confessions

iron

Admin  · 11 Mayıs 2016 Çarşamba

  1. toplam giri 744
  2. takipçi 352
  3. puan 22213

chiaroscuro aydınlatma

iron
Işık-gölge karşıtlığının yoğun olduğu, ışığın aydınlık ve karanlık lekeler oluşturmaya yönelik kullanıldığı aydınlatmadır. Ekranda üçüncü boyutun yaratılmasına yardımcı olur ve görüntüye gerçekçi bir anlam katar. Aydınlatmanın sert, parlak, yumuşak, monoton ya da soğuk olmasına bağlı olarak görüntü, izleyicinin mutluluk, üzüntü, rahatsızlık, huzur gibi duygulan algılamasına yardımcı olur. Aydınlatmanın görüntü üzerindeki psikolojik özellikleri, ışığın yönü, miktarı ve türüne göre belirlenir.
1

söylem

iron
bir konu hakkında nasıl konuşulacağını belirler. Ayrıca düşüncelerin nasıl hayata geçirileceği ve başkalarını yönlendirmede nasıl kullanılacağını anlatır. Foucault bu noktadan hareketle söylemin güçle ilişkisini araştırmaya başlamaktadır. Ona göre açıklama gücü olan birine ait bir bilgi, başkalarının yaşamını yönlendiren gerçek haline gelebilir. Söylemin güçle olan ilişkisi metinlerin oluşturduğu bir ağ (metinlerarasılık) sayesinde ortaya çıkar ve bu şekilde söylem pekişmiş olurç. Kısaca, söylem önemli bir konu hakkında tutarlı bir anlam seti kurabilmek ve yayabilmek için toplumsal olarak geliştirilmiş bir dil ya da temsil sistemidir. Bu anlamlar söylemin kaynağını oluşturan ve onların yerleşmeleri için ideolojik olarak çalışan bir grubun çıkarlarına hizmet etmektedir

kültürel çalışmalar

iron
Cultural Studies (Kültürel Çalışmalar) terimi temelde Britanya kökenli olan bir çalışmalar bütününe gönderme yapar. 1964 yılında Richard Hoggart'ın kurduğu, Birmingham Üniversitesi Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezinde bu geleneğe ait birçok araştırma yapılmıştır. Kültürel Çalışmalar, adından da anlaşılacağı gibi tam olarak ne bir toplumsal teoridir, ne de kitle iletişimi teorisidir. Bununla beraber, kültür endüstrileri ve onların izleyicileri arasındaki ilişkiyi yorumlayış biçimleri onları hem işlevselci okulun hem de izleyiciye ve alımlamaya atfettikleri önem nedeniyle Frankfurt Okulu kuramcılarının karşısında konumlandırmaktadır.

Geleneğin kurucu eserlerinden olan Hoggart'ın, 'The Uses of Literacy' (OkurYazarlığın İşlevleri) isimli eseri Adorno'nun, medyaların gerçek dünya ile temsili dünya arasında bir bulanıklık yarattığı yolundaki görüşünü reddetmektedir. Marksist düşünürlerin, Frankfurt okulundan da esinlenen kültürel karamsarlıkları Kültürel çalışmalar geleneği tarafından sahiplenilmez. Raymond Williams, 'Culture and Society' ( Kültür ve Toplum) isimli kitabında, kitle kültürü ve kitle toplumu terimlerinin kullanım biçimlerini eleştirerek, kitle kelimesini bilmediğimiz kalabalığı tanımlamak için kullandığımızı ifade eder.

Louis Althusser'in 'Devletin İdeolojik Aygıtları' ve Gramsci'nin 'Hegemonya' kavramları Kültürel Çalışmalar kuramcılarının oldukça etkilendiği kavramlardır. Kültürel Çalışmalar'ın, bu kavramlardan etkilenmesi ve onlardan yola çıkarak toplumsal pratikleri incelemesi oldukça problemli bir alan oluşturur. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bu geleneğin kültürel ürünlere bakışı, Marksist kuramcılarınkinden farklı boyutlar taşımaktadır. Raymond Williams ve Richard Hoggart'ın kültürel geleneğinde örneklendiği gibi ekonomik indirgemeciliğe karşı çıkarlar. Medya, çatışmalı ve karmaşık gerçeklik parçalarını bir araya getirerek ve gerekliyse onları uzlaştırarak bir toplumsal totaliteye dair anlayışın üretilmesine yardımcı olduğu için önemlidir. Kısacası medya çalışmaları insan pratiği konusu içinde yer alır.

Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla beraber, kültür incelemeleri kaçınılmaz bir biçimde tutucu bakış açısından sıyrılarak, günlük yaşamı da içine alır bir hale gelmiştir. Raymond Williams kültürün gündelik yaşama dair bir alan olduğunu vurgulamıştır. Kültür, bu yaklaşıma göre, hegemonya oluşturma çatışmalarının yaşandığı bir alan olarak 'kültürel çatışma' alanıdır (Türkoğlu, 2003: 55-56) . Bu anlamda, yüksek ve aşağı kültür arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır. Filmler, televizyon, popüler müzik gibi daha önceki kültürel yaklaşımların göz ardı ettiği alanlar inceleme konusu haline gelmiştir. Bu araştırmacılar, edebiyat teorilerini bu kültürel biçimleri incelemek amacıyla kullanmışlardır.

John Fiske'in de kullandığı anlamıyla popüler kelimesi uzun zamandır Latin Amerika'da kullanıldığı anlamıyla halktan gelen halka ait olan sanat anlayışının ifade etmektedir. Popüler güçler de buradan yola çıkarak, baskı ve egemenliğe karşı savaşan halk kesimlerini ifade eder. Fiske, popüler olanın, izleyicilerin kültür endüstrisi ürünleriyle yaptıkları şey olduğunu söylemektedir. Popüler kelimesine yüklenen bu mücadeleci ve bir bakıma olumlu anlam 'popüler iyimserliğin' bir örneğidir (Kellner, 2006). Ancak bu iyimserliğe karşın, kültürel çalışmalar medyanın aracılık ettiği kültürün hegemonik tarafını da inkar etmez. Birçok zaman bu durumu ve ona karşı direnişi çalışma konusu edinirler.

Stuart Hall, birçok araştırmacının öne sürdüğü üzere, bir kitle iletişim aracının ideolojik etkilerinin o aracın yaydığı mesajlardan analiz edilebileceği fikrine karşı çıkar. Hall bunun yerine, metinle, onu üreten kurumla ve izleyicilerin sosyal tarihiyle yüzleşmeyi önermektedir. Hoggart ise; televizyonun, ya da basının etkisini reddetmez. Halkın birçok kere reklamın etkisi altında kaldığını kabul etmektedir. Ancak şunu da ekler: 'eğer, halk sınıfı modern iletişim araçları etkisinde bir değişim geçirdiyse bile, bu değişim geleneksel kültür diğerlerinin prensiplerini belirlediği bir yönde ve biçimde olmuştur' (Béaud vd, 1997: 29).

1980'li yıllar, Kültürel Çalışmalar açısından bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Medya içeriklerinin, özellikle televizyon açısından incelenmesi alanında çalışmalar hız kazanmıştır. Bu etnografik dönüm noktası, Britanya'nın 1980'lerdeki durumundan bağımsız olarak düşünülemez. 1980'lerin ekonomik ve politik atmosferi çalışmaların şekillenmesinde oldukça etkili olmuştur (Mattelart ve Neveu, 2003). Bununla beraber, 1970'lerden itibaren Amerika'da kitle iletişim araştırmaları odağını izleyici üzerine kaydırmaya zaten başlamıştı. Çalışmamızın ilk bölümünde bahsettiğimiz 'Kullanımlar ve Doyumlar' yaklaşımı metinlerin ve üreticilerin izleyiciler üzerindeki mutlak kontrolüne ve etkisine karşı çıkarken aktif izleyici anlayışını gündeme getiriyorlardı. Ancak tükettiği medya ürünleriyle bazı ihtiyaçlarını tatmin eden bu izlerkitle/müşteri anlayışı işlevselci bir bakış açısına sahiptir.

Kültürel Çalışmaların izleyiciye yönelen anlayışında ise, medya mesajlarının kodlanması, bu kodların çeşitli şekillerde kodaçımına tabi tutulabilir olması düşüncesi yatmaktadır. Buradaki inceleme alanı; 'medyanın egemen ideolojik tanımların ve temsillerin dolaşımında ve sağlamlaştırılmasında oynadığı rol'dür. İngiliz kültür araştırmalarının Amerika'dakilerden temel farkı, iletişimi parçası olduğu tarihsel süreçlerle birlikte anlamaya çalışmasıdır. Amerika'da var olan araştırma geleneği daha çok, medya, içerikler ve izleyiciler üzerindeki etkiler hakkında ampirik bir takım araştırmaların yapılmasından ibarettir (Hardt, 1999: 55- 57). Aslında, Kültürel Çalışmaların gücü ve orijinalliği medyanın gücü sorunsalını görecelileştirmesinden ve ona yeniden sosyolojik olarak çeşitlendirilmiş bir içerik vermesinden kaynaklanmaktadır (Mattelart ve Neveu, 2003: 3-6).

İletişim çalışmaları bakımından 1980'li yıllar yukarıda da bahsettiğimiz üzere farklı eğilimlerin ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. İzleyici araştırmaları açısından Birmingham Kültür Çalışmaları Merkezi'nin başkanlığını yapmış olan Stuart Hall ve öncü çalışması 'Kodlama-Kodaçımlama' oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Hall, ilk zamanlar, Ferdinard de Saussure'ün etkisiyle yapısalcı bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu yaklaşımında, her metnin sınırlı sayıda okunma olanağı olduğunu ve böylelikle okuyucunun ya da izleyicinin bu sınırlı sayıdaki anlamlar arasından bir seçim yaptığını söyler. Bu yaklaşım, televizyon programı karşısında izleyiciyi edilgin bir biçimde konumlandırmaktadır ve etkiler yaklaşımının 'yapısalcı' bir versiyonunu sunar.

Hall 'kodlama-kodaçımlama'da daha önceki yapısalcı konumundan vazgeçer. Medya mesajlarının izleyici tarafından müzarekeci bir şekilde okunabileceğini belirtir. Zaten Kültürel Çalışmalar'ın, literatüre kattığı okuma ve metin terimleri, izleyici ile medya içeriği arasındaki ilişkiyi üretimsel paradigma içinde tanımlamaktadır (Mutlu, 1999: 99-100). Hall'un modelinde, anlamlı bir söylem olan televizyon metni, bir değiş tokuş sürecinin sonunda gerçekleşir. Mesajın tartışmalı biçimi, iletişimsel değiş tokuşta, görece özerk olmasa da ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Kodlama ve kodaçımlama dakikaları belirli zamanlardır. Tarihi bir olay televizyon söyleminin bir parçası haline gelir gelmez, o aracın kendi anlam üretme sistemine tabi hale gelir. Parodoksal biçimde, bir olayın, iletişimsel bir olay haline gelebilmesi için, tarihe ya da habere dönüşmesi gerekir.

Mesaj biçimi ve de belirme biçimi kaynaktan alıcıya geçmek için olaya ihtiyaç duyar. Televizyon yayınının tabi olduğu kurumsal yapılar, sahip oldukları üretim ağı ve pratikleri, teknolojik altyapısı ile birlikte bir programın üretilmesi için vazgeçilmezdirler. Buradaki üretim de mesajı oluşturmaktadır. Televizyonun üretimsel yapıları, televizyon söylemini yaratsalar da, bu kapalı bir sistem içermez. Hall Marx'ın terimlerini kullanarak şunu söylemektedir, “dolaşım ve alımlama, televizyonda 'üretim süreci' anlarıdır ve belli sayıda yapılanan ve dolayımlanan 'geribesleme' yoluyla, kendisi de üretim sürecine yeniden dahil edilir” (Hall, 1997: 62-63). Mesaj, bir etki oluşturabilmesi, bir ihtiyacı karşılayabilmesi ve bir kullanıma hizmet etmesi için, öncelikle söylem olarak gösterene uygun hale getirilmeli ve anlamlı bir biçimde kodlanmalıdır.

cinsiyet rolleri

iron
Rol, çeşitli çalışmalarda belli bir toplumsal duruma ilişkin olarak beklenen davranışlar veya belli bir toplumsal durumdaki kişiden beklenen işlemlerle onun gerçek edimlerinin toplamı veya belli bir toplumsal duruma ilişkin gerçek davranış kalıpları ya da beklenen davranış kalıpları gibi farklı ifadelerle tanımlanmıştır. Tanımların hepsi de toplumun bireyden istediği davranışa vurguda bulunmaktadır. Bu da gösteriyor ki rol bir boyutuyla toplumsal diğer boyutuyla bireyseldir; toplumsallığın bireyde davranışa dönüşmesidir. Rolün toplumsal cinsiyetle ilgili kısmına gelince, bu alandaki uyarlamalar çok farklı biçimlerde gerçekleşmiştir. Rol-toplumsal cinsiyet uyarlamalarında ana fikri bireyin er veya dişi oluşu teşkil etmektedir. Bu nedenle de her zaman iki cinsiyet rolü mevcut olmuştur: Erkek rolü, kadın rolü ya da eril rol ve dişil rol. Konuyla ilgilenen sosyolog ve sosyal psikologların çoğunluğu, yaş ile cinsiyet rollerini birlikte ele almışlar ve bu iki özelliğe bağlı kategorilendirmenin, toplumların yaptıkları en eski ayrımı ifade ettiğini belirtmişlerdir.

Evrensel biyolojik özelliklere dayanan bu kategorilendirme, gerek toplum ve gerekse birey için büyük önem ifade etmektedir. Çünkü bu iki özelliğe bağlı roller, bireylerin topluma katılma imkânlarını ve tarzlarını belirlemenin yanı sıra, toplumdaki işbölümünün de oluşumuna etkide bulunmaktadır; kadın ve erkeklerin, yaşamın değişik yaş kademelerinde yapmaları gereken sorumluluk ve işleri belirlemektedir (Evrim, 1972: 102).

Dahrendorf'a göre; cinsiyet rollerinin öğrenilmesi, toplumsallaşma veya içselleştirme aracılığıyla gerçekleşmektedir. Öğrenmeyi temel alan bu yaklaşıma göre, cinsiyet rolleri başka bir şey nasıl öğreniliyorsa öyle öğrenilmektedir. Bu öğrenmede iki temel mekanizma söz konusudur. İlk olarak, çocuklar cinslerine uygun davranışları açısından ana-babalar ve toplumdaki diğerleri tarafından pekiştirilirlerken, cinslerine uymayan davranışları için cezalandırılırlar.

Her iki durumda da çocuk cinsiyet damgalı oyuncakları seçmeyi öğrenir. Taklit de cinsiyet rollerinin öğrenilmesinde önemli rol oynar. Esasen, çocuklarda başka insanları taklit etme eğilimindedir. Ancak bu taklit tümüyle tesadüfi değildir.

Toplumsal öğrenme kuramına göre, çocuklar kendisiyle aynı cinsten ana-babayı daha uygun model olarak görmektedirler. Ancak çocukların ana-babaları dışında taklit edecekleri başka modeller de vardır. Bir diğer yaklaşımı temsil eden bilişsel kurama göre, cinsiyet rollerinin gelişimi, çocukların belli bir bilişsel gelişim düzeyine ulaştıklarında mümkün olan bir tür anlayış ve değerlendirme ile gerçekleşir. Çocuklar ilk olarak kendi cinsel kimliklerini ve sonra başkalarınınkini öğrenirler. Hemen sonra da, kendi cinslerine ilişkin kalıplaşmış tutumları öğrenirler. Daha sonra da kendi cinslerine ilişkin kalıplaşmış tutumlara uygun olarak davranmak zorunda olduklarını anlarlar.

Bilişsel kurama göre, birey ancak tüm bunlardan sonra cinsiyet damgalı davranışlar sergileyebilir. Bir kez doğru cinsiyet rolünü benimsemeye başladıktan sonra, belli davranışlar için farklı pekiştirmeye ihtiyaçları yoktur. Bilişsel kuram, çocukların yalnızca cinsiyet damgalı biçimlerde' davranmayı öğrenmekle kalmadıklarını, aynı zamanda, uygun cinsiyet rolü önyargılarını da öğrendiklerini savunmaktadır.

Cinsiyet rollerinin tarihsel kökenine gelince, pek çok sosyal bilimci, kadın-erkek ayrımcılığının temelini işbölümü sürecinin başlamasında bulmuşlarda. Metallerin bulunuşu, hayvanların yetiştirilmesi, dokumacılığın ve tarla kültürünün gelişimi sonucu çıkan artı değerin aile mülkiyetine geçişi ile erkeğin ve kadının rolleri değişerek statüleri arasındaki eşitlik bozulmuştur. Bu görüş; oluşan yeni süreçte erkeklerin, sürülere, silahlara, tutsaklara ve ürünlere sahip olduğunu; kadınların ise doğum, çocuk bakımı...vs. nedenlerle eve, ev içi işlere kapandığını ifade etmektedir. Bu ayrışma ise rolleri ayrıştırıp şekillendirmiş olmaktadır.

cinsiyet önyargıları ve ayrımcılık

iron
Önyargı, genellikle, bir topluluğun üyelerinin. bir başka topluluğun üyelerine karşı sahip oldukları olumsuz inanç ve düşüncelerle ilgilidir. Önyargı, gerçeklik karşısında sınanmamış, daha çok kişinin kendi duygu ve tutumlarına bağlı sterotipleşmiş inançlarla karakterize edilmektedir (. Önyargının kaynağı, sübjektif deneyimler, kanaatler ve söylentiye dayalı haberlerdir. Önyargı, uzun sürede ve değişik kaynaklardan aktarıla aktarıla toplumsal bir boyuta sahip olabilmektedir. Örneğin toplumumuzdaki bazı kesimlerle ve özellikle de kadınlarla ilgili önyargılar böyledir; saçı uzun diye veya kadına karşı eli sopalı diye başlayan sözler hep bir oranda genelleşmiş önyargıları dile getirir. Bir kişi veya topluluğa karşı önyargılı birisinden, o kişi veya topluluğa karşı tarafsız olması beklenemez. Önyargının toplumsal boyutu, akıllılık, adalet ya da hoşgörü gibi toplumsal normları ihlal etmesini şart koşma eğilimindedir.

Aşırı genelleştirme, peşin hüküm, bireysel farklılıkları dikkate almayı reddetme ve klişelerle düşünme önyargının tipik özelliklerini oluşturur. Önyargı biz-onlar ayrımının bir sonucudur.

Cinsiyet önyargıları ise, iki cinsin birbirinden hangi bakımlardan ayrıldıklarına; hangi davranış, görünüş ve kişiliğin kadın ve erkeklere özgü olduğuna; insanların cinsleri arasında hangi farklılıkların bulunması gerektiğine ve erkek ve kadınların nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin inançları ifade eder. Önyargı ayrımcılığın temelini teşkil eder. Sosyolojide daha çok etnik ve ırk ilişkileri bağlamında kullanılan ayrımcılık, ötekine karşı oluşan davranışı ifade eder; öteki herhangi bir birey veya toplum olabilir.
1

cinsel kimlik

iron
bireyin biyolojik açıdan belli bir cinsten olduğuna ilişkin bilgisine ve ayrıca aynı kategoride olmak üzere diğer insanların cinsiyetlerini tanıma yeteneğine işaret eder. Cinsel kimliğin oluşumu, yaşamın oldukça erken bir döneminde başlar. Çocuklar çok erken bir yaşta, genellikle iki yaş civarında, kendi cinslerini tanırlar. İki yaşındaki çocukların ekseriyeti, iki cinsiyetin bulunduğunu, kendisinin de bunlardan birine ait olduğunu ve babasının er, annesinin dişi olduğunu bilirler. Ancak, bu kadar küçük yaşlardaki çocukların cinsel kimliğe ilişkin anlayışları tam değildir. Onlar cinsiyeti, biyolojik özelliklerden çok, giysilerle, rollerle ya da başka yüzeysel etmenlerle belirleme eğilimindedirler. Cinsiyetin değişmez olduğu, dişi veya er doğan birinin ömür boyu dişi veya er kaldığı gerçeğini yavaş yavaş kavrarlar ve bu kavramaları ancak beş ya da altı yaşlarında kesin bir bilgiye dönüşür.

Bir kez cinsel kimlik belirlenip anlaşıldıktan sonra, ikinci adımı iki cinse ilişkin inanç ye tutumların gelişmesi takip eder. İnsanların cinsiyetlerini tanıma kadar, bireylerin cinslerin birbirlerinden nasıl ayrıldıklarına ve belki de, nasıl ayrılmaları gerektiğine ilişkin fikirleri oluşur. Bunlar iki ayrı boyutta şekillenen inanç unsurlarıdır. İlki cinsel önyargılarla ilgilidir. Bu, cinslere ilişkin davranışları, tutumları, tepkileri ve benzerleri bakımından erkek ve kadınlar arasındaki farka ilişkin inançlardır. İkincisi ise ideal erkekle kadın arasında bulunması gerektiğine inanılan farklılıklarla ilgilidir. Gerçekte, bu farklılıklar var olmayabilir ve kadın ve erkeğe ilişkin toplumun önyargılarına uymayabilir. Bunlar, daha çok, bireyin iki -cinse –ilişkin görmek istediklerini temsil ederler.

toplumsal cinsiyet

iron
biyolojik cinsiyetten farklı olarak toplumsal ve kültürel olarak belirlenen ve dolayısıyla içeriği toplumdan topluma olduğu kadar tarihsel olarak da değişebilen “cinsiyet konumu” ya da “cins kimliği”dir. Bu anlamıyla toplumsal cinsiyet yalnızca cinsiyet farklılıklarını belirlemekle kalmaz, aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini de belirtir

Soyun sürdürülmesinde kadın ve erkeğin üstlendiği düşünülen rollere göre biçimlenen cinsiyet rolleri, kadınlar ile erkekler arasındaki fark ve ilişkileri, onların biyolojilerinin değil toplumsallaşmanın ürünü olarak gören bir perspektif doğrultusunda kavramlaştırılmıştır . Zaman ve mekan bağlamında, toplumdan topluma farklılık gösteren toplumsal cinsiyet rolleri, söz konusu kültürün yeniden üretim ve yaratılışı anlayışlarına göre biçimlenir.

Bu durumun sadece kadınlarla erkekler arasındaki ilişki ve fizyolojik yeniden üretimle sınırlandırılamayacağını belirten Delaney'e göre, bu aynı zamanda evrenin temel bir yönüne de işaret etmektedir. Erkeklerin buradaki belirleyici konumları, ataerkil sistemin arkasındaki gücün de parçasıdır; çünkü sadece erkeği değil, “baba” olarak erkeği yüceltir [ki] ataerkillik de budur . Genel olarak kullanıldığında erkek iktidarı anlamına gelse de; ataerkil sistemin örgütlenmesinin ve uygulamasının tarihsel ve kültürel olarak farklılık gösterdiği gerçeğini ortadan kaldırmaz .

Daha doğduğumuz anda bu inşa sürecinin nesnesi oluruz. Doğumu takiben, hemen hiç gecikmeden, biyolojik cinsiyetimiz ekseninde oluşup anlam kazanan bir davranışlar örgüsünün mensubu haline getiriliriz. Örneğin, doğacak çocukları için giysi ve eşya hazırlayan anne ve baba, eşyanın rengi Ve biçimi konusunda tercihlerini kullanırken, çocuktan hayatı boyunca mensubu olması istenecek davranışlar, tutumlar, roller örgüsünü inşa etmenin ilk adımım atarlar. Doğum sonrasında, çocuk için belirlenen toplumsal dünya gittikçe belirginleşir; elbiseler, saçın boyu ve biçimi, hitaplar, oyuncaklar, çocuğa yönelik davranışlardaki sevecenlik biçimi ve dozajı, çocuk için uygun bulunan veya uygun bulunmayan davranışlar, çocuk için düşünülen ve arzulanan meslekler vs. tüm bunlar söz konusu inşa eyleminin sonraki bazı aşamalarını teşkil eder.

göstergebilim

iron
Göstergelerin ve onların çalışma biçimlerinin araştırılmasına göstergebilim adı verilir. Göstergebilimin üç temel çalışma alanı söz konusudur:

Göstergenin kendisi: Bu alan, gösterge çeşitlerinin, bunların çeşitli anlam taşıma yollarının ve göstergeleri kullanan insanlarla ilişkilendirilme biçiminin araştırılmasını içerir. Göstergeler insan inşaları oldukları için, yalnızca, insanların onları kullandıkları biçimler içerisinde anlaşılabilirler.
İçinde göstergelerin düzenlendiği kodlar ya da sistemler: Bu çalışmalar içinde, toplumun ya da kültürün gereksinimlerini karşılamak için geliştirilen kodları ya da bu kodların iletilmesi için varolan iletişim kanallarını işletmek için başvurulan yolları ortaya koymak yer almaktadır.
Kodlar ve göstergelerin içinde işlediği kültür: Kültürün kendi varoluşu ve biçimi de bu kodların ve göstergelerin kullanımına bağlıdır.
Göstergebilim böylece, dikkatini öncellikle metne yöneltir. Halbuki doğrusal süreç modelleri metne diğer süreçlerden fazla bir önem vermezler. Diğer bir farklılık ise alıcının konumu konusundadır. Göstergebilim, alıcı ya da okuyucunun bir çok süreç modelinin iddia ettiğinden (Gerbner'in modeli bir istisnadır) çok daha etkin bir rol oynadığını kabul eder. Göstergebilim 'alıcı' terimi yerine (fotograf ve resimde bile) 'okur' terimini tercih eder, çünkü 'okur' terimi çok daha önemli bir etkinliği ifade eder ve dahası, okuma ögrenilen bir şeydir, yani okurun kültürel deneyimi tarafından belirlenir. Okur kendi deneyimlerini, tutumlarını ve duygularını metne taşıyarak metnin anlamlandırılmasına doğrudan katkıda bulunur.

silüet aydınlatması

iron
chiaroscuro aydınlatması içinde aydınlık-karanlık zıtlığın en yüksek olduğu biçimdir. Arka alan aydınlık, öndeki nesne ise tamamen karanlıktır. Nesne aydınlık arka plan önünde görülen kara bir leke gibidir. Dış ışık kullanılarak yapılan bu aydınlatmalarla görüntünün dokunma duygusu ve zamanla olan uyumu desteklenir.

Aydınlatmanın sert, parlak, yumuşak, monoton ya da soğuk olmasına bağlı olarak görüntü, izleyicinin mutluluk, üzüntü, rahatsızlık, huzur gibi duygulan algılamasına yardımcı olur. Aydınlatmanın görüntü üzerindeki psikolojik özellikleri, ışığın yönü, miktarı ve türüne göre belirlenir

sık kullanılan türkçe fiiller

iron
A.

Abone olmak, Açıklamak, Açıklamalarda bulunmak, Açıklanmak, Açıklığa kavuşmak, Açılmak, Açmak, Adlandırmak, Affedilmek, Affetmek, Ağaçlandırılmak, Ağırlamak, Ağırlanmak, Ağlamak, Ağlaşmak, Akın etmek, Akıtmak, Aklamak, Aklanmak, Akmak, Aksamak, Aksatmak, Aksettirmek, Aktarılmak, Aktarmak, Alabora olmak, Alaşağı etmek, Alçalmak, Alevlendirmek, Alevlenmek, Algılanmak, Alıkoymak, Alkışlamak, Alkışlanmak, Almak, Altüst etmek, Amaçlamak, Anılmak, Anımsatmak, Anlaşmak, Anlaşmayla sonuçlanmak, Anlatmak, Anmak, Ant içmek, Ara vermek, Aramak, Aranmak, Araştırmak, Arındırılmak, Arızalanmak, Artırılmak, Artırmak, Artmak, Asfaltlamak, Asfaltlanmak, Asılmak, Astırmak, Aşağılamak, Âşık olmak, Aşılamak, Aşılanmak, Aşmak, Atamak, Atanmak, Ateş açmak, Ateş etmek, Ateşlemek, Atılmak, Atışmak, Atlamak, Atlatılmak, Atlatmak, Atmak, Attırmak, Avlamak, Avlanmak, Ayaklanmak, Ayıplamak, Ayrılmak, Azalmak, Azaltmak, Azat etmek, Azizlik etmek, Azletmek, Azlolunmak, Azmettirmek.

B.

Baba olmak, Badana etmek, Bağdaştırmak, Bağdaştırmak, Bağırmak, Bağışlamak, Bağıtlamak, Bağıtlanmak, Bağlamak, Bakmak, Barındırmak, Barınmak, Barışmak, Barıştırılmak, Basılmak, Bastırılmak, Bastırmak, Baş etmek, Baş göstermek, Baş kaldırmak, Başa çıkmak, Başa geçmek, Başarılmak, Başarmak, Başkaldırmak, Başlamak, Başlanmak, Başlatmak, Başvurmak, Başvuruda bulunmak, Batırmak, Batmak, Bayrak çekmek, Bayramlaşmak, Beğenilmek, Beğenmek, Beklemek, Bekletilmek, Belgelemek, Belgelenmek, Belirlemek, Belirlenmek, Belirtmek, Benimsemek, Benimsenmek, Benzetilmek, Berraklaşmak, Beslenmek, Bestelemek, Bestelenmek, Betimlemek, Bıçaklamak, Bıçaklanmak, Bıktırmak, Biçimlendirmek, Biçimlenmek, Biçmek, Bildirilmek, Bildirmek, Bilenmek, Bilmek, Bindirmek, Birikmek, Birleşmek, Birleştirmek, Bitirilmek, Bitmek, Bloke etmek, Bocalamak, Boğdurulmak, Boğmak, Boğuşmak, Bollaşmak, Bombalamak, Bombalanmak, Borç almak, Borçlanmak, Borçlu çıkmak, Boşalmak, Boşaltmak, Boşanmak, Boyamak, Boyanmak, Bozmak, Bozulmak, Bozuşmak, Bölmek, Bölünmek, Bölüştürmek, Bölüştürülmek, Budanmak, Bulanmak, Bulmak, Bulunmak, Buluşmak, Buluşturmak, Bunalmak, Bunaltmak, Buzlanmak, Bütünlemek, Bütünlenmek, Büyülemek, Büyülenmek, Büyültmek, Büyütmek.

C.

Canlandırmak, Canlanmak, Caymak, Cesaretlendirmek, Cevaplandırmak, Ceza görmek, Ceza kesmek, Ceza vermek, Cezalandırılmak, Cezalandırmak, Ciddileşmek, Ciro etmek, Coplamak, Coplanmak, Coşmak, Coşturmak.

Ç.

Çabalamak, Çabuklaştırmak, Çağ açmak, Çağdaşlaşmak, Çağırmak, Çağrılmak, Çalımlamak, Çalmak, Çark etmek, Çarpılmak, Çarpışmak, Çarpıtmak, Çarpmak, Çatışmak, Çatmak, Çekilmek, Çekinmek, Çekişmek, Çekmek, Çektirilmek, Çelişmek, Çelmelemek, Çerçeve çizmek, Çetinleşmek, Çevirmek, Çevrelemek, Çıkarılmak, Çıkarmak, Çıkartmak, Çıkışmak, Çıkmak, Çıldırmak, Çıldırtmak, Çırpınmak, Çiçeklenmek, Çiftlemek, Çirkinleşmek, Çirkinleştirmek, Çiselemek, Çivilemek, Çiy düşmek, Çizmek, Çoğalmak, Çoğaltmak, Çoğullaştırmak, Çökertmek, Çözdürmek, Çözmek, Çullanmak, Çürümek, Çürütmek.

D.

Dadanmak, Dağılmak, Dağıtılmak, Dağıtmak, Daktilo etmek, Dalgalanmak, Dalmak, Damıtılmak, Damlamak, Danışmak, Dans etmek, Daralmak, Darlaştırmak, Dayanmak, Dayatmak, Debelenmek, Def etmek, Defnedilmek, Defnetmek, Değerlendirmek, Değerlenmek, Değinmek, Değiştirilmek, Değiştirmek, Dejenere olmak, Deklare etmek, Dekore etmek, Demeç vermek, Demir almak, Demir atmak, Demirlemek, Denemek, Denenmek, Denetlemek, Denetlenmek, Dengelemek, Denkleşmek, Denkleştirmek, Denmek, Derinleştirmek, Derlemek, Desteklemek, Deşifre etmek, Devirmek, Devletleştirmek, Devralmak, Devretmek, Devrilmek, Dışlamak, Dikilmek, Dikte etmek, Dinlemek, Dinlendirmek, Dinlenmek, Dipçiklemek, Direnmek, Diretmek, Dirilmek, Diriltmek, Diyalog Kurmak, Dizdirmek, Dizginlemek, Dizilmek, Dizmek, Doğmak, Doğrulamak, Doğurmak, Dokunmak, Dolandırılmak, Dolandırmak, Dolaşmak, Dolaştırmak, Doldurmak, Doldurtmak, Dolmak, Doluşmak, Donakalmak, Donanmak, Donatılmak, Dondurmak, Dondurulmak, Donmak, Doyurmak, Dökmek, Dökülmek, Döndürmek, Dönmek, Dönüşmek, Dönüştürmek, Dönüştürülmek, Dörtlemek, Dövdürmek, Dövmek, Duraklamak, Duraksamak, Durdurmak, Duygulandırmak, Duygulanmak, Duymak, Duyulmak, Duyurmak, Duyuru yapmak, Duyurulmak, Düğümlenmek, Düşeyazmak, Düşlemek, Düşmek, Düşündürmek, Düşünmek, Düşürmek, Düzelmek, Düzeltilmek, Düzeltmek, Düzenlemek, Düzenlenmek.

E.

Ebedileşmek, Ebedileştirmek, Efsaneleşmek, Eğilmek, Eğitilmek, Eğitmek, Eğlendirmek, Eğlenmek, Ekilmek, Eklemek, Ekmek, Eksilmek, Ektirmek, El açmak, El atmak, El çektirilmek, El koymak, Elde etmek, Ele almak, Ele geçmek, Ele vermek, Elemek, Elenmek, Eleştirilmek, Eleştirmek, Eline düşmek, Eline geçmek, Emretmek, Endişelendirmek, Endüstrileşmek, Engellemek, Erimek, Eritmek, Ertelemek, Ertelenmek, Esinlenmek, Estirmek, Eş tutmak, Etkilemek, Etkilenmek, Etkisizleştirilmek, Etmek, Ettirmek, Evcilleştirilmek, Evlendirmek, Evlenmek, Eyleme geçmek, Ezilmek, Ezmek.

F.

Fark etmek, Farkına varmak, Farklılaşmak, Faydalanmak, Felç olmak, Fenalaşmak, Ferahlamak, Fesat Karıştırmak[219], Feshetmek, Fethetmek, Fırlamak, Fırlatmak, Fısıldamak, Fışkırmak, Fikir almak, Filizlenmek, Fişlemek, Fitillemek, Formüle etmek, Fosilleşmek, Frenlemek.

G.

Garantilemek, Gasp etmek, Gayretlenmek, Gecikmek, Geciktirmek, Geçirmek, Geçiştirmek, Geçmek, Gelebilmek, Gelişmek, Geliştirmek, Gençleşmek, Gençleştirmek, Genellemek, Genişletmek, Gerçekleşmek, Gerçekleştirmek, Gerginleşmek, Geri almak, Geri çekilmek, Geri çekmek, Geri gitmek, Geri tepmek, Gerilemek, Gerilmek, Getirmek, Gezdirmek, Gezmek, Gidermek, Girişmek, Girmek, Gitmek, Gizlemek, Gizlenmek, Gol atmak, Gol olmak, Göbek atmak, Göç etmek, Göçertmek, Göçmek, Göğüs germek, Göğüslemek, Gölgelemek, Gömmek, Gönderilmek, Göndermek, Gönül almak, Gönül koymak, Görevlendirilmek, Görevlendirmek, Görünmek, Görüşmek, Görüştürmek, Gösterilmek, Göstermek, Götürmek, Göz önüne almak, Göz yummak, Göze almak, Göze gelmek, Göze girmek, Gözetilmek, Gözetlemek, Gözetlenmek, Gözlemek, Gözlemlemek, Gözlerini dikmek, Gözlerini kapamak, Gözü korkmak, Gözükmek, Gözüne batmak, Gözüne girmek, Gözüne kestirmek, Gruplaşmak, Gururlanmak, Güçlendirmek, Güçlenmek, Güçleşmek, Güçleştirmek, Güldürmek, Gülümsemek, Güneşlenmek, Güreşmek, Gürlemek, Güvenmek, Güzelleşmek, Güzelleştirmek.

H.

Haber vermek, Haczetmek, Hak etmek, Hak vermek, Hak yemek, Hak etmek, Halletmek, Hapsetmek, Hararetlenmek, Harcamak, Harcanmak, Hareketlenmek, Hastalanmak, Hata etmek, Hatırlamak, Hatırlatmak, Havalanmak, Havlamak, Havuzlanmak, Hayal etmek, Hayıflanmak, Haykırmak, Hayret etmek, Hazırlamak, Hazırlanmak, Hedef olmak, Helalleşmek, Hesap açmak, Hesaplaşmak, Heyecanlanmak, Hırçınlaşmak, Hırslanmak, Hız almak, Hızlandırmak, Hiçe saymak, Hiddetlenmek, Hissetmek, Hissettirmek, Hitap etmek, Hizaya gelmek, Hizipleşmek, Hoş görmek, Hoşa gitmek, Hücum etmek, Hükmetmek, Hüküm giymek, Hüsrana uğramak, Hüzünlenmek.

I.

Isındırmak, Isınmak, Isırmak, Isıtmak, Iska geçmek, Iskalamak, Islatmak, Islıklamak, Ismarlamak, Işıklandırmak, Işıldamak.

İ.

İcat etmek, İçeride olmak, İçermek, İçini dökmek, İçlenmek, İçmek, İftira etmek, İhale etmek, İkilemek, İkna etmek, İkram etmek, İlaçlamak, İleri sürmek, İlerlemek, İletmek, İlgi göstermek, İlgi toplamak, İlgilenmek, İmzalamak, İnanmak, İnat etmek, İncelemek, İndirgemek, İnlemek, İnşa etmek, İntihar etmek, İrdelemek, İrkilmek, İstiflemek, İş açmak, İşbaşı yapmak, İşbirliği yapmak, İşittirmek, İşlemek, İşletmek, İtham etmek, İtilmek, İyileştirmek, İz sürmek, İzlemek, İzole etmek.

J.

Türkçede (j) harfiyle başlayan fiil bulunmamaktadır.

K.

Kabarmak, Kabullenmek, Kaçınmak, Kaçmak, Kafa tutmak, Kafese koymak, Kahretmek, Kahrolmak, Kalabalıklaşmak, Kalakalmak, Kaldırmak, Kaleme almak, Kalkındırmak, Kalkınmak, Kalkışmak, Kalkmak, Kalmak, Kamaştırmak, Kamçılamak, Kamçılatmak, Kamulaştırmak, Kan ağlamak, Kan akıtmak, Kan dökmek, Kan gütmek, Kan kusmak, Kan oturmak, Kan tutmak, Kana susamak, Kanamak, Kanat germek, Kanatlanmak, Kandırmak, Kanıtlamak, Kapaklanmak, Kapamak, Kapatmak, Kapılmak, Kapışmak, Kaplamak, Kapsamak, Kaptırmak, Karalamak, Kararlaştırılmak, Kararlaştırmak, Kararmak, Karartmak, Karışmak, Karşı çıkmak, Karşı koymak, Karşılamak, Karşılaşmak, Karşılaştırmak, Kat etmek, Katılmak, Katlamak, Katlanmak, Katletmek, Katmak, Kavramak, Kavuşturmak, Kaybetmek, Kaydetmek, Kaydolmak, Kaygılanmak, Kaynaştırmak, Kazan kaldırmak, Kazanmak, Kazılmak, Kazmak, Kekelemek, Kendinden geçmek, Kendini göstermek, Kendini kaybetmek, Kendini öldürmek, Kendini tutamamak, Kesilmek, Kesinleşmek, Kesinleştirmek, Kesişmek, Kestirmek, Keşfetmek, Keyfi kaçmak, Keyiflenmek, Kınamak, Kınanmak, Kırmak, Kısa kesmek, Kısalmak, Kısaltmak, Kısırlaştırmak, Kısıtlamak, Kıskandırmak, Kıskanmak, Kıstırmak, Kışkırtılmak, Kışkırtmak, Kıvranmak, Kız kaçırmak, Kız vermek, Kızıştırmak, Kızmak, Kilitlemek, Kilitlenmek, Kilo almak, Kilo vermek, Kiralamak, Kirlenmek, Kirletmek, Klasikleşmek, Klişeleşmek, Klorlamak, Kokmak, Kokusu çıkmak, Kolaylaştırmak, Kollamak, Konaklamak, Konuşlanmak, Konuşmak, Kopmak, Korkutmak, Korumak, Koşuşturmak, Kovalamak, Kovmak, Kovulmak, Koymak, Köprüleri atmak, Körüklemek, Kösteklemek, Kösteklenmek, Kötüleşmek, Kötüleştirmek, Kötüye kullanmak, Kucaklamak, Kucaklaşmak, Kudurmak, Kulak asmamak, Kulak kabartmak, Kulak vermek, Kullanılmak, Kullanmak, Kundaklamak, Kundaklanmak, Kurcalamak, Kurcalanmak, Kurgulanmak, Kurşuna dizmek, Kurşunlamak, Kurşunlanmak, Kurtarılmak, Kurtarmak, Kurtulmak, Kurulmak, Kuş uçurmamak, Kuşatılmak, Kuşatmak, Kuşkulandırmak, Kuşkulanmak, Kutlamak, Kutlanmak, Kutuplaşmak, Kuvvetlendirmek, Kuvvetlenmek, Kuyruğa girmek, Kuyruk olmak, Küçülmek, Küçültmek, Küçümsemek, Küçümsenmek, Küfretmek, Kükremek, Kül olmak, Küllenmek, Kümelenmek, Küplere binmek, Küremek, Küstürmek.

L.

Laf atmak, Laf etmek, Laf işitmek, Lafa tutmak, Lafını etmek, Laflamak, Lanetlemek, Leke sürmek, Lekelemek, Lekelenmek, Lütfetmek.

M.

Maaş bağlamak, Mahvetmek, Mahvolmak, Mana vermek, Marke etmek, Maskelemek, Mat etmek, Mayınlamak, Mayınlanmak, Mekik dokumak, Merkezleşmek, Meydan okumak, Meydan vermemek, Meydana çıkmak, Meydana gelmek, Mırıldanmak, Millileştirmek, Mimlemek, Mimlenmek, Miyavlamak, Modernleşmek, Mola vermek, Monte etmek, Mumyalamak, Muradına ermek, Mühimsemek, Mühürlemek, Mühürletmek, Müjdelemek, Müzminleşmek.

N.

Nakletmek, Nara atmak, Nazlanmak, Nemlendirilmek, Nemlenmek, Neşelendirmek, Neşelenmek, Neticelendirmek, Neticelendirilmek, Nevri dönmek, Nikâhlamak, Nikâhlanmak, Nişanlamak, Nişanlanmak, Nitelemek, Nitelendirmek, Nitelenmek, Niyetlenmek, Numaralamak, Nutku tutulmak.

O.

Oh çekmek, Okumak, Okunmak, Okutmak, Oldubittiye getirmek, Olgunlaşmak, Olmak, Oluşmak, Oluşturmak, Oluşturulmak, Omuzlamak, Onanmak, Onarılmak, Onarmak, Onaylamak, Onaylanmak, Onaylatmak, Onurlandırmak, Onurlanmak, Oranlamak, Organlaşmak, Ortalamak, Oturmak, Ovuşturmak, Oyalamak, Oyalanmak, Oylamak, Oynamak, Oynatılmak, Oynatmak, Oyun etmek, Oyuna gelmek, Oyunlaştırmak.

Ö.

Ödemek, Ödetmek, Ödüllendirmek, Öğrenilmek, Öğrenmek, Öğretilmek, Öğütlemek, Ölçmek, Ölçülmek, Öldürmek, Öldürülmek, Ölmek, Ömür çürütmek, Ömür sürmek, Önayak olmak, Önemsemek, Önemsenmek, Önermek, Öngörmek, Öngörülmek, Önlemek, Önlenmek, Öpmek, Öptürmek, Öpülmek, Öpüşmek, Örgütlemek, Örgütlendirmek, Örgütlenmek, Örtbas etmek, Örtülmek, Örtünmek, Örtüşmek, Örülmek, Öttürmek, Ötüşmek, Övmek, Övülmek, Övünmek, Öykünmek, Özdeşleşmek, Özelleşmek, Özendirmek, Özenmek, Özetlemek, Özetlenmek, Özgürleşmek, Özlemek, Özlenmek, Özleşmek, Özleştirmek, Özümlemek, Özümlenmek, Özümsemek.

P.

Paha biçmek, Pahalılaşmak, Pahalıya mal olmak,[220] Paralamak, Paralanmak, Parçalamak, Parçalanmak, Parıldamak, Park etmek, Parlaklaşmak, Parlamak, Pas geçmek, Pas vermek, Pasifleştirmek, Paslanmak, Patlamak, Patlatmak, Pay biçmek, Paylamak, Paylanmak, Paylaşmak, Paylaştırmak, Pazarlamak, Pekiştirmek, Pençelemek, Pençeleşmek, Perdelemek, Pes demek, Pıhtılaşmak, Pıhtılaştırmak, Pırıldamak, Pislenmek, Pisletmek, Pişirmek, Planlamak, Postalamak, Pot kırmak, Programlamak, Puanlamak, Putlaşmak, Putlaştırmak, Püskürmek, Püskürtmek.

R.

Rahatlamak, Rahatlatmak, Rahatsızlanmak, Raks etmek, Rast gelmek, Rast gitmek, Rastlamak, Rayına oturmak, Reddetmek, Renklendirmek, Resimlemek, Rest çekmek, Rutubetlenmek.

S.

Sabahlamak, Sabırsızlanmak, Sabote etmek, Sabretmek, Sabrı taşmak, Saçmak, Sadeleşmek, Sadeleştirmek, Saflaşmak, Safra atmak, Sağırlaşmak, Sağlamak, Sağlamlaştırmak, Sakatlamak, Sakatlanmak, Sakınmak, Sakinleşmek, Sakinleştirmek, Saklanmak, Saldırmak, Salıvermek, Sallamak, Sallandırmak, Sallanmak, Sanayileşmek, Sanayileştirmek, Sancılanmak, Sanmak, Sansürlemek, Saplamak, Saplanmak, Sapmak, Saptamak, Saptanmak, Saptırılmak, Saptırmak, Sararmak, Sarılmak, Sarkmak, Sarpa sarmak, Sarsılmak, Sarsmak, Sataşmak, Satılmak, Satın almak, Satmak, Sattırmak, Savmak, Saymak, Seçilmek, Seçmek, Seçtirmek, Selamlamak, Selamlaşmak, Sendelemek, Sendikalaşmak, Sergilemek, Sergilenmek, Serilmek, Serinlemek, Serinletmek, Sermek, Serpiştirmek, Sersemlemek, Sertleşmek, Seslenmek, Set çekmek, Sevdalanmak, Sevdirmek, Sevindirmek, Sevinmek, Sevişmek, Seyrekleşmek, Sezdirmek, Sezilmek, Sezinlemek, Sıfırlamak, Sığdırmak, Sığınmak, Sıkılmak, Sıkışmak, Sıkıştırmak, Sıklaşmak, Sıklaştırmak, Sıkmak, Sınamak, Sınıflandırmak, Sınırlamak, Sıralamak, Sırtlamak, Sızdırmak, Sızlanmak, Sızmak, Sigortalamak, Silahlandırmak, Silahlanmak, Sildirmek, Silinmek, Simgelemek, Sindirmek, Sinirlendirmek, Sinirlenmek, Sislenmek, Sivrilmek, Soğuk almak, Soğumak, Sokulmak, Sollamak, Solmak, Soluklanmak, Sona ermek, Sonuçlandırmak, Sonuçlanmak, Sorgulamak, Soruşturmak, Soymak, Soyunmak, Soyutlamak, Sökmek, Sökülmek, Söylemek, Söylenmek, Söyleşmek, Söz almak, Söz vermek, Sözleşmek, Su yüzüne çıkmak, Suçlamak, Suçlandırmak, Sunmak, Sunulmak, Susmak, Susturmak, Süngülemek, Sürçmek, Sürdürmek, Süregelmek, Sürmek, Sürtüşmek, Sürüklemek, Sürüklenmek, Süründürmek, Süslemek, Süslenmek, Süsletmek, Süzdürmek, Süzülmek.

Ş.

Şafak sökmek, Şahadet getirmek, Şakırdamak, Şapırdatmak, Şart koşmak, Şartlanmak, Şartlandırmak, Şartlanmak, Şaşakalmak, Şaşalamak, Şaşırmak, Şaşmak, Şeffaflaşmak, Şehirleşmek, Şekillenmek, Şenlenmek, Şereflendirmek, Şıkırdamak, Şıkırdatmak, Şıklaşmak, Şiddetlenmek, Şimşek Çakmak, Şişirmek, Şişlemek, Şoke etmek, Şoke olmak, Şöhret bulmak, Şut çekmek, Şüphe etmek, Şüphelenmek, Şüpheye düşmek.

T.

Taburcu olmak, Takas etmek, Takdir etmek, Takım tutmak, Taklit etmek, Taktırmak, Tamamlamak, Tamamlanmak, Tanımlamak, Tanımlanmak, Tanıtmak, Tapmak, Taramak, Tartaklamak, Tartışılmak, Tartışmak, Tasarlamak, Tasarlanmak, Taşımak, Taşınmak, Taşlamak, Tat almak, Tatil etmek, Tatsızlaşmak, Tattırmak, Tavır almak, Tazelemek, Tazelenmek, Tebellüğ etmek, Tebliğ etmek, Teklemek, Tekmelemek, Tekrar etmek, Tekrarlamak, Telaşlanmak, Telef olmak, Telefonlaşmak, Telgraf çekmek, Temel atmak, Temizlemek, Temizletmek, Tempo tutmak, Temyiz etmek, Tenhalaşmak, Ter basmak, Ter dökmek, Terlemek, Ters düşmek, Terslemek, Teselli bulmak, Teslim olmak, Tezgâhlamak, Tezgâhlanmak, Tıkanmak, Tırmanmak, Tiksindirmek, Tiksinmek, Titizlenmek, Titremek, Tokalaşmak, Tokatlamak, Tokuşturmak, Topa tutmak, Topallamak, Toparlamak, Toparlanmak, Toplamak, Toplanmak, Toplatılmak, Torpillemek, Torpillenmek, Tökezlemek, Tökezlenmek, Tövbe etmek, Tur atlamak, Tur atmak, Tutuklamak, Tutuklanmak, Tutulmak, Tutuşturmak, Tüketmek, Tükürmek, Türemek, Türetmek, Türkü yakmak, Tütsülemek, Tütsülenmek, Tüttürmek.

U.

Ucuz atlatmak, Ucuzlamak, Ucuzlatmak, Uçuklamak, Uçurmak, Uçuşmak, Ufaltmak, Uğramak, Uğraşmak, Uğraştırmak, Uğuldamak, Uğurlamak, Ulaşmak, Ulaştırmak, Ummak, Umutlanmak, Un ufak olmak, Unutmak, Unutturmak, Usandırmak, Usanmak, Uslanmak, Utandırmak, Utanmak, Uyarılmak, Uyarmak, Uygulamak, Uygulanmak, Uygun bulmak, Uyku basmak, Uymak, Uyumak, Uyuşmak, Uyuşturmak, Uyuyakalmak, Uzaklaşmak, Uzaklaştırmak, Uzamak, Uzatmak, Uzlaşmak, Uzlaştırmak, Uzmanlaşmak.

Ü.

Üçlemek, Üfürmek, Üleşmek, Ün salmak, Üremek, Üretilmek, Üretmek, Ürkütmek, Üslenmek, Üstelemek, Üstlenmek, Üstünde kalmak, Üstünden atmak, Üstüne almak, Üstüne geçirmek, Üstüne varmak, Üşenmek, Üşümek, Üşütmek, Üzülmek.

V.

Vaat etmek, Vaaz vermek, Var olmak, Varsaymak, Vazgeçmek, Vedalaşmak, Vergilendirmek, Verilmek, Vermek, Vize almak, Volta atmak, Vurgulamak, Vurmak, Vurulmak, Vuruşmak.

Y.

Yabana atmak, Yadırgamak, Yadırganmak, Yağmak, Yaka silkmek, Yakalamak, Yakalanmak, Yakalatmak, Yakasına sarılmak, Yakınlaşmak, Yakıştırmak, Yaklaşmak, Yakmak, Yalanlamak, Yalpa vurmak, Yalpalamak, Yaltaklanmak, Yalvarmak, Yan çizmek, Yan tutmak, Yanaşmak, Yanaştırmak, Yanılmak, Yanıltmak, Yanına bırakmamak, Yanıtlamak, Yansımak, Yansıtmak, Yaptırmak, Yaralamak, Yaralanmak, Yararlanmak, Yaratılmak, Yaratmak, Yardımlaşmak, Yargılamak, Yargılanmak, Yarılamak, Yarışmak, Yasaklamak, Yasalaşmak, Yaşarmak, Yaşatmak, Yaşlanmak, Yataklık etmek, Yatıştırmak, Yavaşlamak, Yavrulamak, Yayılmak, Yayımlamak, Yayımlanmak, Yazı tura atmak, Yazışmak, Yeğlemek, Yeltenmek, Yenik düşmek, Yenileştirmek, Yenilmek, Yenmek, Yeşermek, Yeşillenmek, Yetinmek, Yetiştirmek, Yetmek, Yığılmak, Yıkamak, Yıkanmak, Yıkılmak, Yıkmak, Yıktırılmak, Yıldırmak, Yılmak, Yıpranmak, Yıpratmak, Yırtılmak, Yırtmak, Yinelemek, Yinelenmek, Yitirilmek, Yitirmek, Yoğrulmak, Yoğunlaşmak, Yok etmek, Yok olmak, Yoklamak, Yoksullaşmak, Yol açmak, Yol almak, Yol kesmek, Yol vermek, Yoldan çıkmak, Yollamak, Yormak, Yorulmak, Yorumlamak, Yorumlanmak, Yozlaşmak, Yönelmek, Yöneltmek, Yönetilmek, Yönetmek, Yudumlamak, Yuha çekmek, Yuhalamak, Yuhalanmak, Yumruk atmak, Yumruklamak, Yumruklanmak, Yumruklaşmak, Yumurtlamak, Yumuşamak, Yumuşatılmak, Yumuşatmak, Yutkunmak, Yutturmak, Yuvalanmak, Yuvarlanmak, Yüceltmek, Yüklemek, Yüklenmek, Yükselmek, Yükseltilmek, Yükseltmek, Yüksünmek, Yüreği parçalanmak, Yüreği yanmak, Yüreklendirmek, Yürümek, Yürürlüğe girmek, Yürütmek, Yüzdürmek, Yüzdürülmek, Yüzleştirmek, Yüzmek, Yüzüstü bırakmak, Yüzüstü düşmek, Yüzüstü kalmak.

Z.

Zamanlamak, Zannetmek, Zarar etmek, Zarar görmek, Zayıf düşmek, Zayıflamak, Zehirlemek, Zehirlenmek, Zenginleşmek, Zevk almak, Zevklenmek, Zıplamak, Zihin açmak, Zihin Yormak, Zihni bulanmak, Zihni saplanmak, Zihni takılmak, Zihnini çelmek, Zihnini kurcalamak, Zimmetine geçirmek, Zincire vurmak, Zincirlemek, Zindan etmek, Zindana atmak, Ziyaret etmek, Zonklamak, Zorlamak, Zorlanmak, Zorlaşmak.
1

eş anlamlı türkçe kelimeler

iron
abartı (mübalağa), abece (alfabe), abecesel (alfabetik), acı (ıstırap, elem, keder), acı çeken (mustarip), acıdaş (dert ortağı), acıklı (feci, elim, hazin), acıklı olay (facia), acılı (kederli), acımak (merhamet etmek), acımalık (sadaka), acımasız (zalim, gaddar, merhametsiz), acınacak (elim), acınası (perişan), acınmak (hayıflanmak), acı yitimi (analjezi), açacak (kalemtıraş), açgözlü (haris), açığa vurmak (afişe etmek, ifşa etmek), açıkça (alenen), açık oturum (panel), açık saçık (müstehcen), açıktan açığa (alenen), açılış (prömiyer, uvertür), açkı (anahtar), ad (isim), aday (namzet), ad çekimi (kura), adçekmek (kura çekmek), adıl (zamir), adına sunmak (ithaf etmek), adını anmak (zikretmek), ağ (şebeke), ağaç (ahşap), ağı (zehir, toksin), ağıkıran (panzehir, antidot), ağırlama (ikram), ağırlık (külfet), ağız (şive), ağlatı (trajedi), ağlatıcı (trajik), ağrı kesici (analjezik), ağzı bozuk (küfürbaz), ağzı kalabalık (şarlatan), ağzı sıkı (ketum), akaryakıt (petrol), akbasma (katarakt), akım (cereyan), aklanmak (beraat etmek), aksaklık (arıza), akşın (albino), aktarmak (devretmek), aktarım – aktarma- (transfer, nakil), aktöre (ahlak), akyuvar (lökosit), al (kırmızı), alabilirlik (kapasite), alalama (kamuflaj), alan (meydan, saha), alan korkusu (agorafobi), alantopu (tenis), alay (kafile, kortej), alaycı (müstehzi), alaz (alev), albeni (cazibe), alçakgönüllü (mütevazı), alçakgönüllülük (tevazu), alçalma (tenezzül), alçalmak (tenezzül etmek), aldatma (hile, ihanet), aldırışsız, aldırmaz (lakayt), algı (idrak), algıcı (persepsiyonist), algıcılık (persepsiyonizm), algılamak (idrak etmek), alıcı (müşteri), alık (ahmak), alıkoymak (tevkif etmek), alım (eda), alımlılık (cazibe), alım satım (ticaret), alındı (makbuz, ilmühaber), alındılı (taahhütlü), alın karası (şaibe), alıntı (iktibas), alınyazısı (mukadderat, tecelli, kader), alıp verme (teati), alışılmış (mutat), alışım (kurs), alışkı (adet), alışman (kursiyer), alkış (takdir), alışveriş merkezi (shopping centre), almaç (ahize, reseptör), alt ezgi (müz. fon), altulaşım (metro), an (esna), ana baba (ebeveyn), anakara (kıta), anakent (metropol), ana konusal (tematik), anamal (sermaye, kapital), anamalcı (sermayedar, kapitalist), anamalcılık (kapitalizm), anapara (fon, sermaye, kapital), ana soy (ırk), ana soycu (ırkçı), anasoyculuk (ırkçılık), ancak (fakat, sadece, ibaret), andaç (ajanda), andıç (memorandum), anı (hatıra), anık (amade), anılık (hatıra defteri), anımsama (hatırlama), anında (simultane), anıştırma (ima), anıt (abide), anıt gömüt (mozole), anıtsal (abidevi), anlak (ruhb. zeka), anlam (mana, meal), anlama (takdir), anlamak (takdir etmek, idrak etmek), anlambilim (semantik), anlama (tenzih), anlamlı (manalı, manidar), anlamsız (abes, manasız), anlaşılan (galiba), anlaşılır (fasih), anlaşılmaz (muğlak), anlaşım (konsensüs), anlaşma (itilaf, ahenk), anlaşmazlık (ihtilaf), anlaştırma (tasfiye), anlatma (takrir), anlatmak (ifade etmek), anlayan (aşina), anlayış (zihin, zihniyet, izan), anmak (yad etmek), anmalık (yadigar), ansızın (ani), ant (ahit, yemin), ant içmek (ahdetmek, yemin etmek), antlaşma (ahit, pakt, antant), apaçık (ayan beyan), apansız (aniden), ara (mola, mesafe, haftaym), arabalık (garaj), arabozan (münafık), arabozucu (fesat), ara bozukluğu (nifak), aracı (komisyoncu, vasıta, simsar), aracılık akçası (komisyon), aracı manav (kabzımal), araç (vasıta, alet), araçlar (vesait), arada bir (bazı bazı, bazen), aralı (fasılalı), aralıksız (fasılasız), ara seçimi (kısmi seçim), arasında (ila), araştırmak (tetkik etmek), ara vermeksizin (mütemadiyen), ardıl (halef), ardından (akabinde), argın (mecalsiz), arık (zayıf), arıklık (zafiyet), arınmak (temizlenmek), arıtıcı (deterjan), arıtılmış yağ (rafine), arıtımevi (tasfiyehane, rafineri), arıtmak (temizlemek), arı yürekli (saf), ark (kanal), arkasından (gıyabında), armağan (hediye), artağan (bereketli), artağanlık (bereket), artan (baki), artırım (zam tasarruf), artırmak (iktisat etmek, tasarruf etmek), artırmalı satış (mezat), artırma (mezat, müzayede), artıuç (anot), artı yük (fiz. pozitif), artmış (fazla), asal (esas), asalak (parazit), asalakbilim (parazitoloji), asalakbilimci (parazitolog), ası (afiş), asıl (otantik), askı (portmanto), aşağı görmek (hakir görmek), aşağılama (hakaret, tahkir), aşağılamak (tahkir etmek, hakaret etmek), aşağılık (adi, rezil), aşağı yukarı (tahminen, takriben), aşama (safha, mertebe, paye, derece, etap), aşamalı (tedrici), aşama düzeni (hiyerarşi), aşılama, aşılayım (telkin), aşılamak (telkin etmek), aşınma (erozyon), aşırı (fazla, fahiş), aşırı (radikal, ekstrem), aşırı gitmek (haddini aşmak), aşırı istek (ihtiras), aşırılık (ifrat), aşıt (viyadük), aşkın (mütecaviz, fazla; transandan), aşkınlık (transandans), aşnı (arkaik, atik), atacılık (atavizm), ataerkil (patriarkal, pederşahi), atak (cüretkar), ataklık (cüret), atalar (ecdat), atama (tayin), atamak (tayin etmek), atanmak (tayin olmak), atardamar (arter), ateşkes (mütareke), ateşli (hararetli), atılım (hamle, atak), atış yeri (poligon), atkı (kaşkol), atlı (süvari), atmık (sperma), avunç, avunma, avuntu (teselli), avutmak (teselli etmek), ayak direme (inat, ısrar), ayaklanma (isyan, ihtilal), ayaklık (pedal), ayaktopu (futbol), ayaküstü (alaminüt), ayakyolu (tuvalet, hela, apteshane), ayartı, ayartma (iğfal), aybaşı (adet), aydın (entelektüel), aydıncılık (entelektüalizm), aydınlatılmış (münevver), aygıt (cihaz, alet), ayıklama (tasfiye), ayıraç (reaktif), ayırmak (tahsis etmek, tecrit etmek, izole etmek), ayırtaç (alameti farika), ayırt etmek (fark etmek), ayırtı (nüans), ayırtım (rezerve, rezervasyon), ayırtman (mümeyyiz), aykırı (hilaf, muhalif), aykırılık (ihtilaf, muhalefet), aykırı kanı (paradoks), ayla (hale), aylak (avare), aylık (maaş), aymaz (gafil), aymazlık (gaflet), ayraç (parantez), ayral, ayrıksı (istisnai), ayrallık, ayrıksılık (istisna), ayralsız, ayrıksız (istisnasız), ayrıca (antrparantez), ayrıcalık (imtiyaz), ayrıcalıklı (müstesna, imtiyazlı), ayrılma (terk), ayrılmak (terk etmek), ayrım (fark), ayrımlamak, ayrımsamak (fark etmek), ayrımlanmak, ayrımsanmak (fark edilmek), ayrıntı (detay), az bulunur (nadir).

B.

babasız (yetim), bağıl (nispi), bağıllık (izafiyet), bağımlı (tabi, angaje), bağımsızlık (istiklal), bağışık (muaf), bağışıklık (muafiyet), bağışlama (af), bağışlamak (affetmek, hibe etmek), bağışlatıcı neden (mazeret), bağışlayın (pardon), bağıt (akit), bağlanmak (angaje olmak), bağlantı (irtibat, angajman), bağlantılı (koordine), bağlaşık (müttefik), bağlaşıklık, bağlaşma (ittifak), bağlı (mensup, tabi), bağlılık (sadakat), bağnaz (mutaassıp, fanatik), bağnazlık (taassup, fanatizm), bahtı açık (şanslı), bakaç (vizör), bakanlar kurulu (kabine), bakı (hek. muayene, fal), bakım (ihtimam, revizyon), bakımevi (klinik, dispanser), bakım odası (revir), bakışım (simetri), bakışımlı (simetrik), bakışımsız (asimetrik) balözü (nektar), baltalamak (sabote etmek), barınak (ikametgah, pansiyon), basamak (mertebe, kademe, derece), basılı (matbu, matbua), basım (edisyon), basımcılık (matbaacılık, tipografya), basımevi (matbaa), basınç (tazyik), basınçölçer (barometre), baskılı (otoriter), basmak (istila etmek, tabetmek), baskı yönetimi (istibdat), başarı belgesi (takdirname), başarılı olmak (muvaffak olmak), başat (dominant, hakim), baş eğmek (teslim olmak), başeski (duayen), baş hanımefendi (first lady), başkaldırma (isyan), başlantı (uvertür), başlıklı (antetli), başsızlık (anarşi), baştanımaz (anarşist), başvurmak (müracaat etmek), başyapıt (şaheser), batkı (iflas), bayağılık (adilik), baz (temel-taban), beceri (hüner), beceriksiz (aciz), beğeni (zevk), beğenme (takdir), beğenmek (takdir etmek), bekinme (ısrar), beklenmedik (ani), bekletim (blokaj), bekletime almak (bloke etmek), belge (evrak, vesika, (doküman), belgelik (arşiv), belgesel (dokümanter), belgit (senet), belirgi (sendrom), belirgin (bariz, net), belirlemek (tayin etmek), belirti (araz, işaret, emare, semptom, endikasyon), belirtke (amblem), bellek (akıl, hafıza), bellek yitimi (amnezi), bellemek (ezberlemek), bellik (nişan, marka), bel suyu (sperma), bencil (egoist), benek (puan, spot), benekli (puanlı), bengi (ebedi), benimsemek (kabullenmek), benlik (gurur), benzersiz (harikulade), benzeşik (homojen), benzet (taklit), benzetlemek (taklit etmek), berkitmek (takviye etmek), besbelli (aşikar, ayan beyan), besibilim (diyetetik), besi bilimci (diyetisyen), besidüzen (diyet), besin (gıda), betim (tasvir), betimlemek (tasvir etmek), beyanname (deklarasyon), bezem (dekor), bezemci (dekoratör), bezemleme (dekorasyon), bezemsel (dekoratif), bırakma (terk), bırakmak (terk etmek), biçem (üslup, stil), biçemlemek (stilize etmek), biçim (şekil, model, tarz, form), biçimbilim (morfoloji), biçimsizleşme (deformasyon), biçimsizleşmek (deforme olmak), bildiğini söylemek (ifade vermek), bildiren (ihbarcı), bildirge (beyanname), bildirim (tebligat, ihbarname), bildirimde bulunmak (beyan etmek), bildirişme (muhabere, haberleşme), bildirmen (muhabir), bile (hatta, hala), bilen (aşina), bilgi (enformasyon), bilinç (şuur), bilinen (malum), bilinmeyen (meçhul), bilmece (muamma), bilmeyerek (kazara), bilmezlik (cehalet), bindirim (zam), bireşim (sentez), birey (fert), bireysel (ferdi), biriktiri (tasarruf, koleksiyon), biriktirmen (tasarruf eden, koleksiyoncu), birim (ünite), birlikte (beraber), bitirme belgesi (sertifika), bitirmek (mezun olmak), boğazlak (guatr), boğaz yangısı (anjin), boruyolu (payplayn, pipe line), boşalmak (akü. deşarj olmak), boşaltıcı (vidanjör), boşaltma (tahliye), boşaltmak (tahliye etmek), boşlama (ihmal) boyunbağı (kravat), boyuncak (kolye), boz (gri), bozkır (step), bozma (ihlal, iptal), bozmak (feshetmek, iptal etmek, mahvetmek), bozulmamış (bakir), bozulmuş (dejenere, deforme), böbreküstü (adrenal), böcek (haşere), bölmek (taksim etmek), bölü (taksim), bölümce (paragraf), bölümü (kısmı), bölünç, bölüt (taksit), budun (kavim), bulaşım (enfeksiyon), bulaşmak (sirayet etmek), bulgu (keşif, hek. araz), bulma (icat), bulmak (keşfetmek, icat etmek), bulunak (adres), bulunan (mevcut), buluş (keşif), buluşum (randevu), bunalım (buhran, kriz), burgaç (girdap), buyruk (emir), buyrum (irade), buyrumlu (iradeli), buyurgan (despot, diktatör), buyurganlık (diktatörlük, despotizm), buyurucu (amir), buzçözer (defroster), buzdağı (aysberg), büğet (baraj), bürümek (istila etmek), bütüncül (totaliter), bütüncül ekonomi (makro ekonomi), bütünleme (ikmal), bütünüyle (tamamıyle), büyük (mega), büyüklenen (kibirli).

C.

canayakın (sempatik), cankurtaran (ambulans), caymak (vazgeçmek), cefakeş (cefakâr), ceza vuruşu (penaltı), coşku, coşuntu (heyecan), coşkulu (heyecanlı), coşkun (hararetli).

Ç.

çaba (gayret, efor), çabucak (derhal, hemen, alelacele), çabuk (tez), çağal, çağdaş (modern, asri), çağırmak (davet etmek), çağlayan, cavlan (şelale), çağrı (davet), çağrılı (davetli), çağrılık (davetiye, celp), çağ üstü (ultra modern), çalgı (saz, enstrüman), çalım (fiyaka), çalışım (kampanya, antrenman), çalışkan (faal), çalışma, çalışkanlık (faaliyet), çalışman (eleman), çalıştırıcı (antrenör), çalıştırma (istihdam), çalıştırmak (istihdam etmek), çapraşık (muğlak, girift), çapraz (kruvaze), çarçabuk (alelacele), çarpınç (sansasyon), çarpınçlı (sansasyonel), çarpma (isabet), çarpmak (isabet etmek), çatalağız (coğr. delta), çatışma (arbede, taarruz), çatkı (şasi), çekememek (haset etmek), çekememezlik (haset), çekicilik (cazibe), çekidüzen (intizam), çekilme (istifa), çekilmek (istifa etmek), çekince (tehlike, risk, riziko), çekinceli (tehlikeli, riskli, rizikolu), çekinmesiz (pervasız), çelebi (centilmen), çelimsiz (zayıf), çelişki (tenakuz, tezat), çeper (cidar), çeşit (nevi), çeşit çeşit (envai çeşit), çeşitleme (varyasyon), çeşitli (muhtelif), çetin (zor), çevirgeç (şalter, turnike), çeviri (tercüme, translation), çevirmen (tercüman, translator), çevre (etraf, dünya, banliyö), çevrebilim (ekoloji), çevrebilimci (ekolojist), çevrebilimsel (ekolojik), çevren (ufuk), çevriyazı (transkripsiyon), çığlık (feryat), çıkar (menfaat, avanta), çıkar sağlamak (istismar etmek), çıkış (sorti), çıkış yeri (starting box, başlama yeri), çıktı (output), çırpıcı (mikser), çiçeklik (vazo), çifteker (bisiklet), çiğ (ham), çivileme (smaç), çizelge (cetvel, tablo), çilem (şema), çizenek, çizge (grafik), çizer (karikatürcü, karikatürist), çizim (şema), çizit (dizayn), çizitçi (dizaynır), çocukbilim (pedoloji), çocukbilimci (pedolog), çocuk yuvası (kreş), çoğu (ekseri), çoğunluk (ekseriyet), çoğunlukla (ekseriya), çok acıklı (feci, fecaat), çokça (külliyetli), çokeşlilik, çokevlilik (poligami), çok gerekli (farz), çok güzel (enfes, şahane, harika), çok iyi (ala), çok kötü (berbat, lanet, felaket), çoksatar (best seller), çoksesli (polifonik), çokseslilik (polifoni), çokuluslu (mültinasyonal), çok üzülmek (kahrolmak), çöküntü (depresyon), çözelti (solüsyon), çözgü (mat. problem), çözmek (halletmek), çözümleme (tahlil, analiz), çözümleyici, çözümsel (analitik), çözüm yolu (hal çaresi, formül, hal şekli), çukur, çukurluk (kasis), çürükçe (kangren), çürükçeleşmek (kangren olmak), çürütme çukuru (fosseptik).

D.

dağarcık (repertuar), dağınık (perişan, pejmürde), dağıtımcı (distribütör), daha (henüz), daha iyi (evla), daha kötü (beter), dal (şube, branş), dalgakıran (mendirek), dalgalanma (sansasyon), dalgalı (ondüle), dalgı (gaflet), dalınç (meditasyon), damıtıcı (imbik), damıtma (distilasyon), danışıklı dövüş (şike), danışım (konsültasyon), danışma (müracaat, istişare, müzakere, enformasyon), danışma kurulu (şura, istişare heyeti), danışman (müşavir), Danıştay (Şurayıdevlet), -dan oluşan (ibaret), daraltma (tahdit), dar geçit (badire), darmadağın (perişan, tarumar), davranış (hareket, muamele, hareket tarzı, eda), davranış töresi (adabımuaşeret), dayanak (mesnet), dayanaksız (söz. asılsız, batıl), dayanarak, dayanılarak (istinaden, atfen, binaen), dayanca (tahammül), dayanç (sabır), dayançlı (sabırlı), dayançsız (sabırsız), dayanmak (mukavemet etmek, tahammül etmek, sabretmek), dayatmak (empoze etmek, ısrar etmek), değer (paha, kıymet, layık, kadir), değerbilir (kadirşinas), değerdüşürümü (devalüasyon), değeri düşmek (para. devalüe olmak), değerli (kıymetli), değer yükseltimi (para. revalüasyon), değin (ila, kadar), değinmek (temas etmek), değişinim (mutasyon), değiştirgen (parametre), değme (temas, kontak), değmek (temas etmek, isabet etmek), dekore etmek (süslemek), demeç (beyanat), demirkapan (mıknatıs), -den başka (hariç), -den başlayarak, -den beri, -den sonra (itibaren), -den dolayı (binaen), deneme (tecrübe, prova), denetçi (müfettiş, kontrolör, murakıp), denetim (teftiş, kontrol, murakabe), denetleyici (murakıp), denetmen (müfettiş), deney, deneyim (tecrübe), deneysel (eksperimantal), deneyüstü (transandantal), denge (balans, muvazene), dengelem (bilanço), denildiğine göre (güya), denizbilim (oşinogafi), denli (kadar), deprem (zelzele), depremyazar (sismograf, depreşmek (nüksetmek), dergi (mecmua, magazin), derişik (konsantre), dernekevi (lokal), derslik (sınıf), destek (standby), destekçi (sponsor), devinim, devinme, deviniş (hareket), devingen (dinamik, hareketli), devrim (inkılap), devredilmek (devrolmak), deyim (tabir, ekspresyon), deyiş (ibare, ifade), dış (hariç, harici), dışalım (ithal, import), dışalımcı (ithalatçı), dışardan getirmek (ithal etmek), dışsatım (ihraç, eksport), dışsatıma (ihracatçı), dışarı satmak (ihraç etmek), dışbükey, (konveks), diş hekimi (dentist), dişil, dıştan (harici), dikici (terzi), dil (lisan), dilbilgisi (gramer), dilbilim (lengüistik), dilbilimci (lengüist), dile düşürmek (teşhir etmek), dileği gerçekleşmek (muradına ermek), dilek (temenni, arzu, rica), dilekçe (arzuhal, istida), dilemek (arzu etmek, temenni etmek, rica etmek), dilmaç (tercüman), dinç (zinde), dindirici (hafifletici), dindirmek (teskin etmek), dinerki (teokrasi), dinerkil (teokratik), dingil (aks, mil, şaft), dingin (hareketsiz, sakin), dinlence (tatil), dinlenme yeri (kamp), dinleti (konser), dinsel (dini), din yayar (misyoner), dinsel tören (ayin), dipyüzey (fon), direnmek (mukavemet etmek, inat etmek), dirim (hayat), dirimbilim (biyoloji), dirimsel (hayati, biyolojik), dize (mısra), dizelge (liste), dizem (tempo, ritm), dizemli (ritmik), dizge (sistem), dizgesel (sistematik), dizin (fihrist, indeks), dizmek (tertip etmek, istif etmek), doğa (tabiat, natür), doğal (tabii, natürel), doğadışı (gayri tabii), doğal kıran, doğal yıkım (tabii afet), doğaötesi (metafizik), doğaüstü güç (maneviyat), doğruca (direkt), doğrulamak (tasdik etmek, teyit etmek), doğrulama belgesi (tasdikname), doğrultma (tashih), doğrultu (istikamet), dokuma, dokumacılık (tekstil), dokundurmak (ima etmek), dokunmak (temas etmek, tesir etmek), dolangaç (labirent), dolaşı (turne, tur), dolay (civar), dolayısıyla (münasebetiyle), dolaylı (endirekt), dolaylık (varoş, banliyö), doldurmak (şarj etmek), don (külot), donatı (teçhizat, armatür, ekipman), donatmak (teçhiz etmek), donduraç (dipfriz), donmaönler (antifriz), donuk (mat), doruk (zirve), doymazlık (ihtiras, hırs), doyum, doyurma (tatmin), doyurucu (tatminkar), doyumsamak (tatmin olmak), duyumsatmak (tatmin etmek), döker (damper), döküm (envanter), dölüt (cenin), dölyatağı (rahim), döndürüm (ciro), dönem (devre), dönemsel (periyodik, devri), dönemeç (viraj), dönence (burç), dönerbasar (rotatif), dönergeçit (turnike), döngü (rotasyon), dönü (tur), dönüşme (inkılap, tahavvül), dönüştürmek (tahvil etmek), dönüştürücü (transformatör), dönüşül (kritik), dördül (mat. kare), dörtlü (kuartet), döşem (tesisat), döşeme (mefruşat), dudak boyası (ruj), dumağı (nezle), durağan (sabit), duraksamak (tereddüt etmek), durduraç (fren), durdurmak (frenlemek), durgu (sekte), durguluk (park), durgun (sakin, hareketsiz), durmak (stop etmek), duru (berrak), durucu (payidar), duruk (statik), durulma (istikrar), durum belgesi (ilmühaber), duruş (poz), duyarca (alerji), duyarcalı (alerjik), duyarga (anten), duyarlı (hassas), duyarlık (hassasiyet), duygu (his), duygudaş (sempatizan), duygudaşlık (empati), duygulu (hassas, hisli), duyuk (haber), duyumsamak (hissetmek), duyunç (vicdan), duyuru (anons, ilan), duyurmak (duyuru yapmak), düş (rüya, hayal), düşçü, düşsever (hayalperest), düş görüntü (hayalet), düş kırıklığı (sukutu hayal), düş kurmak (hayal kurmak), düşkü (hobi), düşkün (müptela, bir şeye meraklı), düşkünler yurdu (darülaceze), düşlem (fantezi), düşlemsel (fantastik), düşülke (ütopi, ütopya), düşülkesel (ütopik), düşündeş (hemfikir), düşüncü (ideolog), düşüngü (ideoloji), düşüngüsel (ideolojik), düşürüm (damping, darbe), düşyıkımı (hüsran), düzbaskı (tipo, lipografı), düzeltici, düzeltmen (tashihçi), düzeltim (reform), düzeltimci (reformist), düzence (disiplin), düzengeç (regülatör), düzenlemek (organize etmek), düzenleyici (regülatör, organizatör), düzenteker (volan), düzey (seviye), düzgeçiş (transit), düzlük (platform), düzmece (sahte, kalp), düzyazı (nesir),

E.

eder (fiyat, paha), ederlik, eder çizelgesi (tarife), edilgen (pasif), edim (fiil), edimsel (fiili), efsane (mit), egemenlik (hakimiyet), eğer (şayet), eğilim göstermek (meyletmek, temayül etmek), eğim (meyil), eğitbilim (pedagoji), eğitbilimci (pedagog), eğitici (pedagojik), eğitim (terbiye, pedagoji, maarif), eğleni (mizah, humor), eğmeç (kavis), ek (ilave), ekimlik (plantasyon), ekin, ekinç (kültür), eklem (mafsal), eklenti (aksesuar), eklemek (ilave etmek), ek olarak (ilave olarak), eksen (aks), eksi (negatif), eksik (noksan), eksiksiz (mükemmel, tam, komple), ele geçirmek (işgal etmek), eleştiri (tenkit, kritik), eleştirmek (tenkit etmek), eleveren (muhbir), ele vermek (ihbar etmek), elinde olmayarak (gayri ihtiyari), el koymak (haciz koymak, müdahale etmek), eltopu (hentbol), elverişli (müsait), elverişsiz (namüsait), em (ilaç, deva, derman), embilim (farmakoloji), embilimci (farmakolog), emmeç (aspiratör), en az, en düşük (asgari, minimum), en büyük, en güçlü, en iyi, en üstün (süper), en çok beğenmek (en çok tercih etmek), en çok, en yüksek (azami, maksimum), engebe (bariyer), engelleyim (ambargo), engellemek (mani olmak), en kıdemli, en yaşlı (duayen), erdem (fazilet), erden (bakire), erdenlik (bekaret), erek (maksat, gaye), erekbilim (teleoloji), ergenlik (buluğ), ergi (nimet), ergin (reşit), erim (vade), erinç (huzur), eringen (tembel), erk (iktidar, kudret), ertelemek (tehir etmek), esen (salim), esenleme (selamlama), esenleştirme (rehabilitasyon), esin (ilham), esinlenmek (ilham almak), eski çağ (antik çağ), eskil (sabık, ezeli, arkaik), esrik (mest, sermest, sarhoş), esrimek (sarhoş olmak), eşanlamlı (sinonim), eşcinsel (homoseksüel), eşdeğerli (muadil), eşey (cins), eşgüdüm (koordinasyon), eşgüdümcü (koordinatör), eşgüdümlemek (koordine etmek), eşlek (ekvator), eşlik (refakat), eşzaman (senkron), etken (faktör), etki (tesir), etkilemek (etki yapmak), etkin (faal, aktif), etkinlik (faaliyet), etkisizleştirme (nötralizasyon), ev (hane, lokal), evetleme (itiraf), evlilik dışı (gayri meşru), evren (alem, kainat, kozmos), eytişim (diyalektik), ezgin (perişan), ezinç (azap, zulüm).

F.

fedakarlıkta bulunmak (fedakarlık yapmak), fiyat (fiat), fizik olarak (fiziken),

G.

gebe (hamile), gece gösterisi (suare), gecelik faiz (overnight), gecikmeden (hemen), gecikme (tehir, rötar), geçek (hat), geçenek (koridor), geçer (makbul), geçimlik (nafaka), geçişlik, geçiş belgesi (pasaport), geçit (pasaj), geçit töreni (resmi geçit), gelenek (ört, anane), gelirli (rantabl), gemi işletimi (kabotaj), gene (tekrar), geniş görüşlülük –bakış açısı- (vizyon), gereç (malzeme, materyal), gereksinim, gerekseme, gereksinme (ihtiyaç), gereksinmek, gereksemek (ihtiyaç duymak, muhtaç olmak), gerginlik (tansiyon), gerici (mürteci), gericilik (irtica), geri verme (iade), geri vermek (iade etmek), gezgin (mobil), gezi (seyahat), gezim (turizm), gezimsel (turistik), gir-çık belgesi (triptik), girdi (input), giriş (trend), girişim (teşebbüs), girişimci (müteşebbis), girişim gücü (inisiyatif), giyim, giysi (kıyafet), giysilik, giysi dolabı (gardırop), giysi gösterisi (defile), giz (sır, esrar), gizem (esrar), giz döküm (itiraf), giz düzen (komplo), gizilgüç (potansiyel), gizmen (ajan), giz toplama (istihbarat), giz tutar (ketum), giz yazı (şifre), gökbilim (astronomi), gökbilimci (astronom), gölgelik (tente), gömmek (defnetmek), gömü (define), gömüt (mezar, kabir), gömütlük (mezarlık), gönderi (irsaliye), gönderim (havale), gönderme (sevk, sevkiyat), göndermek (sevk etmek), gönenç (refah), gönül gücü (moral), göre (nazaran), görenek (adet), görev (vazife), görkem (ihtişam), görkemli (muhteşem), görüm (vizite), görünen (zahiri), görünge (perspektif), görüngü (fenomen), görüntü (imaj, illüzyon), görüşme (mülakat, müzakere, ziyaret), görüşüm (röportaj), gövde (cüsse, beden), gövdebilim (anatomi), gözbağcı (illüzyonist), gözdağı (tehdit), gözden geçirme (revizyon), göze (hücre), gözlegörü (otopsi), göz yummak (müsamaha etmek), güç (kuvvet), güdüleme, güdülenme (motivasyon), güdümbilim (sibernetik), güdümce (taktik), güdümlü (angaje), gülmece (mizah, humor), gülünç (komik), gülünçleme (parodi), gülüt (gag), gün bilgisi (takvim), güncellik, güncel olaylar (aktüalite), gündelik (yevmiye), günden güne (gün be gün), güney yerucu (güney kutbu), günoğlu (oportünist), gürel, güreli (enerjik), güven (itimat), güvenceci (garantör), güvenç, güvenirlik (itimat), güvey (damat), güzelduyu (estetik).

H.

Harcamak (sarf etmek), hastalık tablosu (sendrom), havalandırma (Air conditionner), Havayolları (Airlines), hız (sürat), hızlı (seri), hızyolu (otoyol, otoban), hizmet (servis), hortlak (hayalet), hoşgörü (tolerans, müsamaha), hoşgörülü (müsamahakar), hücum oyuncusu (forvet)

I.

ılgım (serap), ılımlı (mutedil), ılımlılık (itidal), ırakgörür (teleskop, dürbün), ırmak (nehir), ısıdam (hamam), ısıdenetir (termostat), ısıl (termik), ısın (kalori), ışınölçer (kalorimetre), ısıtaç (kalorifer), ısıtıcı, ısıtmaç (şofben), ısıyayar (radyatör, konvektör), ısmarlama (sipariş), ıssız (tenha), ışıkgözü, ışıkyuvarı (fotosel), ışıkölçer (fotometre, pozometre), ışıldak (projektör), ışın (şua), ışınetki, ışınetkinlik (radyoaktivite), ışınetkin (radyoaktif), ışınım (radyasyon), ışınölçer (radyometre), ısıtaç (lamba).

İ.

iç açıcı (ferah), içbükey (konkav), içe doğma (ilham), içekapanış (hek. Otizm), içgeçit (tünel), içgücü (moral), içini dökme (deşarj), içitim (enjeksiyon, zerk), içitmek (enjekte etmek, zerk etmek), içkievi (meyhane), içki içmek (alkol almak), içlenmek (kahretmek), içrek (batini, mahrem), içsalgıbilim (endokrinoloji), iç sayrılıkları (dahiliye), iç sıkıcı (kasvetli), içsürdürücü (müshil), içten yanmalı (dizel), içyüz (mahiyet), iğne (enjektör), iki katlı (dubleks), ikincil (tali), ikircik (tereddüt), ikirciklenmek (tereddüt etmek), ikiyüzlü (riyakar), ikna olmak (kani olmak), ildeş (hemşeri), ilenç (beddua, lanet), ilenmek (beddua etmek, lanetlemek), ileterek (naklen), iletim (nakil), ileti (mesaj), iletişim (komünikasyon), iletmek (nakletmek), ilgeç (dilb. edat), ilgili (ait), ilinti (aidiyet), ilişkin (ait, dair), ilke (prensip), ilk oyun (prömiyer), ilk önce (evvela), ilk örnek (prototip), imge (imaj), imgelem (imajinasyon), imgeleme (tahayyül), imrenmek (gıpta etmek), imyazar (stenograf), inak (dogma), inaksal (dogmatik), inan (iman), inançlı (mümin), inandırma (ikna), inandırmak (ikna etmek), incelemek (tetkik etmek, etüt etmek), inceltici (tiner), inceyağ (rafine), incitmek (rencide etmek), indirgeç (redüktör), indirim (iskonto), inerçıkar (asansör), ingin (nezle), iniş yeri (uçaklar için pist), inme (felç), insanbilim (antropoloji), insanbilimci (antropolog), insancı, insancıl (hümanist), insancılık, insancıllık (hümanizm), ipucu (emare, delil), irin (cerahat), irinşiş (apse), ise (şayet), isim hakkı (franchising), İslam gizemciliği (tasavvuf), isteğe bağlı (ihtiyari), isteyince (keyfi), istek (arzu, heves, zevk), istem (talep, irade), istemeyerek (kazara), istenç (irade), istençdışı (gayri iradi), isteyen (talip), işbırakımı (grev), işbırakımcı (grevci), iş bıraktırımı, iş kapatımı (lokavt), işbilim (ergonomi), işbirlikçi (komprador), işe yaramaz, iş göremez (atıl), işkil (şüphe), işkillenmek (şüphelenmek), işletmen (operatör), işlev (fonksiyon), işlevsel (fonksiyonel), işlem (muamele, operasyon), işlemce (hek. ameliyat, operasyon), işleyim (endüstri, sanayi), işleyimsel (endüstriyel, sınai), işveren (patron), iş yapımı (icraat), işyeri (imalathane, ofis), ivecen (aceleci, acul), ivedi (acele, acil), ivmek (acele etmek), iye (sahip, mülk), iyelik (mülkiyet), iyi iş belgesi (bonservis), iyileşme (şifa), iyileşmek (şifa bulmak), iyileştirme (tedavi), iyilik bilmez (nankör), iyiliksever (bonkör), iyimser (optimist), iz (emare, alamet), izlem, izlek (tema), izleksel (tematik), izdeş (mürit), izdüşüm (projeksiyon), izlem (takip), izlemci (takipçi, dedektif), izlemek (takip etmek), izlence (program), izlenimcilik (empresyonizm).

K.

kaba (nezaketsiz), kabarık (bombeli), kabartma (rölyef), kaçak (firari), kaçınık (münzevi), kaçış, kaçma (firar), kaçmak (firar etmek), kadınsı (efemine), kaldıraç (manivela), kaldırıcı (kriko), kaldırmaç (forklift), kalık (tapon), kalımlı (baki, payidar), kalıntı (bakaya), kalıplaşmış (klişe), kalıt (miras), kalıtçı (varis), kalıtını (irsiyet, veraset), kalıtımsal (irsi), kalkışmak (teşebbüs etmek), kanaktarım (hek. transfüzyon), kan basıncı (tansiyon), kanı (kanaat), kanık (kanaatkar), kanırmaç (levye), kanıt (ispat, delil), kanıtlamak (ispat etmek), kansız (anemik), kansızlık (anemi), kap (mahfaza, konteynır), kapaç (supap), kapayıcı (fermuar), kapsam (muhteva), karabasan (kabus), kara damgalı (şaibeli), kara kaygı (melankoli), karaltı (siluet), karamsar (pesimist, bedbin), kararsızlık (tereddüt), karayazılı (bahtsız), kara yıkım (felaket), kargaşa (anarşi, kaos), karışık (girift, komplike), karmaşık (kompleks), karşı çıkmak (itiraz etmek), karşı görüşlü (aleyhtar), karşılaşma (müsabaka), karşılaştırma (kıyas, mukayese), karşılıksız (bedava), karşın (rağmen), karşı oy (aleyhte oy), karşısav (antitez), Karşıt (Aksi), kas (adale), kasınç (kramp), kat kat (kat be kat), katar (konvoy), katışık (gayri safı), katlanmak (tahammül etmek, sabretmek), katmak (ilhak etmek), katman (tabaka), katmanbulut (stratus), katyuvarı (stratosfer), kavurmak (sote etmek), kayakkabı (paten), kaygı (endişe, gam, efkar), kayırıcı (torpil), kayırma (himaye, iltimas), kaynana (kayınvalide), kaynata (kayınpeder), kazaratar, kazmaç (ekskavatör), kazı (hafriyat), kazıbilim (arkeoloji), kazıbilimci (arkeolog), kelepir (okazyon), kendini verme (konsantrasyon), kent (şehir, belde), kentsoylu (burjuva), kerte (derece), kesik (kupür), kesim (sektör), kesintili (net, safi), kesintisiz (brüt), kestirmek (tahmin etmek), kuşpalazı (difteri) keşik (nöbet), kez (defa, kere, sefer), kılavuz (rehber, mürşit), kılgı, kılgılı, kılgısal (pratik), kılıç oyunu (eskrim), kılık (kisve, eşkal), kıran (afet), kır gezisi (piknik), kırıcı (haşin), kırık (yerb. fay), kırım (katliam), kır koşusu (kros), kırpmak (sansür etmek), kıskaç (pense), kıskançlık (haset), kışkırtma (tahrik, provokasyon), kışkırtmak (tahrik etmek, provoke etmek), kışkırtman (ajan provokatör), kıvanç (iftihar, memnuniyet), kıvanmak, kıvanç duymak (iftihar etmek), kıvırcık (ondüle), kıvırtmaç (bigudi), kıvrım (bukle, pili), kıya (cinayet), kıygın (mağdur), kıyı (sahil), kimi (bazı), kimi kez (bazen, bazı bazı), kimlik (hüviyet), kimse (şahıs, şahsiyet), kişi (şahıs), kişiye özgü (kişiye özel), kişilik (şahsiyet), kişisel (şahsi, ferdi), kitaplık (kütüphane), kol (şube, devriye, branş), komut (emir, kumanda), komutan (kumandan), konu (mevzu), konuk (misafir), konukçu (hostes), konukevi (misafirhane), konuksever (misafirperver), konum –durum- (pozisyon), konuşucu (spiker), konut (ikametgah, lojman), korkulu (vahim, kritik), korkuntu (fobi), koruncak (depo), koşu alam (hipodrum), koşuk (şiir, nazım), koşul (şart), koşut (paralel), kovalama (takip), koyak (vadi), kök (menşe, asıl), köken (orijin), kökenbilim (etimoloji), kökleşik (klasik), köktencilik (radikalizm), körbağırsak yangısı (apandisit), körelim (atrofi), kösnü (şehvet), kösnüllük (erotizm), köşe atışı (korner), kötücül (habis), kötümser (pesimist), kundaklama (sabotaj), kundaklamak (sabote etmek), kural (kaide), kuraldışı (istisnai), kurul (asamble), kuram (teori), kuramcı (teorisyen), kuramsal (teorik), kurgu (konstrüksiyon, montaj, fel. spekülasyon), kurgucu (montajcı), kurma (prefabrike), kuru köprü (viyadük), kurultay (kongre), kuruluş (müessese), kuruntu (vehim), kurusıkı (blöf), kurusıkı atmak (blöf yapmak), kuşku (şüphe, endişe), kuşkulanmak (şüphe etmek), kutlama (tebrik), kutlamak (tebrik etmek), kutlu (mübarek), kutsal (mukaddes, mübarek), kutsal inanç (iman), kutsal kavramlar (mukaddesat), kutsal verim (nimet), kutsamak (takdis etmek), kuttören (ayin), kuzey yerucu (kuzey kutbu), külrengi (gri), küme (grup, lig), kütük (sicil).

L.

Lokanta (restoran - restaurant)

M.

Mal (meta), mal bildirimi (deklarasyon), masatopu (pingpong), mayalanma (fermantasyon), mercek (objektif), merkez (centre), mezeci (şarküteri), milletvekili (parlamenter), morötesi (ültraviyole), muştu (müjde), muştulamak (müjdelemek), mutlu (mesut), mutluluk (saadet), mutsuz (bedbaht).

N.

neden (sebep), nedence (vesile), nedensellik (fels. illiyet), nedensi (bahane), neredeyse (adeta), nesne (şey, eşya, obje), nesnel (objektif), nitel (keyfi), nitelendirmek (vasıflandırmak), nitelenmek (vasıflanmak), nitelik (kalite, vasıf, mahiyet, meziyet), nitelikli (vasıflı, kaliteli, kalifiye), niteliksiz (vasıfsız, niteliksiz).

O.

ocak (şömine), odacı (hademe), odacık (hücre, kabine), odak (mihrak), olabilir, olanaklı (kabil, mümkün), olağandışı (anormal), olanak (imkan), olası (muhtemel), olasılık (ihtimal), olay (vaka, hadise, vukuat, fenomen), olay anlatım (ifade), oldubitti, olupbitti (emrivaki), olduğu gibi (aynen), oldukça (nispeten), oldukça çok (hayli), olgu (vaka), olmaz (veto), olmazlamak (veto etmek), olur (okey), olumlu (pozitif, müspet), olumsuz (negatif, menfi), oluşturmak (teşkil etmek), oluşum (teşekkül, formasyon), onamak (kabul etmek, tasdik etmek), onarıcı (tamirci), onarım (tamir, tamirat, restorasyon), onarım işliği (tamirhane), onaylamak (tasdik etmek), ongun (arma, totem), onulmak (şifa bulmak), onulmaz (çaresiz), onur (haysiyet, şeref), onurlandırmak (teşrif etmek), onurlu (haysiyetli, şerefli), onursal (fahri), oran (nispet), oranla (tahminen), organ (uzuv), or*spu (fahişe), orta akıncı (sp. santrafor), ortak (müşterek), ortakyönetim (koalisyon), orun (mevki, makam), otlak (mera), oturum (celse, seans), ovma, ovuşturma (masaj, friksiyon), ovucu (masör), oybirliği (ittifak), oydaş (hemfikir), oylum (hacim), oynak ölçü (eşel mobil), oynama payı (tolerans), oynatım (si. seans, vizyon), oysa (halbuki), oyulgan (ülser), oyun (piyes, temsil, entrika), oyun evi (tiyatro), ozan (şair).

Ö.

öbek (grup), Öbür (diğer), öç (intikam), öç almak (intikam almak), ödemek (tazmin etmek, tediye etmek), ödence (tazminat), ödene (çek), Ödenek (tahsisat, tazminat), ödenti (aidat), ödeş (takas), ödev (vecibe, vazife), ödevli (muvazzaf), ödül (mükafat), ödün (taviz), ödünleme (telafi, taviz), ödünlemek (telafi etmek), ödün vermek (taviz vermek), öfke (hırs, hışım, hiddet), öfkeli (hiddetli, asabi), öğe (unsur, eleman, madde), öğrence (ders, kur), öğrenci (talebe), öğrenek (ibret), öğrenim (tahsil), öğrenimlik (burs), öğreti (doktrin), öğretim (tedrisat, talim), öğretim evi (dershane), öğretmelik (tedrisat), öğüt (nasihat), öke (dahi, deha), ölçü (norm, nispet, miktar), ölçü dışı (fahiş), ölçün, ölçünlü (standart), ölçünlemek (standardize etmek), ölçüt (kriter, kıstas), öldüren, öldürücü (katil), öldürmen (cellat, cani), öldürülen (maktul), öldürüm (katil, cinayet), öldürüm girişimi (suikast), ölmek (vefat etmek), ölü doğa (natürmort), ölü gövde, ölük (kadavra), ölüm (vefat), ölümlü (fani), ölümsüz (baki, ebedi), önad (sıfat), önbili (kehanet), önbilici (kahin), önce (iptida, evvela), önceden (peşin), Önceki (sabık), öncel (selef), öncesiz (ezeli), önem (ehemmiyet), öncü (avangard), ön çalışma (etüt), öndelik (peşinat, avans), önder (lider, şef), önel (mühlet), önerge (takrir), öneri (teklif), önermek (teklif etmek), önlem (tedbir), önlemli (tedbirli), önlenişiz (tedbirsiz), önleyici (mani), ön ödence (depozito, depozit), önsel (apriori), önsezi (hissikablelvuku), önyargı (peşin hüküm), önyüz (cephe), ören, örenlik (harabe), örge (motif), örgen (uzuv), örgü, örme (triko), örgüt (organizasyon, teşkilat, teşekkül), örgütlemek (organize etmek), örgütlendirmek (teşkil etmek), örgütlenmek (teşkilatlanmak), örneğin (mesela), örnek (misal), örneklik (numunelik, eşantiyon), örneksemek (kıyaslamak), örtme (kamuflaj), örtülü (imalı, zımnen), ötedevim (telekinezi), öteduyum (telepati), öteki (diğer), öte yandan (diğer taraftan), övgü (methiye), övmek (methetmek), Övünce (medarı iftihar), övünç gurur, iftihar), övünmek, övünç duymak (iftihar etmek), öykü (hikaye), öykünme (taklit), öykünmek (taklit etmek), öykünücü (taklitçi), öykünüm (simülasyon), özbelirlenim (selfdeterminasyon), Özdek (madde), özdekçilik (maddecilik, materyalizm), özdeksel (maddi), özdenetim (otosansür), özdeş (aynı), özdeş baskı (röprodüksiyon), özdevimli (otomatik), özdevinim (otomasyon), özek (santral, merkez), özel –kendine özgü- (special), özel girişimci (liberal), özellik (hususiyet), özellikle (bilhassa), özel ulak (kurye), özen (itina, ihtimam), özendirim (teşvik), özendirmek (teşvik etmek), özengen (amatör), özetlem, özetleyim (brifing), özgeçmiş (otobiyografi, CV), özgü (has, mahsus), özgün (spesifik), özgünlük (orijinalite, pitoresk), özgünleştirmek (karakterize etmek), özgürlük (hürriyet), özlem (hasret), özleşmek (sadeleşmek), öznel (sübjektif), özsaygı (izzetinefis), özsu (usare), Özümleme (asimilasyon), özveri (fedakarlık), özverili (fedakar), özyapı (karakter).

P.

pamuklu (koton), para alımı (tahsilat), para değişimi –para alım satımı- (change), para yardımı (sübvansiyon), parasal (nakdi), parasız (bedava), para yatıran (mudi), parlatma (polisaj), patlama (infilak), patlamak (infilak etmek), pay (hak, hisse), paydaş (hissedar), paylama (azar), paylamak (azarlamak), pazarlama (marketing), pek (gayet), pek az, pek seyrek (ender), pekiştirmek (takviye etmek, tahkim etmek), peklik (kabızlık), put (ikon), püskürteç (sprey).

R.

rastlamak, rast gelmek (tesadüf etmek), rastlantısal (tesadüfi), rastlantıyla

(tesadüfen), ruhbilim (psikoloji), ruhçözümcü (psikanalist), ruhçözümü (psikanaliz).

S.

sağaltım (tedavi), sağaltımevi (sanatoryum), sakıntılı (ihtiyatlı), sakıntısız (ihtiyatsız), salıverme (tahliye), san (unvan), sanı (tahmin), sanmak (zannetmek, tahmin etmek), sanık (zanlı), saptama (tespit), saptamak (tespit etmek), saptırıcı (revizyonist), saptırıcılık (revizyonizm), sargı (bandaj), sarımlık (bobin), sarmac (bigudi), sarsaç (vibratör), sarsılmak (şok olmak), satıcı (bayi), satımevi (mağaza, dükkan), sıralaç (klasör), satkın (hain), satkınlık (hıyanet), sav (iddia, tez), savlamak (iddia etmek), savaşım (mücadele), savmak (defetmek), savsama (ihmal), savsak (ihmalkar), savsöz (slogan), savunma (defans), savunu (müdafa), savunucu (müdafi), savunman (avukat), savurgan (müsrif), savurganlık (israf), saydam (şeffaf), saydamlaşmak (şeffaflaşmak), saygı (hürmet), saygılı (hürmetkar), saygın (muteber, itibar sahibi), saygı bilir (edepli), saygı bilmez (edepsiz), saygıdeğer (muhterem), sayı (adet, numara, nüsha), sayıbilim (istatistik), sayılamacı (istatistikçi), sayısal (istatistiki), sayman (muhasebeci), sayrı (hasta), sayrıbakıcı (hemşire), sayrılarevi (hastane), sazrengi (bej), seçenek (alternatif), serbestlik (serbestiyet), serbest vuruş (frikik), sergi (galeri), sevimli (semptik), sevimsiz (antipatik), sınır (limit), sıralama (rayting), sinirbilim (nöroloji), sinirbilimci (nörolog), sinirce (nevroz), son sınav (final), sormaca (anket), sorun (problem), sözveri (vaat), söz vermek (vaat etmek), sucul (hidrofil), suçbilim (kriminoloji), suçlama (itham), suçsuz (masum), suçüstü (cürmü meşhut), suç yüklemek (iftira etmek), sulamaç (arazöz), suyuvarı (hidrosfer), sunma (ithaf), sunu ve istem (arz ve talep), suskunluk (sükunet), su yolu (kanal), sürdürmek (devam ettirmek), sürdürüm (abone), sürdürümcü (abonman), süreç (proses), süreğen (kronik), süreli (vadeli, periyodik), sürem (mevsim), süreölçer (kronograf), sürer durum (statiko), süresiz (vadesiz), sürgün (filiz), sürmek (devam etmek), sürümlük (kozmetik), süslenti (garnitür), süzek, süzgeç (filtre).

Ş.

şaşılası, şaşırtıcı (acayip, garip), şaşırmak (şoke olmak, hayret etmek), şaşırtı (sürpriz), şaşkına dönmek (şoke olmak, ambale olmak), şaşkınlığa uğratmak (şoke etmek), şen (neşeli), şenlik (festival), şimdi (halen, henüz), şimdi bile (hala), şişireç (pompa), şişkin (bombeli), şişlik (ödem), şölen (ziyafet)

T.

taban (zemin platform, kaide), tadım (çeşni), tahta (ahşap), takılgan (muzip), takım (kadro, komple, kafile, grup, tim, ekip), takımerki (oligarşi), takışmak (itiraz etmek), takma (prefabrike), takma saç (peruk), tamamlama (ikmal), tam bakım (check up), tam gün (fultaym), tamu (cehennem), tanı (teşhis), tanık (şahit), tanılamak (teşhis etmek), tanım (tarif), tanımak (teşhis etmek), tanımlamak (tarif etmek), tanınmış (meşhur), tanıştırmak (prezante etmek), tanıt (ispat, delil), tanıtlamak (ispat etmek), tanıtı, tanıtım (reklam), tanıtıcı (reklamcı), tanıtmak (takdim etmek), tansık (mucize), tapmak (ibadethane, mabet), tapıncak (fetiş, put, totem), tapıncakçı (fetişist, putperest), tapınç (kült), tapınış, tapınma (ibadet), tapmak (ibadet etmek), tarım (ziraat), tarımsal (zirai), tarih öncesi (prehistorik), tartım (ritm), tartımlı, tartımsal (ritmik), tartışma (münakaşa), tasa (gam, endişe), tasalanmak (gamlanmak, meraklanmak), tasar (plan), tasarçizim (dizayn), tasarı (proje), tasarım (tasavvur), taslak (kroki, maket, eskiz), taşıl (fosil), taşılbilim (paleontoloji), taşılbilimci (paleontolog), taşınabilir (seyyar, portatif), taşınır (portatif, menkul), taşınmaz (gayri menkul), taşınmak (nakletmek), taşıt (nakil vasıtası), taşıt gemisi (feribot), taşıyıcı (hamal), taş yağı (petrol), tecim (ticaret), tecimevi (ticarethane), tecimen (tacir, tüccar), tecimsel (ticari), tek –tekli- (single), tekdüze (monoton), tekel (patent, monopol), tekevlilik, tekeşlilik (monogami), tekten (perakende), telcik (lif), telcikler (elyaf), temel (esas), tepke (refleks), tepki (reaksiyon), terek (raf), tertemiz (pirupak), tez, tezelden (acele), tezyemek (fastfood), tıpkı (aynı, aynen), tıpkısı (aynı), tıpkıbasım (faksimile), tıpkıçekim (fotokopi), tiftik yünü (Angora), tinsel (manevi), titrem (ton), titremlemek (entonasyon, tonlama), titreşim (vibrasyon), tokgözlü (kanaatkar), toparlak (kürevi), toplaç (kolektör), toplam ürün (rekolte), toplanak (kamp), toplanca (kompleks), toplanım (miting), toplasını (güruh), toplubiçem (stilistik), topluçalışım (seminer), toplu görünüm (panorama), toplumbilim (sosyoloji), toplumcu (sosyalist), toplumculuk (sosyalizm), toplumsal (sosyal), toplutartışma (forum), toprak aşınması (erezyon), toprağa vermek (defnetmek), toprak (arazi), toprak kayması (heyelan), toptancı (distribütör), torba (poşet), tozan (zerre), töre (örf, adet, ahlak), törel (etik, meşru, ahlaki), tören (merasim), törençağrı (resepsiyon), törendüzen (protokol), töz (cevher), tunç (bronz), tutanak (zabıt), tutar (bedel, meblağ), tutku (ihtiras), tutkun (müptela, aşık), tutma (blokaj), tutsak (esir), tutu (rehine, ipotek, rehin), tutucu (muhafazakar), tutumbilim (iktisat, ekonomi), tutumbilimci (ekonomist, iktisatçı), tutumbilimsel (ekonomik, iktisadi), tutumlu (ekonomik), tutumsuz (müsrif), tutumsuzluk (israf), tükel (komple), tümce (cümle), tümdurum (kondisyon), tümel (külli), tümgün (fultaym), tümlev (integral), tümüyle (tamamen, sırf), tür (nevi), türdeş (homojen, hemcins), türe (adalet), türel (adli), türetmek (icat etmek), tütsü (buhar), tütünrengi (taba), tüze (hukuk, hak), tüzeci, tüzemen (hukukçu), tüzel (hukuki), tüzedışı (gayri hukuki), tüzük (nizamname).

U.

uç (limit, ekstrem), uçantop (voleybol), uçlaşma (kutuplaşma), uçman (pilot), uğraş (meslek, meşgale, meşguliyet), ulam (kategori), ulus (millet), ulusal (milli), ulusallık (milliyet), ulusçu (milliyetçi, nasyonalist), ulusçuluk (milliyetçilik, nasyonalizm), ulussever (milliyetperver), uluslararası (milletlerarası, enternasyonal), uluslararasıcı (enternasyonalist), uluslararasıcılık (enternasyonalizm), umar (çare, deva, dermen), umarsız (biçare, çaresiz), ummak (ümit etmek), umunç (emel), umutlanmak (ümitlenmek), umutlu (ümitli), umutsuz (ümitsiz), unvan (titr), urbilim (onkoloji), us (akıl), ussal (rasyonel, akli), usa vurmak (muhakeme etmek), usa yatkın (makul), usçu (rasyonalist, akılcı), usçuluk (rasyonalizm, akılcılık), usdışı (irrasyonel, akıldışı), usgücü (zihin), utku (zafer), uyak (kafiye), uyarı (ikaz), uyarıda bulunmak (ihtar etmek), uyarmak (ikaz etmek, dikkatini çekmek, tembih etmek), uyarlaç (adaptör), uyarlamak (adapte etmek), uyarlanmış (adapte), uydurma (icat), uydurmak (icat etmek), uygar (medeni), uygarlık (medeniyet), uygulama (tatbik, tatbikat, pratik), uygulamak (tatbik etmek), uygulamalı (tatbiki, pratik), uygulayım (teknik), uygulayımbilim (teknoloji), uygulayımbilimsel (teknolojik), uygulayımcı (teknokrat), uygulayımsal (teknik), uyuşturma (anestezi), uyuşturmak (anestezi yapmak), uyutmaca (ipnotizma), uyutum (ipnoz), uzakçeker (teleobjektif), uzaklık (mesafe), uzaklıkölçer (telemetre), uzayduyum (telepati), uziletişim (telekomünikasyon), uzluk (maharet), uzluk belgesi (bröve), uzman (mütehassıs, eksper, spesiyalist), uzmanlaşma, uzmanlık (ihtisas), uzun (maksi), uzunçalar (longplay).

Ü.

üçlü (triyo), ülke (memleket), ülkü (ideal), ülkücü (idealist), ülkücülük (idealizm), ün (şan, şöhret, nam), ünlü (şanlı, şöhretli, namlı), ürem (faiz, nema), üretim (prodüksiyon), ürkü (panik, dehşet), ürkünç (dehşetengiz), üsteleme (ısrar), üstelik (hatta), üsterme (ihale), üstlenim, üstlenme (taahhüt), üstlenmek (taahhüt etmek), üstlenici (müteahhit), üstün (süper, ekstra), üstünlük (avantaj, meziyet), üstün tutmak (tercih etmek), üşengeç, üşengen (tembel), üşüşme (hücum), üzerine (hakkında, dair), üzgü (eza, cefa, eziyet, dram), üzgüsel (dramatik), üzünç (dram, hüzün), üzüntü (gam, keder, teessür, hüzün), üzüntülü (kederli, mahzun), üzüntüsüz (gamsız).

V.

varlama (kabul), varlamak (kabul etmek), varlık (servet, mevcudiyet), varlıklı, varsıl (zengin), varlıklılık, varsıllık (zenginlik), varsıllaşmak (zenginleşmek), varlıkbilim (ontoloji), varoluş (mevcudiyet), varoluşçuluk (egzistansiyalizm), varsayım (faraziye, hipotez), varsayımsal (farazi), varsaymak (kabul etmek, farz etmek), verim (randıman, semere, bereket), verimli (bereketli, randımanlı, rantabl), verimlilik (rantabilite, prodüktivite), vuraç (raket), vurgu (aksan), vurgun (aşık, spekülasyon), vurguncu (spekülatör), vurgunsal (spekülatif), vurma (isabet), vurulmak (isabet almak), vuruş (darbe), vuruşma (muharebe).

Y.

yabancı (ecnebi), yabancı ayrıcalığı (kapitülasyon), yabancı para (döviz), yabanıl (vahşi), yabansı (tuhaf), yabansıl (egzotik), yabansılık (egzotizm), ya da (veya, veyahut), yadırgamak (acayip karşılamak), yadsıma (inkar), yadsımak (inkar etmek), yağmurluk (pardösü, trençkot), yağyakıt (fueloil), yakarı, yakarış (dua), yakından (yakınen), yakınma (şikayet), yakınmak (şikayet etmek), yakışıksız (nahoş), yakıt –yağ- (fuel oil) yalanlama (tekzip), yalanlamak (tekzip etmek), yalgın (serap), yalım (alev), yalın, yalınç (sade, basit), yalıtılmış, yaktık (izole),yalıtmak (izole etmek, tecrit etmek), yalıtım (izolasyon), yalıtkan (izolatör), yalvaç (peygamber), yalnızca (sadece), yan (taraf, cephe), yanardağ (volkan), yanay, yandan görünüş (profil), yançukur (şarampol), yandaş (taraflı, taraftar), yan etki (komplikasyon), yangeçiş (baypas, by.pass), yangı (iltihap), yangılı (iltihaplı), yangılanmak (iltihaplanmak), yangısız şiş (ödem), yanılgı, yanılma (hata), yanılmak (hata yapmak), yanıltmaç (paradoks), yanıt (cevap), yanıt olarak (cevaben), yanıtlamak (cevap vermek), yanıtlandırmak (cevaplandırmak), yankı (akis, eko), yankılanım, yankıdüzen, yankıbilim (akustik), yankılamak (aksetmek), yankılı (ekolu), yanlı (taraflı), yansız (tarafsız),yansızlaştırma (nötralizasyon), yansızlaştırmak (nötralize etmek), yanlışlıkla (kazara), yanlış söz (galat), yansı (akis, refleks), yansılama (taklit), yansılamak (taklit etmek), yansılayıcı (taklitçi), yansıtıcı (reflektör), yansıtımca (ruhb. paranoya), yapan (fail), yapay (suni, sentetik), yapı (bina, inşaat, bünye, strüktür, konstrüksiyon), yapı alanı (şantiye), yapı işleri, yapı kurma (inşaat), yapı kurucu (inşaatçı), yapıbilim (şekil bilgisi, morfoloji), yapılabilirlik (fizibilite), yapılageliş (teamül), yapılan işler (icraat), yapılmış (mamul), yapımcı (imalatçı, prodüktör), yapımcılık (imalatçılık, prodüktörlük), yapımevi (imalathane, fabrika), yapısal (strüktürel), yapıt (eser), yapmak (imal etmek, inşa etmek), yaptırım, yaptırma gücü (müeyyide), yarar (fayda, istifade, menfaat, semere, avantaj), yararlı (faydalı), yararsız (faydasız), yararlanmak (faydalanmak, istifade etmek), yararcı (pragmatist), yararcılık (pragmatizm), yararlık, yaraşık, yaraşıktık (liyakat), yararsızca (beyhude), yaraşır (layık), yaratı (kreasyon), yaratıcı (kreatör, mucit), yaratım (kreasyon), yaratmak (icat etmek), yardım etmek (asitse etmek), yardımsal (sübvansiyonel), yargı (hüküm), yargıcı (hakem), yargıç (hakim), yargıevi, yargıhk (mahkeme), yargılama (muhakeme), yargılamak (muhakeme etmek), yargılı (mahkum), Yargıtay'a iletmek (temyiz etmek), yarım gün (part taym, part-time), yarıson (dömifınal), yarışımcı (atlet), yarışımcılık (atletizm), yarışma (müsabaka), yarıştan çıkarmak (diskalifiye etmek), yarış yeri (pist), yarış yolu (parkur), yarıyıl (sömestr), yarkurul (komisyon, encümen), yarman (hek. cerrah, operatör), yas (matem), yasa (kanun), yasaca (nizami), yasa dışı (kanunsuz, illegal, usulsüz, keyfi), yasal (kanuni, legal, meşru, nizami), yasallık (meşruiyet), yasalaşmak (kanunlaşmak), yasaya aykırı (gayri meşru, gayri kanuni), yaşa (bravo), yaşam (hayat, ömür), yaşam biçimi (hayat tarzı), yaşam boyu tutukluluk (müebbet hapis cezası), yaşam deneyimi (hayat tecrübesi), yaşamöyküsü (biyografi), yaşdönümü (hek. andropoz, menopoz), yaşıt (akran), yaşlı (ihtiyar), yaşlık (rutubet), yatırı (mevduat), yatırım (tevdiat, plasman, envestisman), yatırımcı, yatırman (mudi), yatırmak (tevdi etmek, teslim etmek), yatışmak (sakinleşmek), yatıştırıcı (müsekkin, sedatif, trankilizan), yatıştırmak (teskin etmek), yay (kavis), yayçizer (pergel), yaygın söylenti (tevatür), yaygın yanlış (galatımeşhur), yayıcı (difüzör), yayım (difüzyon, emisyon), yayılgan (popüler), yayılgı (tayf), yayılım (ekspansiyon), yayılımcı (emperyalist, ekspansiyonist), yayılımcılık (emperyalizm, ekspansiyonizm), yayımlamak (neşretmek), yayımlanmak (neşredilmek), yayın (neşriyat), yazıdüzen, yayındüzen (redaksiyon), yayın düzenci (redaktör), yayla (plato), yaymaca (propaganda), yazanak (rapor), yazanakçı (raportör), yazdırım, yazdırma (dikte), yazgı (kader, baht), yazık tartışma (polemik), yazım (imla), yazın (edebiyat, literatür), yazın yükümlü (mükellef, mecbur), yemek altı (ordövr), yemek hizmeti (catering), yemek listesi (mönü), yenilmek (yenilgi almak), yerine getirme (infaz), yıl aşırı -iki yılda bir yapılan- (bienal), yükümlülük belgesi (taahhütname), yükyeri (bagaj), yürek (kalp), yürek gücü (maneviyat), yürürlükteki yasalar (mevzuat), yürütmek (icra etmek), yüz (surat, çehre), yüzde, yüzdelik (komisyon), yüzdeci (komisyoncu), yüzyıl (asır).

Z.

Zamanlama (tayming), zıtlık –karşıtlık, uyumsuzluk- (kontrast), zorunlu (zaruri, mecbur, farz), zorunluluk (zaruret, mecburiyet), zorunlu olarak (mecburen)...

türkçe konuşurken ya da yazarken unutulan sözcükler

iron
abartı (mübalağa), abece (alfabe), abecesel (alfabetik), acı (ıstırap, elem, keder), acı çeken (mustarip), acıdaş (dert ortağı), acıklı (feci, elim, hazin), acıklı olay (facia), acılı (kederli), acımak (merhamet etmek), acımalık (sadaka), acımasız (zalim, gaddar, merhametsiz), acınacak (elim), acınası (perişan), acınmak (hayıflanmak), acı yitimi (analjezi), açacak (kalemtıraş), açgözlü (haris), açığa vurmak (afişe etmek, ifşa etmek), açıkça (alenen), açık oturum (panel), açık saçık (müstehcen), açıktan açığa (alenen), açılış (prömiyer, uvertür), açkı (anahtar), ad (isim), aday (namzet), ad çekimi (kura), adçekmek (kura çekmek), adıl (zamir), adına sunmak (ithaf etmek), adını anmak (zikretmek), ağ (şebeke), ağaç (ahşap), ağı (zehir, toksin), ağıkıran (panzehir, antidot), ağırlama (ikram), ağırlık (külfet), ağız (şive), ağlatı (trajedi), ağlatıcı (trajik), ağrı kesici (analjezik), ağzı bozuk (küfürbaz), ağzı kalabalık (şarlatan), ağzı sıkı (ketum), akaryakıt (petrol), akbasma (katarakt), akım (cereyan), aklanmak (beraat etmek), aksaklık (arıza), akşın (albino), aktarmak (devretmek), aktarım – aktarma- (transfer, nakil), aktöre (ahlak), akyuvar (lökosit), al (kırmızı), alabilirlik (kapasite), alalama (kamuflaj), alan (meydan, saha), alan korkusu (agorafobi), alantopu (tenis), alay (kafile, kortej), alaycı (müstehzi), alaz (alev), albeni (cazibe), alçakgönüllü (mütevazı), alçakgönüllülük (tevazu), alçalma (tenezzül), alçalmak (tenezzül etmek), aldatma (hile, ihanet), aldırışsız, aldırmaz (lakayt), algı (idrak), algıcı (persepsiyonist), algıcılık (persepsiyonizm), algılamak (idrak etmek), alıcı (müşteri), alık (ahmak), alıkoymak (tevkif etmek), alım (eda), alımlılık (cazibe), alım satım (ticaret), alındı (makbuz, ilmühaber), alındılı (taahhütlü), alın karası (şaibe), alıntı (iktibas), alınyazısı (mukadderat, tecelli, kader), alıp verme (teati), alışılmış (mutat), alışım (kurs), alışkı (adet), alışman (kursiyer), alkış (takdir), alışveriş merkezi (shopping centre), almaç (ahize, reseptör), alt ezgi (müz. fon), altulaşım (metro), an (esna), ana baba (ebeveyn), anakara (kıta), anakent (metropol), ana konusal (tematik), anamal (sermaye, kapital), anamalcı (sermayedar, kapitalist), anamalcılık (kapitalizm), anapara (fon, sermaye, kapital), ana soy (ırk), ana soycu (ırkçı), anasoyculuk (ırkçılık), ancak (fakat, sadece, ibaret), andaç (ajanda), andıç (memorandum), anı (hatıra), anık (amade), anılık (hatıra defteri), anımsama (hatırlama), anında (simultane), anıştırma (ima), anıt (abide), anıt gömüt (mozole), anıtsal (abidevi), anlak (ruhb. zeka), anlam (mana, meal), anlama (takdir), anlamak (takdir etmek, idrak etmek), anlambilim (semantik), anlama (tenzih), anlamlı (manalı, manidar), anlamsız (abes, manasız), anlaşılan (galiba), anlaşılır (fasih), anlaşılmaz (muğlak), anlaşım (konsensüs), anlaşma (itilaf, ahenk), anlaşmazlık (ihtilaf), anlaştırma (tasfiye), anlatma (takrir), anlatmak (ifade etmek), anlayan (aşina), anlayış (zihin, zihniyet, izan), anmak (yad etmek), anmalık (yadigar), ansızın (ani), ant (ahit, yemin), ant içmek (ahdetmek, yemin etmek), antlaşma (ahit, pakt, antant), apaçık (ayan beyan), apansız (aniden), ara (mola, mesafe, haftaym), arabalık (garaj), arabozan (münafık), arabozucu (fesat), ara bozukluğu (nifak), aracı (komisyoncu, vasıta, simsar), aracılık akçası (komisyon), aracı manav (kabzımal), araç (vasıta, alet), araçlar (vesait), arada bir (bazı bazı, bazen), aralı (fasılalı), aralıksız (fasılasız), ara seçimi (kısmi seçim), arasında (ila), araştırmak (tetkik etmek), ara vermeksizin (mütemadiyen), ardıl (halef), ardından (akabinde), argın (mecalsiz), arık (zayıf), arıklık (zafiyet), arınmak (temizlenmek), arıtıcı (deterjan), arıtılmış yağ (rafine), arıtımevi (tasfiyehane, rafineri), arıtmak (temizlemek), arı yürekli (saf), ark (kanal), arkasından (gıyabında), armağan (hediye), artağan (bereketli), artağanlık (bereket), artan (baki), artırım (zam tasarruf), artırmak (iktisat etmek, tasarruf etmek), artırmalı satış (mezat), artırma (mezat, müzayede), artıuç (anot), artı yük (fiz. pozitif), artmış (fazla), asal (esas), asalak (parazit), asalakbilim (parazitoloji), asalakbilimci (parazitolog), ası (afiş), asıl (otantik), askı (portmanto), aşağı görmek (hakir görmek), aşağılama (hakaret, tahkir), aşağılamak (tahkir etmek, hakaret etmek), aşağılık (adi, rezil), aşağı yukarı (tahminen, takriben), aşama (safha, mertebe, paye, derece, etap), aşamalı (tedrici), aşama düzeni (hiyerarşi), aşılama, aşılayım (telkin), aşılamak (telkin etmek), aşınma (erozyon), aşırı (fazla, fahiş), aşırı (radikal, ekstrem), aşırı gitmek (haddini aşmak), aşırı istek (ihtiras), aşırılık (ifrat), aşıt (viyadük), aşkın (mütecaviz, fazla; transandan), aşkınlık (transandans), aşnı (arkaik, atik), atacılık (atavizm), ataerkil (patriarkal, pederşahi), atak (cüretkar), ataklık (cüret), atalar (ecdat), atama (tayin), atamak (tayin etmek), atanmak (tayin olmak), atardamar (arter), ateşkes (mütareke), ateşli (hararetli), atılım (hamle, atak), atış yeri (poligon), atkı (kaşkol), atlı (süvari), atmık (sperma), avunç, avunma, avuntu (teselli), avutmak (teselli etmek), ayak direme (inat, ısrar), ayaklanma (isyan, ihtilal), ayaklık (pedal), ayaktopu (futbol), ayaküstü (alaminüt), ayakyolu (tuvalet, hela, apteshane), ayartı, ayartma (iğfal), aybaşı (adet), aydın (entelektüel), aydıncılık (entelektüalizm), aydınlatılmış (münevver), aygıt (cihaz, alet), ayıklama (tasfiye), ayıraç (reaktif), ayırmak (tahsis etmek, tecrit etmek, izole etmek), ayırtaç (alameti farika), ayırt etmek (fark etmek), ayırtı (nüans), ayırtım (rezerve, rezervasyon), ayırtman (mümeyyiz), aykırı (hilaf, muhalif), aykırılık (ihtilaf, muhalefet), aykırı kanı (paradoks), ayla (hale), aylak (avare), aylık (maaş), aymaz (gafil), aymazlık (gaflet), ayraç (parantez), ayral, ayrıksı (istisnai), ayrallık, ayrıksılık (istisna), ayralsız, ayrıksız (istisnasız), ayrıca (antrparantez), ayrıcalık (imtiyaz), ayrıcalıklı (müstesna, imtiyazlı), ayrılma (terk), ayrılmak (terk etmek), ayrım (fark), ayrımlamak, ayrımsamak (fark etmek), ayrımlanmak, ayrımsanmak (fark edilmek), ayrıntı (detay), az bulunur (nadir).

B.

babasız (yetim), bağıl (nispi), bağıllık (izafiyet), bağımlı (tabi, angaje), bağımsızlık (istiklal), bağışık (muaf), bağışıklık (muafiyet), bağışlama (af), bağışlamak (affetmek, hibe etmek), bağışlatıcı neden (mazeret), bağışlayın (pardon), bağıt (akit), bağlanmak (angaje olmak), bağlantı (irtibat, angajman), bağlantılı (koordine), bağlaşık (müttefik), bağlaşıklık, bağlaşma (ittifak), bağlı (mensup, tabi), bağlılık (sadakat), bağnaz (mutaassıp, fanatik), bağnazlık (taassup, fanatizm), bahtı açık (şanslı), bakaç (vizör), bakanlar kurulu (kabine), bakı (hek. muayene, fal), bakım (ihtimam, revizyon), bakımevi (klinik, dispanser), bakım odası (revir), bakışım (simetri), bakışımlı (simetrik), bakışımsız (asimetrik) balözü (nektar), baltalamak (sabote etmek), barınak (ikametgah, pansiyon), basamak (mertebe, kademe, derece), basılı (matbu, matbua), basım (edisyon), basımcılık (matbaacılık, tipografya), basımevi (matbaa), basınç (tazyik), basınçölçer (barometre), baskılı (otoriter), basmak (istila etmek, tabetmek), baskı yönetimi (istibdat), başarı belgesi (takdirname), başarılı olmak (muvaffak olmak), başat (dominant, hakim), baş eğmek (teslim olmak), başeski (duayen), baş hanımefendi (first lady), başkaldırma (isyan), başlantı (uvertür), başlıklı (antetli), başsızlık (anarşi), baştanımaz (anarşist), başvurmak (müracaat etmek), başyapıt (şaheser), batkı (iflas), bayağılık (adilik), baz (temel-taban), beceri (hüner), beceriksiz (aciz), beğeni (zevk), beğenme (takdir), beğenmek (takdir etmek), bekinme (ısrar), beklenmedik (ani), bekletim (blokaj), bekletime almak (bloke etmek), belge (evrak, vesika, (doküman), belgelik (arşiv), belgesel (dokümanter), belgit (senet), belirgi (sendrom), belirgin (bariz, net), belirlemek (tayin etmek), belirti (araz, işaret, emare, semptom, endikasyon), belirtke (amblem), bellek (akıl, hafıza), bellek yitimi (amnezi), bellemek (ezberlemek), bellik (nişan, marka), bel suyu (sperma), bencil (egoist), benek (puan, spot), benekli (puanlı), bengi (ebedi), benimsemek (kabullenmek), benlik (gurur), benzersiz (harikulade), benzeşik (homojen), benzet (taklit), benzetlemek (taklit etmek), berkitmek (takviye etmek), besbelli (aşikar, ayan beyan), besibilim (diyetetik), besi bilimci (diyetisyen), besidüzen (diyet), besin (gıda), betim (tasvir), betimlemek (tasvir etmek), beyanname (deklarasyon), bezem (dekor), bezemci (dekoratör), bezemleme (dekorasyon), bezemsel (dekoratif), bırakma (terk), bırakmak (terk etmek), biçem (üslup, stil), biçemlemek (stilize etmek), biçim (şekil, model, tarz, form), biçimbilim (morfoloji), biçimsizleşme (deformasyon), biçimsizleşmek (deforme olmak), bildiğini söylemek (ifade vermek), bildiren (ihbarcı), bildirge (beyanname), bildirim (tebligat, ihbarname), bildirimde bulunmak (beyan etmek), bildirişme (muhabere, haberleşme), bildirmen (muhabir), bile (hatta, hala), bilen (aşina), bilgi (enformasyon), bilinç (şuur), bilinen (malum), bilinmeyen (meçhul), bilmece (muamma), bilmeyerek (kazara), bilmezlik (cehalet), bindirim (zam), bireşim (sentez), birey (fert), bireysel (ferdi), biriktiri (tasarruf, koleksiyon), biriktirmen (tasarruf eden, koleksiyoncu), birim (ünite), birlikte (beraber), bitirme belgesi (sertifika), bitirmek (mezun olmak), boğazlak (guatr), boğaz yangısı (anjin), boruyolu (payplayn, pipe line), boşalmak (akü. deşarj olmak), boşaltıcı (vidanjör), boşaltma (tahliye), boşaltmak (tahliye etmek), boşlama (ihmal) boyunbağı (kravat), boyuncak (kolye), boz (gri), bozkır (step), bozma (ihlal, iptal), bozmak (feshetmek, iptal etmek, mahvetmek), bozulmamış (bakir), bozulmuş (dejenere, deforme), böbreküstü (adrenal), böcek (haşere), bölmek (taksim etmek), bölü (taksim), bölümce (paragraf), bölümü (kısmı), bölünç, bölüt (taksit), budun (kavim), bulaşım (enfeksiyon), bulaşmak (sirayet etmek), bulgu (keşif, hek. araz), bulma (icat), bulmak (keşfetmek, icat etmek), bulunak (adres), bulunan (mevcut), buluş (keşif), buluşum (randevu), bunalım (buhran, kriz), burgaç (girdap), buyruk (emir), buyrum (irade), buyrumlu (iradeli), buyurgan (despot, diktatör), buyurganlık (diktatörlük, despotizm), buyurucu (amir), buzçözer (defroster), buzdağı (aysberg), büğet (baraj), bürümek (istila etmek), bütüncül (totaliter), bütüncül ekonomi (makro ekonomi), bütünleme (ikmal), bütünüyle (tamamıyle), büyük (mega), büyüklenen (kibirli).

C.

canayakın (sempatik), cankurtaran (ambulans), caymak (vazgeçmek), cefakeş (cefakâr), ceza vuruşu (penaltı), coşku, coşuntu (heyecan), coşkulu (heyecanlı), coşkun (hararetli).

Ç.

çaba (gayret, efor), çabucak (derhal, hemen, alelacele), çabuk (tez), çağal, çağdaş (modern, asri), çağırmak (davet etmek), çağlayan, cavlan (şelale), çağrı (davet), çağrılı (davetli), çağrılık (davetiye, celp), çağ üstü (ultra modern), çalgı (saz, enstrüman), çalım (fiyaka), çalışım (kampanya, antrenman), çalışkan (faal), çalışma, çalışkanlık (faaliyet), çalışman (eleman), çalıştırıcı (antrenör), çalıştırma (istihdam), çalıştırmak (istihdam etmek), çapraşık (muğlak, girift), çapraz (kruvaze), çarçabuk (alelacele), çarpınç (sansasyon), çarpınçlı (sansasyonel), çarpma (isabet), çarpmak (isabet etmek), çatalağız (coğr. delta), çatışma (arbede, taarruz), çatkı (şasi), çekememek (haset etmek), çekememezlik (haset), çekicilik (cazibe), çekidüzen (intizam), çekilme (istifa), çekilmek (istifa etmek), çekince (tehlike, risk, riziko), çekinceli (tehlikeli, riskli, rizikolu), çekinmesiz (pervasız), çelebi (centilmen), çelimsiz (zayıf), çelişki (tenakuz, tezat), çeper (cidar), çeşit (nevi), çeşit çeşit (envai çeşit), çeşitleme (varyasyon), çeşitli (muhtelif), çetin (zor), çevirgeç (şalter, turnike), çeviri (tercüme, translation), çevirmen (tercüman, translator), çevre (etraf, dünya, banliyö), çevrebilim (ekoloji), çevrebilimci (ekolojist), çevrebilimsel (ekolojik), çevren (ufuk), çevriyazı (transkripsiyon), çığlık (feryat), çıkar (menfaat, avanta), çıkar sağlamak (istismar etmek), çıkış (sorti), çıkış yeri (starting box, başlama yeri), çıktı (output), çırpıcı (mikser), çiçeklik (vazo), çifteker (bisiklet), çiğ (ham), çivileme (smaç), çizelge (cetvel, tablo), çilem (şema), çizenek, çizge (grafik), çizer (karikatürcü, karikatürist), çizim (şema), çizit (dizayn), çizitçi (dizaynır), çocukbilim (pedoloji), çocukbilimci (pedolog), çocuk yuvası (kreş), çoğu (ekseri), çoğunluk (ekseriyet), çoğunlukla (ekseriya), çok acıklı (feci, fecaat), çokça (külliyetli), çokeşlilik, çokevlilik (poligami), çok gerekli (farz), çok güzel (enfes, şahane, harika), çok iyi (ala), çok kötü (berbat, lanet, felaket), çoksatar (best seller), çoksesli (polifonik), çokseslilik (polifoni), çokuluslu (mültinasyonal), çok üzülmek (kahrolmak), çöküntü (depresyon), çözelti (solüsyon), çözgü (mat. problem), çözmek (halletmek), çözümleme (tahlil, analiz), çözümleyici, çözümsel (analitik), çözüm yolu (hal çaresi, formül, hal şekli), çukur, çukurluk (kasis), çürükçe (kangren), çürükçeleşmek (kangren olmak), çürütme çukuru (fosseptik).

D.

dağarcık (repertuar), dağınık (perişan, pejmürde), dağıtımcı (distribütör), daha (henüz), daha iyi (evla), daha kötü (beter), dal (şube, branş), dalgakıran (mendirek), dalgalanma (sansasyon), dalgalı (ondüle), dalgı (gaflet), dalınç (meditasyon), damıtıcı (imbik), damıtma (distilasyon), danışıklı dövüş (şike), danışım (konsültasyon), danışma (müracaat, istişare, müzakere, enformasyon), danışma kurulu (şura, istişare heyeti), danışman (müşavir), Danıştay (Şurayıdevlet), -dan oluşan (ibaret), daraltma (tahdit), dar geçit (badire), darmadağın (perişan, tarumar), davranış (hareket, muamele, hareket tarzı, eda), davranış töresi (adabımuaşeret), dayanak (mesnet), dayanaksız (söz. asılsız, batıl), dayanarak, dayanılarak (istinaden, atfen, binaen), dayanca (tahammül), dayanç (sabır), dayançlı (sabırlı), dayançsız (sabırsız), dayanmak (mukavemet etmek, tahammül etmek, sabretmek), dayatmak (empoze etmek, ısrar etmek), değer (paha, kıymet, layık, kadir), değerbilir (kadirşinas), değerdüşürümü (devalüasyon), değeri düşmek (para. devalüe olmak), değerli (kıymetli), değer yükseltimi (para. revalüasyon), değin (ila, kadar), değinmek (temas etmek), değişinim (mutasyon), değiştirgen (parametre), değme (temas, kontak), değmek (temas etmek, isabet etmek), dekore etmek (süslemek), demeç (beyanat), demirkapan (mıknatıs), -den başka (hariç), -den başlayarak, -den beri, -den sonra (itibaren), -den dolayı (binaen), deneme (tecrübe, prova), denetçi (müfettiş, kontrolör, murakıp), denetim (teftiş, kontrol, murakabe), denetleyici (murakıp), denetmen (müfettiş), deney, deneyim (tecrübe), deneysel (eksperimantal), deneyüstü (transandantal), denge (balans, muvazene), dengelem (bilanço), denildiğine göre (güya), denizbilim (oşinogafi), denli (kadar), deprem (zelzele), depremyazar (sismograf, depreşmek (nüksetmek), dergi (mecmua, magazin), derişik (konsantre), dernekevi (lokal), derslik (sınıf), destek (standby), destekçi (sponsor), devinim, devinme, deviniş (hareket), devingen (dinamik, hareketli), devrim (inkılap), devredilmek (devrolmak), deyim (tabir, ekspresyon), deyiş (ibare, ifade), dış (hariç, harici), dışalım (ithal, import), dışalımcı (ithalatçı), dışardan getirmek (ithal etmek), dışsatım (ihraç, eksport), dışsatıma (ihracatçı), dışarı satmak (ihraç etmek), dışbükey, (konveks), diş hekimi (dentist), dişil, dıştan (harici), dikici (terzi), dil (lisan), dilbilgisi (gramer), dilbilim (lengüistik), dilbilimci (lengüist), dile düşürmek (teşhir etmek), dileği gerçekleşmek (muradına ermek), dilek (temenni, arzu, rica), dilekçe (arzuhal, istida), dilemek (arzu etmek, temenni etmek, rica etmek), dilmaç (tercüman), dinç (zinde), dindirici (hafifletici), dindirmek (teskin etmek), dinerki (teokrasi), dinerkil (teokratik), dingil (aks, mil, şaft), dingin (hareketsiz, sakin), dinlence (tatil), dinlenme yeri (kamp), dinleti (konser), dinsel (dini), din yayar (misyoner), dinsel tören (ayin), dipyüzey (fon), direnmek (mukavemet etmek, inat etmek), dirim (hayat), dirimbilim (biyoloji), dirimsel (hayati, biyolojik), dize (mısra), dizelge (liste), dizem (tempo, ritm), dizemli (ritmik), dizge (sistem), dizgesel (sistematik), dizin (fihrist, indeks), dizmek (tertip etmek, istif etmek), doğa (tabiat, natür), doğal (tabii, natürel), doğadışı (gayri tabii), doğal kıran, doğal yıkım (tabii afet), doğaötesi (metafizik), doğaüstü güç (maneviyat), doğruca (direkt), doğrulamak (tasdik etmek, teyit etmek), doğrulama belgesi (tasdikname), doğrultma (tashih), doğrultu (istikamet), dokuma, dokumacılık (tekstil), dokundurmak (ima etmek), dokunmak (temas etmek, tesir etmek), dolangaç (labirent), dolaşı (turne, tur), dolay (civar), dolayısıyla (münasebetiyle), dolaylı (endirekt), dolaylık (varoş, banliyö), doldurmak (şarj etmek), don (külot), donatı (teçhizat, armatür, ekipman), donatmak (teçhiz etmek), donduraç (dipfriz), donmaönler (antifriz), donuk (mat), doruk (zirve), doymazlık (ihtiras, hırs), doyum, doyurma (tatmin), doyurucu (tatminkar), doyumsamak (tatmin olmak), duyumsatmak (tatmin etmek), döker (damper), döküm (envanter), dölüt (cenin), dölyatağı (rahim), döndürüm (ciro), dönem (devre), dönemsel (periyodik, devri), dönemeç (viraj), dönence (burç), dönerbasar (rotatif), dönergeçit (turnike), döngü (rotasyon), dönü (tur), dönüşme (inkılap, tahavvül), dönüştürmek (tahvil etmek), dönüştürücü (transformatör), dönüşül (kritik), dördül (mat. kare), dörtlü (kuartet), döşem (tesisat), döşeme (mefruşat), dudak boyası (ruj), dumağı (nezle), durağan (sabit), duraksamak (tereddüt etmek), durduraç (fren), durdurmak (frenlemek), durgu (sekte), durguluk (park), durgun (sakin, hareketsiz), durmak (stop etmek), duru (berrak), durucu (payidar), duruk (statik), durulma (istikrar), durum belgesi (ilmühaber), duruş (poz), duyarca (alerji), duyarcalı (alerjik), duyarga (anten), duyarlı (hassas), duyarlık (hassasiyet), duygu (his), duygudaş (sempatizan), duygudaşlık (empati), duygulu (hassas, hisli), duyuk (haber), duyumsamak (hissetmek), duyunç (vicdan), duyuru (anons, ilan), duyurmak (duyuru yapmak), düş (rüya, hayal), düşçü, düşsever (hayalperest), düş görüntü (hayalet), düş kırıklığı (sukutu hayal), düş kurmak (hayal kurmak), düşkü (hobi), düşkün (müptela, bir şeye meraklı), düşkünler yurdu (darülaceze), düşlem (fantezi), düşlemsel (fantastik), düşülke (ütopi, ütopya), düşülkesel (ütopik), düşündeş (hemfikir), düşüncü (ideolog), düşüngü (ideoloji), düşüngüsel (ideolojik), düşürüm (damping, darbe), düşyıkımı (hüsran), düzbaskı (tipo, lipografı), düzeltici, düzeltmen (tashihçi), düzeltim (reform), düzeltimci (reformist), düzence (disiplin), düzengeç (regülatör), düzenlemek (organize etmek), düzenleyici (regülatör, organizatör), düzenteker (volan), düzey (seviye), düzgeçiş (transit), düzlük (platform), düzmece (sahte, kalp), düzyazı (nesir),

E.

eder (fiyat, paha), ederlik, eder çizelgesi (tarife), edilgen (pasif), edim (fiil), edimsel (fiili), efsane (mit), egemenlik (hakimiyet), eğer (şayet), eğilim göstermek (meyletmek, temayül etmek), eğim (meyil), eğitbilim (pedagoji), eğitbilimci (pedagog), eğitici (pedagojik), eğitim (terbiye, pedagoji, maarif), eğleni (mizah, humor), eğmeç (kavis), ek (ilave), ekimlik (plantasyon), ekin, ekinç (kültür), eklem (mafsal), eklenti (aksesuar), eklemek (ilave etmek), ek olarak (ilave olarak), eksen (aks), eksi (negatif), eksik (noksan), eksiksiz (mükemmel, tam, komple), ele geçirmek (işgal etmek), eleştiri (tenkit, kritik), eleştirmek (tenkit etmek), eleveren (muhbir), ele vermek (ihbar etmek), elinde olmayarak (gayri ihtiyari), el koymak (haciz koymak, müdahale etmek), eltopu (hentbol), elverişli (müsait), elverişsiz (namüsait), em (ilaç, deva, derman), embilim (farmakoloji), embilimci (farmakolog), emmeç (aspiratör), en az, en düşük (asgari, minimum), en büyük, en güçlü, en iyi, en üstün (süper), en çok beğenmek (en çok tercih etmek), en çok, en yüksek (azami, maksimum), engebe (bariyer), engelleyim (ambargo), engellemek (mani olmak), en kıdemli, en yaşlı (duayen), erdem (fazilet), erden (bakire), erdenlik (bekaret), erek (maksat, gaye), erekbilim (teleoloji), ergenlik (buluğ), ergi (nimet), ergin (reşit), erim (vade), erinç (huzur), eringen (tembel), erk (iktidar, kudret), ertelemek (tehir etmek), esen (salim), esenleme (selamlama), esenleştirme (rehabilitasyon), esin (ilham), esinlenmek (ilham almak), eski çağ (antik çağ), eskil (sabık, ezeli, arkaik), esrik (mest, sermest, sarhoş), esrimek (sarhoş olmak), eşanlamlı (sinonim), eşcinsel (homoseksüel), eşdeğerli (muadil), eşey (cins), eşgüdüm (koordinasyon), eşgüdümcü (koordinatör), eşgüdümlemek (koordine etmek), eşlek (ekvator), eşlik (refakat), eşzaman (senkron), etken (faktör), etki (tesir), etkilemek (etki yapmak), etkin (faal, aktif), etkinlik (faaliyet), etkisizleştirme (nötralizasyon), ev (hane, lokal), evetleme (itiraf), evlilik dışı (gayri meşru), evren (alem, kainat, kozmos), eytişim (diyalektik), ezgin (perişan), ezinç (azap, zulüm).

F.

fedakarlıkta bulunmak (fedakarlık yapmak), fiyat (fiat), fizik olarak (fiziken),

G.

gebe (hamile), gece gösterisi (suare), gecelik faiz (overnight), gecikmeden (hemen), gecikme (tehir, rötar), geçek (hat), geçenek (koridor), geçer (makbul), geçimlik (nafaka), geçişlik, geçiş belgesi (pasaport), geçit (pasaj), geçit töreni (resmi geçit), gelenek (ört, anane), gelirli (rantabl), gemi işletimi (kabotaj), gene (tekrar), geniş görüşlülük –bakış açısı- (vizyon), gereç (malzeme, materyal), gereksinim, gerekseme, gereksinme (ihtiyaç), gereksinmek, gereksemek (ihtiyaç duymak, muhtaç olmak), gerginlik (tansiyon), gerici (mürteci), gericilik (irtica), geri verme (iade), geri vermek (iade etmek), gezgin (mobil), gezi (seyahat), gezim (turizm), gezimsel (turistik), gir-çık belgesi (triptik), girdi (input), giriş (trend), girişim (teşebbüs), girişimci (müteşebbis), girişim gücü (inisiyatif), giyim, giysi (kıyafet), giysilik, giysi dolabı (gardırop), giysi gösterisi (defile), giz (sır, esrar), gizem (esrar), giz döküm (itiraf), giz düzen (komplo), gizilgüç (potansiyel), gizmen (ajan), giz toplama (istihbarat), giz tutar (ketum), giz yazı (şifre), gökbilim (astronomi), gökbilimci (astronom), gölgelik (tente), gömmek (defnetmek), gömü (define), gömüt (mezar, kabir), gömütlük (mezarlık), gönderi (irsaliye), gönderim (havale), gönderme (sevk, sevkiyat), göndermek (sevk etmek), gönenç (refah), gönül gücü (moral), göre (nazaran), görenek (adet), görev (vazife), görkem (ihtişam), görkemli (muhteşem), görüm (vizite), görünen (zahiri), görünge (perspektif), görüngü (fenomen), görüntü (imaj, illüzyon), görüşme (mülakat, müzakere, ziyaret), görüşüm (röportaj), gövde (cüsse, beden), gövdebilim (anatomi), gözbağcı (illüzyonist), gözdağı (tehdit), gözden geçirme (revizyon), göze (hücre), gözlegörü (otopsi), göz yummak (müsamaha etmek), güç (kuvvet), güdüleme, güdülenme (motivasyon), güdümbilim (sibernetik), güdümce (taktik), güdümlü (angaje), gülmece (mizah, humor), gülünç (komik), gülünçleme (parodi), gülüt (gag), gün bilgisi (takvim), güncellik, güncel olaylar (aktüalite), gündelik (yevmiye), günden güne (gün be gün), güney yerucu (güney kutbu), günoğlu (oportünist), gürel, güreli (enerjik), güven (itimat), güvenceci (garantör), güvenç, güvenirlik (itimat), güvey (damat), güzelduyu (estetik).

H.

Harcamak (sarf etmek), hastalık tablosu (sendrom), havalandırma (Air conditionner), Havayolları (Airlines), hız (sürat), hızlı (seri), hızyolu (otoyol, otoban), hizmet (servis), hortlak (hayalet), hoşgörü (tolerans, müsamaha), hoşgörülü (müsamahakar), hücum oyuncusu (forvet)

I.

ılgım (serap), ılımlı (mutedil), ılımlılık (itidal), ırakgörür (teleskop, dürbün), ırmak (nehir), ısıdam (hamam), ısıdenetir (termostat), ısıl (termik), ısın (kalori), ışınölçer (kalorimetre), ısıtaç (kalorifer), ısıtıcı, ısıtmaç (şofben), ısıyayar (radyatör, konvektör), ısmarlama (sipariş), ıssız (tenha), ışıkgözü, ışıkyuvarı (fotosel), ışıkölçer (fotometre, pozometre), ışıldak (projektör), ışın (şua), ışınetki, ışınetkinlik (radyoaktivite), ışınetkin (radyoaktif), ışınım (radyasyon), ışınölçer (radyometre), ısıtaç (lamba).

İ.

iç açıcı (ferah), içbükey (konkav), içe doğma (ilham), içekapanış (hek. Otizm), içgeçit (tünel), içgücü (moral), içini dökme (deşarj), içitim (enjeksiyon, zerk), içitmek (enjekte etmek, zerk etmek), içkievi (meyhane), içki içmek (alkol almak), içlenmek (kahretmek), içrek (batini, mahrem), içsalgıbilim (endokrinoloji), iç sayrılıkları (dahiliye), iç sıkıcı (kasvetli), içsürdürücü (müshil), içten yanmalı (dizel), içyüz (mahiyet), iğne (enjektör), iki katlı (dubleks), ikincil (tali), ikircik (tereddüt), ikirciklenmek (tereddüt etmek), ikiyüzlü (riyakar), ikna olmak (kani olmak), ildeş (hemşeri), ilenç (beddua, lanet), ilenmek (beddua etmek, lanetlemek), ileterek (naklen), iletim (nakil), ileti (mesaj), iletişim (komünikasyon), iletmek (nakletmek), ilgeç (dilb. edat), ilgili (ait), ilinti (aidiyet), ilişkin (ait, dair), ilke (prensip), ilk oyun (prömiyer), ilk önce (evvela), ilk örnek (prototip), imge (imaj), imgelem (imajinasyon), imgeleme (tahayyül), imrenmek (gıpta etmek), imyazar (stenograf), inak (dogma), inaksal (dogmatik), inan (iman), inançlı (mümin), inandırma (ikna), inandırmak (ikna etmek), incelemek (tetkik etmek, etüt etmek), inceltici (tiner), inceyağ (rafine), incitmek (rencide etmek), indirgeç (redüktör), indirim (iskonto), inerçıkar (asansör), ingin (nezle), iniş yeri (uçaklar için pist), inme (felç), insanbilim (antropoloji), insanbilimci (antropolog), insancı, insancıl (hümanist), insancılık, insancıllık (hümanizm), ipucu (emare, delil), irin (cerahat), irinşiş (apse), ise (şayet), isim hakkı (franchising), İslam gizemciliği (tasavvuf), isteğe bağlı (ihtiyari), isteyince (keyfi), istek (arzu, heves, zevk), istem (talep, irade), istemeyerek (kazara), istenç (irade), istençdışı (gayri iradi), isteyen (talip), işbırakımı (grev), işbırakımcı (grevci), iş bıraktırımı, iş kapatımı (lokavt), işbilim (ergonomi), işbirlikçi (komprador), işe yaramaz, iş göremez (atıl), işkil (şüphe), işkillenmek (şüphelenmek), işletmen (operatör), işlev (fonksiyon), işlevsel (fonksiyonel), işlem (muamele, operasyon), işlemce (hek. ameliyat, operasyon), işleyim (endüstri, sanayi), işleyimsel (endüstriyel, sınai), işveren (patron), iş yapımı (icraat), işyeri (imalathane, ofis), ivecen (aceleci, acul), ivedi (acele, acil), ivmek (acele etmek), iye (sahip, mülk), iyelik (mülkiyet), iyi iş belgesi (bonservis), iyileşme (şifa), iyileşmek (şifa bulmak), iyileştirme (tedavi), iyilik bilmez (nankör), iyiliksever (bonkör), iyimser (optimist), iz (emare, alamet), izlem, izlek (tema), izleksel (tematik), izdeş (mürit), izdüşüm (projeksiyon), izlem (takip), izlemci (takipçi, dedektif), izlemek (takip etmek), izlence (program), izlenimcilik (empresyonizm).

K.

kaba (nezaketsiz), kabarık (bombeli), kabartma (rölyef), kaçak (firari), kaçınık (münzevi), kaçış, kaçma (firar), kaçmak (firar etmek), kadınsı (efemine), kaldıraç (manivela), kaldırıcı (kriko), kaldırmaç (forklift), kalık (tapon), kalımlı (baki, payidar), kalıntı (bakaya), kalıplaşmış (klişe), kalıt (miras), kalıtçı (varis), kalıtını (irsiyet, veraset), kalıtımsal (irsi), kalkışmak (teşebbüs etmek), kanaktarım (hek. transfüzyon), kan basıncı (tansiyon), kanı (kanaat), kanık (kanaatkar), kanırmaç (levye), kanıt (ispat, delil), kanıtlamak (ispat etmek), kansız (anemik), kansızlık (anemi), kap (mahfaza, konteynır), kapaç (supap), kapayıcı (fermuar), kapsam (muhteva), karabasan (kabus), kara damgalı (şaibeli), kara kaygı (melankoli), karaltı (siluet), karamsar (pesimist, bedbin), kararsızlık (tereddüt), karayazılı (bahtsız), kara yıkım (felaket), kargaşa (anarşi, kaos), karışık (girift, komplike), karmaşık (kompleks), karşı çıkmak (itiraz etmek), karşı görüşlü (aleyhtar), karşılaşma (müsabaka), karşılaştırma (kıyas, mukayese), karşılıksız (bedava), karşın (rağmen), karşı oy (aleyhte oy), karşısav (antitez), Karşıt (Aksi), kas (adale), kasınç (kramp), kat kat (kat be kat), katar (konvoy), katışık (gayri safı), katlanmak (tahammül etmek, sabretmek), katmak (ilhak etmek), katman (tabaka), katmanbulut (stratus), katyuvarı (stratosfer), kavurmak (sote etmek), kayakkabı (paten), kaygı (endişe, gam, efkar), kayırıcı (torpil), kayırma (himaye, iltimas), kaynana (kayınvalide), kaynata (kayınpeder), kazaratar, kazmaç (ekskavatör), kazı (hafriyat), kazıbilim (arkeoloji), kazıbilimci (arkeolog), kelepir (okazyon), kendini verme (konsantrasyon), kent (şehir, belde), kentsoylu (burjuva), kerte (derece), kesik (kupür), kesim (sektör), kesintili (net, safi), kesintisiz (brüt), kestirmek (tahmin etmek), kuşpalazı (difteri) keşik (nöbet), kez (defa, kere, sefer), kılavuz (rehber, mürşit), kılgı, kılgılı, kılgısal (pratik), kılıç oyunu (eskrim), kılık (kisve, eşkal), kıran (afet), kır gezisi (piknik), kırıcı (haşin), kırık (yerb. fay), kırım (katliam), kır koşusu (kros), kırpmak (sansür etmek), kıskaç (pense), kıskançlık (haset), kışkırtma (tahrik, provokasyon), kışkırtmak (tahrik etmek, provoke etmek), kışkırtman (ajan provokatör), kıvanç (iftihar, memnuniyet), kıvanmak, kıvanç duymak (iftihar etmek), kıvırcık (ondüle), kıvırtmaç (bigudi), kıvrım (bukle, pili), kıya (cinayet), kıygın (mağdur), kıyı (sahil), kimi (bazı), kimi kez (bazen, bazı bazı), kimlik (hüviyet), kimse (şahıs, şahsiyet), kişi (şahıs), kişiye özgü (kişiye özel), kişilik (şahsiyet), kişisel (şahsi, ferdi), kitaplık (kütüphane), kol (şube, devriye, branş), komut (emir, kumanda), komutan (kumandan), konu (mevzu), konuk (misafir), konukçu (hostes), konukevi (misafirhane), konuksever (misafirperver), konum –durum- (pozisyon), konuşucu (spiker), konut (ikametgah, lojman), korkulu (vahim, kritik), korkuntu (fobi), koruncak (depo), koşu alam (hipodrum), koşuk (şiir, nazım), koşul (şart), koşut (paralel), kovalama (takip), koyak (vadi), kök (menşe, asıl), köken (orijin), kökenbilim (etimoloji), kökleşik (klasik), köktencilik (radikalizm), körbağırsak yangısı (apandisit), körelim (atrofi), kösnü (şehvet), kösnüllük (erotizm), köşe atışı (korner), kötücül (habis), kötümser (pesimist), kundaklama (sabotaj), kundaklamak (sabote etmek), kural (kaide), kuraldışı (istisnai), kurul (asamble), kuram (teori), kuramcı (teorisyen), kuramsal (teorik), kurgu (konstrüksiyon, montaj, fel. spekülasyon), kurgucu (montajcı), kurma (prefabrike), kuru köprü (viyadük), kurultay (kongre), kuruluş (müessese), kuruntu (vehim), kurusıkı (blöf), kurusıkı atmak (blöf yapmak), kuşku (şüphe, endişe), kuşkulanmak (şüphe etmek), kutlama (tebrik), kutlamak (tebrik etmek), kutlu (mübarek), kutsal (mukaddes, mübarek), kutsal inanç (iman), kutsal kavramlar (mukaddesat), kutsal verim (nimet), kutsamak (takdis etmek), kuttören (ayin), kuzey yerucu (kuzey kutbu), külrengi (gri), küme (grup, lig), kütük (sicil).

L.

Lokanta (restoran - restaurant)

M.

Mal (meta), mal bildirimi (deklarasyon), masatopu (pingpong), mayalanma (fermantasyon), mercek (objektif), merkez (centre), mezeci (şarküteri), milletvekili (parlamenter), morötesi (ültraviyole), muştu (müjde), muştulamak (müjdelemek), mutlu (mesut), mutluluk (saadet), mutsuz (bedbaht).

N.

neden (sebep), nedence (vesile), nedensellik (fels. illiyet), nedensi (bahane), neredeyse (adeta), nesne (şey, eşya, obje), nesnel (objektif), nitel (keyfi), nitelendirmek (vasıflandırmak), nitelenmek (vasıflanmak), nitelik (kalite, vasıf, mahiyet, meziyet), nitelikli (vasıflı, kaliteli, kalifiye), niteliksiz (vasıfsız, niteliksiz).

O.

ocak (şömine), odacı (hademe), odacık (hücre, kabine), odak (mihrak), olabilir, olanaklı (kabil, mümkün), olağandışı (anormal), olanak (imkan), olası (muhtemel), olasılık (ihtimal), olay (vaka, hadise, vukuat, fenomen), olay anlatım (ifade), oldubitti, olupbitti (emrivaki), olduğu gibi (aynen), oldukça (nispeten), oldukça çok (hayli), olgu (vaka), olmaz (veto), olmazlamak (veto etmek), olur (okey), olumlu (pozitif, müspet), olumsuz (negatif, menfi), oluşturmak (teşkil etmek), oluşum (teşekkül, formasyon), onamak (kabul etmek, tasdik etmek), onarıcı (tamirci), onarım (tamir, tamirat, restorasyon), onarım işliği (tamirhane), onaylamak (tasdik etmek), ongun (arma, totem), onulmak (şifa bulmak), onulmaz (çaresiz), onur (haysiyet, şeref), onurlandırmak (teşrif etmek), onurlu (haysiyetli, şerefli), onursal (fahri), oran (nispet), oranla (tahminen), organ (uzuv), or*spu (fahişe), orta akıncı (sp. santrafor), ortak (müşterek), ortakyönetim (koalisyon), orun (mevki, makam), otlak (mera), oturum (celse, seans), ovma, ovuşturma (masaj, friksiyon), ovucu (masör), oybirliği (ittifak), oydaş (hemfikir), oylum (hacim), oynak ölçü (eşel mobil), oynama payı (tolerans), oynatım (si. seans, vizyon), oysa (halbuki), oyulgan (ülser), oyun (piyes, temsil, entrika), oyun evi (tiyatro), ozan (şair).

Ö.

öbek (grup), Öbür (diğer), öç (intikam), öç almak (intikam almak), ödemek (tazmin etmek, tediye etmek), ödence (tazminat), ödene (çek), Ödenek (tahsisat, tazminat), ödenti (aidat), ödeş (takas), ödev (vecibe, vazife), ödevli (muvazzaf), ödül (mükafat), ödün (taviz), ödünleme (telafi, taviz), ödünlemek (telafi etmek), ödün vermek (taviz vermek), öfke (hırs, hışım, hiddet), öfkeli (hiddetli, asabi), öğe (unsur, eleman, madde), öğrence (ders, kur), öğrenci (talebe), öğrenek (ibret), öğrenim (tahsil), öğrenimlik (burs), öğreti (doktrin), öğretim (tedrisat, talim), öğretim evi (dershane), öğretmelik (tedrisat), öğüt (nasihat), öke (dahi, deha), ölçü (norm, nispet, miktar), ölçü dışı (fahiş), ölçün, ölçünlü (standart), ölçünlemek (standardize etmek), ölçüt (kriter, kıstas), öldüren, öldürücü (katil), öldürmen (cellat, cani), öldürülen (maktul), öldürüm (katil, cinayet), öldürüm girişimi (suikast), ölmek (vefat etmek), ölü doğa (natürmort), ölü gövde, ölük (kadavra), ölüm (vefat), ölümlü (fani), ölümsüz (baki, ebedi), önad (sıfat), önbili (kehanet), önbilici (kahin), önce (iptida, evvela), önceden (peşin), Önceki (sabık), öncel (selef), öncesiz (ezeli), önem (ehemmiyet), öncü (avangard), ön çalışma (etüt), öndelik (peşinat, avans), önder (lider, şef), önel (mühlet), önerge (takrir), öneri (teklif), önermek (teklif etmek), önlem (tedbir), önlemli (tedbirli), önlenişiz (tedbirsiz), önleyici (mani), ön ödence (depozito, depozit), önsel (apriori), önsezi (hissikablelvuku), önyargı (peşin hüküm), önyüz (cephe), ören, örenlik (harabe), örge (motif), örgen (uzuv), örgü, örme (triko), örgüt (organizasyon, teşkilat, teşekkül), örgütlemek (organize etmek), örgütlendirmek (teşkil etmek), örgütlenmek (teşkilatlanmak), örneğin (mesela), örnek (misal), örneklik (numunelik, eşantiyon), örneksemek (kıyaslamak), örtme (kamuflaj), örtülü (imalı, zımnen), ötedevim (telekinezi), öteduyum (telepati), öteki (diğer), öte yandan (diğer taraftan), övgü (methiye), övmek (methetmek), Övünce (medarı iftihar), övünç gurur, iftihar), övünmek, övünç duymak (iftihar etmek), öykü (hikaye), öykünme (taklit), öykünmek (taklit etmek), öykünücü (taklitçi), öykünüm (simülasyon), özbelirlenim (selfdeterminasyon), Özdek (madde), özdekçilik (maddecilik, materyalizm), özdeksel (maddi), özdenetim (otosansür), özdeş (aynı), özdeş baskı (röprodüksiyon), özdevimli (otomatik), özdevinim (otomasyon), özek (santral, merkez), özel –kendine özgü- (special), özel girişimci (liberal), özellik (hususiyet), özellikle (bilhassa), özel ulak (kurye), özen (itina, ihtimam), özendirim (teşvik), özendirmek (teşvik etmek), özengen (amatör), özetlem, özetleyim (brifing), özgeçmiş (otobiyografi, CV), özgü (has, mahsus), özgün (spesifik), özgünlük (orijinalite, pitoresk), özgünleştirmek (karakterize etmek), özgürlük (hürriyet), özlem (hasret), özleşmek (sadeleşmek), öznel (sübjektif), özsaygı (izzetinefis), özsu (usare), Özümleme (asimilasyon), özveri (fedakarlık), özverili (fedakar), özyapı (karakter).

P.

pamuklu (koton), para alımı (tahsilat), para değişimi –para alım satımı- (change), para yardımı (sübvansiyon), parasal (nakdi), parasız (bedava), para yatıran (mudi), parlatma (polisaj), patlama (infilak), patlamak (infilak etmek), pay (hak, hisse), paydaş (hissedar), paylama (azar), paylamak (azarlamak), pazarlama (marketing), pek (gayet), pek az, pek seyrek (ender), pekiştirmek (takviye etmek, tahkim etmek), peklik (kabızlık), put (ikon), püskürteç (sprey).

R.

rastlamak, rast gelmek (tesadüf etmek), rastlantısal (tesadüfi), rastlantıyla

(tesadüfen), ruhbilim (psikoloji), ruhçözümcü (psikanalist), ruhçözümü (psikanaliz).

S.

sağaltım (tedavi), sağaltımevi (sanatoryum), sakıntılı (ihtiyatlı), sakıntısız (ihtiyatsız), salıverme (tahliye), san (unvan), sanı (tahmin), sanmak (zannetmek, tahmin etmek), sanık (zanlı), saptama (tespit), saptamak (tespit etmek), saptırıcı (revizyonist), saptırıcılık (revizyonizm), sargı (bandaj), sarımlık (bobin), sarmac (bigudi), sarsaç (vibratör), sarsılmak (şok olmak), satıcı (bayi), satımevi (mağaza, dükkan), sıralaç (klasör), satkın (hain), satkınlık (hıyanet), sav (iddia, tez), savlamak (iddia etmek), savaşım (mücadele), savmak (defetmek), savsama (ihmal), savsak (ihmalkar), savsöz (slogan), savunma (defans), savunu (müdafa), savunucu (müdafi), savunman (avukat), savurgan (müsrif), savurganlık (israf), saydam (şeffaf), saydamlaşmak (şeffaflaşmak), saygı (hürmet), saygılı (hürmetkar), saygın (muteber, itibar sahibi), saygı bilir (edepli), saygı bilmez (edepsiz), saygıdeğer (muhterem), sayı (adet, numara, nüsha), sayıbilim (istatistik), sayılamacı (istatistikçi), sayısal (istatistiki), sayman (muhasebeci), sayrı (hasta), sayrıbakıcı (hemşire), sayrılarevi (hastane), sazrengi (bej), seçenek (alternatif), serbestlik (serbestiyet), serbest vuruş (frikik), sergi (galeri), sevimli (semptik), sevimsiz (antipatik), sınır (limit), sıralama (rayting), sinirbilim (nöroloji), sinirbilimci (nörolog), sinirce (nevroz), son sınav (final), sormaca (anket), sorun (problem), sözveri (vaat), söz vermek (vaat etmek), sucul (hidrofil), suçbilim (kriminoloji), suçlama (itham), suçsuz (masum), suçüstü (cürmü meşhut), suç yüklemek (iftira etmek), sulamaç (arazöz), suyuvarı (hidrosfer), sunma (ithaf), sunu ve istem (arz ve talep), suskunluk (sükunet), su yolu (kanal), sürdürmek (devam ettirmek), sürdürüm (abone), sürdürümcü (abonman), süreç (proses), süreğen (kronik), süreli (vadeli, periyodik), sürem (mevsim), süreölçer (kronograf), sürer durum (statiko), süresiz (vadesiz), sürgün (filiz), sürmek (devam etmek), sürümlük (kozmetik), süslenti (garnitür), süzek, süzgeç (filtre).

Ş.

şaşılası, şaşırtıcı (acayip, garip), şaşırmak (şoke olmak, hayret etmek), şaşırtı (sürpriz), şaşkına dönmek (şoke olmak, ambale olmak), şaşkınlığa uğratmak (şoke etmek), şen (neşeli), şenlik (festival), şimdi (halen, henüz), şimdi bile (hala), şişireç (pompa), şişkin (bombeli), şişlik (ödem), şölen (ziyafet)

T.

taban (zemin platform, kaide), tadım (çeşni), tahta (ahşap), takılgan (muzip), takım (kadro, komple, kafile, grup, tim, ekip), takımerki (oligarşi), takışmak (itiraz etmek), takma (prefabrike), takma saç (peruk), tamamlama (ikmal), tam bakım (check up), tam gün (fultaym), tamu (cehennem), tanı (teşhis), tanık (şahit), tanılamak (teşhis etmek), tanım (tarif), tanımak (teşhis etmek), tanımlamak (tarif etmek), tanınmış (meşhur), tanıştırmak (prezante etmek), tanıt (ispat, delil), tanıtlamak (ispat etmek), tanıtı, tanıtım (reklam), tanıtıcı (reklamcı), tanıtmak (takdim etmek), tansık (mucize), tapmak (ibadethane, mabet), tapıncak (fetiş, put, totem), tapıncakçı (fetişist, putperest), tapınç (kült), tapınış, tapınma (ibadet), tapmak (ibadet etmek), tarım (ziraat), tarımsal (zirai), tarih öncesi (prehistorik), tartım (ritm), tartımlı, tartımsal (ritmik), tartışma (münakaşa), tasa (gam, endişe), tasalanmak (gamlanmak, meraklanmak), tasar (plan), tasarçizim (dizayn), tasarı (proje), tasarım (tasavvur), taslak (kroki, maket, eskiz), taşıl (fosil), taşılbilim (paleontoloji), taşılbilimci (paleontolog), taşınabilir (seyyar, portatif), taşınır (portatif, menkul), taşınmaz (gayri menkul), taşınmak (nakletmek), taşıt (nakil vasıtası), taşıt gemisi (feribot), taşıyıcı (hamal), taş yağı (petrol), tecim (ticaret), tecimevi (ticarethane), tecimen (tacir, tüccar), tecimsel (ticari), tek –tekli- (single), tekdüze (monoton), tekel (patent, monopol), tekevlilik, tekeşlilik (monogami), tekten (perakende), telcik (lif), telcikler (elyaf), temel (esas), tepke (refleks), tepki (reaksiyon), terek (raf), tertemiz (pirupak), tez, tezelden (acele), tezyemek (fastfood), tıpkı (aynı, aynen), tıpkısı (aynı), tıpkıbasım (faksimile), tıpkıçekim (fotokopi), tiftik yünü (Angora), tinsel (manevi), titrem (ton), titremlemek (entonasyon, tonlama), titreşim (vibrasyon), tokgözlü (kanaatkar), toparlak (kürevi), toplaç (kolektör), toplam ürün (rekolte), toplanak (kamp), toplanca (kompleks), toplanım (miting), toplasını (güruh), toplubiçem (stilistik), topluçalışım (seminer), toplu görünüm (panorama), toplumbilim (sosyoloji), toplumcu (sosyalist), toplumculuk (sosyalizm), toplumsal (sosyal), toplutartışma (forum), toprak aşınması (erezyon), toprağa vermek (defnetmek), toprak (arazi), toprak kayması (heyelan), toptancı (distribütör), torba (poşet), tozan (zerre), töre (örf, adet, ahlak), törel (etik, meşru, ahlaki), tören (merasim), törençağrı (resepsiyon), törendüzen (protokol), töz (cevher), tunç (bronz), tutanak (zabıt), tutar (bedel, meblağ), tutku (ihtiras), tutkun (müptela, aşık), tutma (blokaj), tutsak (esir), tutu (rehine, ipotek, rehin), tutucu (muhafazakar), tutumbilim (iktisat, ekonomi), tutumbilimci (ekonomist, iktisatçı), tutumbilimsel (ekonomik, iktisadi), tutumlu (ekonomik), tutumsuz (müsrif), tutumsuzluk (israf), tükel (komple), tümce (cümle), tümdurum (kondisyon), tümel (külli), tümgün (fultaym), tümlev (integral), tümüyle (tamamen, sırf), tür (nevi), türdeş (homojen, hemcins), türe (adalet), türel (adli), türetmek (icat etmek), tütsü (buhar), tütünrengi (taba), tüze (hukuk, hak), tüzeci, tüzemen (hukukçu), tüzel (hukuki), tüzedışı (gayri hukuki), tüzük (nizamname).

U.

uç (limit, ekstrem), uçantop (voleybol), uçlaşma (kutuplaşma), uçman (pilot), uğraş (meslek, meşgale, meşguliyet), ulam (kategori), ulus (millet), ulusal (milli), ulusallık (milliyet), ulusçu (milliyetçi, nasyonalist), ulusçuluk (milliyetçilik, nasyonalizm), ulussever (milliyetperver), uluslararası (milletlerarası, enternasyonal), uluslararasıcı (enternasyonalist), uluslararasıcılık (enternasyonalizm), umar (çare, deva, dermen), umarsız (biçare, çaresiz), ummak (ümit etmek), umunç (emel), umutlanmak (ümitlenmek), umutlu (ümitli), umutsuz (ümitsiz), unvan (titr), urbilim (onkoloji), us (akıl), ussal (rasyonel, akli), usa vurmak (muhakeme etmek), usa yatkın (makul), usçu (rasyonalist, akılcı), usçuluk (rasyonalizm, akılcılık), usdışı (irrasyonel, akıldışı), usgücü (zihin), utku (zafer), uyak (kafiye), uyarı (ikaz), uyarıda bulunmak (ihtar etmek), uyarmak (ikaz etmek, dikkatini çekmek, tembih etmek), uyarlaç (adaptör), uyarlamak (adapte etmek), uyarlanmış (adapte), uydurma (icat), uydurmak (icat etmek), uygar (medeni), uygarlık (medeniyet), uygulama (tatbik, tatbikat, pratik), uygulamak (tatbik etmek), uygulamalı (tatbiki, pratik), uygulayım (teknik), uygulayımbilim (teknoloji), uygulayımbilimsel (teknolojik), uygulayımcı (teknokrat), uygulayımsal (teknik), uyuşturma (anestezi), uyuşturmak (anestezi yapmak), uyutmaca (ipnotizma), uyutum (ipnoz), uzakçeker (teleobjektif), uzaklık (mesafe), uzaklıkölçer (telemetre), uzayduyum (telepati), uziletişim (telekomünikasyon), uzluk (maharet), uzluk belgesi (bröve), uzman (mütehassıs, eksper, spesiyalist), uzmanlaşma, uzmanlık (ihtisas), uzun (maksi), uzunçalar (longplay).

Ü.

üçlü (triyo), ülke (memleket), ülkü (ideal), ülkücü (idealist), ülkücülük (idealizm), ün (şan, şöhret, nam), ünlü (şanlı, şöhretli, namlı), ürem (faiz, nema), üretim (prodüksiyon), ürkü (panik, dehşet), ürkünç (dehşetengiz), üsteleme (ısrar), üstelik (hatta), üsterme (ihale), üstlenim, üstlenme (taahhüt), üstlenmek (taahhüt etmek), üstlenici (müteahhit), üstün (süper, ekstra), üstünlük (avantaj, meziyet), üstün tutmak (tercih etmek), üşengeç, üşengen (tembel), üşüşme (hücum), üzerine (hakkında, dair), üzgü (eza, cefa, eziyet, dram), üzgüsel (dramatik), üzünç (dram, hüzün), üzüntü (gam, keder, teessür, hüzün), üzüntülü (kederli, mahzun), üzüntüsüz (gamsız).

V.

varlama (kabul), varlamak (kabul etmek), varlık (servet, mevcudiyet), varlıklı, varsıl (zengin), varlıklılık, varsıllık (zenginlik), varsıllaşmak (zenginleşmek), varlıkbilim (ontoloji), varoluş (mevcudiyet), varoluşçuluk (egzistansiyalizm), varsayım (faraziye, hipotez), varsayımsal (farazi), varsaymak (kabul etmek, farz etmek), verim (randıman, semere, bereket), verimli (bereketli, randımanlı, rantabl), verimlilik (rantabilite, prodüktivite), vuraç (raket), vurgu (aksan), vurgun (aşık, spekülasyon), vurguncu (spekülatör), vurgunsal (spekülatif), vurma (isabet), vurulmak (isabet almak), vuruş (darbe), vuruşma (muharebe).

Y.

yabancı (ecnebi), yabancı ayrıcalığı (kapitülasyon), yabancı para (döviz), yabanıl (vahşi), yabansı (tuhaf), yabansıl (egzotik), yabansılık (egzotizm), ya da (veya, veyahut), yadırgamak (acayip karşılamak), yadsıma (inkar), yadsımak (inkar etmek), yağmurluk (pardösü, trençkot), yağyakıt (fueloil), yakarı, yakarış (dua), yakından (yakınen), yakınma (şikayet), yakınmak (şikayet etmek), yakışıksız (nahoş), yakıt –yağ- (fuel oil) yalanlama (tekzip), yalanlamak (tekzip etmek), yalgın (serap), yalım (alev), yalın, yalınç (sade, basit), yalıtılmış, yaktık (izole),yalıtmak (izole etmek, tecrit etmek), yalıtım (izolasyon), yalıtkan (izolatör), yalvaç (peygamber), yalnızca (sadece), yan (taraf, cephe), yanardağ (volkan), yanay, yandan görünüş (profil), yançukur (şarampol), yandaş (taraflı, taraftar), yan etki (komplikasyon), yangeçiş (baypas, by.pass), yangı (iltihap), yangılı (iltihaplı), yangılanmak (iltihaplanmak), yangısız şiş (ödem), yanılgı, yanılma (hata), yanılmak (hata yapmak), yanıltmaç (paradoks), yanıt (cevap), yanıt olarak (cevaben), yanıtlamak (cevap vermek), yanıtlandırmak (cevaplandırmak), yankı (akis, eko), yankılanım, yankıdüzen, yankıbilim (akustik), yankılamak (aksetmek), yankılı (ekolu), yanlı (taraflı), yansız (tarafsız),yansızlaştırma (nötralizasyon), yansızlaştırmak (nötralize etmek), yanlışlıkla (kazara), yanlış söz (galat), yansı (akis, refleks), yansılama (taklit), yansılamak (taklit etmek), yansılayıcı (taklitçi), yansıtıcı (reflektör), yansıtımca (ruhb. paranoya), yapan (fail), yapay (suni, sentetik), yapı (bina, inşaat, bünye, strüktür, konstrüksiyon), yapı alanı (şantiye), yapı işleri, yapı kurma (inşaat), yapı kurucu (inşaatçı), yapıbilim (şekil bilgisi, morfoloji), yapılabilirlik (fizibilite), yapılageliş (teamül), yapılan işler (icraat), yapılmış (mamul), yapımcı (imalatçı, prodüktör), yapımcılık (imalatçılık, prodüktörlük), yapımevi (imalathane, fabrika), yapısal (strüktürel), yapıt (eser), yapmak (imal etmek, inşa etmek), yaptırım, yaptırma gücü (müeyyide), yarar (fayda, istifade, menfaat, semere, avantaj), yararlı (faydalı), yararsız (faydasız), yararlanmak (faydalanmak, istifade etmek), yararcı (pragmatist), yararcılık (pragmatizm), yararlık, yaraşık, yaraşıktık (liyakat), yararsızca (beyhude), yaraşır (layık), yaratı (kreasyon), yaratıcı (kreatör, mucit), yaratım (kreasyon), yaratmak (icat etmek), yardım etmek (asitse etmek), yardımsal (sübvansiyonel), yargı (hüküm), yargıcı (hakem), yargıç (hakim), yargıevi, yargıhk (mahkeme), yargılama (muhakeme), yargılamak (muhakeme etmek), yargılı (mahkum), Yargıtay'a iletmek (temyiz etmek), yarım gün (part taym, part-time), yarıson (dömifınal), yarışımcı (atlet), yarışımcılık (atletizm), yarışma (müsabaka), yarıştan çıkarmak (diskalifiye etmek), yarış yeri (pist), yarış yolu (parkur), yarıyıl (sömestr), yarkurul (komisyon, encümen), yarman (hek. cerrah, operatör), yas (matem), yasa (kanun), yasaca (nizami), yasa dışı (kanunsuz, illegal, usulsüz, keyfi), yasal (kanuni, legal, meşru, nizami), yasallık (meşruiyet), yasalaşmak (kanunlaşmak), yasaya aykırı (gayri meşru, gayri kanuni), yaşa (bravo), yaşam (hayat, ömür), yaşam biçimi (hayat tarzı), yaşam boyu tutukluluk (müebbet hapis cezası), yaşam deneyimi (hayat tecrübesi), yaşamöyküsü (biyografi), yaşdönümü (hek. andropoz, menopoz), yaşıt (akran), yaşlı (ihtiyar), yaşlık (rutubet), yatırı (mevduat), yatırım (tevdiat, plasman, envestisman), yatırımcı, yatırman (mudi), yatırmak (tevdi etmek, teslim etmek), yatışmak (sakinleşmek), yatıştırıcı (müsekkin, sedatif, trankilizan), yatıştırmak (teskin etmek), yay (kavis), yayçizer (pergel), yaygın söylenti (tevatür), yaygın yanlış (galatımeşhur), yayıcı (difüzör), yayım (difüzyon, emisyon), yayılgan (popüler), yayılgı (tayf), yayılım (ekspansiyon), yayılımcı (emperyalist, ekspansiyonist), yayılımcılık (emperyalizm, ekspansiyonizm), yayımlamak (neşretmek), yayımlanmak (neşredilmek), yayın (neşriyat), yazıdüzen, yayındüzen (redaksiyon), yayın düzenci (redaktör), yayla (plato), yaymaca (propaganda), yazanak (rapor), yazanakçı (raportör), yazdırım, yazdırma (dikte), yazgı (kader, baht), yazık tartışma (polemik), yazım (imla), yazın (edebiyat, literatür), yazın yükümlü (mükellef, mecbur), yemek altı (ordövr), yemek hizmeti (catering), yemek listesi (mönü), yenilmek (yenilgi almak), yerine getirme (infaz), yıl aşırı -iki yılda bir yapılan- (bienal), yükümlülük belgesi (taahhütname), yükyeri (bagaj), yürek (kalp), yürek gücü (maneviyat), yürürlükteki yasalar (mevzuat), yürütmek (icra etmek), yüz (surat, çehre), yüzde, yüzdelik (komisyon), yüzdeci (komisyoncu), yüzyıl (asır).

Z.

Zamanlama (tayming), zıtlık –karşıtlık, uyumsuzluk- (kontrast), zorunlu (zaruri, mecbur, farz), zorunluluk (zaruret, mecburiyet), zorunlu olarak (mecburen)...

doğru yazımlar

iron
A. Açıkgöz, Adale, Aforoz, Agrandisman, Ağababa, Ağabey, Akbaba, Akordeon, Aktris, Altyapı, Alüminyum, Ambar, Amber, Ameliyat, Anadil, Anakent, Anestezi, Anneanne, Antlaşma, Antrenman, Aperatif, Ara sıra, Arabozan, Ardı sıra, Aritmetik, Arka arkaya, Arozöz, Art arda, Artist, Astsubay, Atardamar, Atasözü, Ataşe, Aut.

B. Balıksırtı, Ballıbaba, Balmumu, Basımevi, Basmakalıp, Başörtüsü, Beşibirlik, Biçerdöver, Bijuteri, Bilirkişi, Bindallı, Bir an önce, Bir an, Bir anda, Bir kez, Bir Parça, Bir sıra, Bir şey, Bir tane, Bir tanem, Birazdan, Birçoğu, Birçok, Birkaç, Birtakım, Boş vermek, Boş yere, Bugün, Bugünkü, Büyükbaba, Büyütmek.

C. Camgöbeği, Ceket, Cımbız, Cıvata.

Ç. Çaçaron, Çalakalem, Çalıkuşu, Çekidüzen, Çöpçatan, Çöreotu.

D. Demiryolu, Deveboynu, Devedişi, Devetabanı, Dinozor, Direkt, Dışalım, Dışişleri, Doküman, Düztaban.

E. Ebegümeci, Eksantrik, Elektrik, Eli açık, Eloğlu, Epeyce, Elvermek, Enfarktüs, Enfeksiyon, Ensülin, Entelektüel, Enternasyonal, Er geç, Eşgüdüm, Eşkıya, Eşofman.

F. Fantezi, Fildişi, Film, Fiyat, Folklor.

G. Gardırop, Gazyağı, Gelgit, Genelkurmay, Gözdağı, Göztaşı, Günaydın.

H. Hanımgöbeği, Havagazı, Hegemonya, Hemşehri, Hep beraber, Hep birden, Her bir, Her biri, Her gün, Her halde, Her nasılsa, Her şey, Her yıl, Her zaman, Herhangi bir, Herhangi biri, Herhangi, Herkes, Herkesçe, Hıfzıssıhha, Hiç değilse, Hiç kimse, Hiçbir şey, Hiçbir vakit, Hiçbir, Hiçbiri, Hinoğlu, Hoş bulduk, Hoş geldi, Hoşgörü.

İ. İlkbahar, İlkokul, İpucu, İstavroz, İyi niyet, İzmarit.

J. Jandarma, Jeneratör, Jimnastik. Jüpon.

K. Kabakulak, Kadıngöbeği, Kakofoni, Kambur, Kamuoyu, Kapalı çarşı, Kaparo, Karafatma, Karasu, Kargaburnu, Karnabahar, Karnıyarık, Kartotek, Katsayı, Kavuniçi, Kazandibi, Kazayağı, Kazazede, Kılkuyruk, Kırkambar, Kırkayak, Kırkbayır, Kırkikindi, Kişizade, Kızılbaş, Kızılkurt, Kol bağı, Komünist, Kondisyon, Konservatuar, Konsomatris, Kontakt, Konu komşu, Kooperatif, Koordinasyon, Koreografi, Koşar adım, Kördüğüm, Körebe, Krupiye, Kupür, Kurdele, Kurtağzı, Kuşbaşı, Kuşburnu, Kuşpalazı, Kuvöz, Kuzukulağı, Külhanbeyi, Külot, Küsur.

L. Laboratuvar, Lanet, Loğusa.

M. Maalesef, Maazallah, Maestro, Makine, Mal olmak, Mantalite, Matbaa, Matbuat, Megaloman, Menüsküs, Meteoroloji, Meyve, Mezbele, Midibüs, Minibüs, Mokasen, Motosiklet, Mücadele, Müsaade, Mütalaa, Müteahhit, Müteakiben, Müteakip, Mütehassıs, Mütemayil.

N. Ne mümkün, Ne olacak, Ne olur, Ne var ki, Ne var ne yok, Ne var.

O. Ortaoyunu, Ovmak.

Ö. Öngörmek, Önsezi, Önsöz, Ötenazi, Övmek.

P. Palabıyık, Pantolon[216], Pek çok, Perhiz, Peştamal, Pisboğaz, Potpuri, Prefabrike, Promosyon.

R. Rastlamak, Raunt, Reddetmek, Rehabilitasyon, Ret oyu, Römork, Röportaj.

S. Sağduyu, Sanayi, Sarımsak, Selüloz, Semizotu, Seyahat, Sezaryen, Sığırdili, Sıkı fıkı, Sıhhatli, Silahşor, Siluet, Sinekkaydı, Sıra sıra, Slav, Sonbahar, Söz etmek, Stres, Suçiçeği, Sutyen, Süleymaniye Camii, Sürpriz.

Ş. Şambaba, Şefkat, Şofben, Şoför.

T. Tabi, Tabii, Tahliye olunmak, Tahribat, Tahrifat, Takdir[217], Tasfiye, Tekel bayii, Tereyağı, Terörizm, Tesviye, Tişört, Trotuvar, Tuzruhu.

U. Uvertür, Uyurgezer, Uzayadamı, Uzaygemisi, Uzun atlama, Uzun hava, Uzunçalar.

Ü. Ültimatom, Üstdil, Üstdudak, Üstyapı, Üzengi.

V. Var olmak, Varsayım, Vatanperver, Virtüöz, Vizite, Vurdumduymaz.

Y. Yalnız, Yan yana, Yanardağ, Yanı sıra, Yanlış, Yavruağzı, Yerelması, Yol açmak, Yurtdışı, Yurtiçi, Yüzsuyu.

Z. Zatürree, Zilzurna.
2
11 /