bütün erkeklere mal etmek yanlıştır. çoğu erkek aşık olmadan seks yapmanın mide bulandırıcı olduğunu düşünür. (bkz:ben) çünkü seksin, aşık olduğun kişiyle olmadığı sürece hiçbir anlamı ve mastürbasyondan, daha zevkli olması dışında hiçbir farkı yoktur. yalnızca biraz daha fazla zevk için başkalarının kalbini kırmak da zeki ve iyi niyetli birine göre değildir.
4 yaşında bi çocuktum. bi playstation'ımız vardı. her gün babamı türlü türlü oyunları oynarken izlerdim. çok ilgimi çekerdi, ki 2 yaşında bile oynamaya çalışıyormuşum anlatılanlara göre. o zaman adını bilmediğim (okumayı bilmiyordum malum) zombili oyunu oynuyordu yatıp kalkıp.
resident evil 3: nemesis.
her gece yatağımda, odamın kapısına bakıp her an zombi dalacak içeri diye düşünürdüm. yorganımın altında geçirirdim geceleri.
bi gün işi çıktı, kapattı gitti ps'i. benim de içim içimi yiyor, çok merak ediyorum ve oynamayı da istiyorum oyunu. daha önce re 1 ve 2'yi oynama girişimlerim olmuştu ancak bu daha korkunç ve ilgi çekici geliyordu gözüme.
açma tuşuna bastım aletin. bilen bilir; oyunun başında bi cutscene geliyordu. şehir talan olmuş, zombiler her tarafta, polis başa çıkamıyor falan. o sahneleri titreye titreye izledim, heyecandan beynim kafamdan fırlayacak o derece. menü geldi, şu an okumayı bildiğimden ötürü biliyorum menüdekileri. new game, load game ve settings menüsüydü. o zaman allah ne verdiyse çarpıya basa basa ilerlemiştim. babamın kayıtlarını sildiğimden ötürü de iyi fırça yemiştim.
oyun başlıyordu... jill ablamızın etrafını 3 taraftan zombiler çeviriyor, o bulduğu ilk kapıya dalıyordu. oradan çıktıktan sonra oyun başlıyordu. her taraftan zombi geliyor, elimde bi handgun -oyundaki en dandik silahtır- dövüşmemi istiyorlar. korkudan altıma yapmak üzereyim. bi hamleyle fişi çektim, odama koştum ve maceram son buldu.
yıllar yılı resident evil oynayamadım, izlemekle yetindim. 2005 yılıydı, playstation ikim vardı. hasan abiye gitmiştim oyun almaya. darmadağınık bi mekanı vardı, her oyun bulunurdu. arkada da bi tvsi vardı 37 ekran, onda sürekli bi oyun açık olurdu. bi oyun oynuyordu, çok ilgimi çekmişti. mükemmel grafikleri vardı ama utangaç bi delikanlı olduğumdan soramamıştım oyunu.
2 yıl sonra babamın hasan abinin orada gördüğüm oyunu oynadığını fark ettim. aynı giriş sahnesiydi çünkü. sarışın bi adam, dağ bayır bi yerde elinde silahla dolaşıyordu. zombiye benzeyen ama zombi olmayan adamlar vardı. hangi oyun diye babama sorduğumda "resident evil 4" yanıtını almamla şaşkınlıktan ağzımın bi karış açılması bir oldu. elime aldım kolu. oynayabiliyordum! bi resident evil oyununu korkmadan oynayabiliyordum! büyümüştüm demek ki artık. o sarışın adamın olduğu oyunu 50 kere bıkmadan bitirdim. ve şu an profil resmim. inanılmaz bi duygusal bağım var bu seriyle. bütün oyunlarını tekrar tekrar bitirdim resident evil 4 sayesinde. master yaptım resident evil'da. neyse sözlük, bu da böyle bi hikayemdir.
resident evil 3: nemesis.
her gece yatağımda, odamın kapısına bakıp her an zombi dalacak içeri diye düşünürdüm. yorganımın altında geçirirdim geceleri.
bi gün işi çıktı, kapattı gitti ps'i. benim de içim içimi yiyor, çok merak ediyorum ve oynamayı da istiyorum oyunu. daha önce re 1 ve 2'yi oynama girişimlerim olmuştu ancak bu daha korkunç ve ilgi çekici geliyordu gözüme.
açma tuşuna bastım aletin. bilen bilir; oyunun başında bi cutscene geliyordu. şehir talan olmuş, zombiler her tarafta, polis başa çıkamıyor falan. o sahneleri titreye titreye izledim, heyecandan beynim kafamdan fırlayacak o derece. menü geldi, şu an okumayı bildiğimden ötürü biliyorum menüdekileri. new game, load game ve settings menüsüydü. o zaman allah ne verdiyse çarpıya basa basa ilerlemiştim. babamın kayıtlarını sildiğimden ötürü de iyi fırça yemiştim.
oyun başlıyordu... jill ablamızın etrafını 3 taraftan zombiler çeviriyor, o bulduğu ilk kapıya dalıyordu. oradan çıktıktan sonra oyun başlıyordu. her taraftan zombi geliyor, elimde bi handgun -oyundaki en dandik silahtır- dövüşmemi istiyorlar. korkudan altıma yapmak üzereyim. bi hamleyle fişi çektim, odama koştum ve maceram son buldu.
yıllar yılı resident evil oynayamadım, izlemekle yetindim. 2005 yılıydı, playstation ikim vardı. hasan abiye gitmiştim oyun almaya. darmadağınık bi mekanı vardı, her oyun bulunurdu. arkada da bi tvsi vardı 37 ekran, onda sürekli bi oyun açık olurdu. bi oyun oynuyordu, çok ilgimi çekmişti. mükemmel grafikleri vardı ama utangaç bi delikanlı olduğumdan soramamıştım oyunu.
2 yıl sonra babamın hasan abinin orada gördüğüm oyunu oynadığını fark ettim. aynı giriş sahnesiydi çünkü. sarışın bi adam, dağ bayır bi yerde elinde silahla dolaşıyordu. zombiye benzeyen ama zombi olmayan adamlar vardı. hangi oyun diye babama sorduğumda "resident evil 4" yanıtını almamla şaşkınlıktan ağzımın bi karış açılması bir oldu. elime aldım kolu. oynayabiliyordum! bi resident evil oyununu korkmadan oynayabiliyordum! büyümüştüm demek ki artık. o sarışın adamın olduğu oyunu 50 kere bıkmadan bitirdim. ve şu an profil resmim. inanılmaz bi duygusal bağım var bu seriyle. bütün oyunlarını tekrar tekrar bitirdim resident evil 4 sayesinde. master yaptım resident evil'da. neyse sözlük, bu da böyle bi hikayemdir.
zeki çomarlar, aptal çomarlara açık manipülasyonlarla belli başlı düşünceleri empoze eder. aptal çomarlar, aptal ve karşıt düşüncelere katiyen kapalı olduklarından ötürü başından beri benimsediği düşüncelerin dışına çıkamaz, kendi düşüncesinde olan insanların gazlayıcı cümlelerine kendini kaptırır ve o cümlelerin içinde bulunduğu konuları çocuğu gibi savunurlar. bu yüzden sevilmezler. zeki çomarlar da karaktersiz ve para açı oldukları için sevilmezler.
olacak şeyi söylüyorum: tecavüz edecek, diyecek ki "normaline bindi, aranıyordu". öldürecek, diyecek ki "kadın dediğin normal metrobüse mi biner?". kadınlar için yapılan bu şey, aslında gerçek ayrımcılığın ve yanlış algının temelini oluşturuyor. kadınları, ayrı bi canlı türü gibi algılamasını sağlayacak çünkü bu durum, tek hücreli insanların. zaten bu yamyamlarla yaşamak bi erkek için bile zorken, kadınların çok çok daha zor olan işini bi nebze daha zorlaştıracaktır. "eheheheh kadınlarımızı önemsiyoruz" niyetiyle yapmış olabilirler; bi şey diyemem, niyetlerini bilmiyorum çünkü. ancak, bu konuyu etraflıca düşünmedikleri kesin. (bkz:pembe trambüs'ler seferlerine başlayacak)
ders kitabı okumayan öğrencidir.
zakk wylde'ın sold my soul şarkısından geliyor.
her yapımın orijinalini bulmamız imkansız olduğundan mütevellit ne olursa olsun devam edeceğim olay.
lise 1'de daha körpe bi delikanlıydım. hormonların arşa çıktığı dönemler tabii. ingilizce dersinde, bilmece oyunu oynuyorduk. tabuya benzeyen saçma sapan bi oyundu. en iyi ingilizce bende olduğu ve kendimi de sınıfa en iyi ingilizce'ye sahip çocuk olarak kabul ettirmek istediğim için sürekli ben cevaplıyordum her şeyi. aradığımız kelimenin arjantin'den çıkmış bi dans türü olduğunu duyduğum anda "tanga!" diye zıpladım yerimden. bütün sınıf yarıldı. tango olduğunu hatırladığımda iş işten geçmişti.
evde progressive, psychedelic, hard rock müzik yapıyorum fl studio 11, amplitube 4 ve elektro gitar hakkında bildiklerimi paylaşabilirim.
enstrümanına hakim bi vokal olsa da asım can gündüz müthiş bi gitarist, müthiş bi vokaldi. çok yetenekli bi çocuktur ancak kulağı geçmesine çok uzun süre vardır.
rockçılık, metalcilik, rapçilik gibi kavramları dışlıyorum ben. bana metalci veya rockçı diyenlere daimi cümlem şudur; "ben metalci/rockçı değilim, metal/rock dinleyicisiyim.". çünkü kanaatimce, bu kelimelere yapım ekleri getirilmesi yanlıştır.
10.10, saat 10:10. ilginç bi doğum zamanım var.
sevdiği kadını sürekli görmeyi dünyadaki diğer insanları sürekli görmekten çok daha fazla istemesi.
"bi köyün berberi, yalnızca kendini traş etmeyenleri traş ediyormuş, kendini traş edenleri ise traş etmezmiş. bu berber kendini traş eder mi?" gibi soruları içinde bulunduran durum.
sayısalcı sözeli de yapar. zira imla kurallarını en iyi sayısalcılar bilir çünkü ayrıntıcıdır ve kesinlikçidir. sözelci sayısalda çakar.
sigara içecektim, mutfaktan kül tablası almaya çok üşendim, sağıma baktım ki kül tablası yanımdaymış. ardından çakmağımın yanımda olmadığını hatırlayıp yine darlandım ki o da masanın üstündeymiş. normalden daha büyük bi keyifle yaktım sigaramı.
berdan mardini çizimim.
prince'in versiyonunun da dinlenmesi gerekir. o güzelim, naif sahnede yapmadığı şey kalmamıştır.
aynı intihar gibi, düşündükçe mutlu eden ancak %88 ihtimalle, hayatımızın hiçbi döneminde gerçekleştiremeyeceğimiz olay.
ortalamayı aşağı çekmek için geldim, 21 yaşındayım.
sesine bi isim verecek olsam bu isim "dert" olurdu dediğim sanatçı.
her gördüğümde gülüyorum buna.
canım sıkılıyordu, hala canım sıkılıyor.
erik. o an yiyor olsam bile erik fotoğrafı görünce canım erik çekiyor. erik bağımlısıyım.
eylül gibi gitmiştim, merak ediyordum bayağı. arkadaşımın yanında kaldım 5 gün. çok isteyerek gittiğim ikinci şehirdi. daha önce, 18 yaşımda ankara'da eve çıkma maceram olmuştu. ankara'ya ayak basar basmaz istanbul'dan farklı bi şehirde olduğumu hissetmiştim. depresif yapımdan faydalanıp kasvetli havasıyla depresifliğimi perçinlediğinden mi bilmiyorum, muazzam hissettirmişti. ankara'ya daha sonra da gittim bikaç kez. her seferinde aynı muazzam his üzerimde vuku buldu. ancak izmir'e gittiğimde, sanki istanbul'un sıcak bi semtine gitmişim gibi hissettim. kordon çok güzeldi, ancak o da moda sahilden çok da farklı hissettirmedi. çok güzel şehirdi lakin aradığım şey değildi. sıcak yerleri sevmediğimden ötürü sanırım.
beyblade
pokemon
tom ve jerry
bugs bunny
winx (gerçekten seviyordum.)
yu-gi-oh
digimon
kaptan tsubasa
şirinler
winnie-the-pooh
dexter'ın laboratuvarı
atom karınca
transformers
megas xlr
veee çocukluğumun 1 numarası cedric. 6. sınıftayken eve koşa koşa gelmemin ve uzunca bi süre günlük tutmamın sebebidir.
pokemon
tom ve jerry
bugs bunny
winx (gerçekten seviyordum.)
yu-gi-oh
digimon
kaptan tsubasa
şirinler
winnie-the-pooh
dexter'ın laboratuvarı
atom karınca
transformers
megas xlr
veee çocukluğumun 1 numarası cedric. 6. sınıftayken eve koşa koşa gelmemin ve uzunca bi süre günlük tutmamın sebebidir.
eşofman ilk aklıma gelen örnek. yıllar yılı annemi eşortman demekten ve eşortman yazmaktan vazgeçiremedim. şimdi, en azından benimle konuşurken eşofman diyor.
markete gidiyorsunuz, yarım tavuk göğsü alıyorsunuz. 5 liraya gelecek. onu atıyorsunuz tencereye haşlanıyor bi güzel. bi kaseye yoğurdu dolduruyorsunuz, baharat koyuyorsunuz. sonra haşlanan göğsü elinizle küçük parçalara ayırıp yoğurdun içine katıyorsunuz ve karıştırıyorsunuz. hem çok hafif hem de çok doyurucudur kendileri.
michael scofield'la birlikte en zeki iki dizi karakteri listesine soktuğum karakter. özünde çok iyi biridir lakin hayat şartları onu acımasız birine dönüştürmüştür. albuquerque'nin, hatta dünyanın en iyi cookerıdır. gönlümüzde en büyük yere sahip keldir. bryan cranston'ı başka hiçbi role yakıştıramamamı sağlayandır.
"bir yoldu parıldayan, gümüşten...
gittik... bahs açmadık dönüşten..."
(bkz:gece - yahya kemal beyatlı)
gittik... bahs açmadık dönüşten..."
(bkz:gece - yahya kemal beyatlı)
fahriye evcen ve bensu soral. ikisi de aşırı güzel, bu ikili arasında sıralama yapamıyorum.
yazılarımın tamamını blogspot'a geçirince editleyeceğim. şimdilik; https://sokaktakikaydirak.tumblr.com
benimki durduk yere kucağıma atlıyor, kendini sevdiriyor, beni öpüyor, ben onu öpüyorum ama ne hikmetse durup bi yere bakıyor ve o andan sonra "hırrr" sesi çıkarıp ellerimi ısırmaya başlıyor ve kucağımdan atmaya kalkıştığımda da yüzüme atlıyor. her şeye rağmen çok seviyorum, çünkü bi tanecik yavrum.
overwatch. 16 yıllık oyuncuyum, oynadığım en kaliteli online oyun kesinlikle. veya verilen paradan ötürü placebo etkisiyle öyle hissettiriyor, bilemiyorum.
ergenlerin ve akplilerin barınamadığı bi grup olmasından ötürü bayağı sevdiğim ve takıldığım tek gruptur.
bundan 5 sene önceye kadar güzel bi' yerdi, şimdi çöp. biz çocukken istiklal'e gitmek havalı bi eylemdi. çekinirdik gitmeye. şimdi, arada iki bira içmek için gittiğim yer.
"dünyanın en iyi gitar solosu" dendiğinde ilk akla gelen, megadeth'in rust in peace albümünün nadide bir şarkısı.
acun subaşı.
"onun yatağa oturup yavaş yavaş kendini bırakışını hayal ettim."
(bkz:kinyas ve kayra - hakan günday)
(bkz:kinyas ve kayra - hakan günday)
lirikleri, hislerimi anlatmak için yetersiz bulduğumdan ötürü icra ettiğim; enstrüman lisanı adını verdiğim müzik türü.
speed picking tekniğinin dibine vurulmuş system of a down şarkısı. naif liriklere sahip olan bu güzide şarkımızın serj tankian'ın baskın sesine daha iyi gideceğini düşünmüşümdür hep. tezattan güzellik ortaya çıkar zira. daron malakian'ın sesine hiçbi şarkıyı yakıştıramıyorum çünkü kanaatimce, iyi bi vokal değildir kendisi.
dikkat ettiyseniz laiklerin %80'i rakıyı sever. milli içkimiz neden ayran peki hiç düşündünüz mü? çünkü laikler rakıyı sever. içki deyince akla ilk ne gelir? rakı. çünkü laikler rakıyı sever. laikler rakıyı sevdikleri için, laik içkisi rakıdır.