confessions

dokuzkoydenkovulanadam

votka  · 8 Haziran 2017 Perşembe

  1. toplam giri 282
  2. takipçi 13
  3. puan 5136

başörtüsü ve türban

dokuzkoydenkovulanadam
çok ayrı iki şeydir

başörtüsü saç tertipi için takılırken türban tabulaşmış zihniyetin hayal ürünüdür.



çarşafta aynı şekilde arabistan'da olan hava koşulları nedeniyle fırtınadan, kumdan korunma amaçlı giyilirmiş yüceltilmiş bir arap kültürüdür.

araplar, milliyetçiliğini islam üzerinden yaparak bir çok kültürümüzü dilimizi dahi etkilemiştir. işte burada atatürk'ün muhteşem şu sözü aklımıza gelir "Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır."

3 mayıs

dokuzkoydenkovulanadam
türkçülük turancılık günü olarak anılır.

taviz veren zümreler ise milliyetçilik adıyla kutlama yapar. (en son yazdığım parağrafta detay verilmiştir.)

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1944 yılına gelene kadar denilebilir ki; görünüş itibariyle de olsa kuruluş ülküsüne bağlıdır. Bu ülkü de Türkçülüktür. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü düşünürlerin, Türk Ocaklıların ortaya atmış olduğu tezler, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ustaca yaşam alanına geçirilmiş ve uygulanmasına başlanmıştır. Türkçülüğün önerdiği yeni hayatta, ümmet devleti yerine millet devleti vardır. Saltanat yerine cumhuriyet vardır. Kadınların toplumsal hayata katılımı vardır. Dini kurumların Türkleşmesi, Türkçeleşmesi vardır. Camilerdeki hutbelerden Kuran”a, Kuran”dan ezana kadar Türk dili ile yapılması vardır. Ekonominin Türkleşmesi vardır. Kısacası hayatın her alanında Türkleşme teklifi vardır. Mustafa Kemal bu önerileri cesaretle yeni Türkiye”de hayata geçirir. kadın haklarından ezanın Türkçeleştirilmesi, ekonomik Türkleşmeden hukuka kadar. Cumhuriyetin ilk partisinin program umdelirinin hazırlayıcısı da yine Türkçülüğün ve aziz Atatürk”ün fikir babası Ziya Gökalp”tir. Dolayısıyla 1940-1944 döneminin devlet yönetenleri Türkçülük ideolojisinin hem ırkî yönüne, hem de Turan yönüne yabancı değillerdir.

Mustafa Kemal ile başlayan Türk aslından burjuva yaratma özlemi 1940”larda gerçekleşemedi, azınlıkların milli ekonomideki hakimiyetlerinin kırılamadığı görüldüğü için; azınlıkları ekonomiden kovmak amacıyla “Varlık Vergisi” konulur. Müslüm”e M, gayri müslime G, dönmeye D deyip üçlü bir sınıflamaya gidilerek azınlıklardan takatlerinin üzerinde vergi alınmaya çalışılır. Milli ekonomideki hakimiyetleri yok edilmeye çalışılır. 1944”e gelinene kadar çeşitli okullara girişleri dahi yasaktır.

1944”lerde bile Türk ırkından olma esası aranır. Dahası ikinci cihan harbinin başlarında Ankara hükümeti Almanlarla gizli pazarlığa bile oturmaya çalışır. Pazarlığın konusu da Kafkasya ve Türkistan Türkleridir. Bu tür pazarlık arayışlarını o dönemin Alman Dışişleri Bakanı “Ribbendtrop” ile dönemin Almanya”nın Ankara Büyük Elçisi Von Papen ve diğer siyasiler arasındaki yazışmalar ve gizli belgelerde açıkça görmek mümkündür. Bakınız bu gizli yazışmalardan bir kaç örnek verelim:

Alman Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Vaiszoeker”in bakan Ribbentrop”a gönderdiği 05/08/1941 tarihli gizli yazışmadan:

“Türkiye Büyük Elçisi bugün bana yeni elçilik müsteşarını tanıttı. Ve konuşmayı hemen Sovyet Bölgesi”nde yaşayan Türk-Moğol asıllı sınır kabileleri üzerine çevirdi. Bu Türk-Moğol kabilelerinin yapacakları Sovyetler”e karşı propagandaya dikkati çekti. Hazar Deniz”inin doğusunda bağımsız bir Türk-Moğol Devleti kurulabileceğini imada bulundu.

Hüsrev Gerede, bunları sırasına getirip resmi olmayan tarzda söyledi. Fakat bu sözlerin tesadüfen ortaya çıkmış olmadığını gösterir. Ali Fuat”ın sayın Von Papen ile olan görüşmesinde kullandığı ifadelere aynen uymaktadır. Nitekim Gerede, Bakü”nün bütün halkının Türk dilini konuştuğunu kastederek, propleme girmekten geri durmamıştır.” (..)

Gene Alman Dışişleri Bakan Yardımcısı Hending”in Alman diplomatları Ermandatof ve Vahraman”a gönderdiği yazıda şöyle der:

“Türk Genel Kurmay Başkanı, Türk-Alman ilişkilerinin sadece Turancılık temeline dayanabileceğini ifade etmiştir.”

Meraklıları o dönemin Alman gizli belgelerini araştırırlarsa buna benzer herhalde daha bir sürü gizli yazışmaları göreceklerdir.

İşte böyle atmosferdeki Türkiye Devleti”nde dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu 05 Ağustos 1942 tarihli Meclis kürsüsünden okuduğu kabine programının sonuç konuşmasında;

“Biz Türk”üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. (Mecliste alkış ve bravo sesleri) Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.” diyerek devletin başbakanınca devletin temel ülküsü anlatılmaya çalışılmıştır.

Dönemin gençliği hassas derecede Türkçüdür. Milliyetçidir. Zaten 3 Mayıs 1944”ü yaratanlar da bu yüksek Türklük şuuruna erişmiş Türk gençliğidir.

1944 Türkçülük Olayının Meydana Geliş Şekli:

Büyük Türkçü Nihâl Atsız Beğ; devletin ülküsünün Türkçülük ve dönemin Başbakanı Saraçoğlu”nunda Türkçü olduğu inancı içindedir. Buna karşılık devletin her tarafına komünist ve hain kadroların yerleştirilmekte olduğunu görmektedir. O günkü Başbakanı ve devlet yetkililerini uyarmak için Atsız Beğ; devrin başbakanı Şükrü Saraçoğlu”na Orhun Dergisi”nde 1 Mart 1944”te ve gene bir ay sonra 1 Nisan 1944”te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır. Devletin içine hatta beynine sızmaya çalışan virüsleri haberdar eder. Ve Başbakan”a şikayet ve uyarıda bulunur. Bu virüslerin içinde -sonradan Bulgaristan”a kaçarken öldürülen- Sabahattin Ali de vardır. Devrin Milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel”i bu mektuplar büyük bir telaş ve endişeye düşürür. Hasan Ali Yücel ile o günlerin Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay”ın teşviki ile Sabahattin Ali tarafından Atsız Beğ mahkemeye verilir.

26 Nisan 1944”te Ankara”da başlayan ilk mahkeme, dönemin üniversite gençliği tarafından hınca hınç doldurulur. Bu yoğun kalabalık ve tezahurat karşısında Mahkeme heyetinin içeriye pencerelerden girebildiği söylenir.

Nihâl Atsız Beğ Mahkeme Heyetine;

“Sabahattin Ali”den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?” diye sorar. Sabahattin Ali ise bu sözler karşısında sessiz kalmış ve bir cevap verememiştir.

Mahkeme 3 Mayıs 1944”e ertelenir. Ne olduysa davanın ikinci celsesi 3 Mayıs 1944 günü olur. 3 Mayıs 1944”te Türk gençliği bir volkan gibi patlar. Türklük ülküsüne ve onun ideolojik lideri, hocası Hüseyin Nihal Atsız”a sahip çıkmak için Ankara Adliyesinin koridorları, salonları doldurulduğu gibi adliyenin önü de yüzlerce genç tarafından doldurulur. Topluluğun bir kısmı adliyede Atsız”ı yalnız bırakmazken diğer binlerle ifade edilen büyük bir topluluk Ulus Meydanına doğru protesto yürüyüşüne geçer.

İşte bu “3 Mayıs” günü Atsız Beğ”in de isteği doğrultusunda 3 Mayıs 1954 tarihinden itibaren “Türkçüler Günü” olarak anılmaya başlanır. 3 Mayıs Türkçüler Günü budur.
_________________________________________________________________
Bir kaç yıldır MHP”li ve Ülkü Ocaklı gençlerin de bu anmalara Atsız Beğ”in mezarının başında katıldıklarını görmekteyiz. Bu partililerle ülkü ocaklılar bu anma sırasında; “Başta sayın Başbuğumuz Alparslan Türkeş olmak üzere” diye başlamaktalar ve 3 Mayıs anma toplantısını hem de Atsız”ın mezarı başında siyasi bir slogan haline getirdikleri “tekbir” sesleri ile bitirmektedirler. Bir kere “Başta Başbuğumuz” demek ile Başbuğlarına da saygısızlık yapmaktadırlar. Çünkü 3 Mayıs 1944 de Alparslan Türkeş, her hangi bir özelliği olmayan sadece Atsız Beğ”in yanına gelip gitmekten dolayı tutuklanan bir üsteğmendi. Diğer yandan kendisinin bu olaylara tesadüfen katıldığını beyan eden Mahkemeye verilmiş bir “pişmanlık mektubu” da söz konusudur.

nejdet sançar

dokuzkoydenkovulanadam
Nihâl Atsız'ın kardeşi Nejdet Sançar 1 Mayıs 1910'da İstanbul'da dünyaya geldi. Soyadlarının aynı olmamasının sebebi, 1934 yılında soyadı kanunu çıktığı zaman Nejdet Sançar'ın askerlik görevinde bulunmasından ötürü birbirleriyle haberleşemedikleri için farklı soyadlar tescil ettirmeleridir.

Nejdet Sançar'ın hayatı ağabeyi Nihâl Atsız ile birçok yönden benzerlik gösterir. O da bir edebiyat öğretmeniydi; 3 Mayıs 1944 sonrasında tabutluklarda ve zındanlarda en ağır işkenceleri çekti, Türkçülük Davası'nda yargılandı. Sançar Beğ, Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği ile Türk Ocakları'nda görev yaptıktan sonra (Atsız Ata'nın genel başkanlığında İstanbul'da kurulan fakat sonradan merkezi Ankara'ya nakledilerek adı Türkiye Milliyetçiler Birliği'ne çevrilen) Türkçüler Derneği'nin genel başkanlığını devraldı…

Nejdet Sançar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. Askerlikten sonra Sivas Öğretmen okuluna edebiyat öğretmeni olarak tâyin edilmiş fakat zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'i karşılama törenine katılmadığı gerekçesi ile bu görevden alınmış ve Balıkesir Lisesi'ne atanmıştır.

Balıkesir Lisesi'nde görevine devam ederken Türkçülük – Turancılık adı altında Mayıs 1944'de başlayan ve Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Ankara Konservatuarı Direktörü Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Türk Tarihi Profesörü Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan gibi Türkçülerin de bulunduğu davada tutuklanmış ve Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yapılan duruşmalar neticesinde 14 aya mahkûm olmuştur. Bu arada Askeri Yargıtay, Türkçüler hakkındaki kararı esastan bozmuş, yani Nejdet Sançar o zamanlar “Tabutluk” tabir edilen hücrede 14 ay boşuna yatmıştı.

Nejdet Sançar, 1960 yılında 16 yaşındaki oğlu Afşin'i kaybetmesi üzerine felç geçirmiş, Afşin için 1962 yılında Yeni İstanbul gazetesinde “Türk Gençliği Nasıl Olmalıdır?” konulu ödüllü bir yarışma düzenlemiş, bu yarışma daha sonra ki yıllarda da devam etmiştir. Afşın'ın ölümü üzerine amcası Hüseyin Nihal Atsız, Afşın'a Ağıt başlıklı duygusal bir şiir yazmıştır.

1960 yılında tek evladı, 15 yaşındaki oğlu Afşın'ı kaybedince üzüntüden felç geçirdi ve uzun tedavilerden sonra ancak kısmen iyileşebildi. Türkçü dergilerde çok sayıda makalesi yayınlandı, ayrıca “Türklük Sevgisi”, “Irkımızın Kahramanları”, “Tarihte – Türk İtalyan Savaşları”, “Afşın'a Mektuplar” ve “İsmet İnönü İle Hesaplaşma” adlarını taşıyan beş tane kitabı vardır. Sançar Beğ'in de ömrü aynen ağabeyi Atsız Ata gibi tabutluklara, zındanlara, işkencelere, mahkemelere, sürgünlere, baskılara ve mahrumiyetlere göğüs gererek Türkçülük yolunda uğraş vermekle geçti…

Hayatını Türklüğe adamış bu büyük Türkçü, 1975 yılının 22 Şubat günü, Atalarının önünde yağız yere diz vurmak için Uçmağa vardı.

Nejdet Sançar'ın öldüğü gün daktilosunda, daha geniş basımını için hazırlamakta olduğu “Tarihte Türk-İtalyan Savaşları” isimli eserinin ikinci basımı için hazırladığı bir sayfa takılı bulunmaktaydı.

1. Tarihte Türk – İtalyan Savaşları
2. Irkımızın Kahramanları
3. Türklük Sevgisi
4. Afşın'a Mektuplar
5. Gizli Komünist Belgeleri
6. Kızıl Cennet Masalı
7. Türkçülük Üzerine Makaleler
8. İsmet İnönü ile Hesaplaşma

1944 Türkçülük Davalarında, mahkeme heyetine karşı yaptığı savunmanın son cümlesinde haykırdığı gibi: “Türk soyu sağ olsun!”
1

hacı bektaş veli

dokuzkoydenkovulanadam
Hacı Bektaş Veli, Osmanlı İmparatorluğunda XIV. yüzyıldan itibaren, sosyal ve siyasi bakımdan büyük etkinliği olan, II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı ile birlikte kapatılan, Abdülaziz zamanında tekrar canlanan ve 25 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına kadar devam eden Bektaşi tarikatının piridir. Hacı Bektaş Veli'nin harcını kardığı Alevi-Bektaşi anlayışı, Anadolu'nun yanı sıra Balkanlar, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna, Kosova, Makedonya, Gül Baba türbesinin bulunduğu Macaristan'ın Budapeşte şehrinden Azerbaycan'a kadar bir çok yerde kabul görmüş ve benimsenmiştir.

Hacı Bektaş Veli'nin düşünce ve öğretisinin yayılması, ölümünden çok daha sonra, 14.yüzyıl başlarında kurulan tarikatının, 16.yüzyıl başlarında etkinlik kazanması ile olmuştur. Hacı Bektaş Veli, hakkında anlatılan söylencelerle, tarihsel gerçekliklerden kopuk olarak yaşatılmıştır. Kendi döneminde tanınmaktadır ve Mevlana, Baba İlyas, Ahi Evren'le çağdaştır. Kaynaklar bu dönemin ünlülerinin ilişkilerini mistik bir dille anlatırlar. Döneme ait bilgiler aktaran Aşıkpaşazade, Eflâki, Elvan Çelebi gibi yazarlar, Hacı Bektaş'a ait bilgilere yer vermişlerdir. Ölümünden sonraki yıllarda, hakkında “Vilayetname” düzenlenir. Adına tarikat kurulur. Mevlevi inançlı Eflâki'nin, Hacı Bektaş Veli'yi kendi tarikat önderleriyle kıyaslayarak, küçük düşürücü öyküler anlatması, dönemin mezhep ve tarikat bağnazlığından kaynaklanmaktadır. Alevi - Bektaşilik'le ilgili belge ve kaynakların yokedildiği de, tarihsel bir gerçektir. Bu durum da, Hacı Bektaş Veli'ye ilişkin, sağlıklı bilgilere ulaşmamıza engel olmuştur.

Hacı Bektaş Veli'nin doğumu, ölümü, kim tarafından eğitildiği, Anadolu'ya tam olarak hangi tarihte geldiğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Hakkında bilgi veren en eski kaynaklardan biri olan Vilayetname'de, Hacı Bektaş Veli, Hz. Ali'nin soyundan yedinci İmam Musa Kazım nesline bağlanarak, soy seceresi hakkında şu bilgi verilmektedir. “Hacı Bektaş Veli, Seyyid Muhammed İbrâhim-î Sânî, Seyid Mûsa'î-Sânî, İbrâhim Mükerrem el-Mücâb, İmam Mûsâ Kâzım." Ancak bu silsilenin doğruluk derecesi de tartışma konusu olmuştur. Hz. Ali ile Hacı Bektaş Veli arasındaki şahısların azlığı nedeniyle, silsilede noksanlık veya kopukluklar olabileceği ileri sürülmüştür.

Hoca Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilip Anadolu'ya gönderildiği iddialarına karşılık, yaşadıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda, 1166'da ölen Ahmet Yesevi ile 1209-1271'de yaşayan Hacı Bektaş Veli'nin aynı zaman diliminde yaşamadıkları açıktır. Yaygın olan kanaate göre, Lokman Perende'nin himayesinde ve Yesevilik öğretisinin etkin olduğu bir ortamda yetişmiştir. Vilayetname'de, Hacı Bektaş Veli'nin Anadolu'ya gelişi şöyle aktarılmaktadır. “Kürdistan'da bir kavmin içinde bir zaman eğleşir.(……) O kavmi kendisine bağlar.(……) Rum ülkesine yürür. Elbistan'da Ashâb- ı Kehf mağarasına uğrar. Orada erbain çıkarır. Kayseri'ye doğru yola çıkar.(……) Rum ülkesine Zülkadirli ilinde Bozok'tan girer. Sulucakarahöyük'e iner”. Horasan ve Erdebil'de aldığı tekke eğitimi, Anadolu'ya geliş yolu ve Anadolu'da bulunduğu yerler dikkate alındığında, Hacı Bektaş Veli, Yesevilik, Melamilik, Batınilik, İsmaililik, Ahilik, Babailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi dönemin inanç ve anlayışlarını, yakından tanıyor ve biliyor olmalıdır.

Baba İlyas'ın torununun oğlu Elvan Çelebi (Ölümü:1359) tarafından yazılan ve Baba İlyas'ın söylencelere dayalı yaşam öyküsünün anlatıldığı Menâkıbu'l-Kudsiyye fî Menâsıbı'l-Ünsiyye'de, Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas'ın halifeleri arasında sayılmaktadır. Aynı eserde, 'Baba Resûl' ile Baba İshak'ın değil Baba İlyas'ın anlatıldığı görülmektedir.

Eflâkî'nin 718(1318)-754(1353) yılları arasında yazdığı, Menâkıbu'l-Ârîfin adlı kitabı da, Hacı Bektaş Veli'nin, Rum beldesinde ayaklanmaya sebep olan Baba Resûl'ün halîfe-i has'ı (gözde müridi) olduğunu ifade ederek, bu bilgiyi doğrulamaktadır. Eflâki, Hacı Bektaş Veli'nin "ârif ve yakîn'e" ermiş olduğunu, fakat İslam'ın kurallarına uymadığını belirtmektedir. Eflâkî, Hacı Bektaş adını üç yerde kullanmakta ve büyük atası Baba İlyas'ın altmış halifesi arasında saymaktadır.. Baba İlyas'ın altmış halifesi arasında, Osman Gazi'nin kayınpederi Ede Bâlî'nin de olduğunu, Eflâkî'den öğrenmekteyiz.

Tarihçi Âşıkpaşazâde'nin (Ölümü:1481) 1478'de yazdığı Vekayinâmesinden, Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Menteş ile Horasan'dan gelerek, 1240 yılındaki Babai ayaklanmasının öncüsü Baba İlyas'ın yanında yerlerini aldıklarını öğreniyoruz. Hacı Bektaş'ın Anadolu'ya gelmesini beyan edeyim” diye başlayan Âşıkpaşazâde'nin anlatımı şöyle: “Bu Hacı Bektaş Horasan'dan kalktı. Bir kardeşi vardı, Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar. Anadoluya gelmeye heves ettiler.. O zamanda Baba İlyas gelmiş, Anadolu'da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteğiyle gelmişler. Onun dahi hikayesi çoktur. Hacı Bektaş kardeşiyle Sivas'a, Sivas'tan Baba İlyas'a geldiler. Oradan Kırşehir'e, Kırşehir'den Kayseriye geldiler.. Hacı Bektaş kardeşini Kayseri'den gönderdi. Vardı Sivas'a çıktı. Oraya varınca eceli yetişti onu şehit ettiler..”

Baba İlyas'ın örgütlediği, Baba İshak'ın yönettiği 1240'daki Babai ayaklanmasında Sivas'da öldüğü anlaşılan Menteş ile kardeşi Hacı Bektaş Veli'nin yollarının, ayaklanmadan önce ayrıldığı; Hacı Bektaş Veli'nin Babailerin kırımı ile sonuçlanan, Malya Ovası'ndaki savaşa katılmadığı ve Sulucakarahöyük'e (Hacıbektaş'a) geldiği anlaşılmaktadır.

Aşıkpaşazade'ye göre, Hacı Bektaş Veli kendinden geçmiş bir meczub idi. Tarikatı ve müridleri yoktu. Hacı Bektaş Veli'nin; Aşıkpaşazade'nin Hatun Ana dediği (Vilayetnamede Kutlu Melek - Fatma Ana - Kadıncık Ana isimleri ile anılan), manevi bir kızı olduğunu; tasavvuf öğretisini ve kerametlerini ona emanet ettiğini; Hatun Ana'nın da bunları Abdal Musa'ya aktardığını, Aşıkpaşazade'den öğreniyoruz. Bu bilgiyi, Abdal Musa Vilayetnamesi de doğrulamaktadır. Bu bilgiler, o çağdaki "kadının", erkek müridi olacak kadar, yüksek bir statüye sahip olduğunu göstermektedir. Vilayetname'deki anlatımlar da, İslami dönemdeki kısıtlamalardan önce, kadının sosyal yaşamda etkin bir yerde olduğunu ortaya koymaktadır. Meclislerde erkeklerin yanında yer almakta ve yabancı konuklara hoş geldin diyebilmektedirler.

Vilayetname'de, Hacı Bektaş Veli'nin Osman Gazi'ye kılıç kuşatıp Elif Tac giydirdiği yazılı ise de, Aşıkpaşazade bu konuda açık ve kesin bir bilgi vererek, Hacı Bektaş Veli'nin Osmanlı Hanedanından kimse ile görüşmediğini açıkca ifade etmektedir. Aşıkpaşazade, Eflâkî ve Elvan Çelebi'nin anlatımları ile Hacı Bektaş Veli Türbesinden gelen ve Ankara Kütüphanesinde korunan, Ciritli Derviş Ali (Resmî Ali Baba) tarafından 1176(1765)'da kopya edilmiş Vilayetnamede, Hacı Bektaş Veli'nin 606(1209/1210)'da doğduğu, 63 yıl yaşayarak 669(1270/1271)'de öldüğüne dair verilen bilgi örtüşmektedir. 1281'de, 23 yaşındayken Kayı Boyu'nun yönetimini üstlenen Osman Gazi'ye, Hacı Bektaş Veli'nin kılıç kuşatıp Elif Tac giydirmesinin, Hacı Bektaş Veli ile ilişkilendirilen Yeniçeri Ocağının kurulmasından sonra, Vilayetname'ye eklenmiş olabileceğini düşündürtmektedir.

Hacı Bektaş Veli'nin çocuklarının olup olmadığı, Alevi ve Bektaşiler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Ortaya atılan farklı iki iddia vardır. Çelebiler, Hacı Bektaş Veli'nin Fatma Nuriye veya Kadıncık Ana (Kutlu Melek)'dan Seyyid Ali Sultan (Timurtaş) adlı bir çocuğun dünyaya geldiğini, kendilerinin de bu soydan olduklarını iddia etmektedirler. Babağan (Babalar) kolu ise, Hacı Bektaş Veli'nin mücerret kaldığını, dünyadan da mücerret olarak göçtüğünü iddia etmektedirler. Bu grup mensuplarına göre, bugün Hacı Bektaş Veli'nin evladı olarak bilinenler, Pir'in Kadıncık Ana'dan gelen nefes (yol) evladlarıdır.

Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük'te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektaş Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır. Mezarı, Nevşehir İli'ne bağlı Hacıbektaş İlçesi'nde bulunmaktadır.

pir sultan abdal

dokuzkoydenkovulanadam
Yaşamının büyük bölümü Sivas'ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır bucağına bağlı Banaz köyünde geçmiştir. Kanunî Sultan Süleyman ile İran Şahı I. Tâhmasb zamanında yaşadı. İran şahının tahriki ile Osmanlı Devleti aleyhine olan isyana katıldığı ve İran lehine casusluk yaptığı gerekçesi ile Hızır Paşa tarafından Sivas'ta asıldı. İdam edilerek ölen Pir Sultan Abdal'ın ölümünün, 1547-1551 ya da 1587-1590 yılları arasındaki bir tarih olduğu sanılmaktadır.

Ayrıca Pir Sultan Abdal, şiirlerinde Allah, İslam Peygamberi Muhammed, Ali, On İki İmam ve Ehl-i Beyt sevgisini sıkça işlemiştir. Ayrıca sosyal konulara da yer vermiş ve bunları birer sosyal uyarı niteliğinde işlemiştir. Çoğu şiirini nefes tarzında ilahilerle yazmıştır. Alevi bir şair olduğundan Hakk-Muhammed-Ali motifini kullanmıştır. Alevi geleneklerine bağlı bir dergâh ortamında yetişmiştir. Alevi ekolü tekke eğitiminin etkisiyle insanlar arasında bu yola çağıran bir şahıs olmuştur. Medrese öğrenimini Erdebil'de görmesine rağmen, diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan Edebiyatı'ndan hiç etkilenmemiştir.

Pir Sultan Abdal, Aleviler arasında Yedi Ulular olarak bilinen Yedi Ulu Ozan'dan birisidir. Genellikle Osmanlı bürokrasisine karşı tutumuyla bilinir. Deyişlerinde eski Türk kültürünü ve Alevi inancını yansıtır. Ölümünün ve deyişlerinin etkisiyle kolektif bir bilinç oluşmuş, onun adına birçok şiir, söz, anı oluşturulmuştur. Anadolu halk kültürünün yaşayan bir ögesi olarak görülmüştür.

Sivas'ın Hafik ilçesinin Sofular köyünde yaşayan Pir Sultan'ın adını duyup ondan feyiz alan daha sonra Sivas Valisi olan Hızır Paşa tarafından idam edilmiştir.
https://www.antoloji.com/pir-sultan-abdal/hayati/

Pir Sultan şiirlerine ulaşmak için şuraya tıklayabilirsiniz
11 /