david foster wallace

oijya adam
en sevdiğim yazarlardan birisidir kendileri. 46 yaşında hayatını sonlandıran muhteşem bir kişilik.

İki genç balık birlikte yüzerken ters yönden gelmekte olan yaşlı bir balığa rastlarlar. Yaşlı balık başıyla selam verir ve “Günaydın gençler, su nasıl?” der. Genç balıklar yüzmeye devam eder ve balıklardan biri nihayet diğerine dönerek sorar: Su da neyin nesi?

Bu Amerikan mezuniyet konuşmalarının standart bir gereği, ufak didaktik hikayelere yer vermek… Hikaye kısmı bu türün [mezuniyet konuşması türünün] yine de iyi, daha az saçmalık olan geleneklerinden biri; ama kendimi burada siz genç balıklara suyun ne olduğunu açıklayan bilge, yaşlı balık olarak takdim edeceğim konusunda endişeleriniz varsa lütfen endişelenmeyin. Balık hikayesinin ana fikri sadece şu: En bariz ve önemli gerçekler, görülmesi ve konuşulması çoğunlukla en zor olanlar. Bu İngilizce bir cümle olarak tabii beylik bir laftan ibaret, ama aslında yetişkin var oluşun günlük dehlizleri içinde, bu beylik laflar ölüm kalım önemine sahip olabiliyor; ya da ben en azından bu yavan ve çok hoş günde böyle bir şey öne sürmek istiyorum.

Tabii bu tarz konuşmaların ana koşulu beşeri bilimler [Amerika'daki 'liberal arts' kavramı] eğitiminizin anlami hakkında konuşulması, almak üzere olduğunuz diplomanın maddi bir karşılıktan öte hakiki insani bir değeri oldugunun açıklanmasıdır. O halde şimdi mezuniyet konuşması janrindaki en yaygın klişeden bahsedelim, beşeri bilimlerin sizi bilgiyle doldurmaktan ziyade size nasıl düşünülmesi gerektiğini öğrettiği klişesinden. Eğer öğrenci olarak benim gibiydiyseniz bunu duymaktan hiçbir zaman hoşlanmamışsınızdır ve birilerinin size nasıl düşünüleceğini öğretmesi gerektiği iddiasını hakaret olarak addetmişsinizdir çünkü aslında bu kadar iyi bir üniversiteye kabul edilmeniz daha baştan nasıl düşünüleceğini bildiğinize dair yeterli bir kanıt gibi gözüküyor. Ama size şunu önereceğim: bu beşeri bilimler klişesi aslında hiç de hakaretamiz degil; çünkü bunun gibi bir yerde alacağımız asıl kaydadeğer eğitim, düşünme kapasitesi hakkında değil, aynı zamanda neyin hakkında düşünüleceğini tercih etme hakkında da. Eğer istediğinizi düşünme tercihinizdeki tam özgürlüğünüz size gayet bariz gözüktüyse (zaman ayırmaya değmez diye düşünüyorsanız), balıkları ve suyu aklınıza getirmenizi ve çok bariz olanın değeri hakkında şüphe etmek için sadece birkaç dakika ayırmanızı rica edeceğim.

Şimdi de başka bir ufak didaktik hikaye. Alaska'nın vahşi doğasında oturan iki adam varmış. Birisi dindarmış, digeri ateist. Tanrı'nın varlığı hakkında tartışıyorlarmış, aşağı yukarı dördüncü biradan sonra gelen o özel tartışma şiddetinde. Ateist şöyle demiş: “Bak, Tanrı'ya inanmamak icin gerçek sebeplerim yok değil. Bu Tanrı ve dua meselelerini tecrube etmedim de değil. Daha geçen ay kamp yerinden uzakta berbat bir kar fırtınasına yakalandım, tamamen kaybolmuştum, hiçbir sey göremiyordum, hava sıcaklığı eksilerdeydi ve ben de denedim. Karda dizlerimin üzerine çöktüm ve yalvarmaya başladım: “Tanrım -eğer bir Tanrı varsa- bu fırtınada kayboldum; şimdi sen bana yardım etmezsen ölüp gideceğim.” Bunun üzerine dindar olanı ateist olanına cok şaşırmış bir halde bakmış: “E o zaman şimdi inanıyor olmalısın; yani sonuçta işte burdasın, hayattasın”. Ateist olan umarsızca gözlerini çevirmiş: “Yok yav, sadece birkaç Eskimo ordan geçiyormuş da onlar bana kampın yolunu gösterdi.”

Bu hikayeyi standart bir beşeri bilimler analizinden geçirmek kolay: Ayrı inanç şablonlarına sahip ve yaşadıkları tecrübelerden anlam inşa etmenin farklı yollarını benimsemiş iki insana aynı tecrübe çok değişik şeyler ifade edebilir. Çünkü biz toleransı ve inançların çeşitliliğini övüyoruz ve beşeri bilimler analizimizin herhangi bir yerinde bu iki kişiden birinin yorumunun doğru diğerininkinin de kötü veya yanlış olduğunu iddia etmek istemeyiz. Bu da makul; bu bireysel şablonlar ve inançların nereden geldiği hakkında hiçbir zaman konuşmamamızı ayrı tutacak olursak… Yani, bunların bu iki kişinin İÇİNDE nereden geldiği hakkında… Sanki bir insanın dünyaya karşı en temel yönelimi ve tecrübesinin manası, bir şekilde boyu veya ayakkabı numarası gibi genetikmiş ya da lisan gibi kültürden direk aktarılıyormuş gibi… Sanki anlam inşa etmemizin bireysel ve kasıtlı bir tercihle alakası yokmuş gibi… Ayrıca, bir de kibir meselesi var. Dindar olmayan adam, ordan geçen Eskimoların, kendisinin yardım duasıyla bir alakası olabileceği ihtimalini yok sayması gerektiğinden gayet emin. Doğru ya, kendi yorumlarından emin ve kibirli birçok dindar insan da var. Hatta muhtemelen ateistlerden daha da iticiler, en azından çoğumuza göre öyle… Ancak dindar dogmatiklerin problemi bu hikayedeki inançsız adamınkiyle tıpatıp aynı: körce bir kesin emin olma hali, içeride kilitli olduğunu bilmemesine varacak kadar bir mahkum taassubu (dar görüşlülüğü).

Buradaki ana fikir şöyle: Bence bana nasıl düşünülmesi gerektiğini öğretme mevzusunun bir kısmının gerçek manası bu. Sadece biraz daha az kibirli olmak… Kendim ve kesinliklerime dair sadece biraz daha fazla kritik farkındalığa sahip olmak… Çünkü otomatik olarak hakkında kesin emin olduğum şeylerin büyük bir yüzdesinin tamamen yanlış ve aldatmaca olduğu zaman içinde ortaya çıktı. Ben bunu zor yoldan öğrendim, siz yeni mezunların da böyle öğreneceğini öngörüyorum.

Otomatik olarak kesin emin olmaya meyilli olduğum şeylerin büsbütün yanlışlığına dair bir örnek: Kendi birinci elden yaşadığım tecrubeler kâinatın mutlak merkezi olduğuma dair derin inancımı pekiştiriyor; realist bir kişi, var olan en canlı ve önemli insan... Bu türden doğal, temel ben merkezlilik hakkında nadiren düşünürüz çünkü sosyal olarak çok iticidir. Fakat hepimiz için aynı. Temel ayarımız böyle, daha doğuştan içimize işlenmiş. Bir düşünelim, mutlak merkezi olmadığınız hiçbir tecrübeniz olmadı. Deneyimlediğiniz dünya ya SİZİN önünüzde ya da SİZİN arkanızda, ya SİZİN solunuzda ya da sağınızda, SİZİN televizyonunuzda veyahut SİZİN monitörünüzde. Vesaire... Diğer insanların düşünceleri ve hisleri size bir şekilde dolaylı olarak aktarılmalı ama kendinizinkiler çok birincil, acil, ve gerçek.

Lütfen size merhamet, başkası odaklı olma ya da bütün o erdem denilenler hakkında ders vereceğim konusunda endişeniz olmasın. Bu erdem konusu değil. Derinden ve kelime manasıyla ben-merkezli olmak ve her şeyi ben merceğinden görmek ve yorumlamak olmak olan doğal, içime işlenmiş standart ayardan bir şekilde kurtulmaya veya bunu değiştirmeye çalışma meselesi. Bu doğal, içe işlemiş ayarı kontrol edebilen insanlar genelde "iyi ayarlı" [dengeli] olarak tanımlanır ki bu da iddia ediyorum ki tesadüfi bir terim değildir.

Burdaki muzaffer akademik ortam altında ortaya çıkan bariz bir soru şu: Bu doğal ayarımızı ayarlama işinin ne kadarlık kısmı gerçek bilgi veya zihinle ilgili? Bu soru ince ve zor. Muhtemelen akademik bir eğitimin en tehlikeli tarafı –en azından benim durumumda- meseleleri fazla entelektuelize etmeye olan eğilimime, kafamdaki soyut bir argüman içinde yitip gitmeme imkan sağlaması. Önümde olan bitene dikkat kesilmek, içimde olan bitene dikkat vermek yerine…

Eminim çoktan biliyorsunuzdur; kendi kafanızın içindeki süregiden monologla hipnotize olmaktansa (an itibariyle de bu gerçekleşiyor olabilir) uyanık ve dikkatli kalmak aşırı derecede zor bir şey. Kendi mezuniyetimden 20 yıl sonra, zamanla anlamış bulunmaktayım ki beşeri bilimlerin size nasıl düşünüleceğini öğrettiği klişesi aslında çok daha derin, daha ciddi bir fikir için bir kısayolmuş: nasıl düşünüleceğini öğrenmek nasıl ve ne düşüneceğinizi biraz olsun kontrol etmeyi öğrenmekmiş. Neye dikkatinizi vereceğinizi ve tecrübelerinizden nasıl anlam inşa edeceğinizi seçebilecek kadar bilinçli ve farkında olmak demek. Çünkü yetişkin hayatınızda bu tür bir seçimi icra edemezseniz tarumar olacaksınız. Zihnin mükemmel bir uşak ama berbat bir efendi olduğunu söyleyen eski klişe sözü aklınıza getirin.

Bu, diğer birçok klişe gibi, ilk bakışta çok yavan ve heyecansız olmakla birlikte, aslında büyük ve dehşetli bir hakikati ifade ediyor. Ateşli silahlarla intihar eden yetişkinlerin kendilerini nerdeyse her zaman kafalarından vurmaları hiç de tesadüf değil. Berbat efendiyi vuruyorlar. Filhakika, bu müntehirlerin büyük bir kısmı da tetiği çekmeden uzun bir süre önce ölmüş oluyorlar.

Beşeri bilimler eğitiminizin gerçek olan, saçmalık olmayan değerinin neyden ibaret olduğunu beyan ediyorum: konforlu, müreffeh, saygıdeğer hayatınızı ölmüş ve şuursuz, kafanıza ve biteviye devam eden benzersiz, büsbütün, emperyal yalnızlık olan standart ayarınıza köle olmuş vaziyette idame ettirmekten nasıl korunabileceğiniz hakkında. Bu kulağa abartı ya da soyut saçmalık gibi geliyor olabilir. Somutlaştıralım. Net gerçek şu ki siz mezun olmakta olan son sene öğrencilerinin henüz “her gün”ün aslında ne anlama geldiği konusunda bir fikriniz yok. Kimsenin mezuniyet törenlerinde bahsetmediği yetişkin Amerikalıların hayatının büyük bir kısmı var. Bunlardan biri can sıkıntısı, rutin ve ufak gerginliklerle ilgili. Burdaki ebeveynler ve yaşlılar neden bahsettiğimi çok iyi bileceklerdir.

Örneğin ortalama bir yetişkin günündesiniz, ve sabah yataktan kalkıyorsunuz, zorlayıcı, üniversite mezunlarının yaptığı beyaz yakalı işinize gidiyorsunuz ve 8 veya 10 saat boyunca sıkı sıkı çalışıyorsunuz. Günün sonunda yorgun ve biraz streslisiniz ve tek istediğiniz eve gitmek, güzel bir yemek yemek, ve belki bir saat kadar gevşemek ve sonra yatağa erken girmek çünkü, doğal olarak, ertesi gün kalkmanız ve her şeyi baştan tekrarlamanız gerekecek. Ama sonra aklınıza evde yiyecek bir şeyler olmadığı geliyor. Zorlayıcı işinizden dolayı bu hafta alışveriş yapmaya vaktiniz olmadı, ve şimdi işten sonra arabaya binip süpermarkete gitmeniz gerekiyor. İş günü sonu ve trafik muhtemelen çok kötü. Markete varmak normalden çok daha fazla vakit alıyor ve nihayet vardığınızda da süpermarket çok kalabalık çünkü vakit tabii ki gün içinde diğer iş sahibi insanların da araya alışveriş sıkıştırmaya çalıştığı vakit. Market çok kötü ışıklandırılmış ve ortama insanın ruhunu öldüren türden bir arka plan müziği veya plaza popu yayılıyor. Olmak isteyeceğiniz en son yer ama çabucak içeri girip çıkamıyorsunuz; istediğiniz şeyleri bulmak için marketin bütün o kafa karıştırıcı, devasa rafları arasından dolaşmanız ve külüstür alışveriş sepetinizi tüm o diğer yorgun, telaşlı insanların arasından geçirmeniz gerekiyor (vesaire vesaire, bazı kısımları dışarda bırakıyorum çünkü uzunca bir seremoni). Ve nihayet bütün yemeklik malzemelerinizi alıyorsunuz; gün sonu telaşesi olmasına rağmen yeteri kadar kasanın açık olmadığını farketmenize değin… Dolayısıyla kasa sırası inanılmaz şekilde uzun ki bu da aptalca ve sinir bozucu. Ama sinirizi kasada çalışan telaşlı hanımdan çıkaramazsınız – ki o da günlük bıktırıcılığı ve anlamsızlığı buradaki prestijli bir üniversitedeki herkesin tahayyül edebileceğinin ötesinde olan bir işte fazla mesai yaparak çalışıyor.

Ama her neyse, nihayet sıranın en önüne geliyorsunuz, ve ödemenizi yapıyorsunuz. Mutlak ölümün ses tonunda “iyi günler” diyorlar. Sonra çürük, uyduruk plastik poşetlerinizi bir tekerleği çileden çıkartırcasına sola çeken alışveriş sepetinize koymanız ve kalabalık, bozuk, çer çöple kaplanmış park yerinden sürüklemeniz gerekiyor. Sonra yavaş akan, ağır, arazi araçlarıyla dolu iş çıkışı trafiğinin içinden eve kadar araba sürmeniz gerekiyor, vesaire vesaire…Herkes mutlaka bunu yapmıştır. Ama henüz siz yeni mezunların asıl hayat rutinlerinin bir parçası olmadı; günlerce, haftalarca, aylarca, senelerce…

Fakat olacak. Ve ayriyetten, daha birçok iç karartıcı, sinir bozucu, görünüşte anlamsız rutinler de cabası. Ama konu bu değil. Konu bu sinir bozucu, ufak saçmalıklar gibi şeyler işte tam olarak seçme işinin devreye gireceği yerler. Çünkü trafik sıkışıklıkları, kalabalık market koridorları ve uzun sıralar bana düşünmek için zaman veriyor ve eğer nasıl düşüneceğim ve neye dikkatimi vereceğim konusunda bilinçli bir karar almazsam her alışveriş yaptığımda sinirleneceğim ve sefil olacağım. Çünkü doğal standart halim bu gibi durumların tamamen benim hakkımda olduğu kesinliğine ayarlı. BENİM açlığım ve BENİM yorgunluğum ve BENİM eve varma isteğim; ve kalan herkes sadece önümde duran bir engelden ibaretmiş gibi görünecek. Peki bu önümde durup bana engel olan insanlar kimler? Ve çoğunun ne kadar itici olduğuna bir bakın: ne kadar da ahmakça ve inek gibi, gözlerinin feri kaçmış ve insanlık dışı bir halde duruyorlar kasa sırasında. Sıranın ortasında durup cep telefonlarında yüksek sesle konuşmaları ne kadar da saygısızca ve sinir bozucu. Bunun şahsi olarak nasıl da son derece adaletsizce olduğuna bakın.

Veyahut, tabii ki, eğer standart ayarımın beşeri bilimler[deki tipik] toplumsal bilinçlilik formundaysam, müsrifçe ve bencilce kırk galonluk depolarındaki benzini yakan devasa, aptal, şerit ihlalcisi arazi araçlarından, hummerlardan, V-12 pikap kamyonlarından iğrenerek zaman geçirebilirim gün sonu trafiğinde. Ve şovenist ve dini tampon çıkartmalarının her zaman en çirkin, en düşüncesiz ve agresif sürücüler tarafından kullanılan en büyük ve bencil araçlar üzerinde olduğu [burada alkışlara cevap veriyor] (fakat bu nasıl dusunmemeniz gerektiği hakkında bir örnek) hakkında düşünebilirim. Ve çocuklarımızın çocuklarının bize geleceğin bütün yakıtını tükettiğimiz için, muhtemelen iklimi mundar ettiğimiz için, ve şımarık, aptal, bencil ve iğrenç olduğumuz için, ve modern tüketici toplumun dupediz rezil bir şey olmasindan dolayi vs. nasıl da küçümseyerek bakacakları hakkında düşünebilirim.

Ana fikri anlıyorsunuz.

Eğer markette ve otoyolda böyle düşünmeyi seçiyorsam, iyi. Birçoğumuz böyle. Yalnız bu şekilde düşünmek öyle kolay ve otomatik olabilir ki ille de seçenek olmak zorunda değil. Bu benim doğal standart ayarım. Dünyanın merkezi olduğum ve benim birincil isteklerimin ve hislerimin dünyanın önceliklerini belirlemesi gerektiği inancı içinde otomatik ve bilinçsizce hareket ederken yetişkin hayatın sıkıcı, sinir bozucu, kalabalık kısımlarını otomatik olarak tecrübe etme şeklim.

Fakat tabii bu tarz durumlar hakkında tamamen farklı düşünme biçimleri mevcut. Bu trafikte, bütün araçlar durmuş ve rölantiye almış bir halde bekliyorken bu arazi araçlarındaki insanlardan bazılarının geçmişte korkunç kazalar geçirmiş olabilecekleri ve şimdi araba sürmekten çok korktukları ve güvende hissetmeleri için terapistlerinin büyük, ağır bir arazi aracı temin etmelerini söylemiş olması ihtimalden uzak değil. Veya az önce önüme kırmış olan Hummer'in sürücüsü belki de ufak çocuğu yaralı veya hasta olan ve onu hastaneye yetiştirmeye çalışan bir baba. Ve bu babanın telaşesi benimkinden daha büyük, daha meşru: aslında ONUN yolunun üzerindeki engel benim.Ya da kendimi, süpermarketteki kasa sırasında kalan herkesin benim kadar sıkılmış ve gergin oldugunu ve bu insanlardan bazılarının hayatının benimkinden daha zor, bıktırıcı ve acı verici olduğunu düşünmeye zorlamayı seçebilirim.

Tekrar ediyorum; lütfen size ahlaki bir tavsiye verdiğimi ya da böyle düşünmeniz gerektiğini ya da kimsenin sizden otomatik olarak böyle yapmanızı beklediğini söylediğimi düşünmeyin. Çünkü bu zor bir şey. İrade ve gayret gerektiriyor ve eğer benim gibiyseniz bazı günler bunu yapma durumunda olmazsınız ya da yalnızca yapmak istemezsiniz.

Ama çoğu günler, kendinize bir tercih hakkı tanıyacak kadar farkındalık içindeyseniz az önce çocuğuna bağırmış bu şişman, ölü gibi bakan, aşırı makyajlı hanıma daha farklı bakmayı seçebilirsiniz. Belki her zamanki hâli böyle değildir. Belki de kemik kanserinden ölmekte olan kocasının elini tutuyordu üç gecedir. Belki de bu hanım trafik bürosunda çalışıyor ve daha dün ufak bir bürokratik yardımseverlik göstererek eşinizin sinir bozucu, ürkütücü, formaliteden ibaret bir probleminin hallolmasına yardımcı oldu. Tabii bunların hiçbiri muhtemel değil ama imkansız da değil. Sadece neyi düşünmek istediğinize bağlı. Gerçeğin ne olduğu konusunda otomatik olarak eminseniz ve standart ayarınızda işliyorsanız, o zaman muhtemelen --benim gibi-- sinir bozucu ve sefil olmayan ihtimalleri göz önüne almayacaksınızdır. Ama gerçekten nasıl dikkat verileceğini öğrenirseniz, o zaman başka seçenekler olduğunu bileceksiniz. Aslında kalabalık, sıcak, yavaş, tüketici cehennemi türünden bir durumu sadece anlamlı değil aynı zamanda kutsal ve ateşîn bir şekilde tecrübe etmek de kudretiniz dahilinde olacak; yıldızları oluşturan o aynı kuvvetle: aşk-sevgi, dostluk, her şeyin temelindeki mistik birlik kuvvetiyle…

Mistik şeylerin ille de doğru olduğundan değil. Büyük harfle G-erçek (Hakikat) olan tek şey, olanı nasıl göreceğinizi sizin seçeceğiniz. Diyorum ki gerçek eğitimin, nasıl iyi-ayarlı olunacağını öğrenmenin hürriyeti budur. Neyin anlamlı olduğuna, neyin olmadığına bilinçli olarak karar verecek olan sizsiniz. Neye perestiş/ibadet edeceğinize siz karar vereceksiniz.

Çünkü garip ama doğru olan başka bir şey daha var: yetişkin hayatının günlük dehlizleri içinde ateizm diye bir şey yoktur. Tapmama gibi bir şey yoktur. Herkes tapar. Tek seçeneğimiz neye tapacağımız. Belki bir çeşit tanrıya ya da ruhani şeye tapmanın zorunlu sebebi – İsa veya Allah, Rab (YHVH) ya da Wicca'nin Ana Tanrıçası, ya da Dört Kutsal Hakikat, ya da bir tür çiğnenemez ahlaki prensipler kümesi olsun— aşağı yukarı kalan her şeyin sizi diri diri yiyecek olmasıdır. Para ve eşyaya taparsanız, bunlar hayattan anlam çıkardığınız mecralarsa hiçbir zaman bunlardan yeteri kadarına sahip olamayacaksınız, yeteri kadarına sahipmiş gibi hissetmeyeceksiniz. Bu hakikat. Vücudunuza, güzelliğinize, cinsel cazibenize tapın, her zaman çirkin hissedeceksiniz. Zaman ve yaş kendini göstermeye başladığında da, insanlar sizin mateminizi tutmaya başlamadan önce milyonlarca defa öleceksiniz. Bir bakıma bunları zaten biliyoruz. Mitler, atasözleri, klişeler, vecizeler, kıssalar halinde kodlanmış; her harika hikayenin iskeletinde mevcut… işin tüm püf noktası bu hakikati günlük bilincimiz içinde görünür tutmakta.

Güce tapın ve kendinizi zayıf ve korkmuş halde hissederken bulacaksınız, ve kendi korkunuzu uyuşturmak için diğerlerinin üzerinde her zamankinden daha fazla güce gereksinim duyacaksınız. Aklınıza tapın, zeki görünmeye tapın, aptal hissedeceksiniz, her daim foyası ortaya çıkmak üzere olan bir sahtekar gibi hissedeceksiniz. Fakat tapınmanın bu türlerindeki sinsi olan şey bunların kötü ya da günah olması değil, bilinçsiz olması. Standart ayarlar olması.

Gün be gün yavaştan kaydığınız, bunu yaptığınızın tamamen farkında olmadan neyi gördüğünüz ve değeri nasıl ölçtüğünüz konusunda git gide daha seçici olduğunuz türden bir tapınma. Ve bu sözde gerçek dünya, sizi standart ayarlarınız üzere işlemekten alıkoymayacaktır çünkü bu erkeklerin, paranın, gücün dünyası, korku, öfke, hayal kırıklığı, ihtiras, kendine tapınma dolu bir havuza çakırkeyf olmuş, mırıldanarak eşlik etmekte. Şu anki kendi mevcut kültürümüz bu güçleri fevkalade bir varlık, konfor ve bireysel hürriyet sonuç verecek şekilde kullandı. Bütün mahlukatın merkezinde yalnız, minik, kafatası büyüklüğünde krallıklarımızın efendileri olma hürriyeti… Bu çeşit bir özgürlük cazip şeyler içeriyor. Ancak tabii çok çeşitli hürriyetler var; istemenin ve başarmanın ve göstermenin [? - burası tam net anlaşılmıyor] dışardaki büyük dünyasında bu hürriyetlerin en kıymetlisi hakkında pek konuşulduğunu duymayacaksınız. Gerçekten mühim olan hürriyet, dikkat ve farkındalık ve disiplinle ilgili, ve diğer insanları önemsemek ve onlar için defalarca, tekrar tekrar ufak, seksi/artistik olmayan şekillerde fedakârlıkta bulunmakla…


Gerçek hürriyet bu. Eğitilmek ve nasıl düşünüleceğini öğrenmek bu. Alternatifi ise bilinçsizlik, standart ayarımız, anlamsız yarış, o kemirici olan sürekli sonsuz bir şeye sahip olup da kaybetmiş gibi hissetme hali.

Biliyorum, bütün bunlar bir mezuniyet konuşmasının kulağa gelmesi gerektiği gibi değil; eğlenceli, sen şakrak, çok ilham verici gelmiyor kulağa. Bu görebildiğim kadarıyla birçok retorik inceliklerden arındırılmış hâliyle --büyük harfle-- H-akikat. Tabii ki bunun hakkında istediğinizi düşünmekte serbestsiniz. Ama lütfen en azından parmak sallamalı bir Dr. Laura vaazıymış gibi göz ardı etmeyin. Bunlardan hiçbiri ahlak veya din veya dogma veya ölümden sonraki hayata dair büyük gösterişli sorular hakkında değil. Büyük harfle H-akikat ölümden ÖNCEKİ hayat ile ilgili. Gerçek bir hayatın gerçek değeri hakkında, ki bunun da bilgiyle neredeyse hiçbir alakası yok ve en çok basit bir farkındalıkla alakası var; gerçek ve temel olanın farkındalığı… Bu etrafımızda olan açık görüş alanımızda öyle gizlenmiş ki, sürekli kendimize hatırlatmak durumundayız:
“Bu su.”

“Bu su.”

Bunu yapmak, yetişkin dünyasının gündelik hayatında bilinçli ve canlı halde kalmak, tasavvurların da ötesinde zor bir şey. Bu da başka büyük bir klişenin daha doğru olduğu anlamına geliyor: Eğitiminiz gerçekten de ömür boyu sürecek bir iş. Ve şimdi başlıyor.

Size şanstan daha fazlasını diliyorum.


David Foster Wallace