confessions

madman

Bira  · 15 Mayıs 2017 Pazartesi

  1. toplam giri 61
  2. takipçi 10
  3. puan 1017

kuranın insan uydurması olduğunun kanıtları

madman
“Yüce” Olduğu Kabul Edilen Bir Tanrı'nın, İnsanları Hem Kendisine Hem de
Muhammed'e İnandırmak ya da “Yüceliğim”, “Güçlülüğünü” Anlatmak
Amacıyla, “Ant İçerek” (“Yeminler” Ederek) Konuşup Konuşmayacağı

Kur'an'da yazılanlara göre Tanrı, tıpkı insanlar gibi, her vesileyle ve her iş için ya da her olay
vesilesiyle yeminler ederek, ant içerek
konuşmakta! Hemen hemen hiçbir eylem ve işlem yoktur ki, Tanrı, onu yaparken ve
anlatırken, şunun bunun üzerine ant içmesin! Hani sanki sözlerinin doğruluğuna insanları
inandırmanın başka bir yolu yokmuş da, ille yemin etmek gerekirmiş gibi! Üstelik yeminlerinin pek çoğunu, kendi kendisini “Tanrı” olarak kabul ettirmek, kendisinden başka
“Tanrı” olmadığını bildirmek, kendi yüceliğini ve güçlülüğünü anlatabilmek, kendi
niteliklerinin emsalsiz olduğunu belirtmek, Muhammed'i övmek, onu, “peygamberlerin” en
sonuncusu ve en yücesi olarak göstermek, onun eylem ve işlemlerini benimsetmek gibi
konularda yapar.
Kur'an'da, yazılanlara göre, Tanrı, yeminlerini sadece kendisiyle ya da Muhammed'le ilgili
olarak yapmaz, her vesileyle ve her şey için yapar. Örneğin, inanmış olan kimselere, cennetin
güzel kızlarını vereceğine dair yapar ya da “inanmayanları” cehennem ateşinde yakacağına
dair yapar. Daha başka bir deyimle, yeminlerini, şaşkınlık yaratacak şekilde yapmaktan geri
kalmaz. Şu bakımdan ki, bazen kendi adını anarak, yani “Allah'a” ya da “Rabbi'ne” diyerek
yapar; bazen Muhammed'in adı üzerine yapar; bazen “Mekke” şehri üzerine, bazen “zeytin”
üzerine, bazen “incir” üzerine, bazen “dağlar” üzerine, bazen “yıldızlar” üzerine, bazen
“baba ve çocukları” üzerine, bazen “yağmurlar ve rüzgarlar” üzerine, bazen “yürüyen
gemiler” üzerine, bazen “adamlar boğazlayıp can alanlar” üzerine, bazen “kuşluk vaktine”,
bazen “her şeyin çiftine ve tekine”, bazen “gelip geçen geceye”, bazen “tanyeri”ne, bazen
hiç kimselerin anlayamayacağı şeyler üzerine ve evet saymakla bitmez nice şeyler üzerine yapar!

kuranın insan uydurması olduğunun kanıtları

madman
Mekke Döneminin Nispeten Yumuşak ve Hoşgörülü Nitelikte Görünen
Ayetlerinin, Medine Döneminin Sert, Katı, Savaşçı Ayetleriyle Çelişkili
Olması.
Kırk yaşındayken, kendisini “peygamber” olarak ilan eden Muhammed, ömrünün geri kalan
23 ya da 25 yılının aşağı yukarı yarısını Mekke'de, diğer yarısını da Medine'de geçirmiştir.
Mekke'de bulunduğu süre boyunca Kur'an'a koyduğu ayetler “Mekki”, Medine'ye göçten
(hicretten) sonra koyduğu ayetlere de “Medeni” deyimiyle tanımlanır. Mekki ayetler ile
medeni ayetler, yumuşaklık ve sertlik ya da hoşgörülülük ve hoşgörüsüzlük veya barışçılık ve
saldırganlık gibi konular bakımından birbirlerinden çok farklı ve genellikle çelişkili nitelikte
şeylerdir. Genellikle bu farklılıklar ve bu çelişkiler, Muhammed'in Mekke döneminde henüz
güçsüzken, Medine'ye geçtikten sonra, giderek güçlenmiş olmasından doğmuştur. Daha başka
bir deyimle, henüz kendisini güçlü bulmadığı dönemlerde “hoşgörülü”ymüş gibi davranırken,
güçlendiği an saldırgan ve savaşçı kesilmiş olmasındandır. Mekke dönemindeyken pek az
taraftar toplayabildiği, yani henüz güçsüz durumda olduğu için, Kur'an'a., hoşgörülü,
yumuşak, barışçı, öğüt verici (tebliğ edici) gibi görünümlü ayetler koymuştur ki, bunlardan
bazılarını yukarıda gördük. Bunlar arasında, “(Ey Muhammed!) Sen öğüt ver, esasen sen
sadece bir öğütçüsün” (Gaşiye Suresi, ayet 21-22) ya da
“(Ey Muhammed!) Yine de yüz
çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğdir” (Nahl Suresi, ayet 82) ya da
“(Ey
Muhammed!) Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka
bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur...” (Enam Suresi, ayet 68) ya da
“Ben de sizin
taptıklarınıza asla tapacak değilim. Evet siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin
dininiz size, benim dinim banadır” (Kafirim Suresi, ayet 6) şeklinde olanları vardır. Fakat,
daha sonraki Medine döneminde Kur'an'a. yerleştirdiği ayetler (yani medeni olan ayetler),
sertlik ve şiddet ifadesi olarak, bu yukarıdaki “mekki” ayetlerle çelişki halindedir. Mekki
ayetlerin “tebliğ et” ya da “öğüt ver” veya “dinde zorlama olmaz” şeklindeki yumuşaklığı
yerine, medeni ayetlere “şiddet”, “katılık”, “savaşçılık” ve “saldırganlık” gibi nitelikler
egemendir ki, bunlar arasında, “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz!” (Tevbe Suresi, ayet
5) ya da “Kafirlerle ve münafıklarla savaş (cihatta bulun. Ve onlara katı davran!.. “ (Tevbe
Suresi, ayet 74) şeklinde olanları vardır. Çünkü, Medine'ye geçtikten az sonra, çete saldırılan
sayesinde ele geçirdiği ganimetler ve ganimetlerden yararlanmak isteyen taraftarların
sayısının artması nedeniyle giderek güçlenmiştir; artık sadece “tebliğ edici” ya da “öğüt ve-
rici” değil, “emredici”dır; dilediği şeyleri kılıç yoluyla elde edebilicidir. Bu nedenle artık
yumuşak davranmak, hoşgörü saçar olmak ihtiyacında değildir; bu nedenle Kur'an'a, sert,
yıldırıcı, lanetleyici, ölüm saçıcı, savaşçı nitelikte dehşet saçan hükümler koymuştur.
Güçsüz
durumdayken, Kur'an'a, “Biz Resulleri, sadece müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz...”
(Kehf Suresi, ayet 56) ya da “Ey Muhammed, sen öğüt ver, esasen sen sadece bir öğütçüsün.
Sen onlara zor kullanacak değilsin” (Gaşiye Suresi, ayet 22-24) ya da “Dinde zorlama
olmaz” (Bakara Suresi, ayet 256) şeklinde hoşgörülüymüş kanısını yaratıcı ayetler koyarken,2
güçlendiği an sert ve dehşet saçar nitelikte ayetler yerleştirmiştir ki, bunların arasında “Allah
yolunda kıtal”\ öngören (Nisa Suresi, ayet 84) ya da müşrikleri Müslüman yapıncaya kadar
savaşı emreden, örneğin, “... (kafirlerin) boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal
Suresi, ayet 12) ya da “Onları bulduğunuz yerde öldürün... Fitne kalmayıp yalnız Allah'ın
dini ortada kalana kadar onlarla savasın” (Bakara Suresi, ayet 191-193) şeklinde olan ya da
Yahudilere, Hıristiyanlara karşı savaş açılmasını ve İslami kabul etmelerine ya da “cizye”
(kafa parası) vermelerine kadar savaşın sürdürülmesini öngören hükümler vardır ki, bunlar
arasında, “(kitab ehli'ne, yani Yahudilere, Hıristiyanlara ve İslami din edinmeyenlere karsı)
... boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın” (Tevbe Suresi, ayet 29) ya
da “Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş. Ve onlara katı sert davran! Varacakları
yer cehennemdir...” (Tevbe Suresi, ayet 73; Tahrim Suresi, ayet 9) şeklinde olanları var.
Öte yandan yine henüz yeteri kadar güçlü bulunmadığı zamanlar, özellikle Mekke döneminde,
düşman kazanmamak amacıyla tedbirli davranmayı tercih etmiş, örneğin Tanrı'yı inkar
edenlere ya da puta tapanlara sataşılmamasını, onların taptıkları şeylere sövülmemesini
istemiştir. Çünkü, aksi takdirde onların da kendisine ve taraftarlarına saldıracaklarını ve
sövmeye başlayacaklarını bilirdi. Bundan dolayıdır ki, Kurana, “Allah'tan başka
yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da ... Allah'a sövmesinler” (Enam Suresi, ayet 108)
deryada “...onlar, savaşmadıkça, 'siz de onlarla savaşmayın...” (Bakara Suresi, ayet 191)
şeklinde yumuşak ve barışçı nitelikte görünen ayetler koymuştur. Fakat, Medine'ye geçip de
güçlendikten sonra, artık çekingen ve barışçı siyaset izlemeye gerek kalmadığı için, Kur'an'a,
“Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş (cihatta bulun!). Ve onlara katı davran
(sertlik göster)! Varacakları yer cehennemdir...” (Tevbe Suresi, ayet 74; ayrıca bkz. Tahrim
Suresi, ayet 9) şeklinde ya da biraz önce değindiğimiz gibi, yıldırıcı ve dehşet saçıcı hükümler
koymuştur

kuranın insan uydurması olduğunun kanıtları

madman
Kuran ayetlerini benim gibi 1,5 milyar insan yanlış anlamışsa, sorun bizde değil; o kitabın yazarında..
Hani Kur'an, anlayalim diye apaçık gönderilmişti?
Arapça dilinden birebir çevirisi yapılamıyorsa o bizim sorunumuz değildir.
Değiştirilmiş diyorsunuz da değişmişse, bu da beni bağlamaz!
Allah korusaymış..
Değiştirilmemiş ise o halde bu kitap olmamış!
Bu kadar çelişkili bir kitaba inanmak akla hakarettir!
Evrensel bir kitapta tek bir çelişki dahi o kitabın evrenselliğini, kutsallığını bitirir.

edit: anlatım bozukluğu
1

kuranın insan uydurması olduğunun kanıtları

madman
Bu başlıkta sürekli paylaşımlar yapacağım. Çeşitli ayetlerden ve mantıksızlardan bahsedeceğim. Bu yazılanlar dindar olan arkadaşlarım içindir.

Kur'an'da yazılanlara göre Tanrı, kendi “yüceliğini” kabul ettirebilmek, kullarını
kendisine ve elçisine (Muhammed'e) baş eğdirtebilmek için, bir yandan “korkutma”,
diğer yandan da “mükafat” usullerini seçmiştir;
örneğin, bir yandan dehşet verici
“cehennem” azabından söz eder, diğer yandan da mutluluklarla dolu “cennet”
müjdeleri verir. Cehennemi ne kadar azap ve işkence yeri olarak göstermiş ise, cenneti
de o kadar bolluk, zevk ve şevk yeri olarak düzenlemiştir. Fakat, bu düzenlediği cenneti,
çöl Arabının hayal edip mutluluk duyabileceği güzelliklerde göstermiştir. Daha başka
bir deyimle, kızgın güneş altındaki uçsuz bucaksız kum çöllerinde, aç ve susuz yaşayan
Arap bedevisinin bütün gereksinimlerini (özellikle Araptaki şehvet bolluğunu, içki ve
yiyecek düşkünlüğünü) hesap ederek, cennetleri her bakımdan bolluk ve bahtiyarlık yeri
olarak düzenlemiştir. Nitekim Kur'an'da yazılanlara göre;
Cennetlerde “cevherlerle
işlenmiş tahtlar, koltuklar”, “altın ve gümüş bilezikler”, “yeşil ipekli giysiler”, “yakıcı
güneşi ve dondurucu soğuğu olmayan iklimler”, “sabah gölgesi gibi uzanıp giden tatlı
gölgelikler”, “kuş etinden yiyecekler”, “baş ağrıtmayan ve sarhoş yapmayan şarapla
doldurulmuş testiler, ibrikler”, “latif yaylalar”, “içenlere tat veren şarap ırmakları”,
“süzme bal ırmakları”, “bahçeler ve üzüm bağlan”, “tükenmeyen ve yasaklanmayan
sayısız meyveler”, “meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları”, “kiraz ağaçlan “,
“çağlayarak akan sular ve su ırmakları”, “tadı bozulmadık süt ırmakları” vd... ve daha
neler var!
(Bkz. Vakıa Suresi, ayet 15-40; Nebe' Suresi, ayet 31-36; Saffat Suresi, ayet
41-57; Sad Suresi, ayet 49-54; Zümer Suresi, ayet 73-74; Rahman Suresi, ayet 46-78;
Muhammed Suresi, ayet 15; Tür Suresi, ayet 19-24; İnsan Suresi, ayet 5, 17-22; Kehf
Suresi, ayet 30-31, 107; Hac Suresi, ayet 23; Fatır Suresi, ayet 33-35; Rad Suresi, ayet
23-24; Hadid Suresi, ayet 12-15, 21vd...).
Şimdi bütün bunları gözden geçirdikten sonra, muhtemelen kendi kendinize şunu
soracaksınızdır: “Hiç Yüce bir Tanrı, insanoğlunun ağzından bile çıkması beklenmeyen
bir dille konuşur mu? Hiç kalkıp da, 'Eğer bana baş eğerseniz, ben de size memeleri
yeni sertleşmiş, ceylan gözlü güzel bakire kızlar ve sedeflerinde saklı inciler gibi
oğlanlar (gılmanlar) veririm' şeklinde laf eder mi?” Yine muhtemeldir ki, kendi
kendinize sorduğunuz bu soruyu, “Hayır! Yüce olduğu kabul edilen bir Tanrı'nın
ağzından çıkmış olamaz bu sözler” şeklinde yanıtlayacaksınızdır.
Bu soruları sorarken akla bir de şu gelmekte: Hiç “yüce”, “adil” ve her şeye kadir bir Tanrı,
insanları kendisine baş eğdirtebilmek için, mükafat usulüne gerek duyar mı? Hani sanki
“rüşvet” verirmiş gibi iş görür mü? Ve hele bu işi, kadınları erkeklerin keyfine feda
edercesine yapar mı? Örneğin, erkek kullarını kendisine taptırtabilmek için, “Ey erkekler!
Eğer iman sahibi olur, bana (ve Muhammed'e) baş eğerseniz, buyruklarımı yerine
getirirseniz, ben de size güzel kadınlar bulurum; hatta dünya yaşamını buruşmuş kocakarı
olarak bitiren kadınları yeniden yaratıp (inşa edip) ceylan gözlü ve memeleri yeni sertleşmiş
kızlar olarak sizlere mükafat olarak veririm!” şeklinde konuşur mu? Ve eğer böyle yaparken,
yani “mükafat” yoluyla erkek kullarını kazanmak isterken, insan şahsiyetinin haysiyetini
incitmiş olmaz mı? Çünkü, bilindiği gibi “mükafat” usulü, aklen ve fikren oluşmamış
kimselere, daha doğrusu çocuklara bir şeyler yaptırtmak amacıyla uygulanır. Oysa çocukluk
yaşını aşmış, yani rüşte erişmiş kimselere, mükafat usulleri değil, akılcı usuller uygulamak
gerekir. Örneğin, ağlayıp sızlayan, yaygara koparan küçük bir çocuğa “Uslu durursan sana
oyuncak alırını” der ve uslu durduğu takdirde “Aferin sana” diyerek onu hediyelerle
mükafatlandırırsanız, belki isabetli bir şey yapmış sayılabilirsiniz;51 fakat çocuk büyüyüp
erginliğe ulaştıktan sonra, onu, “iyi” şeyler için mükafatlandırmaya devam edecek
olursanız,'-onu çocuk yerine koymuş ve dolayısıyla onun haysiyetiyle oynamış olursunuz. Bu
nedenle, “Yüce” olduğu söylenen bir Tanrı'nın, insan haysiyetini çiğner şekilde
konuşabileceğini, insanları
“mükafat” (bir bakıma “rüşvet”) yoluyla kendisine (ya da Muhammed'e) baş eğdirtmek
isteyebileceğini düşünmek yersizdir; daha doğrusu böyle bir düşünce, Tanrı fikrindeki
yüceliği yok etmeye yeterlidir.

ateist ve dindar insanlar arasındaki farklar

madman
İnanan insanlar kendilerini en çok Allah'a yakın hisseden insanlardır ve en çok da onların yasakları çiğnediğini görmekteyiz.
Bunun nedeni kendisini "Allah'ın dostu" zannedip, canı istediğinde günah işlemek ve toplu halde tövbe edip bu çiğnediği yasakların vebalini üzerinden atacaklarını düşünmeleridir..
Ama vicdan mekanizmasından asla haberleri yoktur.
Fakiri, garibanı, öksüzü, yetimi Allah'a havale eder;
Bir zulmün karşısında
Veya bir kötülük gördüklerinde müdahale etmeden yine o hiç görmedikleri Allah'a havale ederler.
İşte biz bunu demiyoruz.
O insanın diğer tarafta ceza almasını beklemiyoruz.
Çünkü bunun bir garantisi yok.
Garibana el uzatmayı,
Masuma dokunmamayı,
Boş ve hurafe bilgilerle kafa ütülemeden;
Daha gerçekçi ve daha bilimsel konularla ilgileniyoruz.
Kaynağımızı tek bir kitaptan almıyoruz,
Tek bir insandan söyledikleriyle yetinmiyoruz.
Mantığımıza ve vicdanımıza ters gelen söz ve davranışlardan kaçınıyoruz.
Görmediğimiz, bilmediğimiz hiç bir şeye inanmak istemiyoruz.
Bir işin aslı ve astarını öğrenmeden kulaktan duyma bilgilerle orda burda ileri geri konuşmuyoruz.
Biz vicdanlı insanları, mantıklı insanları ve bilgili insanları seviyoruz. Onlar da bizleri...

antiteist

madman
Bu kelimenin etimolojik kökeni, Grekçe olan anti- ve theismos kelimeleridir. Bu terimin çeşitli kullanım alanları bulunur; seküler metinlerde organize dine veya herhangi bir ilaha olan inanca doğrudan karşıtlığı işaret ederken, teistik metinlede bu terim belli bir tanrı veya tanrılara olan karşıtlığı işaret eder.

ateistten farklı değil bir adım ötededir. ateist tanrının ve dinin gerçek birer olgu olmadığını söyler. antiteist, bunlara ek olarak dinin ve inancın zararlı olduğunu ve kurtulunması gerektiğini söyler.
1

dinden çıkmak

madman
inanan kardeşlerimi aydınlatmak bana bir vazifedir. buradaki paylaşımlarımda dinlerin insan uydurması olduğunu anlatacağım sürekli. ben senelerce kandırıldım ama artık uyandım. o narkozun etkisi kalktı ve dünyam değişti. sizin gibi kardeşlerimi de değiştirmeyi istiyorum. takipte kalın.

dinden çıkmak

madman
Müslüman bir ailem var, beni de müslüman yetiştirdiler. Din dersi en sevdiğim derslerdendi. Konuşan karıncalar, yılana dönüşen asa falan..
Her Ramazan oruç tutar, arada namaz kılar, sık sık dua ederdim. Çünkü henüz Kuran'ı okuyup kafamı karıştırmamıştım.
Bi aralar bilime merak sardım (Bir müslüman için en tehlikeli şey). Kendi kendime şunu sordum:
Evren ne kadar büyük?
Evrenin ne kadar büyük olduğu bir türlü aklıma yatmadı. Çünkü kafamda dünya, herşeyin merkezindeydi ve herşey insan için yaratılmıştı.
Gökyüzünde gördüğümüz tüm yıldızların Samanyolu'nun sadece minicik bir bölümü olduğunu anladığımda çok şaşırmıştım.
(Bkz. Evrende Yolculuk Filmi)
Uzay görüntülerinde uçsuz bucaksız galaksi cümbüşünü gördüm. Dünya sınav yeriyse yüz milyarlarca galaksiye ne gerek vardı?
Kafam o kadar karışmıştı ki mutlaka bir sonuca varmalıydım. Gezegenlerin atmosferlerinden tutun da, kara deliklere kadar araştırdım. (Bkz. Kozmos Belgeseli)
Evrende o kadar fazla aktivite var ki.. Pulsar yıldızları, nebulalar, süpernovalar, göktaşları, galaksi çarpışmaları, karanlık madde, vs..
Bütün hepsini araştırmak çok zevkliydi. Kendi kendime birşeyler öğreniyordum. Bilime duyduğum ilgi artıyordu. Artık dünyamızı inceleyecektim.
Dünya nasıl oluştu diye merak ettim. Bunu öğrenirken geçmişten günümüze geçen süreçte karşıma EVRİM çıktı. (Bkz. Dünyanın Oluşumu Filmi)
Haydaa ben evrime inanmıyordum ki..
Tamam inan-mı-yordum ama neden inan-ma-dığımı da bilmiyordum.
Sadece toplumsal refleksti belki.
Müslüman evrime inanmaz diye işlenmişti kafama.
Evrim konusunu anlamaya çalışırken o kadar önyargılıydım ki..
Charles Darwin'in hayatını okumaya karar verdim. Bu iblise hayatta güven olmaz diye
Darwin'in hayatını ve bize neyi anlatmaya çalıştığını gördüğümde çok duygulanmıştım. Yaşamın ne olduğunu anladım.
Şimdi gerçeği mi merak etmeliydim, yoksa kendimi mi kandırmalıydım? İşte bu benim dönüm noktam oldu. Ben gerçeği seçtim.
Koyu Hıristiyan bir aileden gelen ve eşi Emma ile sonsuza kadar cennette yaşamayı hayal eden Darwin bile bulduğu gerçeğin peşinden gitmişti.
Benim dinimle bir sorunum yoktu. İnançlıydım ve ibadet de ediyordum. Fakat gerçekler ve masallar arasındaki çizgiyi görmüştüm artık.
Evrim karşıtı yazılmış bilimsel makale yok. Evrim yerçekimi gibi, dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi bir gerçek. Tüm kanıtlar ortada.
Bunu öğrenmek hiç hoşuma gitmemişti.
Hemen Kuran'a sarıldım. Allah'ım nolur bu gerçek olmasın diye bir umutla Kuran okumaya başladım.
İlk kez Kuran'ı Türkçe okuyordum.
Yıllarca arapça okuduğum ve kayıtsız şartsız inandığım dinimin temel kaynağını daha ilk kez açıp anlamıyla okuyordum.
Ne garip değil mi?
Kuran da okuyorum ama tam 1 yıldır durmadan kitaplar, belgeseller, makaleler, vs. kafa zehir gibi bilim dolu.
Temeli sağlamlaştırmışım.
Kuran'ı okurken fark ettim ki bu kitap bilimin günümüzde bildiği şeyleri bilmiyor ve hatta yanlış yorumluyor.
Spermin testislerden değil, kaburgadan geldiğini anlatıyor. Önce dünya sonra evren yaratıldı diyor. Gökyüzünü Allah tutmasa düşer diyor.
Sürekli batıya yürürsen dünyanın sonuna ulaşırsın, orda güneş kara bir balçığa batar diyor. Allah'ım aklıma muhafaza ol, bunu sen mi yazdın? Dedim defalarca.
Kuran'ı okudukça şaşkına döndüm. "Bu ne ya? Buna annem de inanıyor, başbakan da, öğretmenim de, arkadaşlarım da. Ama bu kitap yanlış.. İlkel ve çelişki dolu. Nasıl olur?
Hani evrenseldi?
En son hatırladığım Ahzab 37 ve ahzap 53 ayetini okumuştum..
Okuduktan sonra da sokakta "Muhammed bizi kandırmış" diye bağırmak istedim.
Gerçi Kuran'da çok daha utandıran ayetler de var.
Mesela Muhammed'in hanımlarıyla hangi sırayla yatacağını belirten Ahzab 51 gibi..
Ben haksızlığı hiç gelemem.
Kandırıldığımı anladığım an dünyam karardı. Cennete gitme (hurilerle zevku sefa vs) hayalleri kurarken dinin sadece bir siyaset malzemesi olduğunu çözdüm.
Birkaç ay kendimi dış dünyadan izole edip yaşadım. Çünkü öğrendiklerimi kimselere anlatamazdım.
En başta da aileme.
Kafamda hep şu soru vardı:
"Neden Muhammed, neden bunu yaptın?"
Senin dinine 1.6 milyar insan inanıyor ama sen hepimizi kandırmışsın; Neden?
Bu noktadan sonra idolüm, yol göstericim Turan Dursun oldu. Kendisi ilahiyat mezunu, müftülük yapmış bir İslam araştırmacısı. Kureyş Arapçasını en iyi bilen biriydi. Yazdığı "Din Bu" kitapları yüzünden, Müslümanlar tarafından katledildi.
Her neyse
Kuran'ı anlamak için ayetlerin hangi kronolojide ve ne sebeple yazıldığını anlamalıydım. Ben de böyle yaptım. Her ayetin sebebini araştırdım.
Uzun uzun ayetleri yazmayacağım ama özetle Mekke'deyken barışçıl, Medine'deyken saldırgan bir psikoloji izlemiş, çok sevgili Peygamberimiz..
Gençliğinde fakir ve aşksız büyümüş. İki kez kız isteyip reddedilmiş. Kureyşliler altın, kumaş, cariye, herşeye sahipken o bekar ve fakir..
Hırs yapmış, bilenmiş. Önce tüccar ve varlıklı ama yaşı geçmiş bir kadınla (Hatice ile) evlenmiş. Parayı bulunca da tıkır tıkır planını uygulamış.
Dinlerin tarihini inceledim.
Tanrı'nın ve Şeytan'ın tarihte nasıl ortaya atıldığını ve nasıl değiştiğini inceledim.
Herşey ortadaydı..
Yahudi krallarının Tevrat'da uydurduğu dini hükümler İncil'e ve Kuran'a kopyalanmış.
O krallara da Muhammed "peygamber" diye atıfta bulunmuş.
Muhammed şahsi çıkarları için ortaya attığı dini ilk başta Mekke ve civarı için düşünmüş. (Bkz. En'am:92. ayet)
Medinelilerin Mekkelilere olan husumetini kullanarak da gücüne güç katıp ilerleyen yıllarda "evrensel" bir kitap (Kur'an-ı Kerim) iddiasını ortaya atmış.
Dinlerin yalan olduğunu anladığım an kendimi dev bir açık hava tımarhanesinde hissetmiştim. Herkes kandırılmış ama uyaramıyorsun!
İnsanların yakasına yapışıp aptal olmayın, nolur okuyun diyesim vardı ama "kardeşim bizi çok fena kandırmışlar" diye anlatsan dahi dayak yersin.
Çocuk gelinler, kafası kesilen kâfirler, idam edilen eşcinseller, kuma getirilenler, cariye olarak alınıp satılanlar hep bu yalanın sonucu..
Göstermelik namaz kılanlar, dinle insanların parasını çalanlar, Allah Muhammed diye diye oyları kapanlar hep bu bozuk düzenin sonucu..
En kötüsü de çocuk yaşta kız çocuklarının sırf Muhammed'in sünneti diye evlendirilmesi ve bunun meşrulaştırılması..
Bütün bunları görüp de isyan etmemek mümkün mü? Sessiz kalıp "bana ne başlarının çaresine baksınlar" demek mümkün mü?
Müslümanken mümkündü.
Çünkü Allah var, ahirette cezalarını çekerler derdim. Zaten Kuran'dan habersizdim. Onlar gerçek müslüman değil derdim.
Dini sorguladıktan sonra ise durum değişti. Eğer Allah yoksa bu insanlar asla cezasını çekmeyecek. Tüm yaptıkları yanlarına kâr kalacaktı. O halde bir şey yapmalı dedim.
Hani kolunu kaybetmiş birine bir müslüman bakıp haline şükredip geçer ya.. Ama dinsiz biri şükredemez. Protez kol yapması gerekir.
Nasıl ki Müslüman her işlediği suçta "Şeytana uydum tövbe ettim" diyip sıyrılır ya.. Dinsiz biri diyemez, ölene kadar vicdanına hesap verir.
Dinden çıkmış olmak bu yüzden zor.
Çünkü hayali arkadaşlarınız yoktur.
Artık vicdanınızla başbaşasınızdır.
Haksızlığa çözüm bulmaya zorlanırsınız.
Ben her gün insanların güneş tanrısına tapınma ibadetleri yapıp, Mısırlı ay tanrısı Al-ilah'a taptığı Türkiye'de yaşıyorum.
Ben ibranice adı "Gehinnom" olan Kudüs'teki ölülerin yakıldığı vadiye öldükten sonra gideceğini düşünen insanlarla yaşıyorum.
(Bkz. Gehinnom cehennem vadisinin adıdır)
Ben Mısır tanrısı "Amon"a tapanların yakarışından kopya edilen, her duaya "âmin" diyen insanlarla yaşıyorum.
Ben orjinali ibranice olan "şalom aleküm" kelimesini tanrının selamı sanıp "Selamın Aleyküm" diyen insanlarla yaşıyorum..
Ben 5 vakit ezanla, Ramazan gecesi davulla, ekranlarda dinî masallarla, ödediğim vergiler diyanete harcanarak yaşıyorum.
Bütün bu haksızlığa vicdanım razı gelmediği için İslam'ın ve insanlığa zarar veren tüm inanışların karşısındayım.
2

hz. havva

madman
Havva, değişik inançlarda ve İbrahimi dinlerde ilk insan Âdem'in eşidir. Bu dinlere göre tüm insanlar Âdem ve Havva'nın çocuklarıdır. Bazı Batı dillerinde Eski Ahit'ten geldiği şekliyle Eva diye adlandırılır.

"Biz insanı pişmiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık." (Hicr Suresi : 26)

"……. sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ve o ikisinden birçok erkek ve kadın türeten ………."(Nisa Suresi :1)

''Biz insanı muhakkak ki çamurun özünden yarattık.'' (Müminun suresi, 12)

"Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz. Çünkü kadın, eğri “kaburga kemiği”nden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı, en üst tarafıdır. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın, hali üzerinde bırakırsan öyle kalır.”

Ancak Kuran'da Havva ismi ve Âdem'in kaburga kemiğinden yaratıldığı geçmez. Kuran'da ikisinin de tek bir nefisten yaratıldığı belirtilir. Kuranda havva kelimesi bile geçmez. müslümanların havva dedikleri şey yahudi inancından araklamadır.


Âdem ve Havva yaratılmış oldukları mutlu cennetlerinden işledikleri günah sebebiyle kovulurlar. Yılan ya da şeytan Havvayı, Havva da Âdem'i kandırır. Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında Havva ilk günahı işleyen insandır, Âdem onun vasıtasıyla yasak meyveyi yemiştir. Kur'an'da ise her ikisi de kınanmakla beraber suç doğrudan Âdem'e izafe edilir. Yaratılış mitosundaki başka bazı unsurlar gibi iyiyi kötüden ayırt edebilme yetisi veren bilgelik ağacının meyvesinden yeme ve yılan motifinin de Sümerlerin Adapa efsanelerinden kaynaklandığı ifade edilmiştir.[

Hıristiyan kaynaklar Âdem-Havva ikilisinin günahından tüm insanları sorumlu tutarlar. İsa'nın bu günahı kaldırmak için geldiğine inanırlar.

Sufi kaynaklarına göre ise Âdem-Havva Kıssası, büyük ölçüde semboliktir. Âdem, insanoğlunu temsil etmekte olup, yasak meyveyi yiyen ve Âdem'i de suça ortak eden Havva insan nefsini (egoyu) sembolize etmektedir. Bununla birlikte peygamber olarak gelen bir Âdem ve eşi Havva aynı zamanda gerçek kişiliklerdir. Bahailer de bu açıklamaya katılırlar.

kadın programları

madman
"Bir ülkenin kalkınmışlığı önce kadınla başlar" çünkü anneler çocuklarını yetiştirir. Kadınları uyutursanız, çocukları da o uykuyla yetişir ve büyür. kafa yapısını değiştirmesi uzun zaman alır. örn: ben

bu yüzden kadınları uyutarak, gelecek nesillerin geleceğini söndüren bu programları esefle kınıyorum.

ac dc

madman
Lineer DC devre analiz için birkaç metod vardır.
(1) Düğüm analizi ("düğüm") (2) Göz analizi ("göz") - Kompleks 3D durumlarında çalışmaz (3) Süperpozisyon - normalde eğer devrede bağımsız kaynak varsa düğüm veya göz metodu yapılır. (4) Kaynak dönüştürme - sınırlı bir tekniktir. (5) Eşdeğer devreler - normalde düğüm veya göz metodunda birleştirilir.
AC devre analiz metodu genellikle DC devre analizi ile aynıdır. Bununla beraber kondansatör ve bobin gibi lineer diferansiyel elemanlar için kompleks matematik veya fazör yöntemi kullanılmalıdır.

cami

madman
müslümanların ibaadethanesidir. cami ismi cebrail,azrail,mikail ve israfil isimli dört ana meleğin isimlerinin ilk harflerinden oluşmuştur. allah ın evi olarak yorumlanan genelde kubbeli ve minareli olan mekanlardır.ilk caminin yerini de hz.muhammed in devesi belirlemiştir.

Tüm bunlar rivatet olmakla birlikte, Diyanet İşleri Başkanlığı istatistiklerine göre, Türkiye'de 86 bin 762 cami bulunuyor. İstanbul 3 bin 317 cami sayısıyla en çok caminin bulunduğu il.

İnsan düşünmeden edemiyor acaba bu kadar cami yerine bu kadar hastane ve okul yapılsa daha iyi olmaz mıydı. tabi ki olurdu ama aptalları uyutmak için bunları yapmak şarttır. Kemal sunalın zübük filmini izlemediyseniz sizi izlemeye davet ediyorum. ayrıca filmdeki bu sahneye bir göz atın;

din afyondur arkadaşlar unutmayın lütfen.
3 /