kıskandığımı düşünen kadın güruhu. Birileri bu çılgınlığa dur demeli.
Şuraya da umut sarıkaya'nın ilgili çizgisini bırakayım efendim:
tamam evde kaldım, herkes de evlenecek diye bir şey yok bence yav! 😉
Şebnem kısaparmak'ın okuduğu "ülkücüymüş" adlı şiir. Moralim bozuk oldukça açıp dinlerim, neşem yerine gelir.
Şu doktorlarda oynadıktan sonra zengin koca bulunca dizilerden çekilen kadının söylemi. Ah be insancım biz diyoruz çanakkale boğazı, sen diyorsun yandı k*çımın ağzı...
Graham Bell hamile eşi acil bir durumda kendisini laboratuvardan çağırabilsin diye telefonu icat etti.
"edebiyat" denen muazzam haz ülkesinin ortaya çıkmasındaki temel sebep aşktır.
Bahsettiğim aşk "bir şeye gönül vermek" alışkanlıklara ya da karşılıklı çıkar ilişkilerine verilen isim olan aşk değildir.
Evet, dünyayı aşk kurtaracak, bir insana, bir işe, bir fikre duyulan aşk. Ama aşk var mı? Yok.
"edebiyat" denen muazzam haz ülkesinin ortaya çıkmasındaki temel sebep aşktır.
Bahsettiğim aşk "bir şeye gönül vermek" alışkanlıklara ya da karşılıklı çıkar ilişkilerine verilen isim olan aşk değildir.
Evet, dünyayı aşk kurtaracak, bir insana, bir işe, bir fikre duyulan aşk. Ama aşk var mı? Yok.
"Yine de o zaman bile, şimdi daha iyi anladığım şeyi seziyordum: Yalan bir kez dile getirildi mi sanki büyük bir doğruymuş gibi kesinlikle değiştiriyor gerçeği."
İngiliz müziği, s.247 /peter ackroyd
İngiliz müziği, s.247 /peter ackroyd
Sol sendikaların halay çekmekten başka bir işe yaramadığını düşündüğüm oluyor, evet.
iş bu karikatür, başlığı açan sevgili arkadaşımı desteklemek içindir. Saygılar. @sorbuyukbaba
(bkz:çükübik)
(bkz:fikibok)
(bkz:zbammm)
(bkz:çünkü eşşeğin zikinden dolayı)
(bkz:geldi yine tipini ziktiğim)
(bkz:bi bey geldi efendim)
tiryakilerin bağımlılıklarına bir anlam, bir duygusallık kazandırmak için uydurduğu safsata. Bir süre sigara içmeyince, bağımlı olduğun için kanın o nikotini istiyor sadece arkadaşım, bunun daha öte bir anlamı yoktur. Sigara eeğ kaka, herkes bıraksın filan demiyorum; sigara içen insan, sadece sigara içen bir insandır; bu dostluk filan değildir. Sigaraya, alkole, maddeye veya bir insana; her türlü bağımlılık zayıflıktır. Her şeyin edebiyatını yapmayın.
"yapıcı" olanı makbuldür. Eleştiri yaparken bir düşünmeli, bu söylediğim bir şey "yapıyor mu" diye.
Balıkesir ilinin, bu ilden daha gelişmiş bir ilçesidir. Her büyük ilçede olduğu gibi bu ilçeye mensup insanlar da "Balıkesirliyiz" demezler, "Bandırmalıyız" derler. Onkolikler buraya maça geldiklerinde Bandırmalıların "Bandırma! bandırma!" tezahüratına "bandırcez! Bandırcez!" Diye yanıt verirler.
Bir "küçük İstanbul"dur. Rahat bir şehirdir. "Laik" bir insan profili çizer. İnsanları hoştur, hafiften sosyetedir.
Deniz kenarına, fenere gidip rüzgarı suratına yemek, en uykulu en sarhoş insanı bile hizaya getirir. Kışın buralarda yürürken hars hars vuran dalgalardan kaçmak, ustalık gerektirir.
Rüzgalıdır, insanın ayaklarını birbirine dolaştırır. Yazın serin serin çok iyi gelir ama kışın minibüslerin kapıları dahi bağlanmazsa uçar. Pıyykk diye döne döne havada uçan kedi görmüşlüğüm vardır. Sayısız berem ve atkım bu rüzgarda heba olmuştur.
Bandırma'da "çarşıya gidiyorum" denmez, "aşağı iniyorum" denir. Çünkü çarşısı çukurda olmak üzere dağ eteğine kurulmuş bir şehirdir. Dudak uçuklatan diklikte bayırlar bulunabilir. Karda buzda dikkatli olunmalıdır.
Bandırma benim şimdi gitsem kırıntısını bulamayacağım çocukluğumdur. Yaşasın on buçuk, her daim!
Bir "küçük İstanbul"dur. Rahat bir şehirdir. "Laik" bir insan profili çizer. İnsanları hoştur, hafiften sosyetedir.
Deniz kenarına, fenere gidip rüzgarı suratına yemek, en uykulu en sarhoş insanı bile hizaya getirir. Kışın buralarda yürürken hars hars vuran dalgalardan kaçmak, ustalık gerektirir.
Rüzgalıdır, insanın ayaklarını birbirine dolaştırır. Yazın serin serin çok iyi gelir ama kışın minibüslerin kapıları dahi bağlanmazsa uçar. Pıyykk diye döne döne havada uçan kedi görmüşlüğüm vardır. Sayısız berem ve atkım bu rüzgarda heba olmuştur.
Bandırma'da "çarşıya gidiyorum" denmez, "aşağı iniyorum" denir. Çünkü çarşısı çukurda olmak üzere dağ eteğine kurulmuş bir şehirdir. Dudak uçuklatan diklikte bayırlar bulunabilir. Karda buzda dikkatli olunmalıdır.
Bandırma benim şimdi gitsem kırıntısını bulamayacağım çocukluğumdur. Yaşasın on buçuk, her daim!
hediye eden tarafından okunmadıysa bir kıymeti yoktur. amaç kitaba sahip olmak değil, bir şey paylaşmaktır.
Jul vern ay'a yolculuk'u yazdığında henüz ay'a gidilmemişti. Şaşırtıcı ölçüde bilimin önünü açan bilimkurgu yazarıdır. Zamanında herkesin merak ettiği, cevap bulamadığı sorulara onun hep cevabı vardı. Denizler altında 20 bin fersah'ta, arzın merkezine yolculuk'ta hep, ulan olabilir mi acaba böyle böyle bir şey, diye düşündürmüştür. Babasının bir yere gitmesine izin vermediğini, onun da hayalinde yolculuklar yaptığını okumuştum. Çocukken bütün kitaplarını yutarcasına okuduğum, kâh yelken açıp yüzdüren(15 yaşında bir kaptan), kâh balona bindirip uçuran(balonla 5 hafta), müthiş yazar. 80 günde devri alem kitabının Jackie Chan'in paspartu rolünde oynadığı hoş bir filmi de vardır.
Ahmet şık tarafından söyledikten sonra hakimin mahkeme salonundakileri "niye alkışlıyorsunuz" diye susturduğu ifadedir.
Savaşların en masumu. yastıkla rakibe vurularak kakara kikiri yapılan, eğlence amaçlı, illa ki bir vazo, biblo devrilmesi ve çıkan şangırtı akabinde annenin odaya baskın yapması ile son bulan savaştır. Kardeşlerle ve kuzenlerle daha sık yapılır. Asla filmlerdeki gibi yastıkların tüyleri uçuşmaz çünkü biz çocukken bunların içine tüy değil sünger parçaları ve yün konulurdu. Bu yünler güneşlenmeye çıkarılıp da annemiz, ananemiz yastık yumuşak olsun diye diderken onlara salça olup bunları birbirimize atmak daha büyük bir eğlence idi. günümüzde ise yine kuş tüyleri uçuşmaz çünkü elyaf yastık çok daha kullanışlıdır.
yalnızca güzel diye salak bir kadının triplerini çekmek zorunda değilsiniz. Yazık yav.
"milletin derdi ben olmuşum, demek ki zamanında iyi koymuşum." /uzun çubuk 😂
(okuyanlardan özür dilerim, direk bu aklıma geldi)
(okuyanlardan özür dilerim, direk bu aklıma geldi)
Yazarının seriyi yazmadan önce evsiz olduğu ve bu seri ile köşeyi döndüğü, 'acaba ben de mi fantastik çocuk kitabı yazsam lan' dedirten fantastik çocuk kitabı serisidir. Müthiş bir hayal gücünün ürünü apayrı müthiş bir evrendir. İlk üçünün kitabını okuyup sonra seriyi izlediğimde filmlerinde -hep olduğu gibi- kitaba göre pek çok eksik bulunduğunu gözlemlediğim ama filmleri özellikle karakterlerin devamlılığı açısından çok nitelikli olduğundan kitapların devamını okumaya üşendiğim seridir. Bi ara oyunu da yapılmış, pek tutmamıştır. Rowling, hikâyede ron'u öldürmeyi ciddi ciddi düşündüğünü bir röportajında beyan etmiştir. Ama sürpriz sonu ile kalıpları yıktığı için de kendisine ayrı bir hayranlık duyarım.
Biz de isterdik, bi "alehomoraa" deyince kapılar açılsın ama kaç sihirli değnek kırıldı minnoş gönlümüzde be harry!
Biz de isterdik, bi "alehomoraa" deyince kapılar açılsın ama kaç sihirli değnek kırıldı minnoş gönlümüzde be harry!
demir demirkan'ın bu isimle bir şarkısı vardır.
Vurdum ben bu dünyanın dibineeeeeeee!
Vurdum ben bu dünyanın dibineeeeeeee!
Her sene Ağustos ayının ortalarında meydana gelen meteor yağmurudur. Ülkemizden çıplak gözle görülebilir. dakikada 90 civarı gök taşının atmosferde yanmasıyla ortaya çıkacak bir görsel ve göksel şölendir. Şimdiden ışık kirliliğinden uzak alanları kollamak gereklidir. Geçen sene 8-9 ağustos'a denk gelmişti, bu sene ise bu tarihler 12-13 Ağustos geceleridir. Sevgili sözlük ahalisi, hepimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım!