Evlenmek
Fetöcü bir aileden geliyorum. Fetö kelimesinden de bir hayli tiksiniyorum. Cemaat kavramı geçen herhangi bir şeyden hoşlanacak değilim ama ailem gibi bu 'fetöcü' sıfatı yapıştırılmış kiminle tanıştıysam, sevdim o insanları. Yanlış şeyler yapacaklarını, hele de bizim kıytırık ülkeyi ele geçirme planları yapacaklarını hiç sanmıyorum. Ne de olsa bu insanlar dünya çapında bir yere gelmiş. Her neyse kısaca 'fetöcü' diyip onları hapishanelerde süründüren, tanımadan terörist damgası vuran herkesin bir gün cezalandırılmasını istiyorum. Hiçbir zaman onlar gibi olamam. Ne ailem ne de hoşlandığım diğer insanlar kadar ahlaklı değilim. Ben yaradılıştan yanlışım muhtemelen. Yanlış bir zihinle, yanlış bir ailede, yanlış şartlarda yaşıyorum. Küçükken inanırdım mesela dua ederdim. "Allahım hem ailemin hem de arkadaşlarımın seveceği biri olabilir miyim?" Diye bir de izin alırdım. Daha sonralardan bu duam gerçekleşti belki de ama üç karaktere bölündüm ben. İlki iyi aile kızı, inançlı ben. İkincisi arkadaşlarıyla zıvanadan çıkan, dobra ben. Üçüncüsüyse gerçek ben. Üçüncüsünü tanıtmaya korkarım mesela. Beni artık sevmezler, bir daha yanlarında istemezler diye. Üçüncüsünü kendime bile anlatamadım zaten... yaralanmaktan çok hoşlanırım mesela. Bu fiziksel de olsa zihinsel de olsa bana bir şeyler kattığını hissediyorum. Belki de hep kendimi kandırıyorum. Belki de sadece acıdan hoşlanıyorum. Her neyse. Yaşıyorsam tek bir şey için, o da yardım etmek. İnsanların, hayvanların, dünyanın... tüm yaraları silip, kendime bulaştırabilmek için yaşıyorum ben.
Bizim buralarda bir Panter Ali var. Panter lakabını çok çevik ve hızlı olduğundan almış. Bir kadını çok sevmiş ama ailesi izin vermeyince evlenememiş. O da inat " o olmazsa kimse olmaz." Diyip bu yaşına kadar evlenmemiş. Yaklaşık 70 yaşlarında. Ne ailesi ne de sevdiği kadın kalmış yanında. Sadece yalnız. Bu yalnızlık da yanında deliliği getirmiş ona. Bademli'deyken bir sohbetimiz oldu. Hiç unutmam. Dikili'den Midilli'ye nasıl gittiğini, sahil güvenlikten nasıl kaçıp, Midilli'de nasıl gezindiğini, panter lakabını nasıl aldığını, kavgalarını... öyle bir anlattı ki bana. Ne onu unutabildim ne de anlattıklarını. Eski, güzel insanlardan o da. Kafamda çalar durur onun hatıraları. En azından hayal ettiğim kadarı... İşte onunla ilk karşılaşmamızı, gerçekten deli bakan o, mavi gözlerini ve muzip gülümsemesini unutamıyorum.
Ben biraz istifçiyimdir. Çocukluğumdan gelme bi şey bu. O zamanlar evimizin karşısındaki, ormana benzeyen çamlığa girer, kumandaların içinden çıkan o, renkli şekere benzer aparatları, yerden veya başka bir yerden bulduğum boncukları, çıkartmaları, pulları... kısacası gözüme ilişen her şeyi toplardım. o kadar saçma sapan şey topladım ki, bunların arasında sekiz senelik bir çiğdem içi bile var. Annemin eski makyaj kutusunun içinde de hazır bekliyor... her neyse. Şu zamana kadar topladığım ve gerçekten bana anlam kattığını düşündüğüm bir dosyam var. Dosyanın içinde ilkokuldan süre gelmiş üç farklı günlük, eskiden yazmış olduğum hikayeler, arkadaşlarımla dersde geçen yazışmalar, eski resimlerim... onlarca şey var. Aldığım kıyafetlerin fişleri bile var hatta. Benim için çok değerli ve gizli bu dosya. Dolabımın en dibinde üç ciltlik karikatürlerimin yanında saklıyorum ve o kadar kıskanıyorum ki onu, kim bilir belki de bir gün yok ederim.
Erkeğin kibarına "kız, kız gibi" kızın kibarına da yine kız denir. Bizim ülkede en büyük küfür birine "kız" sıfat ve sıfatlarını yakıştırmak heralde. Toplum olarak insanlık vasfıyla büyümüyoruz. Bazıları kendi insiyatifiyle bunu kazanıyo.
Karısını ve mental sıkıntılı 40 yaşlarındaki kızını döverek hayattan bıktırmasının ardından, karısının evi terk etmesi ve kızının "annem bir daha dönmeyecek" psikolojisiyle kendini asması. Daha da beteriyse bu akrabamı destekleyen akrabalarımın olması. Sonra vay anam neden hiç uğramıyonuz. Alla alla niye acaba yav?
Ruhların Kaçışı, Gökteki Kale, lotr ve harry potter serisini de oldukça severim.
İlkokulda yanlış yöntemlerle, boğa boğa, sıka sıka aşılamaya çabaladılar Atatürk sevgisini bize. Zorlaya zorlaya küçük bir çocuğa bir şeyler anlatır, bunu benimsemesini ve hatta bununla yatıp kalkmasını emrederseniz bu çocuğu alması için zorlanan unsurdan, nefret ettirirsiniz. Ne de olsa, çocuk bu! Benim dönemimde bu böyleydi. Sorulan soruları bilmeyen kişi aşağalanır, ölümüne ağlayan kişi, yüceltilir... garip bir durum gerçekten. Hele ki dinini yaşayan bir ailedenseniz... annem anlatır mesela sırf hoca kızı oldukları için öğretmenleri tarafından ne türlü hakaretlere maruz kaldıklarını, Atatürk'ü örnek göstererek "O bu ülkeyi sizin gibileri süpürerek yaptı" gibisinden yere sokmalar vesaire. Yani bir düşünün, çoğu kişinin ailesi islam diniyle büyümüş ve gene çoğusunun karşısına bu tip öğretmenler çıkmış. İnsanların sevmemesi normal ve ilahlaştıran pek çok kişiyi gördükleri sürece putlaştırdıklarını da öne sürerler. Bu bana kalırsa tamamen çocukluktan kalma bir şey. Benim çocukluğumda da "Atatürk" dendiğinde içim daralırdı. Bana bir soru sorulacak diye tedirgin olurdum. Hatta öyle bir vaziyete geldi ki bir gün rüyalarımda tanrı ve Atatürk'ü yan yana bir tren yolunda yürürken görmeye başladım. Bu rüyam hala ilginç gelir bana ama buradaki ana düşünce kafamda Atatürk'ü ilahlaştırmış olduğumdu. Şöyle söyliyim, dini bir ailede büyürken bunu düşünmek bile bana çok ayıp gelmişti ve ben git gide uzaklaştım ondan. Git gide daha da sevmez oldum. O yüzden Atatürk ve put kavramları arasında öğretmenlerin, çevredekilerin daha size küçükken yüklemiş oldukları bir çarpıtmanın varlığını fark edebiliyorum.
Şimdi Atatürk'ü seviyor musun? deseler hiç düşünmeden evet derim. Bu da tekrardan o dinini yaşayan aileme borçluyum. Öyle güzel kazandırdılar ki bana Atatürk'ü onların da hakkını ödeyemem.
Şimdi Atatürk'ü seviyor musun? deseler hiç düşünmeden evet derim. Bu da tekrardan o dinini yaşayan aileme borçluyum. Öyle güzel kazandırdılar ki bana Atatürk'ü onların da hakkını ödeyemem.
Hep sırt çantamda taşıdığım ufak el çantasındaki birkaç malzemeyle bu detayların altını çizebiliyorum. Okuldan eve dönerken karşılaştığım siyah kedinin patisindeki yarayı sarmam gibi. Tarifi imkansız bir zevk ve mutluluk veriyo bunlar bana... Ya diyorum, ben bunlar için yaşıyorum.
Tiner kokusu. Hatta o kadar etkilendim ki bir gün kokudan, koca evde tineri bulup azıcık içmiştim de.
(bkz:düşüyor mu böyle?)
Takım tutmuyorum. Takım tutmak bir süre sonra holiganlığa sürüklüyo insanı. Çoğu takım tutan kişinin içinde vardır. mesela ben burda bir takımı karalasam, o takımı tutanlar gelip savunmaya geçecek belki de sadece küfür edecek. Saçmalık. Ama illa bir takım belirtmem gerekirse, beşiktaş son hareketleriyle kalbimi kazanan takımların başını çeker.
Beni vur beni onlara verme
Külüm al uzak yollara savur
Dağılsın dağlara dağılsın
Bu sevdamsın ama sen ağlama dur.
-Deniz Tekin'in yorumuyla, tam şu noktada pek içlenirim.-
Külüm al uzak yollara savur
Dağılsın dağlara dağılsın
Bu sevdamsın ama sen ağlama dur.
-Deniz Tekin'in yorumuyla, tam şu noktada pek içlenirim.-
Kızlar küfür ederek, sigara içki ikilemine kafa atarak, fazladan sevgili yapıp her canlıya şen şakrak yapışarak ve daha nice gereksiz absürt hareketler yaparak kuğul olamazsınız. İçmeyin, yapmayın demiyorum. İsteyen yapsın lakin değerini düşürmeden yapsın.
Fetöcüyüm diye eksileniyorum. Bu da ırkçılıkdır kardşm.
Kardeşim bunun tek çaresi aynada denemeler yapmak başka da kaçarı yok. Geç aynanın karşısına, bi sağa gülümse bi sola. Doğru ayarı bir gün bulacaksınız. Yürekten inanıyorum. Ben başardım, siz de başarabilirsiniz.
Blowjob ne diye araştırırken, "teoride" en iyi blowjobu yapabilirim diye iddia atacak kadar geliştim swh.
Geçen sene Denizköy'de bir çukura düşüp, "aha kız düştü lan!" Diye bağıran üç kişiden biri elimi tuttu diye triplere girimiş, "el değmemiş elimin bekareti gitti" diye hayıflanmış ve ağlamış biri olarak, öpüşmek ne demek?
- o kadar tutucu değilimdir aslında. O tepkiyi çukura yuvarlanıp, birilerinin beni o, rezil halde görmesine bağlıyorum.-
- o kadar tutucu değilimdir aslında. O tepkiyi çukura yuvarlanıp, birilerinin beni o, rezil halde görmesine bağlıyorum.-
Ygs konularını bitiremeden tatilin bitmesi perşembe, cuma günleri akşam 6 buçuğa kadar okulda sürünüp diğer günler 4 buçukta stajdan çıkmak ve çalışmaya tekrar zaman bulamamak. Panik. Biraz daha panik...
Daha tabağındaki yemeği bitirmeden karpuza sarkan insanlar. Benim gibi prensiplerine bağlı, en azından tabağındaki bitmeden karpuza el uzatmayan birini, derin bir panik ve umutsuzluk duygusuna sürüklüyorlar. "Ya karpuz biterse?" Diye kuruntulara girip, kendi kendimi avutuyorum masada.
Arkadaşımın kendini öldürmek istemesi. İnançlı olduğundan, intiharı hiçbir türlü düşünmüyor. Fakat her seferinde hayatını batırmaktan da öteye gidiyor. Bilmiyorum. Belki de bir kenarda birinin onu öldürmesini istiyor. Sonra da suçu kadere atar zaten... Aptal.
Vondırful, vondırful layf...
Nescafe varken, kavonozun içinde nescafeyi çalkalayıp, içine buz kondurmak varken neden starbucks? Niye yani? Asıl starbucksa gidip eve nescafe alanlar, nescafeye hakaret ediyor.
Karadeniz mutfağı dendiği an aklımda hamsiler gelir. Onların o pişmiş, beyaz gözleri... ölü balıktan değil de, ölü hamsiden korkarım ben. Sanki "daha hayatımı yaşayamadım kahpeler" diye sesleniyo bana. Tabi hamsi bu, bilmiyo daha da büyüyemeyeceğini, hep minicik olacağını. Bu yüzden de karadeniz mutfağı çekici gelmedi hiçbir zaman. Tabi karadeniz mutfağını hamsiden ibaret sandığım için pek de yapıcı bir yorum olmaz benimkisi.
Duygusal olmak, charlie'nin çikolata fabrikasında Willy wonka'nın geçmişini öğrenince ağlayan bana veya da kardeşime ağustos böceği ile karınca hikayesini okurken, karıncanın ağustos böceğini eve almadığı kısımda bana küsüp, ağlayan kardeşime yakıştırılabilecek bir özelliktir.
Hamburgeri burger king ve mc'den oluşmuş bir yiyecek olarak görüyorum ve yiyemiyorum. Genellikle çift menüden alıp patatesleri yer, hamburgerleri yanımdakine bırakırım. Abi iğrenç bi şey nasıl yenir ki o? Ortasından tutarsın arkasından dökülür, bi ısırık alırsın elin yüzün ketçap olur... ya o değil de bu başlıklar sayesinde ne kadar çok yiyecekten hoşlanmadığımı bir kez daha farkettim.
Atatürk'ü tanıyıp, sevmiş ve benimsemiş biri olarak bana yanlış geliyor. Gençliğe hitabeyi aklına kazımış biri olarak bana tekrardan bu yanlış geliyor. Evet, şeriat diye kuduran, eğitimsiz, çok çirkin bir toplumuz biz. Ama eğer okumuş, bilmiş insanlarımız da bu topraklardan kaçmayı düşünüyosa bittik demektir. Babam bir keresinde "asıl siz giderseniz, şeriat gelir." Demişti. Haklı da. Fakat siz ve bizim gibileri de anlıyorum. Ben de gitmek isterdim buralardan. Yine de sonuna kadar dururum sanırım.
İnternetsiz bir ortamda, internet paketin bitmiş vaziyette, müziksiz kalmak. Şu an içinde bulunduğum durum... Gerçekten baya üzgünüm.
Hiç yaşamadığım, yaşatmayacağım ve bunu istemeyeceğim durumdur. Bir insanla 'sevginin en güzel halini' paylaşacak olmak, benim için kör kuyuya bir daha çıkamayacağını bile bile inmek gibidir.
Dinin insanların eşit olduğunu söyleyip, kadınlarla erkeklere eşit yasaklar ve ödüller sunmaması. Daralıyorum kardeşim, herkese huri verip bana kocanı bekle denildiğinde isyan ediyorum.
Laiklik evet, bir bakıma din ve devlet işlerinin ayrılması diye aktarılabilir ama asıl laiklik, vicdan özgürlüğüdür. Yani şöyle ki islamı kendine din edinmiş olan bu ülkede ne kadar haram olsa da faiz var di mi? Bu faizi yemek veya yememekse kişinin seçimine yani vicdanına kalmış. Ayrıca şöyle de bir şey var ki, şeriat yani tanrının emirleri kuranla birlikte yalnızca tek bir şeye inmiştir. O da insandır. Yani şeriat devlet yönetimi için değil, kişinin kendini yasaklarak uyarak yönetmesi için gelmiştir ve bunu emreder. Devletin şeriatla yönetilmesine dair bir emir yoktur ve peygamber olsun, halifeler olsun veyahut onların çocukları olsun hiçbiri devlet kurmaya çabalamamıştır. Devletcilik kavramı, ne zaman başa elinde şer olan bir kimse geçtiyse o zaman filizlenmiştir.
Not, herhangi bir inancım yok.
Not, herhangi bir inancım yok.
2010-14 yılının en rövaştaki kolye ucu modelidir.
...ben henüz yeni doğmuşken başkalarının gururunu kıracak bir hareket yapmış olabilir miydim? Yoksa annem, yaradılıştan vücudumda veya ruhumdaki herhangi bir kusur yüzünden mi bana karşı soğuk davranmaktadır?
-honoré de balzac
-honoré de balzac
Panik, kafayı yeme isteği
Bu dünyaya bir sıfatla gelip, o sıfatı sürdürmek ve çeşitlendirmekle koşullanıyoruz. Bu sıfat bir din, bir soy isim belki de bir millettir. Fakat biz bunları sevmeye değil şekillendirmeye programlandırılmış gibiyiz. Tıpkı bir makine gibi. Belki arada bir işin içine duygu, düşünce katıp "biraz insan" olabiliyoruz ama çoğunlukla böyle büyütülmemiş ve bu öğretilmemiş bir makine olarak eninde sonunda fabrika ayarlarımıza geri dönüyoruz. Ne tam olarak yaşıyoruz ne de ölüyoruz. Sadece bozuluyoruz biz ve arada sırada nefes alabiliyoruz. Sadece arada sırada bir canlılık belirtisi veriyoruz ve biraz daha varolmaya çalışıyoruz.
"Ya var ya şöyle çikolatalı bi şeyler istiyorum bi de kahve" diyip aşağı indiğinde kardeşini, sana bunları hazırlarken görmek.
29 Ekim.
Beni o gün, o saatlerde doğuran annenin ben alnından öperim. Sen ne güzel şeysin öyle.
Beni o gün, o saatlerde doğuran annenin ben alnından öperim. Sen ne güzel şeysin öyle.
Kardşm yapmanız gereken ilk şey bu ilahi bi ikazdır diyip sineye çekilmek tövbe etmek ve zinadan uzak kalmaktır
Fotoğraftaki benim...
İlk defa canlı canlı Simav'a dayımlara gittiğimde karşılaşmıştım bununla. Nasıl kıvrandım o gün "bi tabak da bana koyabilir misiniz?" Demek için. Fakat nafile. Diyemedim de yiyemedim de... Bu tatlı, İçimde çok acı bir anı olarak o günden beri yaşamakta.
Hiç yaşamadım. Çabuk unutanlardanım ben.
-hemen ardından sağdan sağdan bi şey yaklaştı ve fısıldadı "kız zaten topu topu bi kişi soktun hayatına. Bu başlığa yorum yapacak kadar yaşamadın sen"-
-hemen ardından sağdan sağdan bi şey yaklaştı ve fısıldadı "kız zaten topu topu bi kişi soktun hayatına. Bu başlığa yorum yapacak kadar yaşamadın sen"-
Allah her şeyi bilir, bile bile yaratır. Zaten allahın bazı şeyleri bilmemesi saçmalık olurdu. Bu yüzden "insanları denemesi" düşüncesi de saçmalıktır. Sonucunu bildiğin şeyi, neden denersin ki? Zaten biliyosun ne olacağını.
Bırakamıyorum. Keyfi bir faaliyet olarak başladı Belki de sadece heyecan aradım ama işin tadı kaçtı artık. Üç sene oldu, ben hala içiyorum. Zebil ettiğim paranın ve solunum fonksiyonlarındaki tıkanmanın haddi hesabı yok. Fakat hala içiyorum. Kalitesiz cüzdan, kalitesiz beden ve kalitesiz bir hayat. Sigaranın tek anlamı bu.
Kokusundan da tadından da ayrı haz etmem. Hele o yağları yok mu... buram buram tiksiniyorum.
Eskişehir'de esparkta ucuz menüsünden yedim. Hamburgerden hoşlanmadığımdan oldukça alternatif bir seçenek oldu benim için. Ayrıca Hindi salamını önermiyorum.