ırkçılık

sadeceturk
Türk ırkçılığı sanıldığı aksine nazi ırkçılığı veya italya faşizmi gibi olmamalıdır. aynı zamanda ırkçılık da faşizmle karıştırılmamlıdır evet faşizmin içinde ırkçılık vardır fakat ırkçılık faşizm değildir gördüğüm bir çok giri de faşizmi tanımlayarak ırkçılıkmış gibi gösterip bol keseden sallamalar olmuş. öncelikle ırkçılık nedir ? bunu atsız beğ'in bir sözüyle açıklamak çok doğru olacaktır:"Irkçılık bir takım şarlatan maskaraların ileri sürdüğü gibi kafa ölçmek, kan tahlil etmek, yedi ata saymakla ilgili değildir. Irkçılık kan ve ırka dayanmakla beraber Türklük şuurunda olmak, yabancı bir ırkın şuuruna sahip çıkmamak davasıdır." ATSIZ. evet arkadaşlar şuan ülkemizde bulunan ergen ırkçılığını sebep göstererek genel olarak ırkçılığı kötülemek deli saçmasından başka hiçbir şey değildir. ırkçılığı çocukluğumuzdan beri bir canavar gibi gösterilmesi bu denli kötü fikirlerin oluşumunda etkilidir bence. ırk kelimesini kullanan kişilere gerici gibi bakmak gericiliğin ta kendisidir. atatürk'ün medeni bilgiler kitaplarını okuyan ordaki ifadeleri görünce ne diyecekler çok merak ediyorum. şu atatürk sözünü de buraya eklemek isterim "efendiler, bu vesile ile muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki: sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevheri aslîyi, çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an feragat etmesin!" aynı zamanda nejdet sançar'ın mükemmel savunmasında ki şu sözleri de buraya eklemek isterim "Yurdumu ve ırkımı seviyorum, onun içindir ki Türk ırkçısıyım.Bu sevginin manasını anlamayanlara sözüm yok." son olarak eklemek istediğim birkaç şey vardır ki gerçek bir türk ırkçısı türk olmayan ırklara ölüm dilemez başka ırklara olur olmadık yere küfür etmez ırkçılık başka ırklara küfür etmekle değil kendi ırkını tanımak korumak ve yüceltmekle olur. şimdi bu kadar yazdıklarım belki son cümelsi yüzünden çöpe gidecektir belki yayınlanmayacaktır ama ben takdir almak yahut ona buna yaranmak için bunları yazmadım kendimi beğendirmek için eğilip bükülerek yazı da yazmam şimdi son sözümü gururla söylüyorum."TÜRK IRKÇISIYIM"
2
pohyiyen
birkaç yıl önce ekşi sözlükteki yine ırkçılıkla alakalı bir başlıkta azınlık etnik gruplara mensup kişilerin yaptığı zorbalıklardan dert yakınan bir kişiye ayarı verdiğini zanneden hümanistin cevabı şuydu: sırf savunma mekanizması farklı diye bir ırka mensup kişiden nefret etme hakkını kendinde gören geri zekalılar var falan gibi bir şeydi.

bende şunu düşünmüştüm peki zorbalığa maruz kalan kişinin bir etnik gruptan nefret edip onlara karşı ön yargılı olması da bir savunma mekanizması olamaz mıydı?
küçükken mahallemdeki çingenelerden ve kürtlerden çok zorbalıklar görmüştüm. sırf zevk için veya cebindeki üç beş kuruşu gasp edebilmek için mahallemdeki beyaz çocukları(kürt veya çingene olmayanlar) öldüresiye dövdüklerine çokça şahit oldum. ben de bu zorbalıklardan nasibimi almıştım tabii. bunlar asla bir kişi kavgaya gir(e)mezdi. en az 6-7 kişi dolaşırlardı her zaman. bu zorbalıklar lisenin son yıllarına kadar devam etti. bu yüzden de içimde büyük bir ön yargı ve nefret oluşmuştu. kürtlere olan ön yargım kısa sürede kayboldu. çünkü iyiliklerini de görmüştüm ve daha sonradan tanıştıp arkadaş olduğum kürtlerle zorbalıklarına maruz kaldığım kişilerin hiçbir alakası yoktu. sanırım bu da benim şanssızlığım. sadece bir grubu referans alarak tüm ırkı yargılayamayız değil mi? ama çingenelere karşı olan ön yargım hiçbir zaman yok olmadı. 16-17 yaşlarımdayken resmen bir neo-nazi gibiydim. bir keresinde de bu çingenelerin sataşmalarından cinnet getirip bunların evini taşlayıp bağırmıştım: "anasını siktiğimin çocukları size yaşama hakkı verenin anasını avradını s*keyim" ve "hitler sizi fırında yakmakla en iyisini yapmış" falan diye.

ama şimdi böyle düşünüyor muyum?

HAYIR!

Ama yinede ön yargılarım var! Bunu da mazur görün. Durumumu anlatan en güzel film sanırım American history x. o filmde de beyaz çocukların ırkçı çetelere katılma sebebi olarak meksikalı ve zenci çetelerden sürekli dayak yemeleri gösteriliyordu.

"Hiç kimse, doğuştan, başka bir insanın ten rengi, geçmişi ya da dini yüzünden ondan nefret etmez. İnsanların nefreti öğrenmesi gerekir. Ve eğer, onlara nefret öğretiliyorsa, sevgi de öğretilebilir." Nelson Mandela
demhatcelik
Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının Türkiye'yi yönetme konusunda, başa geldiği günden beri korktuğu en temel iki dinamik var. Bunlardan biri Kürtler, diğeri kadınlardır. Kürtlere karşı yaşadığı korku ve Kürtlere yaptıkları çokça gündemdedir. Ancak kadına karşı yaşadığı korku ve gerçekleştirdiği kadın kırımcı politikalar, yeterince gündemleşmemektedir.

Kadın kırımı ya da kadın katliamı gibi kavramlar, sadece kadınların bedenen öldürüldüğü olaylarla sınırlı ele alınacak kavramlar değildir. Faşizmin pompaladığı şiddet atmosferi içinde, kadınların bedenen de öldürüldüğü olayların neredeyse haddi hesabı yoktur. Her gün bedenen yaşanan bir-iki kadın cinayeti basına yansıyor. Tabi yansımayanlar yansıyanlardan daha çoktur. Ancak bir de kendini örgütlü ve görünür kıldığı için, bedenen ortadan kaldıramadıkları kadınlar var. Faşizme karşı büyük bir cesaretle mücadele eden, direnen kadınlar var. Bedenen ortadan kaldıramasa da; gözaltına alarak, işkencelerden geçirerek, zindanlara kapatarak, siyasetten men ederek, cezalandırıp toplumun dışına iterek, büyük bir katliamdan geçirmeye çalıştığı politik ve örgütlü kadınlar var. Faşizmin, kadınlara karşı bu tür saldırılarını da kadın kırımı veya kadın katliamı kapsamında değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Erdoğan ve AKP'sinin kadın özgürlüğüne karşı yürüttüğü büyük bir özel ve psikolojik savaş var. Geliştirdiği özel ve psikolojik savaş bombardımanı, Kürt Kadın Hareketinin Türkiye kadınlarıyla beraber yıllarca bin bir çaba vererek, yükseltmek istediği kadın özgürlük düzeyini hedefliyor. Erkeğin kadınlığa üstünlüğünü fıtrata bağlayarak, güçlü erkeklik-zayıf kadınlık algılarını tazelemeye ve kadınların bu “kadere” yeniden razı olmasını sağlamaya çalışıyor. Çünkü kadınların mesafe aldığı en önemli konuların başında, “kadercilik” geliyor. Binlerce yıldan beri inandırıldıkları kadercilik anlayışı, kadınların gözünü kulağını hayata kapatmasına ve her türlü köleliğe boyun eğmesine neden oluyordu. Başta siyaset olmak üzere savunmadan ekonomiye, yargıdan diplomasiye, bilimden felsefeye kadar erkeğin tekelinde görülen ve adeta kadına yasaklanmış alanlar vardı.

Son kırk yılda, Kürt Kadın Hareketi öncülüğünde kadınlar, erkeğin tekelinde görülen tüm bu alanlara girerek, egemen erkeğin bu konudaki koca yalanlarını açığa çıkardı. Kürdistan ve Türkiye'de kadının da erkeğin de hakikatini ortaya çıkararak, kadına değişmez “kader” olarak kabul ettirilmiş kölelik zincirlerini, büyük oranda parçaladı. Kadınlar, mahkum edildikleri “kader” zincirini kopardıkça, oluşmuş erkek tekellerini de teker teker parçalamaya başladılar. Özellikle askeri ve siyasi alanlar, binlerce yıldan beri oluşmuş erkek tekellerinin başında gelmekteydi. Yıllarca Kürdistan dağlarında varlık savaşı veren kadın gerilla güçleri, askeri alanda oturmuş erkek tekelini kısa zamanda paramparça ettiler. Bu gelişme yansımasını; Kobanê, Minbic ve Rakka zaferlerinin altına atılan kadın imzalarında buldu. Siyasi alandaki erkek tekeli de benzer bir parçalanmayı yaşadı. Legal siyasete yansıması çok güçlü oldu. 90'lı yılların DEP döneminde, Xuşka Leyla'nın şahsında sembolleşti. Bu gün parlamentoda hem nitel hem de nicel olarak en büyük temsiliyete sahip olan HDP Kadın Meclisine dönüştü.

Göründüğü kadarıyla içinde; Türkiye feminist hareketinden, Türkiye sol sosyalist hareketten, Kürt Kadın Hareketinden, Alevi ve Êzidi hareketlerinden, Arap Asuri ve Ermeni kadınlarından milletvekili, belediye eş başkanları ve meclis üyeleri bulunuyor. Parti eş genel başkanlığından il ve ilçe teşkilatlarına kadar, belediye eşbaşkanlıklarından muhtarlıklara kadar, yöneticiliğin her kademesine katılmaktadırlar. Üstelik öyle sadece “vitrine koyalım da biraz demokrat görünelim” seviyesinde görünmüyor. Ya da “biraz çalıştıralım, oyları yükseltelim” gibi kadını araçsallaştıran ve sömüren bir anlayışın oldukça dışında, demokratikleşme kültürü içinde gelişiyor. Demokratik siyasetin içine giren kadınların her biri, faşizmin en acımasız işkence ve soykırımlarına karşı büyük direnişlerin içinden geçerek güçlenmiş ve irade kazanmış kadınlardır. Kendini adeta küllerinden yeniden yaratmış ve artık erkeğe hiçbir konuda papuç bırakmayacak kadınlardır. Dolayısıyla binlerce yıldan beri siyaset alanındaki erkek tekelleşmesini de paramparça etmiş ve katılımlarıyla bu alanı demokratikleştirmiş kadınlardır. Basın medya alanının erkek tekelinden çıkarılıp özgürleştirilmesi konusunda da durum böyledir.

Gurbetelli Ersözlerin, Deniz Fırat ve Nujîyan Erhanların öncülüğünde korkusuz, boyun eğmeyen, başı dik bir özgür basıncılık geleneğini geliştirdiler. Dolayısıyla Erdoğan liderliğindeki AKP-MHP faşizminin geliştirdiği soykırım operasyonlarında, en çok kadınlara saldırması sadece bir rastlantı değildir. Figen Yüksekdağları, Aysel Tuğluk ve Gültan Kışanakları, arkadaşlarıyla beraber can havliyle zindanlara kapatmış olmaları, sıradan bir durum değildir. En son özgür basına yapılan soykırım operasyonunda bile tutuklayıp zindana koydukları Kibriye, Semiha ve arkadaşlarının tutuklanmasını da normal görmek mümkün değildir. Bu saldırılar, faşist iktidarın, özgürlük yolunda mesafe alan kadınlara karşı yaşadığı korkunun düzeyini gösteriyor.

AKP'nin cinsiyetçi politikalarını belirleyen, şu anda “erk-ek” kral rolüne soyunmuş Erdoğan'dır. Hani “erk-ek” kraldır ya artık, Kadınlar adına her türlü karar verme yetkisini kendi kendine tanıdığı gibi, her kesin yerine de ayrıca her konuda karar verebiliyor. Kendinden menkul, bilim dışı tespitlerde bulunarak, fıtrat felsefesine sığınıyor ve Türkiye toplumunun kafasındaki kadın algısını yeniden “kölelik” sınırlarına çekiyor. Doğrusunu isterseniz, Türkiye toplumunun eskiden kalma sosyolojik, psikolojik ve inançsal yapısı da, buna biraz uygun zemin sunuyor. Yönlendirilmeye açık toplumsal bünyeyi, kullanabileceği kadar kullanmaya çalışıyor. Kadına verdiği biçimle adeta ideolojik birer simge haline getiriyor. Doğuracağı çocuk sayısından, kamusal alanda amaçlayacağı kariyer derecesine varıncaya kadar, her şeyine karışıyor. Ona danışmanlık yapan bazı kadınlar da, “mutfakta bulaşık yıkarken zihnim açılıyor” demekten geri kalmıyor.

Hal böyle olunca, Türkiyeli kadınların hacimsel olarak büyük bir kısmını, kadın hareketinden adeta çalıyor. Kendi ideolojik politik ufkuna hapsediyor. Tüm bunları; özgürlük yolunda mesafe almış kadınları, resmi hapishanelere doldurarak mümkün hale getiriyor. Türkiye ve Kürdistan'da yaşayan bütün kadınların birleşerek, faşizmin bu kadın kırımına, kadın katliamına artık DUR demesi gerekiyor.
yazarimsi
Irkçılık denince insanların aklına neden kafatası ölçmek, kendi ırkından olmayan herkesin ölmesini istemek gibi şeyler geliyor anlamış değilim. Bana göre ırkçılık şudur:

türk ırkının bilim, sanat, ekonomi, askeri vs akla gelebilecek tüm alanlarda diğer ırkların önüne geçmesi için çalışmak. tarihteki başarılarımızla övünmek ve onlardan ders çıkarmak. gelecek nesillere övünebilecekleri yeni başarılar bırakmaktır. Elbette kendi ırkımın çıkarlarını daha fazla önemserim bu doğaldır.

Asıl bütün insanları eşit görmek saçmalıktır. Bir insan neden kendini bir Arapla bir görür de kendini aşağılar?

Bir insanın dili Türk fikri türk olduktan sonra o insan benim için türk'tür. Ayrıca burada ırkçılık hastalıktır falan diyenlerin çoğu Atatürkçü geçiniyordur buna eminim. Atatürk'ün Türk ırkını yücelten onlarca sözü vardır. Ziya Gökalp'i fikir babası olarak görür. Atatürk Türkçüdür (birilerine kabullenmesi zor gelebilir)
3
deist imam
Grup bandista'nın bu konu üzerine çok güzel bir şarkısı var. Beton millet sakarya. Hatta sözlerini de paylaşayım.

Ne kadar milliyetçi o kadar kapitalist
Muktedir sorgulanmaz “vatan hainisiniz”
Yurt vatan devlet için lazım ise cesetler
Toprağım bütün dünya halkımdır nev-i beşer

Bir kez ikna olunca milliyetçilik harcı
Farklı olana sözü “defol git pis yabancı”
Mozaikten haz etmez de mermer bile yunanca
Lakin her dilde faşizm “beton millet sakarya”

Leşker doğan her millet leş kargaları gibi
Gagalar kendisini taptığı bir cesetti
Harcı kan ile karılmış kumu denizden çalınmış
Yalan yanlış bir planla üzerimize kurulmuş

Dayanmaz ki bu sütunlar patlarsa o zelzele
Dayanmasın a yoldaşlar asılın kirişleri
Sol yanımda sınırsızca enternasyonal dünya
Sağ yanımda kaim duran beton, millet, sakarya

Çatla beton millet sakarya
Laf-ü güzaf hepsi fasarya
Çatla betooon
pencere
fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeyecek tek düşünce sistemi olmalıdır.

demokrasileri en ileri düzeyde gelişmiş ülkelerde de asla böyle değerlendirilemez. nefret suçu kapsamında ele alınır ve çok ağır ceza yaptırımları vardır.
pencere
Artık facebook'da falan falan aşırı klişeleşmiş bir cümle olsa da bukowski'nin "çingenelerle orospuları çok severim. Biri milliyetçilik, diğeri namusluluk edebiyatı yapmaZ" sözüne iman etmemek mümkün değil. Kendimi çingenelerle bir tutmak ne demek? Zaten biyolojik ve yasal olarak birim. Aksini iddia etmek ruh hastası olmak demek. Dünya nufusunun 4'te üçü kendisini çingenelerle bir tutmuyorsa dünyanın dörtte 3'ünün tedaviye ihtiyacı vardır.

Tanım: ruhsal trawmaların en ağırıdır. Bazen de bilinçli kötülüklerin en korkuncu.
franz
Bi tanesi yapıyor alenen şu an sözlükte.

Siktir git öfkeni başka yerde dök deli etme insanı.

Türk-kürt bu ülkenin evladı herkes. Adam gibi dur.
2
jakoben
bedelli yapan götü yumuşakların (benim gibi) koğuş kapısında gece gündüz nöbet tutan uzun dönem kürt çocuklarını görmezden gelerek gönül verdiği ''şey''
lux
hastalıktır. hastalık olmasından daha fenası bulaşıcı olmasıdır.

özellikle 14-15 yaşlarında ilk belirtilerini gösterir bu hastalık. yeni bir ortama giren ergenlerimiz kabul görmek ve popülerlik açısından dönemin en korkunç düşüncesini sahiplenme gafletinde bulunurlar. bu gafletin adı da tahmin edeceğiniz üzere "milliyetçilik".
bozkurt işaretleri, tengri bizi menenler, k*rt esprileri, ermeni dölü vb. bir sürü saçmalıkla bilhassa sosyal medyada kendilerine yer edinirler.

biraz aklı başında olanlar, ilerleyen yaşlarda bu hastalıktan kurtulabilirler. ancak üzülerek söylüyorum ki bu hastaların büyük çoğunluğunda kalıcı hasar oluşur. onlar için artık çok geçtir. düzeltilemezler, eğitilemezler. bunlarla başa çıkmanın tek yolu hastalıklarını masum insanlara bulaştırmamalarını sağlamaktır.

bu hastalıklı bireylerin yaşama hakkı yok aslında ama ben o kadar gaddar bir insan değilim. bir hücrede çürümeleri benim için kafi.
2 /