confessions

neptune

Viski  · 2 Haziran 2017 Cuma

  1. toplam giri 66
  2. takipçi 24
  3. puan 1169

köchel dizini

neptune
özellikle klasik müzik dinleyicisinin, wolfgang amadeus mozart'ın bir eserini dinlemek için arama yaptığında, karşısına kv veya k sözcüğünün çıktığını ve bu harflerden sonra da bir sayı ile karşılaşacağını söylemek mümkün. bu başlığı açma nedenim de bunun ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmak.

kısaca şöyle diyebiliriz ; Almanca (Köchel-Verzeichnis) denilen bu dizin orijinal olarak ; Ludwig von Köchel, tarafından geliştirilmiş olan ve wolfgang amadeus mozart tarafından bestelenmiş müziksel eserlerin tamamının kronolojik şekilde sıralanması şeklindeki bir dizindir. Mozart'a ait her esere ya K veya KV ile başlayan bir sıra numarası verilmiştir. Örneğin, Mozart'in KV 626 olarak sınıflandırılmış eseri "Re-minör Requiem" olup Mozart tarafından bestelenmiş olan 626 cı parçadır. Köchel dizin numarası böylece her Mozart eserleri için kısa kesin isim sağlar; hem de o eserin diğer eserlere nazaran kronolojik yapım tarihini açıkca gösterme amaçlıdır.

bu dizinin kronolojik olma özelliği şuradan ileri geliyor. özellikle sıra numarası 100 den büyük olan numaralar, basit bir matematik işlemi ile, bize o eserin wolfgang amadeus mozart tarafından kaç yaşında bestelendiğini ve buradan yola çıkarak da, eserin ortaya çıkış tarihini vermeye yarıyor ve bu sıralama da onu amaçlayarak yapılmış. yani basit şekilde söylersek, kv den gelen sonra sayı büyüdükçe, mozart'ın o bestesinin zamansal olarak daha sonraya denk geldiğini anlayabiliriz. nitekim yukarıda sözünü ettiğim, mozart'ın kv 626 eseri aynı zamanda, onun son eseri olarak bilinen "Requiem" dir.

gelelim basit matematik işlemi ile, mozart'ın hangi eserini kaç yaşında yazdığına ve tabii diğer bir deyişle hangi yılda yazdığının bulunmasına. bunun için söz konusu eserin numarasını diyelim ki benim bugün paylaştığım 25.senfonisi olsun (ki bu eser köchel dizinin de kv 183 olarak geçer). burada söz konusu numarayı önce 25 e bölüyoruz. yani 183/25 çıkan sonuca da 10 ekliyoruz. yani 183/25 + 10. ki bu bize mozart'ın o eserini kaç yaşında bestelediğini verir. mozart'ın doğum yılını ezberinizde biliyorsanız ki bu da 1756 yılıdır, elde ettiğiniz sayıya o sayıyı ekleyerek, eserin besteleniş tarihini bulmanız da mümkün oluyor haliyle.


wolfgang amadeus mozart

neptune
şüphesiz ki zevkler tartışmaya açıktır. bu nedenle mozart'ın eserlerini dinlemeyi sevmeyebilirsiniz. ancak başlığı açan yazar arkadaşımızın dediği gibi, bu onun, tüm zamanların en büyük kompozitörü olduğu gerçeğini değiştirmez.

oldukça kısa sayılabilecek yaşamı, gerek maddi, gerekse manevi olarak tam anlamıyla gel-git ler ile dolu olan mozart'ın, ölümü sonrasında kronolojik olarak eserleri toplanmaya çalışılmış ve 626 gibi muazzam bir sayıya ulaşılmıştır.(bkz:köchel dizini) bu sayı şu açıdan önemlidir. mozart'ın kabaca 30 yıl boyunca beste yaptığını söylersek şayet, bu eşsiz dehanın yaklaşık olarak neredeyse 2 haftada bir eser yazdığı sonucuna ulaşabiliriz (bu da yılda yine yaklaşık olarak 24 eser demektir). dolayısıyla sırf üretkenliği dolayısıyla bile, saygıyı fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum.

vakti zamanında, facebook da hakkında sayfa açmaya, farklı platformlarda wolfgang amadeus nickini kullanmaya varacak ölçüde çok seviyorum ben mozart'ı. her mozart severin, şüphesiz ki, favorisi olan bir eseri de mevcuttur. şahsım için de durum böyle ve bu eseri şimdi burada paylaşmak istiyorum. tam adı "symphony no. 25 in g minor" olan, bizde bilinen adıyla 25.senfonisi dediğimiz bu eserinin, hemen pek çok senfoni de olduğu gibi 4 bölümden oluştuğunu ve paylaşacağım favori olarak nitelendirdiğim kısmının da, giriş bölümü de diyebileceğimiz, "allegro con brio" olduğu bilgisini ekleyeyim. bu arada unutmadan, bu müzikal zenginliğe ve coşkuya kulağınızı verirken, mozart'ın bunu bestelediğinde henüz 17 yaşında olduğunu da aklınızda tutmanızı özellikle rica ediyorum. işte bu yüzden böyle insanlara "deha" deniliyor.





hamileyim

neptune
bir beyanda bulunma sözcüğü. hamilelik halini belirtmek için söylenir. hamile olma durumu, hamile olan kadının içinde bulunduğu şartlara göre, birbirinden 180 derece ayrılan tepkilere neden olur. yani istenilen ve beklenilen bir durumda gerek hamile olan kadın için, gerekse bu sürece katkısı olan ve/veya beklentisi olan erkek için çok büyük bir mutluluk kaynağı olabileceği gibi, her iki taraf için de, kabus gibi bir durum olarak da ifade edilebileceği anlar da mevcut olabilir.

iyi niyet taşısa dahil, bu beyana karşılık verilebilecek en kötü ilk tepki "kimden ?" sorusudur.

not : kadın değilim, empati yapmaya çalıştım :/

türk insanının ölümü kabullenememesi

neptune
esprili de olsa doğru bulduğum tespitler ile desteklemişsin bu argümanını. katılıyorum. işe biraz daha genel yaklaşmak adına ekleyebilirim ki sadece türk insanı değil aslında dünya genelinde mevcut bir durum bu. elvis presley, michael jackson ve hitler örnekleri yeryüzündeki pek çok coğrafya da geçerliliğini koruyor çünkü. şahsım adına konuşursam ölümü "gerçeklik adına" elbette kabul ediyorum da, bir tür tepki mevcut buna karşı. sanırım biraz da yaşsal ve çevresel nedenlerden ötürü.

laik sözlük

neptune
açıklayamadığım bir şekilde pozitif duygular hissettiğim bir sözlük bu. burada kendimi özgür hissediyorum. yazdıklarım okunmuş,okunmamış, oylanmış oylanmamış gibi tasaları olan bir insan değilim. yeter ki herhangi bir konu hakkında özgürce yazabileyim. tek isteğim bu. şu ana kadar görebildiğim kadarıyla açılan bazı başlıklar tam da yazmak istediğim konular üzerine denk geliyor. henüz başlık açmadım, ilerleyen zamanda illa ki o da olacaktır. sağlam kalemi olan yazarlar mevcut. onun dışında goygoydu, geyikti vs. şeyler hemen her sözlükte oluyor. bu tip şeylere çok takılmıyorum ve rahatsız da olmuyorum, hatta zaman içinde ben de katılabilirim. zaten bana göre sözlük yönetiminin sahasına giren bir konu bu, sadece yazar olan biri için çok kasılması gereken bir durum değil bence.

özetle sadece adı dolayısı ile değil, içerik açısından da, şahsım için tatminkar bir yer burası. umarım öyle de devam eder.

not: mayıs ayı interaktif sözlük sıralaması istatistik verilerini incelerken varlığından haberdar oldum. sanırım öncesi de mevcutmuş. geç de olsa, varlığından doğrudan kendim haberdar olduğum için (davet vs. yollarla değil) de, ayrıca benimsemiş olmam mümkün.
4

liberalisti seri eksileme etkinliği

neptune
yaklaşık yarım saat önce içerisinde, kendisine ait favladığım entryler olduğu için, katılmam halinde kendimle çelişkiye düşeceğim bir etkinliktir. bu nedenle aynı zamanda, katılmamın mümkün olmadığı bir etkinliktir. kendisini tanımıyorum hoş buradaki hiç bir yazarı tanımıyorum. bir kaç sözlükte yazarlık hesabım olduğu halde, burayı sevdim ben. yazarların birbirlerine takılmalarında bile bir düzey var (bu konuda ciddiyim, istisnalar kaideyi bozmaz). o nedenle şimdilerde olmasa da, belki ilerleyen süreçte bu tarz "sosyal etkinlikler" hakkında daha aktif bir pozisyon içine girebilirim, onu henüz kestiremiyorum. eyyorlamam bu kadar, teşekkür ederim.
3

ölümsüzlüğü mümkün kılabilecek şeyler

neptune
Başlığı açan yazar arkadaşın aksine, ruh kavramına inanmadığım için (teizm kökenli ruh kavramından bahsediyorum), benim "ölümsüzlüğü mümkün kılabilecek" şeylerden anladığım, organizmaların üzerine yapılabilecek çalışmalardır.

Neden ölüyoruz sorusunun en basit cevabı, "hücrelerin yaşlanması ve akabinde gerçekleşen ölümünü" engelleyemediğimiz için şeklinde yanıtlanabilir. burada anahtar soru şu, bu neden oluyor ? aslında insan başta olmak üzere, tüm canlılarda, bazen belirli bazen ise süresiz biçimde ölen hücrelerimizin yerine yeni hücreler geliyor. ama sıkıntı şu ki, bu süreklilik arz eden bir durum değil. en basitinden herhangi bir yerimiz kesildiğinde, açılan yaramız kapanıyorsa, bunu bedenimizin hücrelerini yenilenme mekanizmasına borçluyuz. fakat bu süreç "zaman" diye adlandırdığımız bir süre ile kısıtlı. veya bazı bölgelerimizde ki hücrelerin ölümü halinde yenilenme işlemi hiç gerçekleşmiyor ya da ölen hücre sayımız belirli bir süreden sonra yenilenen hücre sayımızın çok altında kalıyor. böyle olunca da, canlıların yapı taşı olarak adlandırdığımız hücreler azaldıkça, bütünlük anlamındaki yapı çöküyor ve sonunda o bütünlüğü sağlayan şey tümden yok oluyor. işte bu; önce yaşlanma sonrasında ise ölüm dediğimiz sürecin gerçekleşmesi demek zaten. hücrelerimiz öldüğü için ölüyoruz.

aslında ölümsüzlük denilen kavram mevcut ve saklanan bir sır da değil. ancak bu çoğumuzun anladığı anlamdaki "ölümsüzlüğe" denk düşmüyor. zira bana göre de, an itibariyle ölümsüzlüğü başarabilen bir canlı yeryüzünde mevcut değil. ama bazı bilim çevrelerince "ölümsüz" olarak kabul edilen pek çok canlı türü mevcut.
http://www.evrimagaci.org/fotograf/55/7602

burada "öznel varlık" kavramının pas geçildiğini görüyoruz. bir tür kopyalama söz konusu. oysa benim ve pek çok insanın kafasındaki "ölümsüzlük" kavramına denk düşmüyor. ben sadece fiziksel form olarak mevcudiyeti devam ettirmekten bahsetmiyorum. kaldı ki, yukarıdaki linkte verdiğim şekli ile, bunun gerçekleşmesi ancak ve ancak kopyalama yöntemiyle mümkün. öte yandan ; şahsım için "bilinç" kavramı, söz konusu kopyalara bire bir aktarılmadığı sürece (ki şüphesiz ki çevresel faktörler de bilinç üzerinde doğrudan etkilidir, yani aynı zaman ve koşulları yaratamadığımız sürece, bilinci kopyalasak bile aslı ile arasında bir değişkenliğe uğraması kaçınılmazdır) ölümsüzlük kelimesinden bahsetmek pek doğru gelmiyor.

o halde hem formsal hem de bilinç olarak, sınırsız bir zaman dilimi içinde yaşayabilmeyi başarabildiğimiz an da, gerçek anlamda "ölümsüzlüğe" ulaşabiliriz demek, bana göre en gerçekçi tanım olacaktır. bunun için de başta belirttiğim, hücrelerin ölümünün önüne geçmek gibi bir amaç peşinde çalışmalar yapılmalıdır. görünen o ki, bilimsel gelişmeler, şimdilik sadece süreci uzatmaya yönelik yönde başarı sağlamaya yöneliktir. ölümsüzlük hali iyi midir, kötü mü ? bu apayrı bir tartışma konusudur. ona bu başlıkta hiç girmeyeyim :)

gözlemlemeyi seven insanlar

neptune
bu biraz da algıların açıklığı ile ilgili bir durum bence. yani sevmek veya sevmemek gözlem gücünüzü çok etkilemiyor.bu açıdan hafızaya benzetebiliriz, gözlem yapmayı. hafıza geliştirilebilir, ancak şayet doğuştan gelen kuvvetli bir hafızaya sahipseniz, "beyniniz kayıt tuşu basılı kalmış bir cihaz gibi çalışır". yani isteyip istememek bir şeyi değiştirmez, otomatik olarak kaydedersiniz yaşadıklarınızı.

soruya cevabıma gelince, ben de gözlemlemeyi severim evet ve faydasını çok gördüm.

soğuk savaşı doğu bloğu kazansaydı

neptune
şahsi görüşüm doğu bloğu dağılmış olsa da, "soğuk savaş" dediğimiz durum, hali hazırda devam etmektedir. bu dönemin başlangıcını, 2. dünya savaşı sonrası yakın aralıklarla kurulan nato ve varşova paktı organizasyonlarına dayandırsak bile (ki gerçekten öyledir zaten), varşova paktının çökmesi, aslında soğuk savaşın sona erdiğini değil, ideolojik anlamda şekil değiştirdiğini gösterir.

doğu bloğunun dağılmasıyla, kimileri dünyanın tek kutuplu (ideolojik olarak) kaldığını öne sürse de, ben olaya sadece ideolojik olarak bakmıyorum. kaldı ki sosyalizm ve komünizm zaten varlığı aniden ortadan kaybolacak ideolojiler değil. burada mesele dünya üzerinde gerek askeri, gerek ekonomik olarak söz sahibi olabilecek devletlerin sayısal varlığıdır. evet abd'nin süper güç olarak nitelendirilmesi gayet doğaldır. ama kanımca hala bu anlamda dünyadaki tek süper güç değildir. rusya'nın varlığını kim yabana atabilir ?. şayet normalde kuruluşundan beri kolay kolay bulaşmadığı veya ulaşamadığı ortadoğu toprakları üzerinde, bugün siyasi ve hatta askeri olarak, ciddi anlamda mevcudiyetini hissettirebiliyorsa, ortada hala var olan bir soğuk savaştan bahsetmek bence pek yanlış olmaz. dolayısıyla her ne kadar başlığı açan yazar arkadaşımız, doğu bloğunun çökmesini, soğuk savaşın bitmesi olarak algılamışsa da, ben "bütünüyle" kazanılmış veya kaybedilmiş bir "soğuk savaş" olduğu düşüncesinde değilim. ne zaman ki tüm dünya, tek bir devletin hakimiyetine girer, işte o zaman soğuk savaş dönemi gerçekten tam anlamıyla biter. mevcut şartlarda bunun gerçekleşmesi ise bana göre fazlasıyla zor gözükmektedir.

isminizin harfleri ile çıkan en ideal kelime

neptune
Egom tavan. İki ismim var ikisini de çok seviyorum. Ancak çok daha sık kullandığım ilk ismimdeki harfler ile bırak ideali, kelime ortaya çıkarmak mümkün değil. Sadece ismim çıkıyor işte, daha ne olsun. İkinci ismimi ise bu başlıkta 'tequila" nickli yazar arkadaşımız yazmış zaten, merak eden onun entrysinden bulsun, gayet de güzel yazmış, tekrara gerek yok. tşkler adaş :)

Cenk - ???
1

ya allah varsa

neptune
Başlığı açan yazar arkadaşımız, bu soru ile hangi hallerde ve neden karşılaşıldığını uzun uzun izah etmiş. Emeği için teşekkür ederek başlayayım sözüme.

Açıkcası ben de, hazır böyle bir başlık açılmışken, yaşım dolayısıyla edindiğim tecrübeyi aktarmak istiyorum. Çok uzun yıllardan beri ateistim. Belki de bazı sözlük yazarlarının yaşından bile fazla bir süreden bahsediyorum. Din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin söylüyorum, inanç sahibi bir insan ile din üzerinden konuşmanın, dahası tartışmanın hiç bir anlamı yoktur arkadaşlar. Burada karşınızdaki kişinin samimiyeti veya dini algılayış biçiminin bile önemi yoktur. İyi niyetli ve açık görüşlü bir insan dahi olsa, yani iş tartışma boyutuna dönmese bile, bunun kişisel olarak ne size ne de karşınızdaki insana bir faydası dokunmaz. Bunun nedeni gayet basittir. Yine ilk entryden referans alarak söyleyeyim, gerek yaratıcı gerekse din kavramları dogmatik kavramlardır. Dahası bu kavramlara inananlar büyük bölümü, öğretiler neticesinde bir seçim yapmıştır. Ben ateizmi okuyup öğrenmedim. Bir yaratıcı olduğu fikri öğretildikten sonra, aksinin mümkün olup olmayacağını sorgularken, karşıma "ateizm" kavramı çıktı. Yani benim gibi insanlar da varmış ve onlara ateist deniliyormuş demek ki ben de ateistim dedim. Çoğu ateist ise bu kavramı öğrendikten sonra sorgulama evresine geçer. Sonradan gördüm ki ateizm de kendi içinde farklı bölümlere ayrılıyormuş. Bu işin felsefi kısmı, açıkcası beni çok ilgilendiren bir kısmı da değil.

Deist olduğunu söyleyen abimle bir kez konuşmaya kalktığımda bile baktım tansiyon ve konuşmanın harareti yükseliyor (bu yakın zamanda başıma geldi) o an da dedim ki, ne boş ve gereksiz bir tartışma bu. Sonuç elde edilmedikçe tartışmanın bir anlamı gerçekten yok. Bu benim şahsi fikrim. Ve tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki, din ve allah konusunda, içinde zerre inanç taşıyan bir insan ile tartışmaya kalktığınızda da "sıfır" sonuç ile o ortamdan kalkarsınız. Yine şahsi görüşümdür, ateizm aslında öznel bir kavramdır. Ve bu kavramın içeriğinde, inananlar ile bunu tartışıp, onlara doğru kabul ettiğiniz şeyi göstermek veya öğretmek gibi bir gayesi yoktur.

Bir öğreti olarak bakmıyorum ben ateizme. Dolayısıyla yaymak veya inanç sahipleri ile fikirsel bir tartışmaya girmek gibi bir amacı asla edinmedim. Tam tersi bundan kaçınırım, çünkü dediğim gibi "faydasız" bir eylemdir benim nazarımda bu. Hatta çoğu zaman sıkıcıdır. Mesele korkmak ya da kendi düşüncelerinizi savunmaktan aciz olacak kadar bilgisiz olmak meselesi değil, mesele karşınızdaki insanın düşünme biçiminin, hiç bir ölçüde esnekliği kabul etmeyen yaklaşımıdır. Bu da olağandır, zira dediğim gibi kavramsal açıdan gerek allah gerekse dinler "dogmatik" sınıfına girer.

Hiç bir insana ateist diye ekstra bir yakınlık hissetmem keza inanç sahibi insanlara da farklı ya da negatif yönden bir önyargım yoktur. Beni bağlayan şey, tavır ve tutumlarıdır. İstediğim veya beklediğim yegane şey de, saygıdır. Evet inanç sahibi olup, ateistlere sayıp söven milyonlarca insan var, elbette bunun farkındayım. Keza, ateist olduğunuzun bilinmesi halinde, sizi ortadan kaldırmayı düşünecek kadar radikalleri de barındıran bir kitle de azınsanmayacak ölçüde mevcut yeryüzünde. Öte yandan sabah akşam hiç inanmadığı kavrama sayıp söven ateistleri de biliyorum. Bazı Ortamlarda ateist olmanın "cool" bir tavır olduğunu düşünüp, bu yönde beyanlarda bulunmaktan hoşlanan tiplerin de olduğunu görüyorum. Oysa ateizm hava atma aracı olarak kullanılacak değersizlikte bir düşünce biçimi değildir. Hele hele inançlara küfür etmek amacıyla kullanılabilecek bir kavram hiç değildir. Sadece sözlük tanımı gibi düşünmeniz sizi ateist yapar. Yani bir yaratıcı olduğunu düşünmüyor ve evrenin yaratılma neticesinde gerçekleşmeden oluşabileceğini, içinizde en ufak bir şüphe barındırmadan düşünebiliyorsanız ateistsinizdir. Gerisi karakteriniz ile alakalı bir durumdur. Ben dindarları da böyle görüyorum. Kimi ateistlere laf sokmak için yanıp tutuşur, hatta onlarla uğraşmayı kendine misyon edinmiştir. Kimi ise kendi değerlerini belirli saygı çerçevesinde ve edindiği bilgilerden yola çıkarak savunmayı tercih eder. Burada da belirleyici olan karakterdir.

Son olarak benim tüm bu görüşlerim şüphesiz ki sadece beni bağlar. Nasıl ki herhangi inanç sahibi bir kişinin söylediği tüm inanç sahiplerini kapsamıyorsa ben de tüm ateistler adına fikir beyan etmiyorum. Bu açıklamadan sonra, Başlıkta ki soruyla karşılaştığımda vereceğim cevabı da tahmin etmiş olmalısınız. Ya allah varsa ? O da benim problemim ;)
Daha uzun bir cevap, anlamsız olacaktır :)

sigarayı bırakmak istememek

neptune
sürekli sigara içmek bir bağımlılıktır, önce bir onda anlaşalım. ben psikolojik olarak bağımlı olduğumdan eminim, fiziki olarak bağımlı mıyım onu hiç test etmedim. çünkü açılan bu başlıkta olduğu gibi hiç "sigarayı bırakmak istemedim".

Ayak fetişi

neptune
bu başlıkta mı hata var yoksa ben mi yanlış biliyorum onu çözmeye çalışıyorum. literatürde "ayak fetişizmi" denilen bir kavram var evet. "ayak fetişisti" diye bir kavram da var, ayak fetişizmi olan kişilere verilen isimdir. ama "ayak fetişi" kavramı bana hatalı bir kullanım gibi geldi.

not : ayak fetişistiyim, ki ayakseverlik de dahil olmak üzere, çok genel anlamda kullanıldığı için ben de kendimi böyle tanımlıyorum. aslında ayak fetişizm ile ayakseverlik arasında da farklar bulunmakta, ama ayak ile ilgili cinsel konuların neredeyse büyük bir bölümü bu kavram içine dahil edildiği için ayak fetişistiyim demek daha anlaşılır oluyor. öte yandan "ayak fetişi" kullanımını cidden yadırgadım.
4 /