kuranın insan uydurması olduğunun kanıtları

madman
Bu başlıkta sürekli paylaşımlar yapacağım. Çeşitli ayetlerden ve mantıksızlardan bahsedeceğim. Bu yazılanlar dindar olan arkadaşlarım içindir.

Kur'an'da yazılanlara göre Tanrı, kendi “yüceliğini” kabul ettirebilmek, kullarını
kendisine ve elçisine (Muhammed'e) baş eğdirtebilmek için, bir yandan “korkutma”,
diğer yandan da “mükafat” usullerini seçmiştir;
örneğin, bir yandan dehşet verici
“cehennem” azabından söz eder, diğer yandan da mutluluklarla dolu “cennet”
müjdeleri verir. Cehennemi ne kadar azap ve işkence yeri olarak göstermiş ise, cenneti
de o kadar bolluk, zevk ve şevk yeri olarak düzenlemiştir. Fakat, bu düzenlediği cenneti,
çöl Arabının hayal edip mutluluk duyabileceği güzelliklerde göstermiştir. Daha başka
bir deyimle, kızgın güneş altındaki uçsuz bucaksız kum çöllerinde, aç ve susuz yaşayan
Arap bedevisinin bütün gereksinimlerini (özellikle Araptaki şehvet bolluğunu, içki ve
yiyecek düşkünlüğünü) hesap ederek, cennetleri her bakımdan bolluk ve bahtiyarlık yeri
olarak düzenlemiştir. Nitekim Kur'an'da yazılanlara göre;
Cennetlerde “cevherlerle
işlenmiş tahtlar, koltuklar”, “altın ve gümüş bilezikler”, “yeşil ipekli giysiler”, “yakıcı
güneşi ve dondurucu soğuğu olmayan iklimler”, “sabah gölgesi gibi uzanıp giden tatlı
gölgelikler”, “kuş etinden yiyecekler”, “baş ağrıtmayan ve sarhoş yapmayan şarapla
doldurulmuş testiler, ibrikler”, “latif yaylalar”, “içenlere tat veren şarap ırmakları”,
“süzme bal ırmakları”, “bahçeler ve üzüm bağlan”, “tükenmeyen ve yasaklanmayan
sayısız meyveler”, “meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları”, “kiraz ağaçlan “,
“çağlayarak akan sular ve su ırmakları”, “tadı bozulmadık süt ırmakları” vd... ve daha
neler var!
(Bkz. Vakıa Suresi, ayet 15-40; Nebe' Suresi, ayet 31-36; Saffat Suresi, ayet
41-57; Sad Suresi, ayet 49-54; Zümer Suresi, ayet 73-74; Rahman Suresi, ayet 46-78;
Muhammed Suresi, ayet 15; Tür Suresi, ayet 19-24; İnsan Suresi, ayet 5, 17-22; Kehf
Suresi, ayet 30-31, 107; Hac Suresi, ayet 23; Fatır Suresi, ayet 33-35; Rad Suresi, ayet
23-24; Hadid Suresi, ayet 12-15, 21vd...).
Şimdi bütün bunları gözden geçirdikten sonra, muhtemelen kendi kendinize şunu
soracaksınızdır: “Hiç Yüce bir Tanrı, insanoğlunun ağzından bile çıkması beklenmeyen
bir dille konuşur mu? Hiç kalkıp da, 'Eğer bana baş eğerseniz, ben de size memeleri
yeni sertleşmiş, ceylan gözlü güzel bakire kızlar ve sedeflerinde saklı inciler gibi
oğlanlar (gılmanlar) veririm' şeklinde laf eder mi?” Yine muhtemeldir ki, kendi
kendinize sorduğunuz bu soruyu, “Hayır! Yüce olduğu kabul edilen bir Tanrı'nın
ağzından çıkmış olamaz bu sözler” şeklinde yanıtlayacaksınızdır.
Bu soruları sorarken akla bir de şu gelmekte: Hiç “yüce”, “adil” ve her şeye kadir bir Tanrı,
insanları kendisine baş eğdirtebilmek için, mükafat usulüne gerek duyar mı? Hani sanki
“rüşvet” verirmiş gibi iş görür mü? Ve hele bu işi, kadınları erkeklerin keyfine feda
edercesine yapar mı? Örneğin, erkek kullarını kendisine taptırtabilmek için, “Ey erkekler!
Eğer iman sahibi olur, bana (ve Muhammed'e) baş eğerseniz, buyruklarımı yerine
getirirseniz, ben de size güzel kadınlar bulurum; hatta dünya yaşamını buruşmuş kocakarı
olarak bitiren kadınları yeniden yaratıp (inşa edip) ceylan gözlü ve memeleri yeni sertleşmiş
kızlar olarak sizlere mükafat olarak veririm!” şeklinde konuşur mu? Ve eğer böyle yaparken,
yani “mükafat” yoluyla erkek kullarını kazanmak isterken, insan şahsiyetinin haysiyetini
incitmiş olmaz mı? Çünkü, bilindiği gibi “mükafat” usulü, aklen ve fikren oluşmamış
kimselere, daha doğrusu çocuklara bir şeyler yaptırtmak amacıyla uygulanır. Oysa çocukluk
yaşını aşmış, yani rüşte erişmiş kimselere, mükafat usulleri değil, akılcı usuller uygulamak
gerekir. Örneğin, ağlayıp sızlayan, yaygara koparan küçük bir çocuğa “Uslu durursan sana
oyuncak alırını” der ve uslu durduğu takdirde “Aferin sana” diyerek onu hediyelerle
mükafatlandırırsanız, belki isabetli bir şey yapmış sayılabilirsiniz;51 fakat çocuk büyüyüp
erginliğe ulaştıktan sonra, onu, “iyi” şeyler için mükafatlandırmaya devam edecek
olursanız,'-onu çocuk yerine koymuş ve dolayısıyla onun haysiyetiyle oynamış olursunuz. Bu
nedenle, “Yüce” olduğu söylenen bir Tanrı'nın, insan haysiyetini çiğner şekilde
konuşabileceğini, insanları
“mükafat” (bir bakıma “rüşvet”) yoluyla kendisine (ya da Muhammed'e) baş eğdirtmek
isteyebileceğini düşünmek yersizdir; daha doğrusu böyle bir düşünce, Tanrı fikrindeki
yüceliği yok etmeye yeterlidir.
madman
Kuran ayetlerini benim gibi 1,5 milyar insan yanlış anlamışsa, sorun bizde değil; o kitabın yazarında..
Hani Kur'an, anlayalim diye apaçık gönderilmişti?
Arapça dilinden birebir çevirisi yapılamıyorsa o bizim sorunumuz değildir.
Değiştirilmiş diyorsunuz da değişmişse, bu da beni bağlamaz!
Allah korusaymış..
Değiştirilmemiş ise o halde bu kitap olmamış!
Bu kadar çelişkili bir kitaba inanmak akla hakarettir!
Evrensel bir kitapta tek bir çelişki dahi o kitabın evrenselliğini, kutsallığını bitirir.

edit: anlatım bozukluğu
1
madman
Mekke Döneminin Nispeten Yumuşak ve Hoşgörülü Nitelikte Görünen
Ayetlerinin, Medine Döneminin Sert, Katı, Savaşçı Ayetleriyle Çelişkili
Olması.
Kırk yaşındayken, kendisini “peygamber” olarak ilan eden Muhammed, ömrünün geri kalan
23 ya da 25 yılının aşağı yukarı yarısını Mekke'de, diğer yarısını da Medine'de geçirmiştir.
Mekke'de bulunduğu süre boyunca Kur'an'a koyduğu ayetler “Mekki”, Medine'ye göçten
(hicretten) sonra koyduğu ayetlere de “Medeni” deyimiyle tanımlanır. Mekki ayetler ile
medeni ayetler, yumuşaklık ve sertlik ya da hoşgörülülük ve hoşgörüsüzlük veya barışçılık ve
saldırganlık gibi konular bakımından birbirlerinden çok farklı ve genellikle çelişkili nitelikte
şeylerdir. Genellikle bu farklılıklar ve bu çelişkiler, Muhammed'in Mekke döneminde henüz
güçsüzken, Medine'ye geçtikten sonra, giderek güçlenmiş olmasından doğmuştur. Daha başka
bir deyimle, henüz kendisini güçlü bulmadığı dönemlerde “hoşgörülü”ymüş gibi davranırken,
güçlendiği an saldırgan ve savaşçı kesilmiş olmasındandır. Mekke dönemindeyken pek az
taraftar toplayabildiği, yani henüz güçsüz durumda olduğu için, Kur'an'a., hoşgörülü,
yumuşak, barışçı, öğüt verici (tebliğ edici) gibi görünümlü ayetler koymuştur ki, bunlardan
bazılarını yukarıda gördük. Bunlar arasında, “(Ey Muhammed!) Sen öğüt ver, esasen sen
sadece bir öğütçüsün” (Gaşiye Suresi, ayet 21-22) ya da
“(Ey Muhammed!) Yine de yüz
çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğdir” (Nahl Suresi, ayet 82) ya da
“(Ey
Muhammed!) Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka
bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur...” (Enam Suresi, ayet 68) ya da
“Ben de sizin
taptıklarınıza asla tapacak değilim. Evet siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin
dininiz size, benim dinim banadır” (Kafirim Suresi, ayet 6) şeklinde olanları vardır. Fakat,
daha sonraki Medine döneminde Kur'an'a. yerleştirdiği ayetler (yani medeni olan ayetler),
sertlik ve şiddet ifadesi olarak, bu yukarıdaki “mekki” ayetlerle çelişki halindedir. Mekki
ayetlerin “tebliğ et” ya da “öğüt ver” veya “dinde zorlama olmaz” şeklindeki yumuşaklığı
yerine, medeni ayetlere “şiddet”, “katılık”, “savaşçılık” ve “saldırganlık” gibi nitelikler
egemendir ki, bunlar arasında, “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz!” (Tevbe Suresi, ayet
5) ya da “Kafirlerle ve münafıklarla savaş (cihatta bulun. Ve onlara katı davran!.. “ (Tevbe
Suresi, ayet 74) şeklinde olanları vardır. Çünkü, Medine'ye geçtikten az sonra, çete saldırılan
sayesinde ele geçirdiği ganimetler ve ganimetlerden yararlanmak isteyen taraftarların
sayısının artması nedeniyle giderek güçlenmiştir; artık sadece “tebliğ edici” ya da “öğüt ve-
rici” değil, “emredici”dır; dilediği şeyleri kılıç yoluyla elde edebilicidir. Bu nedenle artık
yumuşak davranmak, hoşgörü saçar olmak ihtiyacında değildir; bu nedenle Kur'an'a, sert,
yıldırıcı, lanetleyici, ölüm saçıcı, savaşçı nitelikte dehşet saçan hükümler koymuştur.
Güçsüz
durumdayken, Kur'an'a, “Biz Resulleri, sadece müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz...”
(Kehf Suresi, ayet 56) ya da “Ey Muhammed, sen öğüt ver, esasen sen sadece bir öğütçüsün.
Sen onlara zor kullanacak değilsin” (Gaşiye Suresi, ayet 22-24) ya da “Dinde zorlama
olmaz” (Bakara Suresi, ayet 256) şeklinde hoşgörülüymüş kanısını yaratıcı ayetler koyarken,2
güçlendiği an sert ve dehşet saçar nitelikte ayetler yerleştirmiştir ki, bunların arasında “Allah
yolunda kıtal”\ öngören (Nisa Suresi, ayet 84) ya da müşrikleri Müslüman yapıncaya kadar
savaşı emreden, örneğin, “... (kafirlerin) boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal
Suresi, ayet 12) ya da “Onları bulduğunuz yerde öldürün... Fitne kalmayıp yalnız Allah'ın
dini ortada kalana kadar onlarla savasın” (Bakara Suresi, ayet 191-193) şeklinde olan ya da
Yahudilere, Hıristiyanlara karşı savaş açılmasını ve İslami kabul etmelerine ya da “cizye”
(kafa parası) vermelerine kadar savaşın sürdürülmesini öngören hükümler vardır ki, bunlar
arasında, “(kitab ehli'ne, yani Yahudilere, Hıristiyanlara ve İslami din edinmeyenlere karsı)
... boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın” (Tevbe Suresi, ayet 29) ya
da “Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş. Ve onlara katı sert davran! Varacakları
yer cehennemdir...” (Tevbe Suresi, ayet 73; Tahrim Suresi, ayet 9) şeklinde olanları var.
Öte yandan yine henüz yeteri kadar güçlü bulunmadığı zamanlar, özellikle Mekke döneminde,
düşman kazanmamak amacıyla tedbirli davranmayı tercih etmiş, örneğin Tanrı'yı inkar
edenlere ya da puta tapanlara sataşılmamasını, onların taptıkları şeylere sövülmemesini
istemiştir. Çünkü, aksi takdirde onların da kendisine ve taraftarlarına saldıracaklarını ve
sövmeye başlayacaklarını bilirdi. Bundan dolayıdır ki, Kurana, “Allah'tan başka
yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da ... Allah'a sövmesinler” (Enam Suresi, ayet 108)
deryada “...onlar, savaşmadıkça, 'siz de onlarla savaşmayın...” (Bakara Suresi, ayet 191)
şeklinde yumuşak ve barışçı nitelikte görünen ayetler koymuştur. Fakat, Medine'ye geçip de
güçlendikten sonra, artık çekingen ve barışçı siyaset izlemeye gerek kalmadığı için, Kur'an'a,
“Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş (cihatta bulun!). Ve onlara katı davran
(sertlik göster)! Varacakları yer cehennemdir...” (Tevbe Suresi, ayet 74; ayrıca bkz. Tahrim
Suresi, ayet 9) şeklinde ya da biraz önce değindiğimiz gibi, yıldırıcı ve dehşet saçıcı hükümler
koymuştur
madman
“Yüce” Olduğu Kabul Edilen Bir Tanrı'nın, İnsanları Hem Kendisine Hem de
Muhammed'e İnandırmak ya da “Yüceliğim”, “Güçlülüğünü” Anlatmak
Amacıyla, “Ant İçerek” (“Yeminler” Ederek) Konuşup Konuşmayacağı

Kur'an'da yazılanlara göre Tanrı, tıpkı insanlar gibi, her vesileyle ve her iş için ya da her olay
vesilesiyle yeminler ederek, ant içerek
konuşmakta! Hemen hemen hiçbir eylem ve işlem yoktur ki, Tanrı, onu yaparken ve
anlatırken, şunun bunun üzerine ant içmesin! Hani sanki sözlerinin doğruluğuna insanları
inandırmanın başka bir yolu yokmuş da, ille yemin etmek gerekirmiş gibi! Üstelik yeminlerinin pek çoğunu, kendi kendisini “Tanrı” olarak kabul ettirmek, kendisinden başka
“Tanrı” olmadığını bildirmek, kendi yüceliğini ve güçlülüğünü anlatabilmek, kendi
niteliklerinin emsalsiz olduğunu belirtmek, Muhammed'i övmek, onu, “peygamberlerin” en
sonuncusu ve en yücesi olarak göstermek, onun eylem ve işlemlerini benimsetmek gibi
konularda yapar.
Kur'an'da, yazılanlara göre, Tanrı, yeminlerini sadece kendisiyle ya da Muhammed'le ilgili
olarak yapmaz, her vesileyle ve her şey için yapar. Örneğin, inanmış olan kimselere, cennetin
güzel kızlarını vereceğine dair yapar ya da “inanmayanları” cehennem ateşinde yakacağına
dair yapar. Daha başka bir deyimle, yeminlerini, şaşkınlık yaratacak şekilde yapmaktan geri
kalmaz. Şu bakımdan ki, bazen kendi adını anarak, yani “Allah'a” ya da “Rabbi'ne” diyerek
yapar; bazen Muhammed'in adı üzerine yapar; bazen “Mekke” şehri üzerine, bazen “zeytin”
üzerine, bazen “incir” üzerine, bazen “dağlar” üzerine, bazen “yıldızlar” üzerine, bazen
“baba ve çocukları” üzerine, bazen “yağmurlar ve rüzgarlar” üzerine, bazen “yürüyen
gemiler” üzerine, bazen “adamlar boğazlayıp can alanlar” üzerine, bazen “kuşluk vaktine”,
bazen “her şeyin çiftine ve tekine”, bazen “gelip geçen geceye”, bazen “tanyeri”ne, bazen
hiç kimselerin anlayamayacağı şeyler üzerine ve evet saymakla bitmez nice şeyler üzerine yapar!
madman
Eğer Tanrı gerçekten bir kitap yazmış olsaydı;
1. Dünya elips biçimindedir.
2. Evrim vardır.
3. Sizden 65 milyon yıl önce dev yaratıklar (dinazorlar) vardı. Fosilleri yerin altında...
4. Hayvanlar nimet değil ortak akrabanızdır.
5. Kadın erkek ayrımcılığı yapmayın, herkes eşittir.
6. Eşcinseller de vardır, onları da ben yarattım. Aşağılamayın, dışlamayın.
7. Savaşmayın, birbirnizi asla öldürmeyin
8. Irkçılık yapmayın.
9. Hepiniz yıldız tozundan geldiniz.
10. Her şey bir patlamayla başladı.
Demesi gerekmez miydi? Ben tanrı olsam çok daha güzel bir kitap yazardım.