confessions

gumpzero

votka  · 25 Nisan 2017 Salı

  1. toplam giri 65
  2. takipçi 3
  3. puan 1842

kur-an da muhammed'e özel ayetlerin olması

laik bir hanim
TAHRİM 66/1. Eşlerinin rızasını gözeterek, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine yasak ediyorsun? Allah bağışlayandır, acıyandır.

AHZAB 33/51. Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar. Allah kalblerinizde olanı bilir; Allah bilendir, Halim olandır.

AHZAB 33/50. Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve Peygamber nikahlanmayı dilediği takdirde müminlerden ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere kendisinin mehrini Peygambere hibe eden mümin kadını almanı helal kılmışızdır. Bir zorluğa uğramaman için; müminlerin eşleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

AHZAB 33/53. Ey inananlar! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamber'ini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir.

AHZAB 30. Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.

AHZAB 36. Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
3

belki de hiçbir zaman çözemeyeceğimiz 8 büyük felsefi soru

nietzsche
1. Neden “hiçbir şey” yerine “bir şeyler” var?

Evrendeki varlığımız kelimelerle anlatılamayacak kadar garip bir şey. Günlük yaşamımızın sıradanlığı, varlığımızı kanıksamamıza neden oluyor. Fakat ara sıra da olsa, bu rehavetten sıyrılarak varoluşsal farkındalığın derinliklerine doğru ilerleyip şunları soruyoruz: Neden evrende “bir şeyler” var, ve neden bu denli zarif ve hassas kurallar tarafından yönetiliyor? Ve ayrıca neden bir şey var olmak zorunda ki? Yaşadığımız evren spiral galaksiler, aurora borealis'ler (kuzey ışıkları) gibi şeylerle dolu, ve elbette bir de SüngerBob KarePantalon var. Ve Sean Carroll'ın söylediğine göre, “Modern fiziğe dair hiçbir şey, neden başka yasalar yerine şu anki yasalara sahip olduğumuzu açıklamıyor; buna rağmen fizikçiler öyleymiş gibi konuşuyorlar. Eğer filozofları daha fazla dikkate alsalardı bu hataya düşmezlerdi.” Ve filozoflara gelince, öne sürebildikleri en iyi fikir, evrenin içindeki gözlemciler olarak varlığımız sayesindedir ki evrenin olduğu şekliyle görünüyor olduğunu söyleyen “antropik ilke”. Bu ise rahatsız edici bir şekilde totolojik (sürekli kendini tekrarlayıp duran) bir iddiadır.


2. Evrenimiz gerçek mi?

Bu klasik bir Kartezyen sorusu. Aslında şunu soruyor: Etrafımızda gördüğümüz şeylerin gerçek olduğunu nasıl biliyoruz? Sakın tüm bunlar, görünmeyen bir gücün bize yaşattığı büyük bir illüzyon olmasın (René Descartes'in hipotezindeki kötü şeytan gibi)? Son zamanlarda bu soru “fıçıdaki beyin” problemine veya “benzetim (simulation) argümanı”na dönüştü. Ve biz, pekala, özenle hazırlanmış bir simülasyonun ürünleri olabiliriz. Bu sebeple, sorulması gereken daha derin bir soru, bizim içinde bulunduğumuz simülasyonu yöneten medeniyetin de bir çeşit simülasyonun içinde olup olmadığıdır. Bir nevi, süper bilgisayarın içindeki süper bilgisayar olma durumu (ya da rüya içinde rüya gibi, simülasyonun içinde simülasyon olma durumu). Dahası, düşündüğümüz kişi olmayabiliriz. Simülasyonu yöneten insanların da o simülasyonun içinde yer aldığını varsayarsak, deneyimin gerçekliğini yükseltmek adına gerçek kişiliklerimiz geçici olarak ortadan kaldırılmış olabilir. Bu felsefi düşünce bizi ayrıca “gerçek” derken neyi kast ettiğimizi de değerlendirmeye zorluyor. Kipsel (modal) gerçekçiler, şayet etrafımızdaki evren (hayal gibi, tutarsız veya yasasız olarak değil de) rasyonel gibi görünüyorsa, bu durumda evreni gerçek ve özgün olarak kabul etmekten başka bir seçeneğimizin olmadığını öne sürüyorlar. Veya belki de, “Matrix” filminde Cipher'ın simüle edilmiş bir parça eti yedikten sonra söylediği gibi, “cehalet mutluluktur.”


3. Özgür irademiz var mı?

Hareketlerimiz, önceki olayların oluşturduğu bir “nedensel zincir” tarafından mı (ya da dış bir etki tarafından mı) kontrol ediliyor; yoksa gerçekten özgür irademizle mi kararlar alıyoruz? (Buna “determinizm (belirlenimcilik) ikilimi” de denir.) Filozoflar (ve nihayet bazı bilim insanları da) bu konuyu bin yıldır tartışıyorlar ve görünürde hala bariz bir sonuç yok. Eğer aldığımız kararlar bir nedensel zincir tarafından belirleniyorsa, o halde determinizm doğru ve özgür irademiz yok. Ama eğer bunun tam tersi olan indeterminizm (belirlenmezcilik) doğruysa, o zaman bazıları hala özgür iradenin olmadığını iddia etse de hareketlerimiz rastgeledir. Diğer taraftan, liberaller (hayır, siyasi liberalleri kastetmiyoruz) özgür iradenin, evrenin deterministik (belirlenimci) görünümleriyle akla uygun bir biçimde uyumlu olduğu görüşü olan “uyumculuk (compatibilism)” meselesini ortaya attılar. Bu soruyu daha da karmaşık hale getiren sinirbilimdeki ilerlemeler, beynimizin biz daha farkına bile varamadan kararlar aldığını gösteriyor. Fakat eğer özgür irademiz yoksa o halde neden zombi zihinler yerine bilinç evrimleşti? Kuantum mekaniği bu soruyu, hepimizin bir ihtimaller evreninde yaşadığımızı ve herhangi bir determinizmin imkansız olduğunu öne sürerek daha da bir karmaşık hale sokuyor. Ve Linas Vepstas'ın söylediği gibi, “Bilinç, zaman akışı algısına yakından ve kaçınılmaz bir şekilde bağlı gibi görünüyor. Baktığımızda gerçekten de öyle, geçmişin sabit oluşu, değiştirilememesi, kusursuz bir şekilde deterministik oluşu düşüncesi ve diğer yandan geleceğin bilinemezliği... Bu akla yatıyor, çünkü eğer gelecek önceden belirlenmiş olsaydı, o zaman özgür irade olmazdı ve buna bağlı olarak da zaman akışı tartışmasına gerek kalmazdı.”


4. Tanrı var mı?

Basit bir ifadeyle, tanrının var olup olmadığını bilemeyiz. Bu anlamda, hem ateistler hem de inançlı insanlar savundukları şeyde haksızlar. Bilinmezciler (agnostikler) ise haklılar. Gerçek bilinmezciler, bu konunun beraberinde getirdiği epistemolojik (bilgi felsefesi ile ilgili) meseleleri ve insan aklının sınırlarını kabul ederek tam bir Kartezyenci (Descartes felsefesi ile ilgili) duruş sergiliyorlar. Doğanın gerçekliği veya arkaplanda bir yerde bir tanrının var olup olmadığı hakkında böylesine büyük bir iddiada bulunmak için evrenin işleyişi hakkında bildiklerimiz çok yetersiz. Bir çok insan, evrenin özerk bir işleyiş içinde çalıştığı fikri olan doğacılığa (naturalizme) riayet ediyor fakat bu görüş, bütün her şeyi bir devinime sokmuş olabilecek ilahi bir tasarımcının varlığını inkar etmiyor (buna deizm deniyor). Ve önceden de bahsettiğimiz gibi, bütün değişkenleri hacker tanrıların kontrol ettiği bir simülasyonun içinde yaşıyor olabiliriz. Ya da belki de gerçekliğin derinliklerinde bizim farkında olmadığımız güçlü varlıkların olduğunu söyleyen gnostikler (bilinirciler) haklı. Bu varlıklar, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten geleneksel semavi tanrılar olmak zorunda değiller ama yine de (varsayalım ki) güçlü varlıklar olabilirler. Bunların, kendiliğinden oluşmuş bilimsel sorular olmadıklarını belirtelim. Daha ziyade, bizleri insan deneyiminin ve aklının sınırlarıyla yüzleşmeye zorlayan Platoncu düşünce deneyidirler.


5. Ölümden sonra yaşam var mı?

Herkes heyecanlanmadan önce hemen söyleyelim: Bu, sonsuza kadar, yumuşacık beyaz bulutların üstünde arp çalacağımız ya da cehennemin derinliklerinde kömür kürekleyeceğimiz anlamına gelmiyor. Ölülere öbür tarafta bir şey olup olmadığını soramadığımızdan ölümden sonra ne olabileceğine dair hiçbir tahminimiz yok. Materyalistler (maddeciler) ölümden sonra yaşamın olmadığını düşünüyorlar. Ancak bu, doğaldır ki, kanıtlanamayan bir varsayım. Gerek Newton'un ya da Einstein'ın gözünden gerekse kuantum mekaniğinin o tuhaf merceğinden Evrenin (veya çoklu evrenin) işleyişine yakından baktığımızda, “hayat” denen şeyde tek bir şansımızın olduğuna inanmak için bir sebebimiz yok. Bu, hayatların sonsuz bir döngü içerisinde tekrar tekrar yaşanacak şekilde Kozmos'un (Evren'in) devinim halinde olduğu olasılığının ve metafiziğin bir meselesi. (Carl Sagan Kozmos'u şöyle tanımlamıştır: “O (Kozmos), ya gördüğümüz kadar, ya hep bundan ibaretti ya da hep böyle kalacak.”) Hans Moravec, kuantum fiziğinin Çoklu Evrenler yorumuyla ilişkili olarak yaptığı konuşmasında şöyle diyerek bunu en iyi şekilde ifadeye koymuştur: “Evreni gözlemlememek imkansız; bir yaşam formunda ya da diğerinde, kendimizi her zaman canlı ve evreni gözlemleyenler olarak bulmak zorundayız.” Son derece kurgusal olan bu konu da, tıpkı “tanrı sorunu”nda olduğu gibi, henüz bilim tarafından ele alınamadığından filozoflara kalıyor.


6. Bir şeyi gerçekten nesnel olarak deneyimleyebilir miyiz?

Dünyayı nesnel olarak anlamakla (en azından denemekle), onu yalnızca nesnel bir çerçeveden deneyimlemek arasında fark var. Bu aslında bir “qualia” sorunu. (qualia: etrafımızı çevreleyen şeylerin ancak hislerimiz ve zihnimizin düşünceleri tarafından filtrelenerek gözlemlenebileceği kavramı.) Bildiğiniz, dokunduğunuz, gördüğünüz ve kokladığınız her şey bir takım fizyolojik ve bilişsel süreçlerden geçerek filtrelenmektedir. Bu ise öznel dünya deneyiminizi eşsiz kılmaktadır. Klasik bir örnekle, kırmızı renginin öznel değerlendirmesi kişiden kişiye göre değişmektedir. Bunu tam anlamıyla bilebilmenizin tek yolu, tıpkı “John Malkovich Olmak” filmindeki gibi, evreni başka bir insanın “bilinçli gözleri”nden gözlemleyebilmenizden geçer. Tabii böyle bir şeyi, bilimsel ya da teknolojik gelişim alanının hiçbir evresinde başarabilecekmişiz gibi görünmüyor. Tüm bunlar başka bir şekilde şöyle söylenebilir: Evren, sadece bir beyin tarafından (ya da potansiyel olarak mekanik zihinler [robotlar] tarafından) gözlemlenebilir ve bunun sayesinde sadece öznel olarak yorumlanabilir. Fakat evrenin tutarlı ve (bir şekilde) bilinebilir gibi görünmesi, onun gerçek nesnel niteliğinin asla gözlemlenemeyeceğini veya bilinemeyeceğini varsaymamızı mı gerektiriyor? Budist felsefesinin neredeyse tamamının “boşluk” diye adlandırdıkları bu temel sınıra dayandırıldığını ve bunun Platon'un idealizmine tam bir anti-tez oluşturduğunu da söylemek gerekir.


7. En iyi ahlaki sistem hangisi?

Aslında, “doğru” ve “yanlış” davranışlar arasındaki farkları ayırt etmemiz asla mümkün olmayacak. Ancak tarihin şu ya da bu evresinde filozoflar, ilahiyatçılar ve siyasetçiler insan davranışlarını en iyi değerlendirmenin ve en doğru davranış biçimini oluşturmanın yolunu keşfettiklerini iddia etmişlerdir. Ama bunu yapmak o kadar kolay bir şey değil. Yaşam, evrensel bir ahlakın ya da mutlak etik kuralların var olması için çok dağınık ve karmaşık. “Altın kural” (başkalarına, size nasıl davranılmasını istiyorsanız öyle davranmanız gerektiği kuralı) harika fakat bu kural ahlaki özerkliği ihmal ediyor, adaletin uygulanmasına (suçluları mahkum etmek gibi) yer bırakmıyor ve hatta zulmü bile meşru kılabiliyor (Immanuel Kant bunun en sadık eleştirmenlerindendi). Dahası, bu son derece basitleştirilmiş pratik kural daha fazla karmaşık senaryoların ortaya çıkmasını engelliyor. Örneğin, çoğunluğu kurtarmak için azınlığı feda etmek mi gerekir? Kim daha ahlaklı: insan bebeği mi yoksa yetişkin bir büyük insansı maymun mu? Sinirbilimcilerin gösterdiği üzere ahlak, sadece kültür içinde kökleşmiş bir yapı olmayıp aynı zamanda psikolojinin de bir parçası (Vagon/Tren Problemi bunun en büyük ispatı). Kısacası, doğru ve yanlış kavramımızın zamanla değişeceğini kabul etmekle beraber ahlak kavramının kuralcı olduğunu söyleyebiliriz.


8. Sayılar nedir?

Sayıları her gün kullanıyoruz. Fakat bir durup düşünelim; sayılar gerçekten nedir ve (Newton yasaları gibi) evreni açıklama çabalarımızda neden bu kadar başarılıdırlar? Matematiksel yapılar sayılardan, dizilerden, kümelerden ve noktalardan oluşur fakat bunlar gerçek nesneler midir, yoksa sadece bütün yapılarda mutlaka bulunması gereken ilişkileri mi açıklarlar? Plato (onları “göremememize” rağmen) sayıların gerçek olduğunu savunmuş olsa da formalistler (şekilciler), sayıların sadece formel sistemler (matematiğe dayalı iyi tanımlanmış soyut düşünce yapıları) oldukları konusunda ısrar etmişlerdi. Bu aslında, evrenin gerçek doğasından ötürü şaşırıp kaldığımız ontolojik bir problem: Evren, hangi yönleri itibariyle insan aklının kurgusudur, hangi yönleriyle gerçek anlamda somuttur?


Çeviren: Mertcan Gölgeci (Evrim Ağacı)
Düzenleyen: Ayşegül Şenyiğit (Evrim Ağacı)

kurtuluş savaşında mücadele eden türklerin şimdiki türklerin dedeleri olması

fahte
Savaşma azmi dini motivasyon gibi şeyleri övünç kaynağı olarak görmemek lazım .
Kurtuluş savaşında savaşan imanlı dedelerimiz savaş bitince ilim irfan sahasına dönmedi bir şekilde aynı iman gücü ileride o dedelerin torunlarından akp yi yarattı demek istediğim kurtuluş savaşında ki dedelerimiz bugün olsalardı kime oy verecekti zannediyorsunuz .
Devlet eğitemedi şimdi de eğitemiyor .
Sadece savaşmakla övünüyoruz .
Şimdi de aynı iman gücüyle tankların altına yatıyorlar sonrasında labaratuvara degil camiye gidiyorlar .
Kurtuluş savaşında müslümanlar savaştı onları ise laik ve bana göre ateist bir komutan yönetti .
Şimdi komutan gitti elimizde imam kaldı hacı mehmet efendi cinci süleyman efendi kuran şampiyonu hafız murat kaldı.

feleğin çemberine 40 kurşun

Valar dohaeris
Türkçe Rap sanatçısı saian sakulta salkım'ın 2011 çıkışlı efsane protest parçası. Sözleri;

Ben Meksikalıyım, adım Emiliano Zapata.
Toprak ve özgürlük dedim yok devrildi guverta.
İranlıyım, bizzat köreltip ben onca beyni,
Karanlığa gömdüm adım Ayetullah Humeyni.

Benim bir rüyam var adı Martin Luther King,
Bakın demokrasi benle beraber öldü ben Hrant Dink,
Merhaba adım Barrack Obama, çakmasıyım Luther King'in.
Sulh için gelmiştim, on binlerce sivili kestim, ficktim!

Ben bir dağım bana derlerki Sierra Maestra,
Devrim ateşi burda yandı, hah! sonrası gerilla,
Özgürlük vaat ettiniz dünyaya nerde hani?
Emperyalizme kafa tutan bendim ben, Mahatma Gandhi.

Ben bir akarsuyum, adım Kızıldere suyum kan.
30 Mart günüydü gördüklerim kanlı katliam.
En büyük psikopat benim, adım Adolf kansızım.
Öldüm ama fikirlerim hah dirildi ansızın.

Adım Amadou Diallo, tam on dokuz kurşun yedim.
Yargısız infaz gördüm, çünkü ben bir göçmenim.
Sivastaydım katledildim, Halepteydim terk edildim,
Maraş, dersim üstünde dumandım, sebebi Irk ve Din!

Her nasılsa mizacınız hem demokrat hemde Nurcu,
Benim failim hala meçhul, adım Uğur Mumcu!
Anadoluydum insanlığa bir çocuk doğurdum.
Kan mevsimindeydik adını MUSTAFA KEMAL koydum.

Ses gelir derinden, kompradorlar kavrar belinden.
Birleşirsek sesimiz oynatır dünyayı yerinden.
Lümpen boş boğaz, dil kanas, bas tam gaz randıman.
Ozanın sazı devlete tırpan olur, kazan kaldıran.

Bozkır'da baldıran, çocuğa saldıran göt veren şebek.
Her boka alkış tutmak demek Liberal siyaset demek.
Sendikaları kapatan, vatandan bahseden sonra satan.
Uyuşturucuya çanak tutan, dört mevsim kar yağdıran. (bkz:recep tayyip erdoğan)

Emekçinin evinin dört duvarı çıplak kiremit.
Evine ekmek alacak meydanlarda sisteme direnip!
Dizlerinin üstünde yaşamaktansa, ayakta ölmek yeğdir.
Hayatımın filmi nedir? 71, bir avuç dinamit.

Kapital iktisat, yökle rtük düştü bir de medya.
Tertiplenen oyun sahnede, türü de tragedya.
Lokavt bir hak değil garabet çekip grev halayı.
Basın kime yarandı siktir, iş birlikçi alayı!

1 mayıs

pravda
Evet, bugün 1 mayıs. Başta Türkiye olmak üzere, dünyanın her köşesinde hakları için mücadele eden işçi sınıfına selam olsun.

Ve unutmadan, 1977 yılında 37 emekçinin hayatını kaybettiği '77 Katliamının failleri hâlâ gizleniyor. '77 katliamının üzerinden 40 yıl geçmesi sebebiyle 2017 1 Mayıs'ının önemi daha da artıyor.

1 Mayıs'ın tarihçesini merak edenler:


Lenin'in 1919 yılında 1 mayıs'a dair yaptığı konuşmayı dinlemek isteyenler:

Sosyalizm

atticus finch
en önemlisi; rusyadan ithal bir düşünce değildir! moskofçu, rusçu bilmemne lafları sscb yüzünden üstümüze yapışmış durumda ama, marksizmin çıkış noktası almanyadır.

bunun dışındakileri biliyorsunuz zaten; işçinin, emekçinin yanında olmak, cinsiyet ve ırk eşitlikçi olmak, siyasette halkçı ve anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-feodal, anti-faşist tutum almak, sosyalist olmanın özellikleri diyebiliriz.

Sosyalizm

deist imam
Ülkücüler ırmağının akışına ölürüm diye şarkı söyler, sosyalistler ise o ırmağa hes yapılmasın diye o ırmağı korur. Kendini vatansever solcuları vatan haini olarak görenlerden daha çok sever vatanı. Bu vatan sosyalistler için bütün dunyadır. Sosyalistler sırf kendilerini değil doğadaki bütün canlıları düşünerek hareket eder. İşte böyle insanların savunduğu ideolojidir sosyalizm. Pkknın kürt milliyetçiliğine de mhpnin türk milliyetçiliğine de aynı şekilde karşı olup ikisinin de halka zarar verdiğini bilmektir sosyalizm. Dünyanın eninde sonunda varacağı yerdir.