confessions

azercelaleddinirumi

Bira  · 5 Mayıs 2017 Cuma

  1. toplam giri 89
  2. takipçi 8
  3. puan 1818

dangal aamir khan

azercelaleddinirumi
Dangal
aamir khan'ın yeni baş yapıtıdır.

taare zameen par
3 idiots
P.K.
Ghajini

filmlerinden sonra yeni bir efsaneyle karşımıza çıktı ve ne kadar uzun olursa olsun göz kırpmadan izleyebileceğiniz uzun soluklu bir başkaldırış filmidir. Toplumun kadın - erkek arasındaki görüşlerini yıkan, seksist popülerizmi ayaklarının altına alıp çiğneyen güzel gülüşlü abimiz "kadın yapamaz" diyenlere bir de bu şekilde cevap veriyor. Biyografiyi bu denli güzel senaryolamak da ayrı bir iş. Sevgiler usta

sobalı evde yaşamış efsanevi nesil

azercelaleddinirumi
sobanın dibinde leğen içinde yıkanmak
akşam ailecek yenen portakal - mandalin kabukları sobanın üstüne konulmuş
sobanın üstüne tükürüp yanıp buharlaşmasını izlemek
sobanın üstüne kolonyağ döküp çıkan alevlerden korkmak
sabah kahvaltısında mayalı köy ekmeğini soba üstünde kızartıp üstüne yağ - salça sürüp yemek

hey gidi günler fakirdir ama mutluyduk, insanları severdik. Şimdi hepimiz birbirimizden nefret ediyoruz

hayvan sahiplenmek

azercelaleddinirumi
2 köpek, bir civciv sahibiyim hayatım boyunca hayvan baktım insanı alıp götüren, gerçekten ilgi gösterecekseniz sizin bütün duygularınızı değiştirebilen bir durumdur. Ama artık hayvanlarla ilgili planlarım biraz daha değişti artık karınca kolonisi kurmayı planlıyorum umarım gerçekleştiririm.

yağmur sesiyle uyumak

azercelaleddinirumi
geçen yıl bir arkadaşım ile birlikte bütün yaz sahilde çadır kurarak uyuduk, hayatımda hiç bu kadar rahat, huzurlu, deşarj olduğum zamanları bilmiyorum. Müthiş bir serinlik, denizin sesi, kumun senin bütün negatif enerjini alması, sahil kumu üstünde rahatça uyumak hepsi efsaneydi. Bence bunu dene daha çok beğeneceksin swh

kısa hikayeler

azercelaleddinirumi
Hikaye 3:

Edit1: Normal şartlar altında hiç bir güç bana böyle bir konuya sahip kitap okutamaz ve yazdıramaz ama araya arkadaşlık ilişkileri girince durum farklı oluyor tabiki


Irk çatışmalarının ortasında beni bir düşmandan daha fazla kim yaralayabilirdi ki ? Irklarımızın savaşı taşla ve sopaylayken ben iki gönül arasındaki bağı sımsıkı tutmakla uğraşıyordum. Bu taşın sopanın güçsüzlüğünün ortaya çıktığı anlardandı. Bir prens olmamın ayrıyetinde sanata önem veriyordum, şiir benim için ona ulaşmamı sağlayan en büyük tutkulardandı. Bizler büyücülerdik, eski dostlarımız olan elflerle o zamana kadar yaşanmamış en büyük savaşı veriyorduk. Aslında krallarımız son derece iyi dostluklar yaşarken nasıl olduda savaşa tutuşduk? Cevabını bulmak biraz zor, çünkü kıtlık zamanında iki ırkta birbirine yardım etmemiş ve bu durumu yardımlaşmadan geçirmiştik. Biz biraz daha az hissetsekte elfler bu yokluk mücadelesinde aynı zamanda hastalıklarlada uğraşıyorlardı.

Bizler büyücülükten öğrendiklerimizle bu dönemi atlattık ve kıtlık bitince elfler bize savaş açtı. Zor bir durum yaşıyorduk, zamanında en yakın dostumuz olan insanlar bize karşı cephe almışlardı ve bizde ne kadar istemesekte savaşa koyulduk. Savaşın ilk gününde elflerin bize yakın olan köyü Bıramos'ta toplandıkları haberini aldık ve ordumuzla oraya çıkartma yapmaya karar verdik, komuta altımdaki orduyla elflere başarılı bir saldırı yaptık, ordum ganimet için yağmalamaya başladı. Köyün ilerisinde elf birliği olduğu haberini alınca oraya doğru harekete geçtim, ormanın derinliklerinde ilerlerken yerde yatan birini gördüm hemen yardım etmeye karar verdim ve yanına gittiğimde dünya güzeli bir elf kızı olduğunu gördüm, savaş kıyafetlerini kuşanmıştı kim olabilirdi bu? Kimdi veya kimden emir alıp savaşa gelmişti hiçbir fikrim yoktu, ama unutamadığım bir yüzü vardı. Elimi uzattım sana yardım edebilirim dedim ama o bana barbarmışım gibi baktı ve topallayarak benden uzaklaştı, kızın gidişinin ardından ordumu toparlayıp geri döneceğimizi söyledim ve ganimetlerle beraber kuşatmayı geri çektim.

Geri döndüğümüzde şerefimize bir tören ve yemek düzenlenmişti ama ben hala o kızın durumunu merak ediyordum, onu ne olursa olsun yanıma almalıydım. O yüzü aklımdan çıkmıyordu, ama bana bakışları bir o kadarda kalbimi parçalıyordu. Çıkıp aramalı mıydım? Ama töreni yarıda bırakıp gidemezdim o yüzden törenin bitmesini bekledim. Tören bittiğinde elf krallığına doğru yalnız başıma yola koyuldum. Bu yaptığım tehlikeliydi ama onu bulmam lazımdı o mavi ışıl ışıl gözlerini düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Ona bir zarar gelmemeliydi.

O gece ne kadar aradıysam da onu göremedim güneş doğduğunda hala yollardaydım ona ulaşmam için hiçbir iz hiçbir yol yoktu ve umutsuzlukla kaplı hislerimle geri döndüm. Krallığımızda herkesten gizlediğim bir mabedim vardı oraya girdim. Unutmamak için onu gönlümde canlandırıp duvarlara çizdim o mabede her girdiğimde onu tekrar görüyordum. Yaklaşık 1 hafta hemen hemen her gece onu arıyordum ama yoktu. Ölmüş olmasını hiç istemedim, onu tekrar görmeliydim. Ben bir barbar değilim bunu bilmeli.

Yoksa hangi barbar gönlüne bir düşmanı sokar ki? Tekrar savaş hazırlığı yapmaya başladık bugün elfler bize saldırı yaptı iki ordu meydanda karşılaştık ve bir elçi yolladı ve komutanlarının benimle tüm askerler adına bire bir savaşmak istediğini ve savaşın galibini bizim muharebemizin sonuçlandıracağını söyledi, kendime sonsuz güvenimle kabul ettim, tüm hazırlığım bittikten sonra askerlerimin ve büyücülerimizin manevi desteğini alarak meydana çıktım. Tüm amacım bu savaşı bitirip o gökyüzü gibi uçsuz buçaksız gözleri olan kızı tekrar bulmaktı.

Komutan üzerime geldi ve savaşımız başladı, son bir haftanın yorgunluğu vardı üstümde, neredeyse ayaklarım yere sağlam basmayan bir halim vardı. Ama buna rağmen ben savaşıma devam ettim ve komutanın işini kısa sürede bitirdim beni öldürecek kadar derin olmayan 2-3 kesiğimin dışında pek hasar almamıştım. Ordumdan çıkan coşku ve neşe sesleri beni motive ediyordu, ordumu selamlarken sırtıma birşeyin saplandığını hissettim, acı çekiyordum ayağa kalkıp arkamı göndüğümde bir okçunun orda olduğunu gördüm, askerlerime onu canlı yakalamaları için emir verdim ve tüm ordum önce elf ordusunu temizleyip onun peşine düşmeye başladı. Kısa süre içinde okçu yakaladılar ama kaçarken daha önceden hazırladıkları ilacı içmiş ve yanıma gelirken yolda ölmüştü.

Nasıl olsa benim karşıma çıksaydıda onu öldürecektim, 1 hafta boyunca doktorlarım beni tedavi etti ve eski sağlığıma kavuştum ve tekrar o mavi gözlü kızı bulma dileğiyle tüm bölgeyi dolaştım o sırada “yardım edin” diye bağıran birini duydum ve hemen koşup yanına gittim, gitmez olaydım elflerin tuzağıydı ve birisi başıma odunla vurup beni bayıltmıştı. Yerde sürüklenerek götürülürken arada bir başımı kaldırıp olan bitenin farkına varmaya çalışıyordum. Zindanlarına getirmişlerdi beni, ellerimden ayaklarımdan bağlayıp gittiler. Sabah yüzüme çarpan güneş ışığıyla uyandım, bir elf askeri su ve yiyecek bişeyler getiriyordu, neden gece vakti dışarıda olduğumu sordu, neden çaresizce etrafta dolaştığımı soruyordu ama ben oralı olmadım. O sırada yemeğimden garip bir koku geldi, iyice kokladım bu bizim büyülerimizde kullandığımız ısırgan bitkisi özünün kokusuydu.

Hemen elf askerine saldırmaya çalıştım, amacınız ne? Beni öldümek mi? O zaman karşıma cesaretle çıkın, bizim büyülerimizle mi beni ortadan kaldırıcaksınız derken arkadan bir kadın sesi geldi, “yeter artık, bu barbarın sesini kesmediniz mi daha?” başımı çevirmeye çalıştım ama onu göremedim, “pekala, teklifini kabul ediyorum birazdan senin karşına çıkıcam eğer beni yenersen tamamıyla özgürsün, ama ben kazanırsam savaşımızı bitirip, tüm büyücülerinizi bize vereceksiniz” dedi. Kabul ettim ve yaklaşık 1-2 saat sonra hazırlandı karşıma çıktığında kafasındaki kaska rağmen gördüğüm gözlerden onu tanıdım, o savaştaki kadın askerdi. Bi saniye dedim, ben her yerde seni arıyordum demeye kalmadan saldırmaya başladı, bi yandan kendimi korumaya çalışıp bir yandan da olan biteni anlatıyordum, bir an durdu ve hiç beklemediğim bir anda “Barbar” diye bağırıp sol koluma kılıcını sapladı. Durdum ve “Bir barbar, düşmanına kalbini açar mı? Onu resmedip, nutmamak için her gün tekrar tekrar bakar mı? Senin elindeki taşla ve sopayla açamadığın yarayı barbar diyerek açtığının farkına varan bir adam ne kadar barbar olabilir ki?” dedim, yalancı diyip karnıma batırdı kılıcı ve kulağıma yaklaşıp “Bir barbara asla güvenmem, yalancı ve arkadan vuran kişilerdir onlar” dedi kılıcı çekince canımı yakan yaralarım değil kelimelerinin kalbimde ve içimde açtığı yaraydı. Dizlerimin üstüne çöktüm kılıcı boğazıma dayadı tam keserken ellerini tuttum ve kılıcı elinden düşürdüm.

Sonra bir çelme takıp onu yere düşürdüm ve ellerini kollarını sımsıkı tutup, ona kendi dilimizde bir atasözü olan “Görmek için bakmıyorsan yakıştırma yapar gözler” dedim. Kendini kasmayı bırakıp bu da ne demk oluyor dedi. Madem büyülerimize bu kadar meraklısın o zaman dilimi iyi biliyor olmasın dedim ve onu orda bırakıp krallığımızın yolunu tuttum. Giderken çok yorulmuştum ve düşüp bayıldım. Gözlerimi açtığımda başımda o vardı, son gücümle ona adını sordum Busem dedi ve bende derin bi nefes alıp tebessüm ederek uykuya daldım. Bu sefer uyandığımda herşey daha güzeldi, Busem başımın ucunda yaralarıma deva olmaya çalışıyordu, merhem sürüp sarıyordu her tarafımı. Elinden tuttum artık gitmem gerek dedim izin vermedi ama ikna ettim, sende gel dedim yeterki benimle ol. Hayır dedi savaş halindeyiz onu ikna edemedim ve yaralı halde geri döndüm.

Döndüğümde kraliçemiz halimi görünce perişan oldu, bi ton soru sordu ve bende saçmaladım geçiştirdim. Dinlemem gerek diyip odama çekildim ama hiç olmadığım kadar huzurluydum mabedime çekilip duvarlara onun yeni resimlerini çizdim, ona şiirler yazdım, heykelini yaptım. Günlerimi onunla geçirdim, yanımda değildi ama hiç kimse bana bu kadar yakın değildi. Bir gün odamda dinlenirken bir elçi geldi ve savaşın bitmesini istediklerini bildirdi, kraliçemiz eski dostluğumuzun hatrına durumu kabul etti ve savaş bitmişti ama ne askerlerimizin ne de halkımızın isyanı, öfkesi bitmemişti çünkü elfler köylerimize büyük hasarlar vermişti. Elçinin sonrasında bir barış töreni düzenlendi ve busem de davetliler arasındaydı. O zaman anlamıştım onun kim olduğunu, o elf prensesiydi. Bana defalarca saldırdı, ölmem için planlar yaptı ama onu affetmem gerekiyordu.

Halkımın ve ordumunda onu kabul etmesi gerekiyordu. O yüzden onun kötü görüntüsünü düzeltmemiz lazımdı, tören vakti onu elinden tutup mabedime götürdüm ve eserlerimi gösterdim. Bir barbar bunları nasıl yapabilir diye sorduğumda gözünde iki damla yaş aktı ve özür dilerim özür dilerim diyip koşarak çıktı gitti. Peşinden koştum onu yakalayıp herşeyi daha detayına kadar anlatmam gerekiyordu, amacım ona barbar olmadığımı kanıtlamak falan değildi, sadece onu benden bir parça olarak hissetmeye başladığımın farkına varmasını sağlamak istiyordum. Elinden tutup geri çektim “gitme, kal yanımda, benimle ol” diye ısrar etsemde nafileydi aldırmadan yoluna devam etti, sanki kendinde bir pişmanlık hissediyordu. Ama geri dönmüyordu da ağlayarak uzaklaşmaya devam etti. Tören yemeğinde de bulunmadı doğrudan krallıklarına geçtiğini söylediler, bende yemeğin ardından elf krallığına doğru yola çıktım. Ormanda giderken bir kızın imdat feryadını duyup hemen oraya doğru koştum, gittiğimde bir grup Orman Haydutu'nun bir kıza saldırdığını gördüm, aralarına atıldım.

Silahsızdım, herhangi bir hazırlığım yoktu ama ona rağmen imdat çığlığı atan birisini yarı yolda bırakamazdım. Duygusal sorunlarım her zaman benim elimi ayağımı birbirine bağlamıştı, ve yine öyle oldu bir grup haydut tarafından ağır yaralandım, ellerimi kollarımı bir ağaca bağlayıp hemen karşımdaki elf kızına saldırıyorlardı. O sırada Busem geldi, haydutların arasına daldı aynı benim gibi hiç tereddüt etmemişti ve benim yapamadığımı o yapmıştı kızı onların elinden kurtarmıştı, benimde o an dilimden tek bir kelime döküldü “Busemm...” aldığım darbeler beni çok yaralamıştı, dizimin bağı çözülüyor ve elim ayağım tutmaz hale gelmişti, ama olsun Busem beni duymuştu ve dönüp hemen yanıma geldi. Kollarımdaki ipi çözmesiyle yere düşmem bir oldu. Bir yandan başımı kollarının arasına alarak beni kendime getirmeye çalışıyor bir yandan da akan göz yaşlarına hakim olamıyordu ve sürekli özür diliyor pişman olduğunu söylüyordu, bana sadece beni affet ben tamamen kendimi düşünüyordum böyle olmamalıydı çok özür dilerim diyordu.

Gözlerimi biraz kısık olarak açtım ve bişeyler mırıldanmaya başladım, kulağını yaklaştırdı ve sessiz olmasına rağmen hiçbir çığlığın bu etkiyi veremeyeceği şeyi söyledim. “Seni Seviyorum”. Gülümsedi, bırak şimdi beni sen kötüsün gel seni krallığına götüriyim dedi, kabul etmedim ben senin yanında olmak istiyorum, sadece ikimizin olduğu bir yere götür beni dedim hiçbir isteğimi kabul etmeyen Busem bu sefer tamam dedi, sadece ikimiz için bir yer düşünelim dedi ve elimden tuttuğu gibi daha önce hiç gitmediğim yerlere doğru götürdü beni, ilk önce bir şelalenin altına gittik, kuş sesleri dalga sesi doğa kokusu ve savaştan uzak ortam benim içimi sardı kapladı.

Sonra doğanın ucsuz bucaksız her yerini gezip gece en yüksek tepede yıldızların altında uzandık ve gece mavisinde umutlarımızla beraber kaybolduk, elini tuttum sen dedim, sen benimsin bunu kabul etmeden ölmene de burdan gitmene de izin vermem bunu biliyorsun. Ellerini yavaş yavaş çekti başını olmaz der gibi salladı, gözünden iki damla yaş aktı tam gitmeye karar verdiğinde elinden tutup geri çektim, neden böyle yaptığını neden kendini benden uzak tutmaya çalıştığını sordum, anlatıcam ama şimdi değil diyip geri dönmemiz gerektiğini söyledi. O an tekrar tekrar yaraladı beni, krallığıma doğru yola çıkmışken benden kendisine biraz zaman tanımamı istedi.

İçimde açtığı yaralarım belki kat be kat artıcaktı ama bana merhemde olabilirdi o yüzden kabul ettim. Dönünce ilk yaptığım şey mabedime gidip ondan haber gelene kadar mabedimde yalnız kalıp onu düşünmek, onu resmetmek, onu şiirleştirmek olcaktı. Günler geçti ne birisiyle konuştum ne de birinin yanında oldum, tek başıma ondan gelicek haberleri bekledim. O gün beklediğim an gelmişti, dizelerimi bitirmek üzereyken mabedimin kapısı açıldı, ayağa kalktım ve yanına doğru ilerledim, bana uzak bir krallık olan orklarla savaşa gidiceğini söyledi. Ordumu hazırlayıp savaşa katılmak istediğimi söyledim ama bunu reddetti, bu bizim savaşımız sizi tehlikeye atmak gibi bir niyetim yok dedi demesine ama ben onu dinlemedim ve ordumu hazırlatma kararı aldım. Kararımı öğrenen kraliçemiz ve odu komutanları benimle bir görüşme yapmak için kraliçenin huzuruna çağırdılar.

Hala daha düşman gözüyle baktıkları elfler için tek bir askeri savaşa sokmamaya karar verdiklerini ve bu durumu uzatmamam gerektiği hakkında beni uyardılar, eğer üstelemem durum gerçekleşirse sınır dışı edilme gibi tehditler ettiler. Olayın halka ve askerlere ulaşmaması için beni defalarca uyardılar ama sevdiğimin savaşında destekçilere ihtiyacım vardı o yüzden halkı toplayıp kararımı açıklamaya karar verdim. En büyük şehrimizde halkın karşısına çıktım ve elflere destek olmamız gerekiyor, aramızda bu asil göreve dahilolmak isteyen cesur kahramanlar var mı? Diye sormam ile birlikte isyan sesleri yükseldi, kesinlikle böyle bir durumun söz konusu bile olmadığını bildirdiler. Ben ısrar edince elflerin yaptığı saldırılarda yakınlarını kaybedenler üzerime yürüdüler ve linç girişimi yaptılar, bende kendimi koruma adını kılıcımı kuşanıp halkıma saldırdım, bir kısmını öldürdüm, bu durum hemen kraliçenin kulağına gitmiş hakkımda sınır dışı edilme kararı vermişti, krallığımızda bu çok katı bir kuraldı eğer bir daha geri dönersem öldürülme emri çıkabilirdi, o yüzden bu haberi alır almaz krallığı terk ettim.

Elf krallığına gidip Busem'i buldum, Kraliçenin ve halkın bana karşı tavırlarından ve aldıkları karardan bahsettim ve savaşa tek başıma destek olarak katılmayı plandım, ne kadar istemesede artık mecburiyetten kabul etti ve onlar adına savaş planını düzenledim, orklara karşı savaşmaya doğru yola koyulduk. Savaşta daima ön planda olup var gücüyle ve tüm yetenekleriyle düşmanları bozguna uğratıyordu, bende etrafta olan bitenide kontrol edip onun farkında olmadan saldıraya uğramasını engellemeye çalışıyordum ve bu şekilde defalarca hayatını kurtardım. Savaşın 3. Gün Busem'in yanında savaşırken arkasından bir orkun ona balyozla vurmak üzere olduğunu gördüm ve ona doğru koştum, fırladım ve onu iktirdim Busem uzaklaştığında ben kaldım koşarken kılıç ve kalkanımı yere atmıştım bu yüzden ne saldırabiliyordum nede savunma yapabiliyordum, o sırada göğsüme birkaç balyoz darbesi yedim ve oraya yıkıldım. Ölmek üzereydim sesler karmaşıklaşıyor, dünya gözlerimde sallanmaya başlıyordu. Hemen elfler beni tedavi etmek için sıhıyeye götürdü.

Orda elimden tutarken görmüştüm Busem'i, göğsümün acısından herhangi birşeyde diyemiyordum, sonrasında uyuyakalmışım, uyandığımda bir orkun omuzlarındaydım, kaçırmışlardı beni. Neler oluyor? Her adım atışında canım yanıyordu. Esir alınmıştır, zindanda elim kolum bağlı yaralar içinde esirdim, günlerce orada kaldım artık hayatla tüm bağlantılarım kopmak üzereydi. O sırada dışarıda koşuşturma sesleri duydum ve Busem askerlerini toplayarak, mahzene baskın yapmıştı, içeriye girip beni kurtardı. Ama ayağa kalkıp oradan koşarak kaçıcak bi halim kalmamıştı. Neredeyse sürünerek gidiyordum, sürünürken bile canım çok yanıyordu. Sonra ordunun geri kalanı geldi ve beni omuzlayıp götürdüler. Yolculuk boyunca iyice yorgun düştüm, yaralarım kapanmama noktası geldi. Gözlerimi bile açamaz haldeydim. Hiçbişey yiyip, içemez haldeydim. Busem krallığımıza gidip Kraliçemizden yardım istedi ama, onların bize karşı tavırları belliydi, asla yardım edemeyeceklerinden bahsetmişler. Busem dönmeden önce çok sinirlenip, Kraliçemizle hararetli bir şekilde tartışmaya girmiş. Bunu duyan komutan dönüş yolunda Busem'e bir pusu düzenletmiş ve dönerken ona suikast yapmaya karar vermişler.

O gün Busem yanında orduyla gitmiş olmasaydı belki geri bile dönemeyecekti. Gerçekleşmesini bir kenara koyun, bu olayın aklımın ucundan geçmesi, gözümde canlanması bile ne kadar korkunçtu. O gün geri döndüğünde birkaç yarası vardı, olanları anlattı. Sinirden, öfkeden kuduruyordu ve savaş hazırlığı başlatmaya karar verdiğini söyledi. Artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim, ne yapmalıydım ? Ailemden olan, kanımdan, canımdan bir parça annemin tarafında mı olmalıydım? Yoksa defalarca birbirimiz için ölüm tehlikesi atlattığımız, uğruna esir alındığım, beni kurtarmak için ölüme koşan sevdiğimin yanında mı olmalıydım? Hayat acı tarafını nasılda bu kadar çabuk gösteriyor. Savaş hazırlıkları bitene kadar karar vermeye çalıştım, tüm krallıkların saygı duyduğu Bilge Dede'ye gitmeye karar verdim, acelem vardı ve hemen yola çıktım.

Dedenin yanına gittiğimde hastalıktan kıvranır olduğunu gördüm, elinden tuttum ve nefesini dinledim, kendine getirmeye çalışsamda bir yanıt alamadım ölmek üzereydi. Bildiğim ne varsa yapmaya başladım onu kendine getirmeye çalışıyordum. Olmuyordu, hemen koşup doktorları, şifacıları getirdim. Onun kendine gelmesi için herşeyi yapmalarını istedim öylede oldu birkaç gün sonra kendine geldi ama hala yataktan kalkabilecek haldeydi, ona yemek yapıp ilaçlarını içirdim. Sonra olanlardan bahsettim yardım istedim. Dede bana Kraliçeye mektup yazmamı, ondan özür dileyip Busem için yaptıklarından, kaç kere ölümden döndüğünü onun seni kurtarmak için neler yaptığından bahset. Kraliçenin senin için ne kadar değerli olduğunu belirt. Onun artık Busem'in değerini anlamasını iste. Beni seçim arasında bırakmayın diye yaz, çünkü hayatımın en zor zamanlarında yanımda sadece ikiniz vardınız ve ikiniz kalcaksınız. Başım sıkıştığımda sadece size koştum, size koşayım. Karanlıkta ikiniz de bana ışık uzatın diye yazmamı istedi.

Bende aynen dediklerini yerine getirip, mektubu Kraliçemize yolladım. Mektup onu duygulandırmış olmalı ki savaştan vazgeçtiğini söyleyip, dostluk yemeği için Busem'e teşfik edeceğini söyledi. Bize geldiğinde annem ordunun hazırlanmasın engellediğini ve artık savaşın son bulduğunu bizim mutluluğumuz için uğraşacağını söyledi. Annem ne kadar savaştan vazgeçerse vazgeçsin, ordu ve halk bana öfkeliydi ve bu sefer mızraklar anneme de yöneltilmişti, artık ordunun sabrı taşıyor öfkesi dinmek bilmiyordu. Yemeğin ardından annem vedalaşıp krallığına doğru yola çıktı, yoldayken aynı Busem'e yaptıkları gibi anneme de saldırıda bulunmuşlardı, askerler artık çileden çıkmış herşeyden intikam alıyorlardı. Bu sefer intikamları büyüktü, anneme saldırdıktan sonra onu kaçırıp şehir meydanında infaz etmeye karar vermişler, haberi aldığımda sinir küpü oldum hemen ordumu topladım. Busem'i de yanıma aldım orduyla beraber annemi kurtarmaya gittim. Saldırıp bize direnen herkesi öldürdük, bikaç güne annemi kurtardık.

İsyancı halk ve orduyu temizledikten sonra annem artık huzur ve refah ortamı kuruldu, bunu sizin düğününüzle kutlayalım diyip bu sefer düğün törenine düzenlemeye başladık. İlk zamanlar tamamen kurtulduğumuzu ve aradığım huzur dolu günlerin geri geldiğini düşünüyordum, o gün geldi çattı ve düğün töreni başladı, halka yemekler dağıtıp, yarışmalar yaptık. Düğünün bitmesine yakın bi zaman kaldığında bi ayaklanma sesi duydum. İsyan diye bağırıyorlardı ve düğündeki tüm halk bize doğru saldırmaya başladı. O sırada annem, ben ve Busem kaçıyorduk annem daha fazla gelemedi ve fenalaştı o sırada ona saldırdılar kılıçlar, oklar, mızraklar annemi öldürüyorlardı. Hiç o kadar kötü hissetmemiştim, ama o an yapabileceğim hiçbişeyim yoktu ve kaçmaya devam ettik. Yolda kaçarken önümüzü bir grup isyancı kesti ve Busem'e 2-3 ok isabet etti, oracıkta yere yığıldı, gidiyormuş gibi benimle vedalaşmaya çalıştı, gülerek barbar dedi bana.

Elini öptüm zorba suikastçı dedim ve ağlamaya başladı gidiyorum dedi sen kaç kurtul. Ama dinlemedim onu kucakladığım gibi dağlara doğru koştum. Dağda bulduğum bir mağaraya girdim ve onuda içeri saklayıp hemen Bilge Dede'ye gitmeye karar verdim, ama dağın arkasından dolaşmalıydım, yoksa bende yakalanabilirdim. Dışarıya çıktığımda isyancıları gördüm ama hemen geri koştum, mağarada Busem'in ölmek üzere olduğunu ve sürekli “Can kurtar beni” diye sayıkladığını gördüm. İsyancılara rağmen kaçıp gitmem gerekti, koştum. Arkama bakmadan koşup Bilge Dede'ye ulaştım. Bilge Dede bu sefer sapa sağlam ayaktaydı, aceleli ve telaşlı olduğumu görünce beni yanına çağırdı ona Busem'in ölmek üzere olduğunu söyledim. Ok saplandı ama tedavi edebilecek durumda olamadığımı onu kurtaması gerektiğini söyledim. O da sana borcum var unutmam diyip sen geri dön ben onu sana geri getiricem dedi ve bende Busem'in yanına geri döndüm.

Mağaraya döndüğümde Busem çok kötüydü, daha da kötüleşiyordu. Elinden tutup ağlamaya, beni bırakamazsın hayır hayır diye sayıklarken, Bilge Dede içeriye girdi. Busem'e yaklaştı, zavallı nede kötü olmuş dedi. Ne yapmamız lazım diye sorduğumda bir takım ender bulunan ot bulmam gerektiğini söyledi. O otlar sadece krallığımızda büyücülerin elinde bulunuyordu. Gitmekten başka çare yoktu o yüzden hava hafif karardığında yola çıktım. Büyücü köyü sakindi kimseler yoktu hocanın istediği otları bulup ona geri götürdüm. Hoca biraz merhem yaptı yaralarına sürdü, ve bana bazı iksirler verdi. Sık sık içir diyip gitti. Ama haftalarca Busem kendine gelemedi hastalığı hep aynıydı. Bu sefer ben bildiğim şeyleri yapmaya çalıştım. Bir gece uyurken birinin elimi tuttuğunu hissettim. Hemen uyandım ve Busem iyileşmeye başlamıştı, bana bakıp gülüyordu.

O an hayatımdaki tüm karanlığın aydınlandığını hissettim. Sarıldım, yorgunsun biraz dinlen diyip onu tekrar yatırdım. Birkaç gün sonra neredeyse tamamen ayaklandı, iyiym artık gidelim dedi. Her yerde öldürmek için bizi arıyorlardı, annem gitmişti ama artık Busem'i kaybedemezdim. Birlikte herkesi, herşeyi geride bırakıp ışığın yolunu takip ettik. Artık yarınlar umutla, onunla, aşkla dolu. Daha önce dediğim gibi: “Halkımın savaşı taşla ve sopaylaydı ama benim savaşım iki gönül arasındaki bağı sımsıkı tutmaktı...”
2 /