confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

başkası adına utanmak

pencere
kendi oy verdiğim muhalefet partinin liderleri de dahil, bütün muhalefet parti liderleri için her gün çok fazla hissetiğim durumdur.

bir de, hayata ve insana cinsiyetçi bakan insanlar için kahırın kendisi olup iliklerime kadar hissediyorum bu duyguyu. sözlüğümüzde ve yaşamın her alanında artık tüm kirliliğiyle baş gösteren nefret suçlarını işleyenler ve buna sesiz çoğunlukta olan insanlar adına cehennem odunu olup yanıyorum.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

pencere
bir kaç gündür 8 saat çalışıp ortalama 14 saat uyuyorum. 2 seneye yakındır kendi denetimime alabildiğim bir depresyondaydım. kendimi bir gün tekrar bir şeylerin iyi olabileceği konusunda gazlayıp yaşıyordum. şaire göre yarısına geldiğim hayatımın bir çok döneminde mucize gibi iyi şeylerin parlayışına çok tanık olmuşumdur, artık olmuyor.
buna rağmen, tarancı'yla polemiğe girecek kadar iyimserdim. 35 yaş hiç yolun yarısı olur mu usta diyordum, ortalama yaşam süresi uzadı sen gittiğinden beri, 35 yaş gençliğin baharı artık.
bugün bir uyandım ki gazım bitmiş. bu gaz tanzim satış kuyruklarında satılmıyor, kdv'sini nakliyesini ödeyip alayım desen o da yok. 16 yıllık akp iktidarında bu da oldu.

depresyon olayı karmaşık bir maddedir. insan bazen depresyona tek bir sebepten girer ve sonrasında onlarca sebep görünür olmaya başlar. sonrasında bu sebepler birbirinin uydusu gibi döner durur. hatta çarpışmalarından sebepsel dna'ların iç içe girmesiyle çürümeler olur. bendeki böyle bir hal. çürüyorum.

sen benim hiçbir şeyimsin

pencere
şiirimizin usta ismi attila ilhan'ın şiir nasıl yazılmalı üzerine başlı başına ders niteliğinde eseridir. bence şiir steril bir neşterdir. ateşte ısıtılmıştır, yaraya vurdukça şair o neşteri kurşun çıkartır.

sen benim hiçbir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiçbir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz

galiba eski liman üzerindesin
nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
dudaklarınla cama çizdiğin
en fazla sonbahar otellerinde
üniversiteli bir kız uykusu bulmak
yalnızlığı öldüresiye çirkin
sabaha karşı öldüresiye korkak
kulağı çabucak telefon zillerinde

sen benim hiçbir şeyimsin
hiçbir sevişmek yaşamışlığım
henüz boş bir roman sahifesinde
hiç kimse misin bilmem ki nesin
ne çok çığlıkların silemediği
zaten yok bir tren penceresinde

sen benim hiçbir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk sesimle ağlayarak

sen benim hiçbir şeyimsin

kurşuni renkler

pencere
sözleri onno tunç'a ait geçen yüz yılda yapılmış en güzel şarkılardan biridir. ve aynı zamanda ölümün yakınlığını tende hissetmenin en güzel anlatımıdır. onno tunç bu şarkıyı yazdıktan bir kaç sene sonra vefat etti.
göksel yorumu da muhteşem bir yorumdur. üç harika enstruman sesi duyuluyor şarkıyı dinlerken. çello, piyano ve göksel'in insanın tenini kesen sesi.

ne olur baharlarımı bırakın bir süre daha,
tanıdık değil bana güz...

emperyalizm

pencere
dilimize tam olarak tercümesi sistemli bir şekilde sömürü olarak yapılabilir. sanırım emperyalizm meselesini dünyada en yanlış anlamış halklardan biriyizdir. bu meselenin çözümlemesini biz solcular bile tarihsel olarak yapamadık. geçen yüz yılda devrimin ıskalanmasının önemli nedenlerinden biri de bu çözümlemedeki güdüklüğümüz olabilir.

yıllarca meydanlarda ''kahrolsun amerikan emperyalizmi'' diye bağırdık durduk. peki rus emperyalizmi ne olsun? yaşasın dursun mu o? çin devletinin kendi halklarına uyguladığı emperyalizme bağıracak iki sözümüz yok mu? kendi egemenlerimizin halklarımıza karşı en yoğunundan uyguladığı emperyalizmi ne manada çözümlemeli? peki bölge devletlerinin kendi halklarına çektiği zulüm derecesinde emperyalizm?

sağın emperyalizm anlayışı ise tam bir faciadır. özellikle siyasal islamcıların abd donanmasına karşı kıldığı namaza rağmen hala halkımızdan gördüğü itibar paradoksal facialardan biridir. 1970'li yıllarda ülkü ocakları bünyesinde kurulan komünizmle mücadele dernekleri abd sermayesiyle kurulmuştur.

emperyalizm meselesi göründüğünden çok karmaşık bir meseledir. daha sonra çözümlemeye devam edeceğim.

islam

pencere
söyleyeceklerim asla hakaret kapsamında değerlendirilemez. maksadım felsefi bir soru sormaktır. dinine saygısı olan dostların da öyle değerlendirip yanıt vereceklerine eminim. linçci güruhtan da korkum falan yok.

islam sözcük manası itibarıyla teslim olmak demektir. müslüman da allaha teslim olan insan demektir. hatta bu dine mensup olan insanlar bu kelime ihtivasından gayet övünürler.
21. yy insanına mistik bir boyutta olduğu söylenen ve varlığı hiç bir zaman ispatlanamayacak olan bir güce teslim olmak yakışır mı aklım almıyor.
bu çağın insanı gerçekten de peygamberlerin buyurduğu erdemlere sadık olsalar yine dert etmeyeceğim fakat gözlemlediğim kadarıyla bu da yok. bu ne yaman çelişkidir yahu?

bülent ecevit

pencere
19 aralık 2000 yılında solun üzerinden greyder gibi geçen başbakandır. insanların cezaevlerinde diri diri yakılmasından sorumlu kişidir.
en faşist operasyon yöntemleriyle sol mücadeleyi ülkeden kazıdıktan sonra, emekçilerin kazanılmış emeklilik haklarına çökmüş devlet adamıdır.
fetö kadrolarını kamuda meşrulaştıran başbakandır. daha sayayım mı?

kapitalizm

pencere
kim derse ki kapitalizm doğaya ve insana aykırıdır, o kişi kapitalizm hakkında da doğa hakkında da hiç bir şey bilmiyordur. çok değil iki doğa belgeseli bile izleseniz kapitalizmin doğadaki rekabet ve hiyerarşi sisteminin günümüzdeki mükemmeleştirilmiş boyutunun bir mikro hali olduğunu görülebilir.
bebekler dünyaya hiç de masum yaratıklar olarak doğmazlar. insan doğduğu zaman çırılçıplak, vahşi, aç bir hayvandır. erdem, onur ve insan hakları kavramlarını sonradan öğrenir yahut öğrenemez.
insanın dört ayaktan iki ayak üzerine kalkışı doğaya karşı yapılmış en devrimsel eylemdir. insan olma süreci bu itaatsizlik başkaldırısıyla yaşam bulur. hatta dinler tarihinde bile dünyada yaşam adem ve havva'nın itaatsizliğiyle başlar.

yaşadığımız bu kapitalist çağ insanlık öncesi tarihin cenderesidir. insanlık onurunun evrimi başkasının derdini dert edinecek kadar muhteşem bir hal almıştır. bu hal doğada başka hiç bir canlıda yoktur. gücün karşısında her türlü işkence ve baskıyı da göze alarak haklının yanında yer almak yine insan evrimine özgüdür. bu hal mutlaka galip gelecek ve insanlık tarihi bizim göreceğimiz kadar yakın bir soluktan yazılmaya başlanacaktır.

Din

pencere
ilk insan toplulukları ilkel komünal bir düzlemde yaşamaktaydı. avcı toplayıcı biçimde yaşayan insan kümeleri ortada olan her şeyin pay edilmesi şeklinde hayat sürmekteydi. o zamanlardan itibaren din, insanın doğayı anlama çabası açından insanlığın yaşamına girmiştir. insan tanrıyı yaratmıştır da diyebiliriz.

tarım toplumuna geçilmesiyle birlikte insanların tükettiklerinden fazla üretmesi sorunu oluştu. bu ürünler depolanınca birilerinin olması gerekenden daha fazla ürünü oldu. bu da o insanların toplumda güçlü olması demekti. kabaca bir anlatımla bu erk devlet denen aygıtı oluşturdu.
bu aygıtın insanları yönetmesi için bir de meşruiyete ihtiyacı vardı. tabii ki o zamanlar bu meşruiyet demokrasiden devşirilmedi, göklerden devşirildi. dinin ve devletin insan yaşamına bir sömürü gücü olarak girmesinin en özet anlatımı böyledir.

ortaya çıkan ilk dinler doğanın gücünü esas almaktaydı. paganist de diyebileceğimiz bu din anlayışı doğaya saygı hükmederdi. bugün semavi din mensuplarının ''putperest'' diyerek her türden aşağılama faliyetine giriştiği dinleri de paganist kültürdeki dinlerin evrim geçirmiş formlarıdır.

dindar dostlarımdan bir kaç ricam olacak. bilsinler ki din dogmatiktir. göklerden gelen emir ve buyrukları sorgusuz sualsiz kabul etme üzerine temellendirilir. dini istediğiniz kadar manevi bir sığınak olarak kullanın fakat bunu bize bilimle örtüşüyor şeklinden satmaya çalışmayın. çok komik oluyorsunuz.
kutsal kitaplar büyük ahlaki şiirlerdir. allaha inananlara, kimseyi sömürmemelerini, baskılamamalarını, haklıdan yana olmaları konusunda emirler verir. allaha inanan dostlarım dini bunun tam tersini icra ederek yaşatma yoluna gitmesinler.
biz ateistlere allahın her günü kitapsız diye küfür etmektesiniz. bir ricam da inandığınız kitabı zahmet edip okumanızdır.

CHP

pencere
atatürk'ün kurduğu partidir. fakat kesinlikle atatürk'ün partisi değildir. miadı çoktan dolmuş bir partidir. lakin sağdan soldan derin devlet kliklerinin kendisine ihtiyacı olduğundan hala yaşıyor taklidine zorlanmaktadır.
chp'yi yenmeden halkımız hiç bir zaman akp'den de kurtulamayacaktır.

barış manço

pencere
yurdumda bütün aşkların açılış fon müziği ''alla beni, pulla beni, al koynuna yar
gözüm senden başkasını görmez oldu yar
gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yar?
alla beni, pulla beni, al koynuna yar!!!

değil midir?

senin için dağları deler, yol açarım yar
senin için denizleri kuruturum yar
senin için gök kubbeyi yerlere çalarım yar
canımı iste, canım bile sana kurban yar!!!

barış abi bu şarkısında yurdum erkeğinin hoyrat ve derin aşkında ilk aklından geçenleri yazar. oysa kadın erkeğine şöyle bağırmaktadır;

''dağlar, taşlar, uçan kuşlar senin olsun yar
deniz, derya, gökler hep yerinde dursun yar
gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yar?
alla beni, pulla beni, al koynuna yar''

erkek bu, kadını dinler mi hiç. aklımız fikrimiz kendi söyleyeceklerimizde;

''saçlarına yıldızlardan taç yapayım yar
bir nefesle güneşleri söndüreyim yar
çıra gibi uğrunda ben yanayım yar
canımı iste, canım bile sana kurban yar''

kadınsa hala umutsuz bir umut, dünyanın en güzel bağlı bir sevgisiyle aynı şeyleri söylemektedir fakat anlayan kim?

''yıldızlar yerinde güzel bırak dursun ya
saçlarımı ellerinle okşa yeter yar
gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yar?
alla…''

işte barış manço, sadece dahi bir müzisyen değil, kadını da, erkeği de aşkında bütünleştirmiş büyük bir filozoftur aynı zamanda. doğuyu da bilir, batıya zaten hakimdir. varlık güzelliğini her şarkısıyla bizlere yansıtır.

ve yazık ki her aşk yine her aşkın sonunda sığındıklarımız yine barış abinin aşk ilahileridir;

kara haber tez duyulur, unutsun beni demişsin,
bende kalan resimleri mektuplari istemişsin.
üzülme sevdiceğim bir daha çıkmam karşına,
sana son kez yazıyorum hatıralar yeter bana.

kurumuş bir çiçek buldum mektuplarin arasinda
bir tek onu saklıyorum, onu da çok görme bana
aşkların en güzelini yaşamıştık yıllarca
bütün hüzünlü şarkılar hatırlatır seni bana.

kırıldı kanadım kolum, ne yerim var ne yurdum
gurbet ele düştü yolum, yuvasız kuşlar misali
selvi boylum senin için katlanırım bu yazgıya
böyle yazmışsa yaradan kara toprak yeter bana...

Mersin

pencere
bir zamanlar ülkemizin en eşsiz ve nadide doğasına sahip kentiydi. kentin her yerinde kafanı çevirdiğin yerde denize girerdin. kafanı arkaya çevirip az yürüsen muhteşem toroslar ve limon portakal ağaçlarıydı her yer. kentin her yerinden kendiliğinden biten defne ağaçları size bu dünyada cenneti yaşatırdı. bütün köylerinde mutlaka güzel bir ırmak bulunurdu. şimdi bütün o ırmakların üzerinde dev beton siteler var. akdenize özgü, yasemin ve kolonya çiçeklerinin akşam açan kokuları aşk tanrısının gerçek okuydu burada bir zamanlar. onlar da kalmadı artık. süs bitkisi gibi orada burada bir kaç serpiştirilmiş palmiye var işte.

şimdilerde bütün antik kentlerinin yanına berisine mermer ocakları açıldı. içim yanıyor. yüreğim sızlıyor.

supernatural

pencere
14. sezon 15. bölümüyle aşk acısını gözümde damlalar, babasızlık ızdırabını boğazımda düğüm düğüm etmiş dizidir. benim babam da 30 yıl sonra karşıma çıksa ne güzel olurdu diye düşündürmüştür. 35 yıl önce tam da bugün babamın öldüğü yaştayım. bütün babalar acılara karşı, bu kadar güzel gülüşleriyle mi meydan okur?
bütün babaların da bazen sadece gülüşleri bile bir hayat dersi mi taşır?

olur da benim babam da 30 kusur yıl sonra karşıma çıkarsa kendisine verecek çok hesabım var.
85 /