kürdistan

ramen
Ulus-devlet saçmalığından dolayı insanların kötü bir şekilde hayatlarını mahvetmelerinin en kötü örneklerinden birisi kürdistan kurulmak isteniyor diye kaç yıldır savaş var türkler de türkiye var olsun istiyor bu beraber kargaşayı doğuruyor
anne boleyn
Sosyalistlerin ve komünistlerin garip bir şekilde kurulmasını desteklediği saçmalık. Hani emperyalizm düşmanıydınız? Dünyanın en büyük emperyalist ülkelerin kucağında devlet kurulmasını desteklemek nasıl bir ironidir ki devletlere düşman olup kürdistanın kurulmasını dilemek nasıl acizliktir? Neden dünyada ciddiye alınmadıklarına şaşmamak gerek. Emperyalistlerin çıkarları için kurulmaya çalışılan devlet kurulduktan sonra rahat bırakılır sanıyorlar. Bence ilk önce emperyalist devletleri anlamaları gerek. Bir de aydınım diye gezer bu tayfa kıçımın aydını.

Kurulsa da hiçbir zaman huzur olmayacak. Türkmenleri unutmamak gerek. Orada da büyük bir bölünme söz konusu. Sizin acıdığınız kürtler, türkmen gardaşlarımı dışlıyormuş:((((
3
eileen
Kelimenin dünya genelinde kabul gördüğü anlamı kuzey sınırı türkiye'nin de bir kısmını kapsayan, Akdeniz'e açılan bir kapısı, İran'ın ihracatının büyük kısmını sağladığı birkaç şehrini ve ortadoğu'daki en fazla petrol kuyusu bulunan coğrafi bir bölge. Google haritalarda bu şekilde lanse edildiğine göre genel bir kanı bu. Fakat neden tam da tüm ortadoğu'nun en verimli alanlarını kapsayan, bölgeye tek başına hükmedip, Avrupaya deniz kapısı, Anadolu'ya hakimiyeti, özetle sanki bilerek bu şekilde çizilmiş, her açıdan en güçlü ortadoğu ülkesinin sınırları gibi göründüğü bende planlı bir çalışma oldugu fikrini uyandırıyor. Haritada görünen bölgenin bir kısmı Osmanlıca haritalarda da kurdistan ismi ile anılıyor olsa da, Google haritaların çizdiği kesinlikle bilinçli bir pislik gibi geliyor bana.
İşin (bkz:bağımsız Kürdistan) boyutu başka mevzu. Ona da bir bakın derim
wine
Kürtlerin tarihlerindeki ilk bağımsız devletidir (olacaktır). Bu zaten engellenemez bir durumdur. Kürdistan kurulacaktır bunu başından beri söylüyoruz. Tc'den bir toprak talebi olur mu orasını bilemiyorum.
anancı
coğrafi olarak yüz yıllardır (selçuklu ve osmanlı dahil) kullanılan resmi bir devlet olarak 8 gün sonra kurulacak olan bölge/devlet. Kürtlerin yıllardır verdikleri haklı mücadelenin nihayet sonuna yaklaşıyoruz. suriyenin %38'ini kontrol eden kürtler (rojava bölgesi) dahil olursa stratejik açıdan çok iyi yer edinecektir.
emir
Tarihte varolmuş ilk kürt devletidir. Sınırları ırağın kuzeyinden türkiyenin güneyine, irandan suriyeye kadardır (şuanlık).

Bağımsızlığını (bkz:25 eylül kürdistan referandumu) ile ilan etmiştir. Diğer devletler de amerikanın kurduğu bu petrol devletini eşek gibi tanımak zorunda kalmış bulunuyor.
irana ve suriyeye de bok yemek düşer


Sentez olarak biz aydınlar bağıra çağıra bu devletin elbetteki gerçek olacağını, şu başlığın altını "hayal" kelimesi ile doldurmamaları gerektiğini söyledik. Şimdi kürdistana hayal diyen her şahıs tükürdüğünü bir güzel yalayacak. Velhasıl kelam şu sözler ile tanımlamamı bitiriyorum ve hayırlı olmasını diliyorum;

Her ulus kendi vaziyetine müdahale etme hakkına sahiptir. Ve ulusların bir devlet çatısı altında toplanma hakkına faşist ve emperyalist hazımsızların müdahale etmemesi gerekir.

Edit; "Çok istöyönü oroya göndöröbölörz" diye zırvalayanları da ciddiye almıyorum. Zira devlet memuru olduklarında kuzey ıraktan farkı olmayan o kutsal güneydoğu topraklarına gönderileceklerdir. Ve elbette eğitimsiz kürt halkını eğitimsiz türk halkına yeğlerler. Şüphesiz din safsatalarından daha az etkilenmiş, daha seküler ve eğitilmeye müsait bir toplumlar.
odin
193.000 kişi ile referandum yapıp orada yaşayan türkmenleri referanduma dahil etmeyen "boz dovlot oldok, doho fozlo oşex lozom dovlotomozo" diye bağıran ancak topraklarını aldığını sandıkları devlet ve komşu devletler referandumu saymadıklarını belirttiği halde bu referandum geçerlidir diye bağıran topluluğun kurduğu hayali devlettir. Yazık olmuştur. O kadar kürt ırkına mensup insanın hayalleri yıkılacaktır.
1
frantz fanon
ortadoğu'nun en büyük nüfuslu devletsiz, cefakar halkına böyle bir referandum yaparsanız sonuç bellidir.

baştan söyleyim
şu zalim dünyanın %1'inde yer almıyorsak eğer tüm poltik olaylara sade kürtlerin, türklerin, eskimoların ''milli çıkarları'' açısından değil dünyanın mülksüzlerin ve ezilenlerin hayrı açısından bakılmalı.
evet seçeneğine damga vurulmasını o açıdan -kılışdarın deyimiyle- doğru bulmuyorum. çünkü, güney kürdistan'ın zaten yeterince geniş bir özerkliği vardı, ötesi tamamen milliyetçi bir yaklaşımdır. barzanilerin yaptığı; tamamen israil özentisi, gerici milliyetçi bir siyaset. zaten israil de destekliyor.

ama sapla samanı karşıtırmayalım. kürdistan referandumu gericidir diye kürdistan gerçeğini reddetmeyelim.
(bkz:#78355)
ordu göreve diye coşan yurttaşlarıma da iki dk oturup düşünmelerini tavsiye ediyorum: ölümlerle sonuçlanacak her hangi bi saldırı kürdistan'ın her parçasındaki kürtleri sadece kışkırtacaktır.

tc, kc ve emperyalizm meselesi
şu bir gerçek ki t.c maalesef ben diyeyim 30 (12 eylül darbesi) sen de 60 yıldır (kore'ye asker gönderme, abd üsleri kurma, nato'ya giriş) abd ve israil'in kucağındaydı (1930'lardan beri ingiltere'nin kucağına geçiş yapıyordu diyenler de var, ama konuya hakim değilim yalan olmasın)
burada derdimiz antiemperyalizm mi yoksa türk kapitalist devleti'nin sınırlarının bekası mı, türk milletinin nüfusunun azalmaması ve kürtlerce eriyip yok olmaması mı. derdimiz antiemperyalizmse eğer, evvela antikapitalist yani sosyalist olacağız. çünkü emperyalizm tekelci kapitalizmdir; yani banka sermayesiyle sanayi sermayesinin kaynaşmasıdır. sosyalistler ise hiç bir kapitalist devletin sınırlarını mutlaklaştırmazlar, yani değişmez görmezler, olaya ''bizim davamız bundan ne kazanır ne kaybeder'' diye bakarlar. bir milletin varlığını korumak ise başka bir milleti asimilasyonla olmaz, tekçilikle olmaz bu bir kere etik değil. ve hem antiemperyalist olunabilir, hem kürtlerin milli hakları da savunulabilir, hem kürtler kendi milliyetçilerine karşı uyarılabilir ''önermiyoruz'' denilebilir hiç öyle kategorilere ayırmanın lüzumu yok. ve kürtlere atarın, tehditin de hiç bir faydası olmaz. önermiyoruz de bitti gitti.

benzer soruları kürt yurtseverlere de farklı şekillerde sorabilirim, ki soruyoruz.

şimdi maalesef g.kürdistan da abd ve israil'in kucağında kurumsallaşacak. eh, biraz da k.c otursun, ikinci israil rolünü biraz da onlar üstlensin. milliyetçilik-kapitalistlik böyle bir şey.
Virtuoso
Kürdistan'a değil , bu zihniyeti benimseyip şu ana kadar yaşadığı memleketim dediği topraklara Türkiye'ye haince yorum yapanlar , düşünce besleyenler ve hiçe sayanlar için zihinlerindeki kürdistan hayal. yanlış bilmiyorsam kurulacağı konumdaki komşu ülkeler bu referandumu hiçe sayıyor.
demhatcelik
Artan faşist baskı ve saldırıların çok önemli bir amacı da yaklaşan yerel seçimler olmaktadır. Saldırıların esas olarak HDP'yi ve onunla ilişki ve ittifak içinde olan kesimleri hedeflemesi, esas nedenin yerel seçimler olma olasılığını güçlendirmektedir.

Mevcut haliyle AKP-MHP iktidarının ekonomi politikası “Kazanla al, kaşıkla geri ver” haline gelmiş durumdadır. Bu biçimde güya halka bir şeyler veriliyor olunmakta ve halkın buna sevinmesi istenmektedir. Bilindiği gibi, buna “Bio-iktidar” denilmektedir. Özü ise, bireyi ve toplumu yoksullaştırarak satın almaya dayanmaktadır. Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü, yaşadığı derin ekonomik krizi bu tür yöntemlerle aşmaya çalışmaktadır.

Tabi faşist diktatörlüğün krizi aşma çabası sadece ekonomik alanla sınırlı da değildir. Faşist özel savaşı tüm boyutlarda olabildiğince tırmandırmaktadır. Söz konusu boyutların yedi tane olduğunu, 13 Nisan 2009 tarihinde yaptığı okul kapanış konuşmasında dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ifade etmişti. Her ne kadar bir dönem belli bir çelişki ve çatışma yaşasa da, Tayyip Erdoğan Yönetimi İlker Başbuğ'un bu teori ve planını esas alıp uygulamaya koymuştu.

Örneğin bu teoriye göre, faşist diktatörlüğü ayakta tutmak için kullanılacak özel savaşın temel bir boyutu psikolojik savaştır. Dikkat edilirse, tamamen hile ve yalana dayalı psikolojik savaşı AKP-MHP faşist diktatörlüğü çok etkili bir biçimde kullanmaktadır. Halk içinde derler ya, gerçekten de yüzü kızarmadan peş peşe yalan söyleyebilmektedir. Bir anda yeni bir şey uydurarak var olan gündemi değiştirebilmektedir. Bu konuda Kürt düşmanlığına dayanan şoven milliyetçilik her türlü veriyi sunmaktadır.

Özel savaşın bir başka boyutunun baskı, zulüm ve terör uygulamasını sürekli tırmandırmak olduğu bilinmektedir. Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünü zulüm uygulamasında hiçbir hukuk ve ahlâk kuralı durduramamaktadır. Halk içinde yıkılması istenen bir iktidar için derler ya, zulmün artsın diye; AKP-MHP faşist diktatörlüğü işte bu düzeye ulaşmış durumdadır. Ekonomik alandaki bio-iktidar, siyasi alanda soykırım operasyonlarıyla ve askeri alanda da Efrîn'den Bradost'a kadar sınır dışına çıkartılan işgal savaşlarıyla sürdürülmektedir.

Tayyip Erdoğan Yönetimi 14 Nisan 2009 tarihinde başlattığı siyasi soykırım operasyonlarını özellikle son günlerde doludizgin yürütmektedir. Bir yandan Kürdistan'ın Bakur, Başûr ve Rojava parçalarında askeri saldırıları en üst sınıra tırmandırırken, diğer yandan siyasi soykırım operasyonlarını da günün yirmi dört saatinde yürütür hale gelmiştir. Esas olarak demokratik Kürt siyasetini hedefleyen bu operasyonlar, aynı zamanda Kürtlerle ilişkilenen herkesi de hedeflemektedir. Adeta Kürtlere merhaba diyen herkes, Tayyip Erdoğan'ın ihbarı ve emri ile zindanı boylamaktadır. Bu temelde Kürt halkı ve Kürt siyaseti yalnızlaştırılmak istenmektedir.

Kuşkusuz AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yoğunlaştırdığı bu saldırıların birçok nedeni ve amacı vardır. Örneğin tam bir çöküş sürecinde olması bu saldırıların en temel bir nedenidir. Söz konusu faşist terör ve saldırılarla Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü ayakta kalmaya ve ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Yoksa gerçekten de ayakta kalma şansı yoktur. Osmanlı'nın son yönetimi olan İttihat ve Terakki'nin 600 yıllık imparatorluğu çöküşe götürmesi gibi, TC'nin son yönetimi olan AKP-MHP faşist diktatörlüğü de yüz yıllık cumhuriyeti çöküşe götürmektedir.

Çok açık ki, artan faşist baskı ve saldırıların çok önemli bir amacı da yaklaşan yerel seçimler olmaktadır. Saldırıların esas olarak HDP'yi ve onunla ilişki ve ittifak içinde olan kesimleri hedeflemesi, esas nedenin yerel seçimler olma olasılığını güçlendirmektedir. Daha resmi olarak seçim sürecine girmeden HDP'nin tüm aktif çalışanları tutuklanıp zindanlara konarak, yerel seçimleri HDP'nin kazanması engellenmek, yerine AKP adaylarının kazanmasının önü açılmak istenmektedir. Dahası bütün bunlara rağmen, yine de kazanan HDP adayları olursa, onların da görevden alınarak yerlerine “Kayyum atanacağını” bizzat Tayyip Erdoğan açıklamış bulunmaktadır.

Kuşkusuz bu açıklama iki bakımdan önemlidir ve ciddiye alınmayı gerektirir. Birincisi, zaten yüzündeki tüm maskeler düşürülmüş olsa da, yine de Tayyip Erdoğan Yönetiminin karakterini çıplak bir biçimde ortaya koymasıdır. Meydanlarda “Milletin üzerinde başka bir irade olamaz” diye bas bas bağırarak iktidara gelen Tayyip Erdoğan'ın, “Millet iradesinden anladığı” işte bu olmaktadır. Çok açık ki, Tayyip Erdoğan'a oy verenler millettir ve milli iradeyi temsil etmektedir, onun dışındakilere, örneğin HDP'ye verilen oylar ise milletin ve milli iradenin dışındadır! Dahası Tayyip Erdoğan'a göre onlar “Yerli ve milli değildir ve de teröristtir”! Zaten bütün faşist diktatörlüklerin zihniyeti ve siyaseti böyledir.

İkincisi ise, bu tür açıklamalar ve saldırılar karşısında doğru demokratik siyasetin ve tutumun ne olması gerektiği hususudur. Öncelikle söz konusu açıklama HDP tabanını korkutmaya ve ürkütmeye, böylece HDP'ye oy vermekten caydırmaya yöneliktir. En azından “Zaten seçeceğim belediye başkanı görevden alınacak, o halde oy kullanmaya ne gerek var” algısı yaratarak, HDP seçmeninin sandığa gitmesini engellemeyi amaçlamaktadır. Diğer yandan, gerçekten de seçim sonrası AKP-MHP faşist diktatörlüğü HDP'li seçilmiş belediye eşbaşkanlarını görevden alabilir. Nitekim bundan önce seçilmiş olanları görevden atmış ve “Kayyum” adıyla belediyeleri gasp etmiştir. Bu bakımdan söz konusu açıklama ciddidir ve bu durum bilinerek tutum geliştirmek gerekir.

O halde faşist reis Tayyip Erdoğan'ın söz konusu açıklamaları ve tehditleri karşısında doğru demokratik ve yurtsever tutum ne olmalıdır? Şimdi işte bu soruya herkesin net ve kesin cevap vermesi, ortada farklı anlamlara gelecek herhangi bir muğlaklığın kalmaması gerekir. Çünkü muğlaklık ve tartışmalı durum da AKP-MHP faşist diktatörlüğüne hizmet edecektir. Zaten söz konusu açıklama ile Tayyip Erdoğan'ın bir amacı da bu olmaktadır.

Kuşkusuz öncelikle Tayyip Erdoğan'ın söz konusu açıklamasının antidemokratik ve faşist karakterini her yerde teşhir etmek gerekli ve önemlidir. Bu temelde Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün teşhirini ve tecridini geliştirmeye çalışmak gerekir. Elbette bunda herkes hemfikirdir; bir görüş ve tutum farklılığının olacağını sanmıyoruz. Ancak faşizme karşı mücadelede öncelikli ve önemli olan bu tutum, tabi ki yeterli değildir. Başka adım ve çabalarla beslenmesi gerekir.

Peki söz konusu başka adımlar neler olmalıdır? Belli ki bunlar korkmak, ürkmek, geri çekilmek veya bir uzlaşma arayışı içinde olmak olamaz. Açıklamanın temel bir amacı zaten korkutup geri çekilmeyi sağlamak ve böylece HDP seçmenini oy kullanmaktan caydırmak olduğu için, böyle davranmak doğrudan AKP-MHP faşizmine hizmet etmek olur. O durumda da AKP adayları seçileceği için, zaten kayyum bu biçimde gerçekleşmiş hale gelir. Bu nedenle, tek doğru demokratik ve yurtsever tutum, baştan itibaren en geniş demokratik birliği yaratma temelinde AKP-MHP tehditlerine karşı durmak, en üst düzeyde seçim propagandası yürüterek seçim günü sandığa gidip HDP adaylarına oy vermek olmalıdır.

Bu noktada kendine sol ve sosyalist diyen bazı çevrelerin yapmak istediği gibi, HDP'den uzak durarak, seçimde bağımsız aday gösterme veya CHP'ye yamanma da bir demokratik seçenek kesinlikle değildir. Çünkü, CHP'nin de aslında pek bir farkı yoktur. Bu durumda gerçek demokratik alternatif ortadan kalkar. Zaten faşizmin istediği de budur. Böyle bir durum, belki güncel de biraz maddi imkân yaratır; ancak faşizme karşı mücadeleyi zayıflatarak faşizmin ömrünü uzatır. Oysa faşizmi çöküşe götürecek tutum içinde olmak gerekir ki, bunun da faşizme karşı demokratik alternatifi ve mücadeleyi geliştirmek olduğu açıktır.

Bu noktada önemli bir boyut, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün “Kayyum” adıyla gerçekleştireceği gaspa karşı baştan itibaren örgütlü alternatifi yaratmaktır. Yani seçim sürecinde demokratik adaylar etrafında öyle bir halk örgütlenmesi yaratılmalıdır ki, seçimden sonra faşist yönetim “Kayyum” atasa da, halk kendi seçtiği eşbaşkanlarla kendi yerel yönetimini işletebilmelidir. “Kayyumu” dinlememeli, kendi alternatif demokratik yerel yönetimini sürdürmelidir. Kısaca AKP-MHP faşist diktatörlüğünün saldırı ve tehditlerine karşı örgütlenme ve mücadele ile kazanmayı bilmek gerekir.
demhatcelik
AKP-MHP faşist iktidarı baskı, zulüm ve tutuklamalarla Kürtlere karşı bir soykırım politikası uygulamaktadır. Artık yapılan gözaltı ve tutuklamalara siyasi soykırımdan başka bir ifade kullanmak gerçeği gizlemek, tutuklamaları hafifletmek ve sıradanlaştırmak olur. Bu nedenle bu tutuklamalar kelimenin tam anlamıyla siyasi soykırımdır. Dünyanın hiçbir yerinde bu düzeyde keyfi tutuklama olmamıştır. Açıkça kafalarınızdaki Kürtler için özgürlük isteme düşüncelerini atacaksınız, diyorlar. Kürtler için özgür ve demokratik yaşam istemek suçtur. Bu, Kürtlüğünüzden vazgeçeceksiniz anlamına gelmektedir. Bu faşist iktidarın Kürtlük adına bir şeyler talep eden hiçbir Kürt'e tahammülü yoktur. Dünyanın başka bölgelerindeki ölçülerde işbirlikçilere bile tahammülü yoktur. Kürtlük adına her türlü siyasi düşünceye yönelik soykırım politikası yürütüyor. Kuşkusuz şu anda güçlü olan ve soykırım politikası önünde engel olanları hedefliyor. Yoksa Kürtlük adına siyaset yapan hiçbir şeyi kabul etmiyor. Bazı kendini kandıranların söylediği gibi AKP-MHP faşizmi Kürt siyasetini dizayn ederek kendine göre bir çözüm yaratmak istemiyor. Böyle düşünenler soykırımcı Türk devlet gerçeğini ve AKP iktidarını anlamayanlardır; Kürt bilincini bulanıklaştırmak isteyenlerdir. Bu tür düşünceler ve söylemler Kürtlerin direnişini ve duyarlılığını zayıflatmaktadırlar.

Şu anda siyasi soykırım planlı biçimde sürdürülmektedir. Bu tutuklamalar ne polisin ne savcıların işidir. Saray gladyosu MİT'le birlikte planlıyor, talimat veriyor, savcılar uyguluyor. Bu uygulamalar faşist darbe döneminde gerçekleşen tutuklamaları katbekat aşmıştır. 12 Eylül'de de Kürt siyasi hareketlerine yönelik bir kök kazıma vardı. Önceden esas olarak örgütlerle ilişkisi olanlara yönelik siyasi kök kazıma yapılırdı. Şimdi Kürt toplumunun çoğunluğunda siyasi bir bilinç geliştiğinden tutuklamalar yani siyasi soykırım Kürt toplumuna yöneliktir. Ancak fiziki ve kültürel soykırım amacı olanlar böyle bir uygulama yaparlar. Bu açıdan şu anda Kürtlere yönelik uygulamalar ve tutuklamalar dünyanın herhangi bir ülkesinde yapılan baskılar ve uygulamalar değildir. Kürt halkının varlığını ortadan kaldırmaya yönelik siyasi soykırım yapılmaktadır. Bu tutuklamaların bir amacı da siyasi düşünceye sahip Kürtleri ülkelerinden kaçırtmaktır. Bu da siyasi soykırımın başka bir yöntemi olmaktadır.

Tutuklamaların önemli bir bölümü de basına yöneliktir. Özellikle bu iktidarın Kürt politikasına muhalif basın ortadan kaldırılmak isteniyor. Basına da Kürtlükle ilgili sorunları dile getirmeyi bırakacaksınız yoksa sizi yaşatmayız, diyorlar. Baskı ve tutuklamaların amacı kesinlikle böyledir. Basına en büyük düşmanlığı yapanlar şimdi Suudili gazeteciyi gündemleştirerek kendi gerçeklerini gizlemek istiyorlar. Tayyip Erdoğan onlar gazeteci değil, teröristtir, diyerek baskı ve tutuklamalarını meşrulaştırıyordu. Aynı kafa öldürmeyi de meşru görür. Türkiye tarihinde onlarca gazetecinin katledildiği bilinmektedir. AKP kafası 1990'lı yıllarda öldürülüyordu, biz şimdi öldürmüyoruz, tutukluyoruz buna şükredin kafasıdır. Kaldı ki, AKP iktidarı döneminde binlerce insan öldürülmüştür. Eğer Suudili gazeteci öldürülmüşse; AKP kafası nedeniyle öldürülmüştür. Suudili gazeteci kaybolunca dünyada gündem oldu. ABD'den Avrupa'ya kadar birçok yerden tepki geldi. Yüzlerce Kürt gazeteci gözaltına alınıp tutuklanırken bu kadar tepki göstermemesi Kürtlere yönelik siyasi yaklaşımın dışavurumu olmaktadır.

AKP iktidarı siyasi soykırımı neden bu kadar alenen yapıyor? Neden gazetecileri tutukluyor? Kürt basınına uygulanan da Kürtler üzerinde uygulanan soykırımla bağlantılıdır. Almanya Başbakanı Merkel, Tayyip Erdoğan'ı kırmızı halılarda ağırlarsa, İngiltere hükümeti faşist bakanları ağırlarsa, ABD İdlib'de Türkiye'ye destek verirse Tayyip Erdoğan da siyasi soykırım saldırılarını artırır. Şu anda yapılan tutuklamalar Almanya hükümetinin desteğiyle sağlanan tutuklamalardır. Almanya ve bazı Avrupa ülkeleri kendi çıkarları gereği AKP faşizmine onay vermişlerdir. Bu faşizmi yaşatan bu ülkelerdir. Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı işlenen suçların ortağıdırlar. Mücadele her zaman maskeleri düşürür. Kürtler de mücadeleleriyle dünyadaki maskeleri bir bir aşağı indirmektedirler. Kürt direnişi karşısında hiçbir güç kendini gizleyemiyor.

AKP'nin karakterinin ne olduğunu 10 Ekim katliamında da açıkça görebiliriz. Bu katliamı Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan yaptırmıştır. Kürt halkının özgürlük mücadelesine yönelik yakınlaşmalar ortadan kaldırılmak için bu saldırı yapılmıştır. Suruç katliamı da bu amaçla gerçekleştirilmiştir. Kimler Kürt siyasetiyle yakınlaşmışsa onların üzerine gidilmiştir. Zaten kim AKP-MHP faşizminin baskısına maruz kalmak istemiyorsa Kürtlerden uzak durmaktadır. Ankara Gar'ı katliamı Türkiyeli demokrasi güçlerini Kürtlerden uzak tutmak için yapılmıştır. Bunun için en kanlı yöntem kullanılmıştır. Bu DAİŞ saldırısı değildir. Yeni Türkiye'ye karşı soykırımcı sömürgeci Türkiye'nin saldırısıdır. Kürt Halk Önderi'nin demokratik ulus anlayışına dayalı Demokratik Türkiye zihniyetine yapılmış bir saldırıdır. Bu açıdan Kürtler ve Türkiye halkları bu şehitleri en yüksek düzeyde sahiplenmeli, onların özlemleri doğrultusunda mücadele etmelidir. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunu çözümü bu zihniyette ve bu doğrultuda verilen mücadeleden geçmektedir. Türkiye ve Kürdistan'da sokaklar ve mahalleler örgütlü direniş alanları haline getirilirse bu faşizmin sonu yakınlaştırılır. AKP-MHP faşizmi her bakımdan zayıf konumdadır. Varlığını örgütlü toplum ve mücadelesinin zayıflığıyla sürdürmektedir.

10 Ekim Ankara Gar yürüyüşüne katılanlar şahsında AKP kendi iktidarının sonunu gördü. Bu açıdan Türkiye ve Kürdistan'da 10 Ekim ruhuyla örgütlenip mücadele edilirse korkuları başlarına gelir.
4 /