en büyük yalan

Makinelitüfek
Gerçekliği olmayan, söyleyenin çıkar, manipüle amacı güttüğü hebele'lerin en büyük olanıdır, hele bir de dost söylüyorsa acılısındandır.
Buna bir örnek verecek olursak, Tanrı'nın aslında var olmadığı değildir, çünkü bu ailelerimiz tarafından doğru kabul edildiği için bize böyle aktarılmıştır, art niyet veya aldatmaca yoktur. Dolayısıyla söyleyen de bunun yalan olduğunu bilmediği için yalan sayılmaz, özü itibarı ile yalan olsa da.
Aslında burada bahsedeceğim şey biraz daha farklı, bir anı mahiyetinde. Uzatmadan anlatayım.
2014'ü 2015'e bağlayan sene, 2015 ilkbaharı. Liseyi 5. senesinde zor bitiren bir öğrenci olarak son demlerini yaşıyor olduğum okuluma gidiyorum. Arkadaşlarla her şeyi taşağa vuruyoruz, dalga geçmediğimiz hiçbir şey kalmamış, hocalar artık bitse de siktir olup gitseler diye bakıyor. Tüm o güzel anların yanında benim içimde hep bir burukluk var, kaç yaşımdan kaldığını bilmediğim. Ve orda öylece gülümsüyor bana, özellikle de mutlu anlarımda.
Her neyse. Mart 2015, yani ygs'ye gireceğimiz zamanlar. Elif diye bir arkadaşım vardı, eski sevgilim ile ortak arkadaşımız. Onun aracılığı ile tanışmıştık, iyi bir insandı. Bana önemli bir konu hakkında konuşmamız gerektiğini söyledi, sorduğumda da onun hasta olduğunu söyledi. ''O'' diye hitap edeceğim kendisinden, ismi mühim değil. Her neyse, hastalık diyince önemsemedim açıkçası, ne yapabilirim gibisinden bir şeyler dedim. İş ciddi dedi, öyle ki bayağı ciddiymiş. Kız 4. evre kolon kanseriymiş.
Bütün dünyam başıma yıkıldı o an. Unuttuğunuz ve artık daha fazla kurcalamamanız gereken, ama sizin için saf sevginin anlamı olan ilişkiniz vardır ya, o kız benim için öyleydi. Bir şey belli etmedim fazla, soğukkanlı olmaya çalıştım. Dedim ki Elife, kızım, bu bana yalan söylüyordur, daha önce de nişanlandığını söylemişti. Döndürmek için bunu da yapar, imkânsız değil dedim. Azarladı beni, yazıklar olsun, böyle bir durumda düşündüğün şeye bak, sen böyle karaktersiz olamazsın vesaire. Yerin dibine soktu bayağı beni. Tamam diyebildim, gerçeği söylediğini anlamıştım. Yalan sayılmayan gerçeği.
Akşam eve gidince odama geçtim, yatağımın kenarına oturdum öyle. Ellerimi başımın arasına almış düşünüyorum, kıpkırmızı olmuşum. Annem yemek hazır dedi o an, geçtim sofraya ama ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Tanıyan insanlar bilirler, erkekler için büyük ayıptır ama benim için ayıptan ziyade son demektir ağlamak. Ailemle fazla bir paylaşımımın olmadığı gibi o meseleden de renk verecek değildim, kendime hakim oldum, kalktım sofradan. Arkadaşlarıma falan da anlatmayı düşünmüyordum. Asıl sebebi böyle bir acıyı yüklenmemelerini istediğimden mi, yoksa ağırlığını kavrayamayacakları için aptal aptal ''boşver be aga'' tavsiyelerini dinlememek istediğimden mi halen bilmiyorum. Söylemedim işte kimseye.
Haberi aldığım günden sonraki 2 hafta ailesinden birini kaybetmiş birininki gibiydi ruh halim. Yaptığım hiçbir şeyden zevk almadım, içimde saklanan karanlık geri gelmişti sanki. Ve karşılaştığım hiçbir şey gibi değildi, ölümdü bu. Kızla inadına konuşmuyordum, tek bildiğim şey öleceğiydi. Biliyordum, çünkü araştırmıştım. Öleceğini biliyordum işte, zaman bile biçmiştim. Boş bulunduğum bir dakika oturur köşeye düşünürdüm, ortaokuldaki acil eylem planımı mı devreye sokmalıyım, hani her şeyi siktir edip sona varmayı düşlediğimde aklıma gelmiş olanı. Erteledim, erteledim hep. Arkadaşlarım yanımdaydı ama ben yoktum, konuşuyordum ama kelimeler benim ağzımdan dökülmüyordu, ve o aralar sahteydim, arkadaşlarım da fark etmişti. Laf ile tabiri çok zor olan bir durum, en azından bunu anlayacaksınızdır.
Bir ay sonra konuştuk ama hastalığını bildiğimi söylemedim, Antalya'daydı. Eskiden yaşananları es geçip iyi şeylerden söze başlamıştık, iyi gibi de olmuştu. Beni Antalya'ya davet etti tatilde. Gelirim dedim, mutlaka gel dedi. Tamam dedim, konuşmadık sonra bir süre.
Yüzüm artık eskisi gibi kızarmıyordu, yalnızca düşünüyordum o aralar, düşünüyordum, ne yapabilirim bana reva olmayan bu hayatta, ondan sonra ne kadar süre yaşamalıyım? Mektup yazmayı, ardından intihar etmeyi bile düşünmüştüm. Sonra, onlar da düşünülür dedim. Bir süre bıraktım düşünmeyi. Yıllardır okul ile işi birlikte idare ettiğim için işime verdim o aralar kendimi.
3 senelik bir arkadaşım vardı, onun da ismini söylemeyeceğim. Şu an kendisi başka bir şehirde okuyor. Kardeşim dediğim adamlara vermediğim sırlarımı verdiğim olmuştu, o kadar güveniyordum. Bunu da ona söylemiştim herkesten önce, o bilsin istemiştim ve beraber göğüsleyelim istemiştim. Söyledim ona da. Acımı paylaşmıştı, minnettarım. Özellikle ondan bahsetmemin sebebi şu, ona o kadar değer veriyordum ki, ona olan sevgimin manası neydi bilmiyordum. Halen bilmiyorum. 1.5 sene oldu ve okuduğu şehirde sevgilisi olunca yabana attı beni, hiçbir şey olmamış gibi. Tüm arkadaşlığımızı bitirip bir selam bile vermedi. Ben de tek kelime etmedim sonrasında, salakmışım dedim ve geri kalan her şeyi bastırdım. Burda ondan bahsetme sebebimi bir parça anlayacaksınız yazı bitince.
Subaylık en büyük hayalim olmuştu, o üniforma, o şanlı meslek, hatta bundan ziyade görev, beni her daim çekmişti. Özellikle Mustafa Kemâl Atatürk'ün de bir kurmay subay oluşu bana ilham veriyordu, subaylık izzetinefsini, şerefini tatmak idealimdi. Başvuru yapmıştım ve bekliyordum. O an önümdeki seçenekleri nasıl değerlendirdiğimi birebir hatırlamıyorum ama, bugün kör kurşuna gitsem bile umrumda olmayacak olması, bana o günlerden kalan bir hatıradır. Hayatımdan o sıralar vazgeçtim ve asla umursamadım. O öldükten sonra yalnızca Anadolu insanının gözünü yaş bırakan alçaklardan hesap soracaktım, alnını karışlayacaktım onların. Ve kör kurşuna gitsem bile gözüm arkada kalmayacaktı. Çünkü onsuz bir dünya kalacaktı. Kendimi nefret ile diri tuttum.
Bunu ciddi ciddi düşünmüştüm, ailemi umursuyordum bu meselede, bunun için sonlandırma konusunda bir nebze teredütteydim, bencillik olacağı için. Bir alternatif bulmuş sayılırdım, ve zaman da gelmişti. Haziran ayıydı, yanılmıyorsam 27'sinde çağırıldım ve gittim. Ankara'ya ilk gidişimdi. Arkadaşlara falan haber etmiştim, bu geleceğimi değiştirecek şehre ilk adımımdır demiştim. Fakat işler düşlediğim gibi gitmedi. Sağlık ve spor mülakatlarını geçtiğimin ertesi günü elendim. Sözlü mülakatlardı. Komutanları suçlamadım hiç, torpil mevzusuna da takılmadım. Yalnızca başımı öne eğerek çıktım harbiyeden. Ve psikolojimin bozulduğuna kesin olarak kanaat getirdim.
Kaldığım otele güç bela vardığımda çantamı bir kenara fırlattım. Kendimi nasıl sıktığımı, nasıl hakim olmaya çalıştığımı dün gibi hatırlarım. O gün ne varsa dökmüştüm, boyun damarlarım kabarana, gözlerimde iz kalana kadar ağladım. Benim böyle olurdu, çöle yağan yağmur gibi gelirdi. Sonra sustuğumda başımı dik tutar, bunun utancını unutmaya çalışırdım. Öyle oldu. Ailemi arayıp haber verdim, istediklerinin olduğunu, kazanamadığımı söyledim, artık teslim oluyorum dedim, istediğiniz bölümü okuyacağım.
Kafamda tek bir düşünce vardı, ne zaman intihar edeceğim. Birkaç ay sonra kız ölmüş olacaktı, arkasından da ben gidecektim. Öyle icap ediyordu ve öyle gerekiyordu. Sezdirmeden arkadaşlarımla veda babında buluşmaya kadar düşünmüştüm. Bahsettiğim o ''bilen'' arkadaşımın ise hatıra defterine her şeyi dökmüştüm, bu yüzden öyle icap ediyordu, mesleğimde onurumla ölmüyorsam vazifem gereği ölecektim. Can tatlıdır diyenlerin gülmelerini kesmek için.
Ama, gördüğünüz üzere buradayım.
Kızla son bir kez konuştum, ne zaman geleceğimi soruyordu. Bahaneler uydurdum sadece, yüzünü görmek istemiyordum. Ölmesini bekleyecektim. Sonra da gidecektim. Ailemin ne duruma düşeceğini de umursamıyordum artık.
Sonra, beklemeye başladım.
Temmuz bitti, Ağustos bitti, Eylül bitti, Ekim bitti, Kasım bitti, Aralık bitti… Bitti oğlu bitti.
Kızın ölüm haberi halen ulaşmamıştı, ve Elif'ten o telefon geldi. Soğukkanlı bir şekilde açtım, yılbaşı gecesiydi. 2016'nın ilk gününe girerken.
Bana, onun bana yalan söylediğini söyledi. Ve kendisinin de gerçeği 2 ay önce öğrendiğini. Öğrenince söylemekten korktum dedi, şimdi söyleyebiliyorum dedi. Şaka yapmıyordu, durum oydu. Tamam dedim, önemli değil. Gerçekten de öyleydi, önemli değildi. Kapatıp eve dönmüştüm. Hiçbir şey hissetmiyordum çünkü o geçen aylarda beynimle baş başa kalmam beni kaşarlaştırmıştı. Kızla da sadece ölümünü bekleyip konuşmadığım için ona da hiçbir şey yazmadım, ne kadar orospu olduğunu bile.
İşte, o gün bu gündür bu böyleyim. Uzatmaları oynuyormuş gibi hisseder, boş beleş yaşar, hiçbir şeyi siklemez, uzaydan gelme kadar yabancı davranırım bazen.
Ve bugün bana diyorlar ki, sen neden ufacık konularda parlayıp, önemli meseleleri siklemiyorsun, veya neden sıradan insanlar gibi hayaller kurmuyorsun, veya ''neden kadınlardan(:d) uzak duruyorsun?''
Yukarıda anlattıklarım ortalama 8-9 aylık meseleydi ve en ince teferruatı da cabası. Vaktiyle en güvendiğim 2 insandan bahsettim, ikisi de farklı şehirlerde ve paylaştığımız her şey yalanmış. Nasıl böyleyim değil, nasıl böyle olamazdım diye sormalı başta. Ve havacılık okumama rağmen okumuş bulunduğum yüzlerce kitabın biri bile havacılıkla ilgili değil, geleceğe dair hayalim veya beklentim yok, konudan da anlayacağınız üzere artık kadınlara karşı elimde hazır bir şekilde bir kalkan bekletiyorum. Sebebi neden diye soranlar için söyleyeyim, işte o ''en büyük yalan''dan dolayı.
Ama… bonusu da var bunun. Kendime söylediğim en büyük yalan, ve o da yukarıda geçti.
İçimde kalan ukde, 2015'in öldürdüğü asıl şey sevgimle birlikte hayallerim de oldu, geleceğe dair amacımı kaybettim, ve bu yüksek ihtimalle kendime yalan söylemiş olmamdan kaynaklıydı, mükemmel bir subay olacağım gerçeği, aslında gerçek değildi. Artık anlıyorum ki benden bir halt olmaz.
Bu da kendime söylediğim yalanlarda başı çeker. Öyle ki, rafımda bulunan her iki kitaptan birinin harp ile ilgili olması bu gerçeği doğrular niteliktedir. İnsan yaşamak için belli oranda yalana ihtiyaç duyar çünkü. O rafta duran kitaplar da benim kendime söylediğim yalanlardan bazılarıdır. Bilgi acıdır aynı zamanda, gün geçtikçe bir şeyleri görmek de bir nebze yalanı gerektirir. Gerek sebepsizce ölen insanlar, gerek tabiatın anlatılmaz acımasızlığı. Bunun için bazı noktalarda tecrübe ve yaşamışlıklar olduğu kadar düşünceler de mühimdir. Bazı insanlar o kadar cahildir ki ne yaşarsa yaşasın bir çıkarım olmaz onun için, yalnızca Allah böyle yazmış diyip geçerler. Bazılarının ise bir şey yaşamaya ihtiyacı yoktur, beyinleri öldürür onları. Ben de bir şey yaşamamıştım ama beynim tarafından içimdeki bazı şeyler katledilmişti, bunun tek sebebi ise yalandı.
nochomar
yaw şu aptulhamit çok akıllıydı yaw. bir tane çekmece yapmış bu masonlar çekiç falan bulamamış açamamışlar. ameriga bizi kıskanıyor vb.
0 /