confessions

demhatcelik

Yazar  · 28 Ağustos 2017 Pazartesi

  1. toplam giri 5
  2. takipçi 2
  3. puan 398

kürdistan

demhatcelik
AKP-MHP faşist iktidarı baskı, zulüm ve tutuklamalarla Kürtlere karşı bir soykırım politikası uygulamaktadır. Artık yapılan gözaltı ve tutuklamalara siyasi soykırımdan başka bir ifade kullanmak gerçeği gizlemek, tutuklamaları hafifletmek ve sıradanlaştırmak olur. Bu nedenle bu tutuklamalar kelimenin tam anlamıyla siyasi soykırımdır. Dünyanın hiçbir yerinde bu düzeyde keyfi tutuklama olmamıştır. Açıkça kafalarınızdaki Kürtler için özgürlük isteme düşüncelerini atacaksınız, diyorlar. Kürtler için özgür ve demokratik yaşam istemek suçtur. Bu, Kürtlüğünüzden vazgeçeceksiniz anlamına gelmektedir. Bu faşist iktidarın Kürtlük adına bir şeyler talep eden hiçbir Kürt'e tahammülü yoktur. Dünyanın başka bölgelerindeki ölçülerde işbirlikçilere bile tahammülü yoktur. Kürtlük adına her türlü siyasi düşünceye yönelik soykırım politikası yürütüyor. Kuşkusuz şu anda güçlü olan ve soykırım politikası önünde engel olanları hedefliyor. Yoksa Kürtlük adına siyaset yapan hiçbir şeyi kabul etmiyor. Bazı kendini kandıranların söylediği gibi AKP-MHP faşizmi Kürt siyasetini dizayn ederek kendine göre bir çözüm yaratmak istemiyor. Böyle düşünenler soykırımcı Türk devlet gerçeğini ve AKP iktidarını anlamayanlardır; Kürt bilincini bulanıklaştırmak isteyenlerdir. Bu tür düşünceler ve söylemler Kürtlerin direnişini ve duyarlılığını zayıflatmaktadırlar.

Şu anda siyasi soykırım planlı biçimde sürdürülmektedir. Bu tutuklamalar ne polisin ne savcıların işidir. Saray gladyosu MİT'le birlikte planlıyor, talimat veriyor, savcılar uyguluyor. Bu uygulamalar faşist darbe döneminde gerçekleşen tutuklamaları katbekat aşmıştır. 12 Eylül'de de Kürt siyasi hareketlerine yönelik bir kök kazıma vardı. Önceden esas olarak örgütlerle ilişkisi olanlara yönelik siyasi kök kazıma yapılırdı. Şimdi Kürt toplumunun çoğunluğunda siyasi bir bilinç geliştiğinden tutuklamalar yani siyasi soykırım Kürt toplumuna yöneliktir. Ancak fiziki ve kültürel soykırım amacı olanlar böyle bir uygulama yaparlar. Bu açıdan şu anda Kürtlere yönelik uygulamalar ve tutuklamalar dünyanın herhangi bir ülkesinde yapılan baskılar ve uygulamalar değildir. Kürt halkının varlığını ortadan kaldırmaya yönelik siyasi soykırım yapılmaktadır. Bu tutuklamaların bir amacı da siyasi düşünceye sahip Kürtleri ülkelerinden kaçırtmaktır. Bu da siyasi soykırımın başka bir yöntemi olmaktadır.

Tutuklamaların önemli bir bölümü de basına yöneliktir. Özellikle bu iktidarın Kürt politikasına muhalif basın ortadan kaldırılmak isteniyor. Basına da Kürtlükle ilgili sorunları dile getirmeyi bırakacaksınız yoksa sizi yaşatmayız, diyorlar. Baskı ve tutuklamaların amacı kesinlikle böyledir. Basına en büyük düşmanlığı yapanlar şimdi Suudili gazeteciyi gündemleştirerek kendi gerçeklerini gizlemek istiyorlar. Tayyip Erdoğan onlar gazeteci değil, teröristtir, diyerek baskı ve tutuklamalarını meşrulaştırıyordu. Aynı kafa öldürmeyi de meşru görür. Türkiye tarihinde onlarca gazetecinin katledildiği bilinmektedir. AKP kafası 1990'lı yıllarda öldürülüyordu, biz şimdi öldürmüyoruz, tutukluyoruz buna şükredin kafasıdır. Kaldı ki, AKP iktidarı döneminde binlerce insan öldürülmüştür. Eğer Suudili gazeteci öldürülmüşse; AKP kafası nedeniyle öldürülmüştür. Suudili gazeteci kaybolunca dünyada gündem oldu. ABD'den Avrupa'ya kadar birçok yerden tepki geldi. Yüzlerce Kürt gazeteci gözaltına alınıp tutuklanırken bu kadar tepki göstermemesi Kürtlere yönelik siyasi yaklaşımın dışavurumu olmaktadır.

AKP iktidarı siyasi soykırımı neden bu kadar alenen yapıyor? Neden gazetecileri tutukluyor? Kürt basınına uygulanan da Kürtler üzerinde uygulanan soykırımla bağlantılıdır. Almanya Başbakanı Merkel, Tayyip Erdoğan'ı kırmızı halılarda ağırlarsa, İngiltere hükümeti faşist bakanları ağırlarsa, ABD İdlib'de Türkiye'ye destek verirse Tayyip Erdoğan da siyasi soykırım saldırılarını artırır. Şu anda yapılan tutuklamalar Almanya hükümetinin desteğiyle sağlanan tutuklamalardır. Almanya ve bazı Avrupa ülkeleri kendi çıkarları gereği AKP faşizmine onay vermişlerdir. Bu faşizmi yaşatan bu ülkelerdir. Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı işlenen suçların ortağıdırlar. Mücadele her zaman maskeleri düşürür. Kürtler de mücadeleleriyle dünyadaki maskeleri bir bir aşağı indirmektedirler. Kürt direnişi karşısında hiçbir güç kendini gizleyemiyor.

AKP'nin karakterinin ne olduğunu 10 Ekim katliamında da açıkça görebiliriz. Bu katliamı Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan yaptırmıştır. Kürt halkının özgürlük mücadelesine yönelik yakınlaşmalar ortadan kaldırılmak için bu saldırı yapılmıştır. Suruç katliamı da bu amaçla gerçekleştirilmiştir. Kimler Kürt siyasetiyle yakınlaşmışsa onların üzerine gidilmiştir. Zaten kim AKP-MHP faşizminin baskısına maruz kalmak istemiyorsa Kürtlerden uzak durmaktadır. Ankara Gar'ı katliamı Türkiyeli demokrasi güçlerini Kürtlerden uzak tutmak için yapılmıştır. Bunun için en kanlı yöntem kullanılmıştır. Bu DAİŞ saldırısı değildir. Yeni Türkiye'ye karşı soykırımcı sömürgeci Türkiye'nin saldırısıdır. Kürt Halk Önderi'nin demokratik ulus anlayışına dayalı Demokratik Türkiye zihniyetine yapılmış bir saldırıdır. Bu açıdan Kürtler ve Türkiye halkları bu şehitleri en yüksek düzeyde sahiplenmeli, onların özlemleri doğrultusunda mücadele etmelidir. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunu çözümü bu zihniyette ve bu doğrultuda verilen mücadeleden geçmektedir. Türkiye ve Kürdistan'da sokaklar ve mahalleler örgütlü direniş alanları haline getirilirse bu faşizmin sonu yakınlaştırılır. AKP-MHP faşizmi her bakımdan zayıf konumdadır. Varlığını örgütlü toplum ve mücadelesinin zayıflığıyla sürdürmektedir.

10 Ekim Ankara Gar yürüyüşüne katılanlar şahsında AKP kendi iktidarının sonunu gördü. Bu açıdan Türkiye ve Kürdistan'da 10 Ekim ruhuyla örgütlenip mücadele edilirse korkuları başlarına gelir.

kürdistan

demhatcelik
Artan faşist baskı ve saldırıların çok önemli bir amacı da yaklaşan yerel seçimler olmaktadır. Saldırıların esas olarak HDP'yi ve onunla ilişki ve ittifak içinde olan kesimleri hedeflemesi, esas nedenin yerel seçimler olma olasılığını güçlendirmektedir.

Mevcut haliyle AKP-MHP iktidarının ekonomi politikası “Kazanla al, kaşıkla geri ver” haline gelmiş durumdadır. Bu biçimde güya halka bir şeyler veriliyor olunmakta ve halkın buna sevinmesi istenmektedir. Bilindiği gibi, buna “Bio-iktidar” denilmektedir. Özü ise, bireyi ve toplumu yoksullaştırarak satın almaya dayanmaktadır. Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü, yaşadığı derin ekonomik krizi bu tür yöntemlerle aşmaya çalışmaktadır.

Tabi faşist diktatörlüğün krizi aşma çabası sadece ekonomik alanla sınırlı da değildir. Faşist özel savaşı tüm boyutlarda olabildiğince tırmandırmaktadır. Söz konusu boyutların yedi tane olduğunu, 13 Nisan 2009 tarihinde yaptığı okul kapanış konuşmasında dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ifade etmişti. Her ne kadar bir dönem belli bir çelişki ve çatışma yaşasa da, Tayyip Erdoğan Yönetimi İlker Başbuğ'un bu teori ve planını esas alıp uygulamaya koymuştu.

Örneğin bu teoriye göre, faşist diktatörlüğü ayakta tutmak için kullanılacak özel savaşın temel bir boyutu psikolojik savaştır. Dikkat edilirse, tamamen hile ve yalana dayalı psikolojik savaşı AKP-MHP faşist diktatörlüğü çok etkili bir biçimde kullanmaktadır. Halk içinde derler ya, gerçekten de yüzü kızarmadan peş peşe yalan söyleyebilmektedir. Bir anda yeni bir şey uydurarak var olan gündemi değiştirebilmektedir. Bu konuda Kürt düşmanlığına dayanan şoven milliyetçilik her türlü veriyi sunmaktadır.

Özel savaşın bir başka boyutunun baskı, zulüm ve terör uygulamasını sürekli tırmandırmak olduğu bilinmektedir. Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünü zulüm uygulamasında hiçbir hukuk ve ahlâk kuralı durduramamaktadır. Halk içinde yıkılması istenen bir iktidar için derler ya, zulmün artsın diye; AKP-MHP faşist diktatörlüğü işte bu düzeye ulaşmış durumdadır. Ekonomik alandaki bio-iktidar, siyasi alanda soykırım operasyonlarıyla ve askeri alanda da Efrîn'den Bradost'a kadar sınır dışına çıkartılan işgal savaşlarıyla sürdürülmektedir.

Tayyip Erdoğan Yönetimi 14 Nisan 2009 tarihinde başlattığı siyasi soykırım operasyonlarını özellikle son günlerde doludizgin yürütmektedir. Bir yandan Kürdistan'ın Bakur, Başûr ve Rojava parçalarında askeri saldırıları en üst sınıra tırmandırırken, diğer yandan siyasi soykırım operasyonlarını da günün yirmi dört saatinde yürütür hale gelmiştir. Esas olarak demokratik Kürt siyasetini hedefleyen bu operasyonlar, aynı zamanda Kürtlerle ilişkilenen herkesi de hedeflemektedir. Adeta Kürtlere merhaba diyen herkes, Tayyip Erdoğan'ın ihbarı ve emri ile zindanı boylamaktadır. Bu temelde Kürt halkı ve Kürt siyaseti yalnızlaştırılmak istenmektedir.

Kuşkusuz AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yoğunlaştırdığı bu saldırıların birçok nedeni ve amacı vardır. Örneğin tam bir çöküş sürecinde olması bu saldırıların en temel bir nedenidir. Söz konusu faşist terör ve saldırılarla Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü ayakta kalmaya ve ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Yoksa gerçekten de ayakta kalma şansı yoktur. Osmanlı'nın son yönetimi olan İttihat ve Terakki'nin 600 yıllık imparatorluğu çöküşe götürmesi gibi, TC'nin son yönetimi olan AKP-MHP faşist diktatörlüğü de yüz yıllık cumhuriyeti çöküşe götürmektedir.

Çok açık ki, artan faşist baskı ve saldırıların çok önemli bir amacı da yaklaşan yerel seçimler olmaktadır. Saldırıların esas olarak HDP'yi ve onunla ilişki ve ittifak içinde olan kesimleri hedeflemesi, esas nedenin yerel seçimler olma olasılığını güçlendirmektedir. Daha resmi olarak seçim sürecine girmeden HDP'nin tüm aktif çalışanları tutuklanıp zindanlara konarak, yerel seçimleri HDP'nin kazanması engellenmek, yerine AKP adaylarının kazanmasının önü açılmak istenmektedir. Dahası bütün bunlara rağmen, yine de kazanan HDP adayları olursa, onların da görevden alınarak yerlerine “Kayyum atanacağını” bizzat Tayyip Erdoğan açıklamış bulunmaktadır.

Kuşkusuz bu açıklama iki bakımdan önemlidir ve ciddiye alınmayı gerektirir. Birincisi, zaten yüzündeki tüm maskeler düşürülmüş olsa da, yine de Tayyip Erdoğan Yönetiminin karakterini çıplak bir biçimde ortaya koymasıdır. Meydanlarda “Milletin üzerinde başka bir irade olamaz” diye bas bas bağırarak iktidara gelen Tayyip Erdoğan'ın, “Millet iradesinden anladığı” işte bu olmaktadır. Çok açık ki, Tayyip Erdoğan'a oy verenler millettir ve milli iradeyi temsil etmektedir, onun dışındakilere, örneğin HDP'ye verilen oylar ise milletin ve milli iradenin dışındadır! Dahası Tayyip Erdoğan'a göre onlar “Yerli ve milli değildir ve de teröristtir”! Zaten bütün faşist diktatörlüklerin zihniyeti ve siyaseti böyledir.

İkincisi ise, bu tür açıklamalar ve saldırılar karşısında doğru demokratik siyasetin ve tutumun ne olması gerektiği hususudur. Öncelikle söz konusu açıklama HDP tabanını korkutmaya ve ürkütmeye, böylece HDP'ye oy vermekten caydırmaya yöneliktir. En azından “Zaten seçeceğim belediye başkanı görevden alınacak, o halde oy kullanmaya ne gerek var” algısı yaratarak, HDP seçmeninin sandığa gitmesini engellemeyi amaçlamaktadır. Diğer yandan, gerçekten de seçim sonrası AKP-MHP faşist diktatörlüğü HDP'li seçilmiş belediye eşbaşkanlarını görevden alabilir. Nitekim bundan önce seçilmiş olanları görevden atmış ve “Kayyum” adıyla belediyeleri gasp etmiştir. Bu bakımdan söz konusu açıklama ciddidir ve bu durum bilinerek tutum geliştirmek gerekir.

O halde faşist reis Tayyip Erdoğan'ın söz konusu açıklamaları ve tehditleri karşısında doğru demokratik ve yurtsever tutum ne olmalıdır? Şimdi işte bu soruya herkesin net ve kesin cevap vermesi, ortada farklı anlamlara gelecek herhangi bir muğlaklığın kalmaması gerekir. Çünkü muğlaklık ve tartışmalı durum da AKP-MHP faşist diktatörlüğüne hizmet edecektir. Zaten söz konusu açıklama ile Tayyip Erdoğan'ın bir amacı da bu olmaktadır.

Kuşkusuz öncelikle Tayyip Erdoğan'ın söz konusu açıklamasının antidemokratik ve faşist karakterini her yerde teşhir etmek gerekli ve önemlidir. Bu temelde Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün teşhirini ve tecridini geliştirmeye çalışmak gerekir. Elbette bunda herkes hemfikirdir; bir görüş ve tutum farklılığının olacağını sanmıyoruz. Ancak faşizme karşı mücadelede öncelikli ve önemli olan bu tutum, tabi ki yeterli değildir. Başka adım ve çabalarla beslenmesi gerekir.

Peki söz konusu başka adımlar neler olmalıdır? Belli ki bunlar korkmak, ürkmek, geri çekilmek veya bir uzlaşma arayışı içinde olmak olamaz. Açıklamanın temel bir amacı zaten korkutup geri çekilmeyi sağlamak ve böylece HDP seçmenini oy kullanmaktan caydırmak olduğu için, böyle davranmak doğrudan AKP-MHP faşizmine hizmet etmek olur. O durumda da AKP adayları seçileceği için, zaten kayyum bu biçimde gerçekleşmiş hale gelir. Bu nedenle, tek doğru demokratik ve yurtsever tutum, baştan itibaren en geniş demokratik birliği yaratma temelinde AKP-MHP tehditlerine karşı durmak, en üst düzeyde seçim propagandası yürüterek seçim günü sandığa gidip HDP adaylarına oy vermek olmalıdır.

Bu noktada kendine sol ve sosyalist diyen bazı çevrelerin yapmak istediği gibi, HDP'den uzak durarak, seçimde bağımsız aday gösterme veya CHP'ye yamanma da bir demokratik seçenek kesinlikle değildir. Çünkü, CHP'nin de aslında pek bir farkı yoktur. Bu durumda gerçek demokratik alternatif ortadan kalkar. Zaten faşizmin istediği de budur. Böyle bir durum, belki güncel de biraz maddi imkân yaratır; ancak faşizme karşı mücadeleyi zayıflatarak faşizmin ömrünü uzatır. Oysa faşizmi çöküşe götürecek tutum içinde olmak gerekir ki, bunun da faşizme karşı demokratik alternatifi ve mücadeleyi geliştirmek olduğu açıktır.

Bu noktada önemli bir boyut, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün “Kayyum” adıyla gerçekleştireceği gaspa karşı baştan itibaren örgütlü alternatifi yaratmaktır. Yani seçim sürecinde demokratik adaylar etrafında öyle bir halk örgütlenmesi yaratılmalıdır ki, seçimden sonra faşist yönetim “Kayyum” atasa da, halk kendi seçtiği eşbaşkanlarla kendi yerel yönetimini işletebilmelidir. “Kayyumu” dinlememeli, kendi alternatif demokratik yerel yönetimini sürdürmelidir. Kısaca AKP-MHP faşist diktatörlüğünün saldırı ve tehditlerine karşı örgütlenme ve mücadele ile kazanmayı bilmek gerekir.

ırkçılık

demhatcelik
Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının Türkiye'yi yönetme konusunda, başa geldiği günden beri korktuğu en temel iki dinamik var. Bunlardan biri Kürtler, diğeri kadınlardır. Kürtlere karşı yaşadığı korku ve Kürtlere yaptıkları çokça gündemdedir. Ancak kadına karşı yaşadığı korku ve gerçekleştirdiği kadın kırımcı politikalar, yeterince gündemleşmemektedir.

Kadın kırımı ya da kadın katliamı gibi kavramlar, sadece kadınların bedenen öldürüldüğü olaylarla sınırlı ele alınacak kavramlar değildir. Faşizmin pompaladığı şiddet atmosferi içinde, kadınların bedenen de öldürüldüğü olayların neredeyse haddi hesabı yoktur. Her gün bedenen yaşanan bir-iki kadın cinayeti basına yansıyor. Tabi yansımayanlar yansıyanlardan daha çoktur. Ancak bir de kendini örgütlü ve görünür kıldığı için, bedenen ortadan kaldıramadıkları kadınlar var. Faşizme karşı büyük bir cesaretle mücadele eden, direnen kadınlar var. Bedenen ortadan kaldıramasa da; gözaltına alarak, işkencelerden geçirerek, zindanlara kapatarak, siyasetten men ederek, cezalandırıp toplumun dışına iterek, büyük bir katliamdan geçirmeye çalıştığı politik ve örgütlü kadınlar var. Faşizmin, kadınlara karşı bu tür saldırılarını da kadın kırımı veya kadın katliamı kapsamında değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Erdoğan ve AKP'sinin kadın özgürlüğüne karşı yürüttüğü büyük bir özel ve psikolojik savaş var. Geliştirdiği özel ve psikolojik savaş bombardımanı, Kürt Kadın Hareketinin Türkiye kadınlarıyla beraber yıllarca bin bir çaba vererek, yükseltmek istediği kadın özgürlük düzeyini hedefliyor. Erkeğin kadınlığa üstünlüğünü fıtrata bağlayarak, güçlü erkeklik-zayıf kadınlık algılarını tazelemeye ve kadınların bu “kadere” yeniden razı olmasını sağlamaya çalışıyor. Çünkü kadınların mesafe aldığı en önemli konuların başında, “kadercilik” geliyor. Binlerce yıldan beri inandırıldıkları kadercilik anlayışı, kadınların gözünü kulağını hayata kapatmasına ve her türlü köleliğe boyun eğmesine neden oluyordu. Başta siyaset olmak üzere savunmadan ekonomiye, yargıdan diplomasiye, bilimden felsefeye kadar erkeğin tekelinde görülen ve adeta kadına yasaklanmış alanlar vardı.

Son kırk yılda, Kürt Kadın Hareketi öncülüğünde kadınlar, erkeğin tekelinde görülen tüm bu alanlara girerek, egemen erkeğin bu konudaki koca yalanlarını açığa çıkardı. Kürdistan ve Türkiye'de kadının da erkeğin de hakikatini ortaya çıkararak, kadına değişmez “kader” olarak kabul ettirilmiş kölelik zincirlerini, büyük oranda parçaladı. Kadınlar, mahkum edildikleri “kader” zincirini kopardıkça, oluşmuş erkek tekellerini de teker teker parçalamaya başladılar. Özellikle askeri ve siyasi alanlar, binlerce yıldan beri oluşmuş erkek tekellerinin başında gelmekteydi. Yıllarca Kürdistan dağlarında varlık savaşı veren kadın gerilla güçleri, askeri alanda oturmuş erkek tekelini kısa zamanda paramparça ettiler. Bu gelişme yansımasını; Kobanê, Minbic ve Rakka zaferlerinin altına atılan kadın imzalarında buldu. Siyasi alandaki erkek tekeli de benzer bir parçalanmayı yaşadı. Legal siyasete yansıması çok güçlü oldu. 90'lı yılların DEP döneminde, Xuşka Leyla'nın şahsında sembolleşti. Bu gün parlamentoda hem nitel hem de nicel olarak en büyük temsiliyete sahip olan HDP Kadın Meclisine dönüştü.

Göründüğü kadarıyla içinde; Türkiye feminist hareketinden, Türkiye sol sosyalist hareketten, Kürt Kadın Hareketinden, Alevi ve Êzidi hareketlerinden, Arap Asuri ve Ermeni kadınlarından milletvekili, belediye eş başkanları ve meclis üyeleri bulunuyor. Parti eş genel başkanlığından il ve ilçe teşkilatlarına kadar, belediye eşbaşkanlıklarından muhtarlıklara kadar, yöneticiliğin her kademesine katılmaktadırlar. Üstelik öyle sadece “vitrine koyalım da biraz demokrat görünelim” seviyesinde görünmüyor. Ya da “biraz çalıştıralım, oyları yükseltelim” gibi kadını araçsallaştıran ve sömüren bir anlayışın oldukça dışında, demokratikleşme kültürü içinde gelişiyor. Demokratik siyasetin içine giren kadınların her biri, faşizmin en acımasız işkence ve soykırımlarına karşı büyük direnişlerin içinden geçerek güçlenmiş ve irade kazanmış kadınlardır. Kendini adeta küllerinden yeniden yaratmış ve artık erkeğe hiçbir konuda papuç bırakmayacak kadınlardır. Dolayısıyla binlerce yıldan beri siyaset alanındaki erkek tekelleşmesini de paramparça etmiş ve katılımlarıyla bu alanı demokratikleştirmiş kadınlardır. Basın medya alanının erkek tekelinden çıkarılıp özgürleştirilmesi konusunda da durum böyledir.

Gurbetelli Ersözlerin, Deniz Fırat ve Nujîyan Erhanların öncülüğünde korkusuz, boyun eğmeyen, başı dik bir özgür basıncılık geleneğini geliştirdiler. Dolayısıyla Erdoğan liderliğindeki AKP-MHP faşizminin geliştirdiği soykırım operasyonlarında, en çok kadınlara saldırması sadece bir rastlantı değildir. Figen Yüksekdağları, Aysel Tuğluk ve Gültan Kışanakları, arkadaşlarıyla beraber can havliyle zindanlara kapatmış olmaları, sıradan bir durum değildir. En son özgür basına yapılan soykırım operasyonunda bile tutuklayıp zindana koydukları Kibriye, Semiha ve arkadaşlarının tutuklanmasını da normal görmek mümkün değildir. Bu saldırılar, faşist iktidarın, özgürlük yolunda mesafe alan kadınlara karşı yaşadığı korkunun düzeyini gösteriyor.

AKP'nin cinsiyetçi politikalarını belirleyen, şu anda “erk-ek” kral rolüne soyunmuş Erdoğan'dır. Hani “erk-ek” kraldır ya artık, Kadınlar adına her türlü karar verme yetkisini kendi kendine tanıdığı gibi, her kesin yerine de ayrıca her konuda karar verebiliyor. Kendinden menkul, bilim dışı tespitlerde bulunarak, fıtrat felsefesine sığınıyor ve Türkiye toplumunun kafasındaki kadın algısını yeniden “kölelik” sınırlarına çekiyor. Doğrusunu isterseniz, Türkiye toplumunun eskiden kalma sosyolojik, psikolojik ve inançsal yapısı da, buna biraz uygun zemin sunuyor. Yönlendirilmeye açık toplumsal bünyeyi, kullanabileceği kadar kullanmaya çalışıyor. Kadına verdiği biçimle adeta ideolojik birer simge haline getiriyor. Doğuracağı çocuk sayısından, kamusal alanda amaçlayacağı kariyer derecesine varıncaya kadar, her şeyine karışıyor. Ona danışmanlık yapan bazı kadınlar da, “mutfakta bulaşık yıkarken zihnim açılıyor” demekten geri kalmıyor.

Hal böyle olunca, Türkiyeli kadınların hacimsel olarak büyük bir kısmını, kadın hareketinden adeta çalıyor. Kendi ideolojik politik ufkuna hapsediyor. Tüm bunları; özgürlük yolunda mesafe almış kadınları, resmi hapishanelere doldurarak mümkün hale getiriyor. Türkiye ve Kürdistan'da yaşayan bütün kadınların birleşerek, faşizmin bu kadın kırımına, kadın katliamına artık DUR demesi gerekiyor.

Faşist TC ve AKP kürdistandan defol

demhatcelik
Faşist Türk devleti her fırsatta kürt gençlerini katlederek kürt halkını sindirmeye, korkutmaya ve asimile etmeye çalışmaktadır. Kürt ulusunun bu faşist saldırılara karşı top yekün direnişi büyütmesi anadili başta olmak üzere bütün özgürlük çağrılarını yinelemesi ve hep birlikte mücadele etmesi tarihi bir zorunluluktur. Biz ezilen halklar olarak maruz kaldığımız ırkçılık, asimilasyon, şiddet ve kan dışında alternatif bir dünya yaratabiliriz.

Biji Kurdi Kurdistan!

Türkiye Suriye’de de Kürtleri yok etmek istiyor

demhatcelik
Türkiye Kuzey Suriye güçlerini tehdit ediyor ve savaş hazırlıklarını sürdürüyor. Aslında hazırlıkların tamamlandığını Erdoğan açıklamıştı. Son MGK toplantısında da işgal hazırlıkları gözden geçirilmiş, ABD, Rusya gibi güçlerle görüşüp zamanı denk getirmeye çalışıyorlar. Türkiye Kürtlere karşı açıktan ve her koşulda düşmanlık sergiliyor. Ortadoğu'daki krizden ve Suriye'deki karışıklıktan yararlanarak Kürtleri tümden tasfiye etmeyi ve herhangi bir hakka sahip olmamaları için savaşı dayatıyor.

Türkiye'nin Kürt düşmanlığı tarihidir. Bu düşmanlık halklar arasında değildir. Cumhuriyeti kuranlar tek millet ve tek devlet diyerek diğer halkları yok etmiş ve yok etmeyi bir devlet politikası haline getirmişlerdir. Bugün Türkiye'yi yönetenler bu ırkçı ve soykırımcı politikaları sahiplenip sürdürüyorlar. Türkiye'de büyük bir Kürt nüfus var. Kürtler için dilleriyle bir okul açmalarına bile rıza göstermiyorlar. Kırk yıldır çatışmalı bir süreç yaşanıyor. Gelinen noktada kimse Türkiye'de bu ağır sorunu ağzına alıp tartışamıyor. On binlerce insan yaşamını yitirmiş, yüz milyarlarca dolar harcanmış ama ülkenin aydınları ve basını bu sorunu tartışamıyor. Hapishaneler tıklım tıklım, insan avı sürüyor. 12 Eylül faşist darbesinden daha fazla Kürt şimdi hapishanelerde.

Irak ve Suriye'de Kürtlere saldırılar ve işgal hareketi devam ediyor. İnkar ve düşmanlık artık Türkiye'nin sınırları dışına taşmış. 21. yüzyılda dünyanın gözü önünde Kürtlere karşı bir soykırım uygulanıyor. Suriye'deki saldırı ve işgaller dünyanın büyük güçlerinin yanı başında yapılıyor. Suriye bir Ruanda değil, dünyanın gözünden uzak olsun. Üstelik bu soykırımı dayatan Türkiye NATO ordusunu kullanıyor. NATO uzun yıllar Türk ordusunu silahlandırdı, eğitti. Türkiye AB'ye girmek istiyor. Avrupa Konseyi üyesidir. Yani sözde uygar dünyanın içinde ve onun olanaklarını kullanarak Kürt soykırımın sürdürüyor.

Türkiye Efrîn'i işgale giriştiğinde önü kapatılsaydı bugün Rojava Suriye'yi tehdit edemez ve işgali yaygınlaştırmayı dayatamazdı. ABD Efrîn'e karışmıyorum diyerek Türk işgalinin önünü açtı. Rusya ise çıkarlarını öne çıkararak hava sahasını açtı ve Efrîn'i peşkeş çekti.

Türkiye Efrîn'i işgal etti ve soykırım suçu işlemeye devam ediyor. Fırat'ın batısında Kürtleri tamamen yok etmeyi planlamış ve bunu aksatmadan sürdürüyor. Rusya veya ABD bunu biliyor ve görüyor. Türkiye YPG vb deyip durdu. İşgaline gerekçe uydurmaya çalıştı. Şimdi YPG kalmadığına göre neden güçlerini çekmiyor? Neden topraklarından sürülmüş yüzbinlerce insanın topraklarına dönmesine izin vermiyor? Neden etnik temizliği sürdürüyor, Kürtler yerine DAİŞ ve El Nusra'dan devşirdiği çeteleri getirip yerleştiriyor? İşgalde Efrîn'de kalanları da işkence, talan ve tecavüze tabi tutarak kaçırtıyor.

Efrîn'deki etnik temizlik herkesin önünde yapılıyor. Ses çıkaran yok. Efrîn Türk ırkçılığının insafına terk edilmiş. İşte Türk faşizmine cesaret veren, Fırat'ın doğusunu işgale götüren süreç böyle ortaya çıktı. Türkiye gayet pervasızca ABD'yi de baskılayarak Fırat'ın doğusuna saldıracağım, diyor. Bu bölgelerden Türkiye'ye herhangi bir saldırı ve tehdit yoktur. Sınırları çoğunlukla yıllarca DAİŞ'in elinde kaldı. Türkiye hiç tepki vermedi. Tersine ülke topraklarını ve tüm sınırlarını DAİŞ'e açtı. Sınırlarından gelen bir tehdit yok ama Kürt varlığını kendisi için tehlike görüyor. Böyle hastalıklı ve iflah olmaz bir zihniyete sahipler. Bu ırkçı ve zorba saldırganlığına dur diyeceklerine Rusya ve İran Türkiye'yi Fırat'ın doğusuna saldırmaya teşvik ediyor. Güya böylece hem Suriye'nin tümünde rejimi hakim kılacaklar hem de ABD'yi zayıflatıp çıkaracaklar. Böyle olunca rejim de Kürtler üzerindeki etnik temizliğe göz kırpıyor.

Rusya İdlib'deki silahlı çeteleri Türkiye'ye ihale etmiş durumda. Türkiye ise bu çeteleri de getirip Fırat'ın doğusunda işgale katmak istiyor. Türkiye'nin YPG gibi yaygaraları kesinlikle doğru değil ve Kürt soykırımına kılıf uydurmadır. Kaldı ki, YPG DAİŞ'e karşı savaşmış ve Suriye topraklarında yaşayan insanlardan oluşuyor. Türkiye'nin Suriye'yi işgal etmesine ve içişlerine bu denli karışmasına hakkı yoktur. Tüm uluslararası sözleşmelere ve devletler hukukuna aykırıdır. Türkiye dediğimiz gibi YPG'nin derdinde değildir. Asıl derdi Kürtleri tasfiye etmektir. Fırat'ın doğusuna girip tıpkı Efrîn'de olduğu gibi bölgeyi Kürtlerden temizleyecek ve demografiyi değiştirecektir. Bu da soykırım suçudur. Mevcut uluslararası hukuka göre soykırım en ağır insanlık suçudur. En ağır insanlık suçu tüm dünya devletlerinin içinde bulunduğu Suriye'de bu kadar açıktan nasıl yapılabiliyor?

Kürtler ve Araplar, Süryaniler ve tüm demokrasi güçleri tam bir seferberlik ruhuyla bu insanlık düşmanlarına karşı durmalıdırlar. Direniş ve ortak örgütlenme en acil görev olarak kendisini dayatıyor. Ayrıca adeta dünyayı ayağa kaldırarak Efrîn'in unutulmasına ve Türk ırkçılığı tarafından yutulmasına izin vermemelidir. Efrîn kanayan bir yaradır. Suriye işgalden kurtarılacaksa bu Efrîn'in özgürleşmesiyle mümkün olacaktır.