confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

ebru

pencere
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları'' gibi kitabından güzel bir şiiridir;

sen kartopuna tutulan bir yıldızsın ebru
duvarlara karşı çalınan ıslıksın
beyaz bir bulutsun çamaşır makinesine atılan
metal yığınlarının dağıttığı bir duygu bahçesiyken yüreğin
ipliğe tutunmaya çalışan kırık düğmesin
çok güzel bir kadınsın da, bunu niye saklamalı
niye saklamalı
tutkulu aşkların masallarda kaldığına inandığını
ve
aradığını yine de
avuçlarını yangına verecek elleri

rüzgarda açılan saçın güzelliğisin sen ebru
gülüşünü çalmak için hırsızların pusu kurduğu bir yüz
batan bir geminin ambarındaki kuyruklu piyanosun
istanbul'un boğazında sallanan bir diş gibi dururken deprem
coğrafya kitabısın en kaygan fay çatlağının
esrik bir kadınsın da, bunu niye saklamalı
niye saklamalı
gözlerinde mavi, uysal kediler yürürken
birden gözbebeklerinden kaplanlar fırladığını
ve
yıktığını
geceleri aşıklarının üstüne

boşlukta salınan bir tüyü andırsan da sevgili ebru
aramızdan kuşlar geçer, kanatları kırılmaz
hem niye saklamalı
uçuldukça uzayan bir göç yoludur aşk

aslı

pencere
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiridir;

karanlıktan korkan ay
sıyrılınca bulut ordusundan
gördüm gerçeğe düş dolduran yüzünü
yanan bir deve kervanı geçiyordu alnından
saçlarından bir adam düşüyordu
bir doğu kentinin adını bağırarak : isfahan!
gözlerin dağlardaki su söylenceleri
ki az sonra
martılar deniz sanıp inecekler
ve ezgiler başlayacak
kaçıp kovalamaları anlatan
tavşanlarla tazıları
hükmedenlerle köleleri anlatan
çatlayan atları
yakılan kapıları
köpeklerle efendilerini anlatan ezgiler
peşimdeydiler ve havlıyordu iz süren köpekleri
dünyanın kanadığını
otların kaçıştığını duyuyordum
dağıldığını duyuyordum sözcüklerdeki anlamın
ayışığı gözümü biçiyordu
karanlıklar gölgemi
yeryüzünün canı acıyordu aslı
peşimdeydiler
ve soluklarını duyuyordum köpeklerinin
bağırabilirdin sana rastladığımda
beni ele verebilirdin
söyleyebilirdin nasılsa bir gün
sözcüklerin ağzımdan göç edeceğini
ve diz çökeceğimi ölümün kalesi önünde
yenik bir şövalye gibi
peşimdeydiler
ve soluklarını duyuyordum köpeklerinin
birden elimi tuttun aslı
bir uçurumun ucundan tuttun
sonra yükselmek için açarken kanatlarını
fısıldadın gecenin kulağına
duysun diye bütün avcılar

“ölüme yetişmiş olsa da birçok kurşun
hiçbir kurşun yetişememiştir aşka”

teoman

pencere
geceye, teo'nun bazı yalanlar şarkısının, az bilinen muhteşem akustik versyonununu bırakıyorum. aynı zamanda harika bir çello ve piyano uyumu barındırır.
adam babam yaşında ama hala teo. yolda görse bu girinin hesabını sorsa haklı walaa.
neyse, teoman dayının muhteşem çalışması aşağıdadır.

bir kaç yaralı ruh,
bir kaç bira şişesi,
elimizde bunlar var..

başkanlık sistemi

pencere
türkiye halklarına edilmiş en büyük kötülüktür. başkanlık sistemi de, asıl itibarıyla demokrasi içre bir yönetim biçimidir. fakat dünyadaki hiç bir uygulamasında, baş belli gövde nerede yahuu şeklinde icraa edilmez. hele ki, hiç bir aklı başında hiç bir halk, 150 yıllık parlementer demokrasi geleneğini bir gecede bozup böyle bir sisteme geçmez.

avrupa'nın gelişmiş demokrasileri, çok aptal ve gerici insanlar oldukları için her seçimde iktidarı koalisyonlar biçiminde dağıtmıyor. koalisyon türü yönetim şekilleri olabilecek en mükemmel denge denetleme mekanizmalarının olduğu yönetim şekilleridir. tersi ise, türkiye ihale kanunu, tmk falandır.

isterlerse beni 20 yıl hapse atsınlar, 16 nisanda halkımızın yüzde 51 oyla bu yasayı kabul ettiğine inanmıyorum inanmayacağım. şayet, beni 20 yıl hapis yatırdıktan sonra buna inandıracağını sananlar da çok yanılır. bu başı belli, gövdesi belirsiz sistemin yasalaşmasının ortakları salt akp ve mhp değildir. bu yasada, daha meclise geldiği günden refarandum sonrasına kadar hiç bir ciddi muhalefet etmeyen chp'de ortaktır.

sanırım kenan evren'de baya bir isterdi böyle bir sistemle sonsuza dek başkan olmayı. fakat evren, her hangi bir halk desteği olmadan, topla, tüfekle, tomayla iktidarda kalınamayacağını bilecek kadar rasyonel bir nato askeriydi.
siyasal islam kurulduğu ilk günden beri meşuiyetini, devlet gücüyle değil, halk desteğinden almıştır. çevremizdeki bugünkü veya geçmişteki hiç bir dikatörlük salt polis gücüyle iktidarda kalınmayacağının farkındaydı. geçmişteki hafız esad diktasından, günümüzdeki aliyev, ve iran molla dikatörlüğüne kadar hepsinin kah ekonomik, kah afyonik halk destekleri sağlamdır.

bizde deniz kurudu. bunu herkese hatırlatırım.

dsp

pencere
henüz akp-mhp ittifakı tarafından hiç bir adayı terosistlikle suçlanmayan partidir. böyle parti mi olur yaa. kapatsınlar kepenkleri ve üzüntüden birbirlerine sarılıp ağlasınlar.
1

deniz

pencere
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiridir;

“beyaz güller hastanesi'nde yaşamın elini ilk kez tuttuğun zaman
tanrı oyuncaklarını yüzünde unuttu senin
ve mavi bir uçurum ekledi gözlerine
günü gelince düşmem için “

bu dizeleri yazmıştım
8.30 vapurunda unuttuğun
anı defterine
sana geri vermeden önce

ama neylersin sevgili deniz
tüylerini fırtınanın döktüğü bir martı gibi
herkese yakışmıyor aşk
ve
gözlerine gitmiyor artık
bindiğim hiçbir vapur
hay allah

berna

pencere
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;

sonra gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün güneşler
bahçelere gelincik döşüyordu ilkbahar
takmış baca temizleyicilerini koluna
çay bardaklarına değdirdik yenilemek için dudaklarımızı
eski aşklarımızdan söz ettik, yitik kuş seslerinden
kapının yanında bekleyen bavullardan
“kanatlara inanmak için çok geç,” dedin
“bu kadar kırılıp dökülmüşken yatak odaları,
hızla soğuyan bir çorbaya benziyor yaşam,
bazı geceler zamanın kokusunu duyuyorum birden uyandığımda
bazı sabahlar ayın çatladığını,
yalnızlığın bembeyaz gözleri var
çalar saatimin üstünde uyuyor şimdi
görülmeyen bir düş gibi”

sözden çok yazıyı sevdiğin için
kendimi şiir bilip sustum
ve yeniden okudum
karda koşan atların sırtında
dolaştırdığın sözcüklerini:

“eşyalarım yerleştirilmişti otobüse, yolcular yerlerini çoktan almıştı.
uğurlamaya gelen güzel insanlarla da konuşmuyorduk o sırada,
bir sondu yaşadığımız an.
bense seni bekliyordum;
bir yaşama, bir kente ve hepinize veda ederken
en çok seninle kucaklaştığımda anlayacağımı biliyordum,
geri dönüşsüz bir yolculuğa çıktığımı.
gözyaşlarım bekliyordu, şimdi değildi sırası, biraz sonraydı.
oturduğum koltuktan, akıp giden görüntülerin uzaklığında
yüzümün anlamlarının yitip gittiğini seziyordum.
sevgiliye duyulan özlem kadar büyüktü
seninle vedalaşmaya duyduğum da.
gelmedin, bilmeliydim…
ben de gelmezdim.
o günden sonra, söz verdiğin mektubu bekler oldum,
boşluğunu doldursun diye;
yazmadın.”

mektup dağıtan bir postacıya rastladıktan sonra
gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün kuşlu zarflar
kırıklarla dolu olsa da kanatlar sevgili berna
yeniden uçmak için küçük bir rüzgar yeter
ve fısıldar bize ilkbahar:

yürekten yüreğe savrulan çiçektozudur aşk

idil

pencere
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;

baban
yorgun bir tilki gibi uyuyor
ve doğduğu ormanın
avcılara satıldığını görüyor düşünde

annen
derin bir yara izi gibi uyuyor
eline bir bıçak geçse
kimden başlayacağını bilmiyor

kız kardeşinin uykusu
senden kalan solmuş bir giysi gibi
yanıt arıyor geceleri
“kuşlar neden ağaçların en uç dallarında uyurlar”
sorusuna

erkek kardeşin
açık bi' dolap kapağı sanki
içinde patlak bi' futbol topu
yırtık bi' hayat bilgisi defteri
ve kırık not yağmurları

sen uyurken
yaralarını sardığın için sevgili idil
bazı sabahlar güneş geç doğuyor
ve yıldırım gibi içine düşen duygular
salyangozlar gibi
ağır ağır terkediyorlar seni

aşk denilen şey
onların bıraktığı
fosforlu izler
yüreğin duvarlarında

balina

pencere
gülten akın şiiridir;

göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim
hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde
ne senin mavi balinan

Selahattin demirtaş

pencere
edebiyatçı, ressam, müzisyen ve hdp lideridir. bianet haber sitesine verdiği mülakattan bazı bölümleri paylaşıyorum;

2015 genel seçimlerinde muğla mitinginizde, “ahmet kaya'yı gizli gizli dinlediğiniz gibi selahattin demirtaş'ı da dinlediğinizi biliyoruz” gibi bir pankart vardı. sizce de, size hem çok kızıp hem de gizlice izliyorlar mı?

bana kızanların beni izlediklerini sanmıyorum. izleselerdi kızmazlardı. kızanlar, beni tam izlemeden önyargı sahibi olanlardır. onlara saygı duyuyorum. herkes beni izlemek veya sevmek zorunda değil. ama oy vermeyi düşünmeyen milyonların izleyip sevdiğini biliyorum. kimi gizli (platonik :)) kimi açıktan sevip izliyor halen

avrupa birliği süreci gibi konular yeniden demokratikleşmeye neden olabilir mi?

girdiği kabın şeklini almakta zorlanmayan pragmatizim esaslı ve omurgasız bir siyasetin nereye evrileceğini kestirmek zor. ama herkesin daha ağır baskılara hazırlıklı olmasında yarar var.

cezaevinde olmasaydınız şu anda politik anlamda nerede olurdunuz?

kehanette bulunmak gibi bir niyetim yok ama nerede mücadele varsa orada olurdum. şimdilik zindanlarda mücadele var ve buradayım

başta kendi çocuklarınız olmak üzere, türkiyeli çocuklar için nasıl bir ülke hayal ediyorsunuz?

hayal etmiyorum sadece, bunun için mücadele de ediyorum. her insanın, doğanın bir parçası olarak eşit, özgür, barış içinde yaşadığı bir yeryüzü için mücadele ediyorum.

yusufçuk

pencere
bilimsel adı anisoptera olan muhteşem varlıktır. tabii ki kendisini ilk gördüğüm 8 yaşımdan beri benim nazarımda da ismi helikopter böceğidir. doğanın bu halde şekillendirdiği bir canlı hatırına bile olsa o gün bugün asla doğaya bilerek veya bilmeyerek hiç zarar vermemeye gayret ederim. benim en sevdiğim ve hayranlık duyduğum canlı türlerindendir.

genel itibarıyla böcek belgesellerine bayılırım. size de izlemenizi tavsiye ederim. özellikle karınca kolonilerinin işleyişi, evrende tek şuur sahibi yaratıklar olduğumuzu sorgulatır. ben bunu sorgulamıyorum bile. biz insanlar sadece dilimiz olduğu için böyle saçma bir şeyi iddia edebiliyoruz. karıncalar bunun reklamını yapacak düzeyde bir ağız dile ihtiyaç duyup evrimlerini bu denli gereksiz bir şeye yönlendirmemişler. hele ki, karıncaların yakın akrabaları olan arı belgeselleri izledikten sonra, uzayda insan dışı akıllı yaşam formları haberleri hiç dikkatimi çekmemeye başladı.

biz insanların evrimi bu muhteşem canlılardan baya eksiktir. bu canlıların hiç biri ellerine bir balta alıp deli gibi bindikleri dalı kesmenin aptalca gayreti içinde değillerdir.

çağrı

pencere
gülten akın şiiridir;

evler büyük dedikçe büyük
ben insanların en garibi
uzağı ilk defa kavradım
görür yahut dokunur gibi

eski bir saçakta kuşlarla
yele yağmura karşı oturdum
iç içe daireler çiziyor
içine adını yazıyorum

gün uzun türküsünü bitirdi
karlı dallara yürüdü karanlık
yalnızlık çekilmez bu vakit
delirdi denizde yosun çayda balık
gel artık

Çay

pencere
gülten akın şiiridir;

bülbüllerin, kızaran çileklerin sesi
bana doğru uzanmış elindeki
açık sabah çayı
kışkırtılan gönenç
suçlu gibi yaşamaya alıştık biz oysa

onu nereye nereye saklamalı
yıllarca sımsıkı kapattığı kapattığımız
ruhlarımız (ilk mi) birbirine değdi
düzleşe düzleşe yitti deniz
düşteydik, teknelerin sesi balıkçılar olmasa
dağlar eflatun ve kara
gitgide yaklaşarak üstümüze geldi
yittik yitik ülkedeydik
değdik
kırlangıcın kanadıyla sessizliğe

reddettik
göğü, ağır bulutları, koyu
batıp gideni reddettik
akşam, yaşlı seslerinden geçerek komşuların
yoğurdun ve elmanın tadıyla

bizi derinine aldı
60 /