confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

ağlama bu günler elbet geçer babam

pencere
müzikkalite evrenimiz, büyük sanatçı ahmet kaya abimizin sürgündeyken bir konserde telinden, dilinden doğaçlama dökülmüş bir şarkısıdır. söylerken sesinde hem vatanı, hem gurbeti açık seçik görürsünüz. ahmet abi çok güçlü bir insandı. namuslu, onurlu yıkılmayan bir baba idolü. bir dağdı ahmet kaya. fakat işte bütün sanatçılar gibi çok da duygusal bir insandı. buradayken hiç bir düşman yenemedi onu, gurbet yendi. vatan hasretinden ölen bir insan ne kadar kötü olabilir?

bir süredir eski güzel günlerim kabus olup rüyalarıma giriyor. her etim ayrı ezilmiş, dokularından sökülmüş ve acemice dikilmiş hissediyorum sabahları. iyi ki ahmet kaya var ve güçlü bir abi olarak uyanır uyanmaz bu gücü zerk ediyor kulaklarımdan kalbime.
çok özledik...

ağlama bu dertler elbet biter babam...

eski bir gün için şiirler

pencere
muhteşem bir arkadaş zekai özger şiiridir;

ve sevinç güzel bir denizle başladı
ve güneş ipi kalınlaştırıyordu
sonra ansızın uzayıverdi ip
bir ucu orda kaldı
bir ucu bende
ve iki uç arasında sıkışan
karışık bir sevgiyi acabayla büyüten
bir güzelliğin negatifini büyüten
ince bir yüreğe dayanamadı
ip
koptu
sevinç
güzel bir denizle kaldı
ve güneş bir bulutla rahibeleşiyordu

sevgilim
bugün
helva yedim şarap içtim göğe uzandım
avuçlarımda hüzünlü bir aşk
ince kemikli bir eli okşuyorum
göğü okşuyorum
yabani bir diken batıyor avuçlarıma
bir çakıyla parmağımı kesiyorum yanlışlıkla

sanki bilerek yanlışlıkla kesiyorum
sanki aşkı kesiyorum
aşk parmağımda yanlış bir uçurum

dokunurken bırakır ürkek bir martı gibi
çünkü deniz orda
-ben alışkın değilim bir eli martılamaya
çünkü deniz orda
çünkü deniz orda
-heyecan verir bana aşk
çekilir kuytusuna
uzar gider gecede
bırakarak cinsel tortusunu
sevgi
denizin başlangıcı

seni koruyacam
tamamlıyacam
seni kazanmalıyım
istediğim kadar beslerim seni
büyütürüm içimde seni
çok çok çok
bir şey ver bana
seni seviyorum

beyaz ölüm kuşları

pencere
muhteşem bir arkadaş zekai özger şiiridir;

sonra bir gün anneler de ölür
böcekler ve kertenkeleler ölür
boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
sivrisinekler ve kağıttan kayıklar ölür
sonra o gün çocuklar da ölür

biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk

sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
balçıktan bir külçe olan dölleri
en iri elleriyle kepçeliyen
ve biçimliyen
ve hep önce kendidiyle biçimliyen
o dehşetli yontucuyu
doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini
sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen
anneyi o usta nakkaşı
unutmadık

önce anne doğurdu çocuğu acıya
sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu

geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar
içti ağulu sütünü hayat denen annenin
sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini
hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu
acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri

böyle vardı bir ırmak kıyısına
anne bir tedirginliktir nerede olsa
bağırgan bir karmaşadır onun sesi
takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne
- bu ayıp bu günah
bu çok ayıp günay
-el ne der sonra
ayak ne der
bırakmaz çoçuğu çocukça yaşamıya

ama bir gün anneyle de hesaplaşılır

çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında
-ah baba
niye baba

ve bir gün babalar ölür

tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünki tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı

böylece o gün tanrı da ölür

şimdi annenin yüreğinde ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani ki bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva
yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da

sonra bir gün anneler de ölür

gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk
çocuk büyür
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek

işte yeniden giyiniyor kendini çocuk
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan
yanlarını
kendini üstlemişsin var olmak için susmalar köprü
çocuk çocuk sana bir aşk gerek

sen iyilikler ve güzellikler uzmanı
suskunun gizemli sabrı
bir teraziyi en iyi kullanan
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu
ey hayat canbazı
ey ip şaşkını
ezberle o incecik tel üzerinde
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk
ikisini de doğuran şey aynıdır

bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan,
bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan,
uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran,
anneyi üreten babayı çoşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan,
bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten,
umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren
güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.

sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı
var kılan umut
ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
can canı sever ötesi yok bunun çocuk
ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
bir dostla bir sevgili arasındaki ayrımı
hayır'lara evet'lerle direten
çirkini öptüren kötüyü sevdiren
aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla
kim ki kendini açığa komaktan korkmaz
o saygın bir insandır
herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da
böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
ama elbette her aşk kendine sorumlu
olunca
bir gün aşk da ölür

ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenin sancısı doldurur
boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostalar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar

işte o gün her şey ölür

şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara

ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için.

arkadaş zekai özger

pencere
gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi

bir de gecenin gözlerindeki baykuş
baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş
onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle
süsler. bir damın üstüne oturturum
süsler. damımın üstüne oturturum

geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız

yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
döllenir acı. sevişme daha da erselikleşir

muhteşem dizelerinin şairidir.

gecenin sözü

pencere
geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız

yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

gecenin şiiri

pencere
Gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
hasreti bir ben bilirim

bir de gecenin gözlerindeki baykuş
baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş
onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle
süsler. bir damın üstüne oturturum
süsler. Damımın üstüne oturturum

-sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

abimin acıyla yontulmuş yüzü
yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma
dağılır ses olur acısı
ezberlediğim bir öğüdü yineler bana

-çocuğum üşütme yüreğini
şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen

ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan
korkarım

mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa yanımda
mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım

-ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana
ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana

yalnızım. bunu hep söylüyorum
yalnızım. bunu hep söylüyorum

geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız

yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

-ana bana bir hal oldu. hep böyle titriyorum
ana çok üşüyorum, ıhlamur ısıt bana

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey insanlar
ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı
iğrenerek. hepinizi kucaklıyorum ilkin
ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum
bilmiyorsunuz. ben kendimi öpüyorum

cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
döllenir acı. sevişme daha da erselikleşir

-hü'yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün
size bir gün mutlaka hü'yü anlatmalıyım

geceyse
tükenmişse güneşin güçlülüğü
gök gözlerinin buğusunu yansıtır
senin acın acıların ölümüne gebedir
korkma yavrum
ne gece ne geceler senin
suçsuz mızıkçılığını küçültemez
bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini

güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz
biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz
dayayıp sırtını gecenin duvarına
bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen
sesimi çakallarla boğan gece
hüznüme vur acımı soy
beni de kuşat
boris karlof kadar masum yüzümü
karanlığınla frenkeştaynla
çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
nerde bir insan görse
bırakır sevgi kuşlarını
çünkü o bağışlar yargıçlarını
kendi yasalarını kuramıyan yargıçlarını

ey gecede unutulmuşluğumun suçluları
ey yanlışlığımın yanlış yargılayıcıları
suçum: nefreti öksüz bırakmak
savunmam: sevgimi yüceltmek içindir
sakalım yok biliyorum ama kötü değilim
büyükleri sayarım küçükleri severim
çocukları incitmeden severim. kadını öpmesini
bilirim

sizi de sizi de öpmesini bilirim

-ana ben çok yalnızım. benim başka sevgim yok
içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü

kural tanımayan sevgim benim
aykırım fizikötem doğaüstüm yanlışlığım
aşkım. sevgili yanılgım benim başyargıcım
nefretim nefretim nerdesin

kalbim
bir gün elbette sana hükmedeceğim

elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatıcam
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım

ve bir gün elbette yıldızları sayacağım

-gelin kucaklayın beni. yıldızları sayamıyorum.

arkadaş zekai özger

ankara lı dört dörtlük

pencere
arkadaş zekai özger'in, dört dörtlük bir şiiridir;

ankara vurulmuş bileklerime
dumanlı hava, kurt kapanı,
ciğerparem
yaşayanlar unutmadı geçen kışı
dumanlı hava, kurt kapanı,
ciğerparem
ilkyaz mı bu hani nerde ankara
cılk yumurta akı, kına yakısı
sürgün hızı sürgün hızı yürektedir
kavuniçi buğday tanesi, yanık
yarası
koş bire doru at koş bire doru at
sürgün hızı yüreğime tak eder
ben böyle ankara'yı neyleyim
sürgün hızı yüreğime tak eder
doymadım doymadım adını
anmağa
oy benim canımın canı canım
doymadan doymadan ankara'ya
oy benim canımın canı canım

çelişkili kötü şiiridir

pencere
üst üste kaç defa bir nefes gibi içime çekerek okuduğumu hatırlamadığım arkadaş zekai özger şiiridir;

kadercinin / kendine tapmadan önceki

son -ya da sona yakın- öfkesinin
bir dünya görüşünün yorumuna
başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir
açtık çok açtık çok çok açtık

ekmek istedik kadın istedik tanrı istedik
ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç ekmek görmedik
yemek için
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru /
sanki hiçbir şey de mi yemedik

bak biz helva yedik güneşe karşı
/ şapka alıcak paramız yoktu / helva yedik
sonra güneş yedik yüz derece sıcaklıkta
şart değildi biliyorum güneş yememiz
güneş onlarındı biz hırsızız hem valla hem billa
biz toprak yiyorduk o zamanlar katık olsun diye
güneşi de yedik yüz derece sıcaklıkta hırsızız valla

bak biz daha neler yedik
inanamıycaksınız ama hem valla hem billa
eylüllerden tutun da nisanlara kadar
göğün saralı günlerinde yağan yağmurlarda
ve de vıcık vıcık çamurlarda
ve de dizboyu karlarda
ve de en bi fena havalarda
/ biliyorum inanmıyacaksınız ama /
ayaz yedik soğuk yedik hem valla hem billa
yağmur yedik çamur yedik kar yedik
ve de eylüllerden nisanlara kadar
umut yedik umut yedik memetler gibi

hadi hadi söyletmeyin biz daha neler yedik
yüzüne tükürülmez adamlardan tekme yedik valla
çelme yedik tokat yedik alışkınız acımayın bize
o yüzüne tükürülmez adamlar var ya
onlar bile hep bizden yediler
yediler kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
yediler gücümüzü terlerimizi
güç deyip ter deyip önemsemeyin
bizim günboyu kullandığımız şeyler
ama biz yiyemedik oh deyip
kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
ve de gücümüzü terlerimizi

hadi hadi biz daha neler yedik
ot yedik et yedik
bok yedik/

açtık çok açtık çok açtık

kadın istedik tanrı istedik

ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona aşıyorum biz sanki hiç kadın görmedik
biz galiba hiç kadın görmedik / çok doğru /
biz iş gördük güç gördük kadın görmedik
zaman mı bulamadık ne/ biz kadın görmedik

ve bir kadın aldık çarşıdan birşeyler umarak
kadın dediler soy dediler soyduk
giysilerini soyduk kadının ve şeylerini
ve salt kadın dediler salt kadındı şimdi o
salt erkek bekliyordu şimdi biz salt erkeğiz
salt erkeğiz ve çok açız dayanamadık
soymayı sürdürdük kadını gözlerimizle
ve soyduk giysilerini kadının ve şeylerini
ve soyduk saçlarını dudaklarını ve gözlerini tardıeu gibi

ve soyduk birşeyler umarak derilerini etlerini
ama hep birşeyler umarak soyduk herşeylerini
ne çıktı karşımıza biliyor musunuz sonunda
salt kadın yerine salt kemik
ve kemikler arasında kirli bir yürek
çirkin korkunç bir iskelet
oysa hep başka düşlemiştik kadını
en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli / yani kadın
yani kadın /

biz çok açtık kadın istedik
yani kadın yani sevgi yani aşk
ama en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli
yani kadın

açtık çok açtık çok çok açtık

tanrı istedik

ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç tanrı görmedik
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru/
tanrı da mı hiç görmedi bizi
hep bilinen şeyler gibi yinelemek
ama yalnız yinelemek hep yinelemek hep umarsız
-sen n'apıyorsun orda sen n'apıyorsun
-hiç sigara kutusu topluyorum yerden yakıcam
-bak bir odun düştü arabadan alsana
-yok onu öteki alsın o çok yoksul
-kamyona geleyim mi abi kamyona iyi taş taşırım
-beş liradan fazla vermem bak hava cok soğuk
– manton yok mu senin bu kış kıyamette
-hırkam eski biraz ama olsun yündür tutar gene
çıplaklıktan iyidir
-bu adam deli mi ne yırtık gömlekle bu soğukta
-ben karı iki beş de çocuk yedi bir de tanrı sekiz kim
ısıtacak bizi kim doyuracak bizi
-'inandığımız tanrı -da- yalnız bıraktı bizi'

bağışlatıcı olmuyor ey bagışlatıcı olmuyor
bilmem nerelerdeki özgürlük şarkıları
bizim özgürlüğümüzü bunca kısıtlamışken

tutsaklığımızı sürdürürken ezerken ezdirirken
kurdukları düzende kayırdıkları güçlere

kayırdıkları güçlere sanki biz insan değiliz

gökyüzüne uzanmaktan yoruldu ellerimiz
ne isteriz ne isteriz bilseniz
bilseniz inanca karşı gelmek ne zor
bilseniz ekmek yemek su içmek ne zor
bilseniz mutluluk ah mutluluk
mutluluk çok ötelerde şimdi
nedensiz isteksizliğiyle vermekten kaçındığı bizlere
bizlere yani kendi yarattığına
/ ne gülünç kendi yarattığına /
mutluluk çok büyük ve çok ötelerde şimdi
tanrı kadar
ulaşılmaz

bir ulaşsam bir ulaşsam yok mu ya bir ulaşsam
kimselere bırakmıycam kimselere bırakmıycam
ama gücüm ama gücüm ama gücüm kısıtlı

valla bıktık billa bıktık yaşamaktan
ben insanım dedik günahkâr olduk
ben tanrıyım dedik günahkâr olduk
ben günahkârım valla

ben günahkârım valla ve de tüm günahlarını insanların
topladım omuzlarıma/ ben günahkârım valla
bir hafifledim bir hafifledim ki sormayın
günâhlar ne hafif şeyler öyle ve de ne güzel

ben hep tanrıyı düşündüm tanrıyı sevdim
ben hep tanrının dediğini yaptım günahkâr değilim
baktım hiç düşünmedi tanrı beni hiç sevmedi
baktım tanrı hiç yapmadı dediğimi

töbe töbe ben günahkârım valla

kaynattım üç tencerede üç ayrı aşı
ekmeği kadına kadını tanrıya tanrıyı ekmeğe üleştirdim

doğum vs ölüm

pencere
bir sağlık emekçisi olarak her gün onlarcasını bir arada gördüğüm gerçekliklerdir. bu gerçekler paradoksu hiç bir zaman kafamda normalite olarak yer etmedi.
fakat söylemeliyim ki doğumlar, ölümlerden pek tabii ki daha fazla olmakta. bu da bize gösteriyor ki iyi şeyler her zaman olur. kötü şeyler ise bazen.

28 şubat 1997 post modern darbesi

pencere
aralarında enver aysever denen müptezellerin de bulunduğu, aklı evveler mi desem, aklı yoklar ki mi desem kesimler tarafından erdoğan'ı iktidara taşımak için yapıldığı öne sürülen darbedir.
ilgili süreçte gerçekten de meşruu bir şekilde seçilmiş iktidara, hukuksuzluktan öte büyük terbiyesizlikler yapılmıştır. fakat siyasal islamcılar büyük sarsıntı yaşasalar da yıkılmamışlardır. bunda sevelim sevmeyelim, erdoğan'ın güçlü önderliği büyük pay sahibidir. tabii ki işin mutfağında abdullah gül, arınç, ali babacan gibi zekaların çalışmasının da payı var. bugün ise akp'den geriye sadece erdoğan'ın güçlü önderliği kalmıştır. gerçi bu ibrahim kalın'ın müthiş zekası ve entelektüel kapasitesi de azımsanacak gibi değildir.

28 şubat salt islamcıları hedef almadı. ecevit önderliğinde, 2000 yılında solun canlı canlı insan yakılarak bitirilmesi de 28 şubat'ın iktidar güçlerindendi. merve kavakçı'nın, vicdanı olan her insanın ciğerine saplanan eril bir dille, halkın oyuyla seçilmiş millet meclis'inden kovulması da 28 şubat iktidarının örneğidir. ve pek tabii, kemal derviş'in operasyonla gelip yoksul halkın etine malına dev çatallarla saldırıp zenginlere peşkeşi de 28 şubat ürünüdür.

allahtan bin yıl sürmemiştir. hiç bir totaliter rejim bin yıl sürmez. ibrahim kalın'ın, erdoğan'a biraz yunan tregadyalarından bahis açmasını öneririm.

gecenin şarkısı

pencere
bambaşka bir sanat ve yaşam evreninin hem çocukları hem de babaları olan erkan oğur ve ismail hakkı'dan bir ağıt bırakıyorum. rivayet olur ki şarkının sözleri, sarıkamış'da can veren askerlerimizin cebinden çıkmış bir şiiridir.

arz eder sılayı divane gönül
sılada zinnetli çamlar görünmez
nice nazlı gelin, sefil analar
giyinmiş karalar, allar görünmez

seyreyledim dur dağı nın taşını
zalim avcı avlar keklik kuşunu
lav-ü ümran, poyraz aşmış düşünü
her gelen avcıya ağlar, görünmez

ezelden yazılmış bu kara yazı
zehirden acıdır düşmanın sözü
felek bize mesken kurdu sivas ı
laleli sümbüllü bağlar görünmez

bülbül de ah çeker, güle de kalmaz
sivas ın çevresi askeri almaz
acemi askerler talimi bilmez
karışmış ağalar, beyler görünmez

kamil'em der ben de tuttum bu destanı
gider kalmaz bu dağların dumanı
okunuyor seferberlik fermanı
hani yeşil sancak, tuğlar görünmez

hatayspor

pencere
ismi hatayspor olsa da esas itibariyle merkez ilçe antakya kökenli bir takımdır. bugün benim canımın içinden canı galatasaray'ı 4-2 yenip kupadan eleseler de memleketimin takımını en kalbi duygularla selamlar ve tebrik ederim.

dediğim gibi takımın ismi hatayspordur fakat bir de iskenderunspor vardır. çok geçmiş tarihlerin birinde antakya'ya deplasmana gelir ve bizi 2-1 yenerler. hatayspor'un o zamanki bir takım nobran ve vandal taraftarları kafaya koyarlar ki iskenderunluları dövecekler. fakat şöyle bir sorunsal vardır ki, kimin iskenderunlu kimin antakyalı olduğunu nereden anlayacaklar?
biz antakyalılar genetik itibariyle ''tavuk'' sözcüğünü doğru bir şekilde telafuz edemeyiz. iskenderunlu kardeşlerimizin ise hakkını vermeliyim ki gerçekten iyi bir türkçeleri vardır. velhasıl bizim nobran hatayspor taraftarları sokakta millete ''touk'' de lan derler. ''tavuk'' diyeni döverler, ''touk'' diyeni salarlar.

Mustafa suphi

pencere
karadenizde, bir turuncu gemi içinde 14 yoldaşıyla karanlık güçler tarafından alçakça katledilen komünist önderdir. kendisini katledenler de karanlık bir sona kurban gitmişlerdir.
değerli yoldaşımı saygıyla yad ederim.

kalbim

göğsümde 15 yara var!.
saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..
kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!


göğsümde 15 yara var!
sarıldı 15 yarama
kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!
karadeniz boğmak istiyor beni,
boğmak istiyor beni,
kanlı karanlık sular!!!

saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.
kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!...

göğsümde 15 yara var!.
deldiler göğsümü 15 yerinden,
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!

yandı 15 yaramdam 15 alev,
kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..
kalbim
kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,
çar-pa-cak!!

nazım hikmet ran

antakya

pencere
dünyanın en güzel yemeklerini biz antakyalılar yapsak da, dünya gastronomi şehri falan değilizdir. hatta antakya'nın onca değerli özelliği varken sadece yemekleri dolayısıyla anılması beni artık çok rahatsız etmekte.

helenistik kültürün en güzel izlerini bulabileceğiniz muhteşem bir kenttir antakya. 20 km batısına gittiğinizde, samandağ ilçemizde hala ıssız ve muhteşem kumsallar bulabilirsiniz.
neden hala barışın ve kardeşliğin, kadim sembolü olduğundan mütevellit nobel almamıştır bilmiyorum.

bir de büyük sanatçı sezen aksu, bir konserinde kullaklarımla işittiğim çok değerli bir öğüt vermiştir. genç kadınlara mutlaka antakyalı sevgili yapmalarını önermiştir.
lakabı minik serçe olsa da, dev ve değerli sanatçımız sezen aksu, sanat yaşamı boyunca milyonlar teklif edilmesine rağmen hiç bir reklam filminde oynamamıştır. fakat antakyalı erkekler için gönüllü kefaleti düşünmeye değerdir.

antakyalı olduğum için de yazmadım bunları. ama övünmek gibi olmasın, bilinen tarihle 500 yıllık yerleşik antakyalıyım. dm'den e devlet çıktısı gönderebilirim

aşti

pencere
iki yıl önce bir haziran günü yaşanmış selle yerle yeksan olmadıysa çok sağlam bir mühendislikle inşaa edilmiş yapıdır. o haziranda orada aptal bir çocuk gibi saatlerce ben ağlamıştım. gerçi koskoca yapının paramparça olup ciğerime çökmesi, bahsettiğim selden yıkılmış olabileceğini gösterir. zaten o günden sonra bir daha da gitmedim. yapının hala ayakta olduğunun nazarımda hiç bir ispatı yoktur. selden yıkılan molozlardan bir demir alıp elime onurumu savunmuştum. öyle işte. bu da böyle bir hikayemdir.
80 /