Sosyal fobi

mizantrop
ineceğin durağa çok yakınsındır ve yapacağın tek şey yavaşça ayağa kalkıp müsait bir yerde inebilir miyim demektir. ama diyemezsin, engeller seni bu meret. önce hesap etmen gerekir çünkü o anda bütün gözler üzerindedir yada sana öyle gelir. ilk önce hesaplarsın kafanda.



şimdi hafifçe kalkayım, ama yanımda biri var önce ona pardon diyeyim, geçerken kıçım yüzüyle başbaşa kalmasın şöyle hafifçe döneyim ama o sırada minibüs ani fren yaparsa düşebilirim, dur şurdanda sıkıca tutayım. heh adımımı attım şimdi müsait bir yerde deme zamanı. aman dikkat et ağzından yanlışlıkla birşey kaçmasın, münasip falan dersin rezil olursun, sakın. şimdi bunları düşünüyorsun ve kendini bunaltıyorsun bak terleyeceksin. neyse adımımı attım müsait bir yerde dedim. dur! kapıdan yavaş in, dikkat et birkaç sene evvel takılıp düşmüştün, herkes sana bakmıştı tekrar yaşamak istemezsin bunları, birazda dik dur bu ne böyle, şu gömleğinide düzelt kırış kırış olmuş. tamam herşey tamam, inebilirim ve indim, evet başarabilirim bunu.



uygulamaya geçince olanlar ise hayal kırıklığıdır.



ayağa kalkılır, pardon geçebiğir miyim (geçebiğir miyim ne öküz, konuşmamışmıydık bunu) kıçla yüzyüze uygulanır, ani frene karşı sıkı sıkıya tutulacak bir yer ararken bunları düşünmekten vıcık vıcık ter içinde kalınır. vücut yandakinden kurtarılır ve "müsey...müsait bir yerde inebilir miyim" ayağa kalkınca kırışıklığını düşündüğün gri gömleğin kendini bunaltmaktan ter içinde olduğu ve siyaha döndüğü görülür, surat iyice kızarır. kendine çeki düzen vermeye çalışırken iyice komik duruma düşülür, bakmayacak olan insanda sana bakar ve minibüsten inilir.



işte sosyal fobi böyle lanet birşeydir. kimsenin umrunda olmadığın halde herkesin sana baktığını düşünerek toplum içinde kan ter içinde kalmaktır, 500 tl verip güneşten korusun diye aldığın güneş gözlüğünü ulan bu çok dikkat çekiyor diye takamamaktır, tek başına alışverişe çıkamamaktır bazen. sana bahşedilen hayatı rahat rahat yaşayamamaktır. tam dedim ki "tamamdır, artık seni bağlayan hiçbir şey kalmadı burada, zaten yaşayamıyorsun da, gidiyorum artık buradan. taşraya, gemiye vs.. mümkün olduğunca az insanla muhatab olup, mümkün olduğunca az acı hissedeceksin, toparlan, gidiyoruz." bir de fark ettim ki, bu fena bir rahatsızlık, hastalık, içini hınçla, öfkeyle dolduran ama, seni dünyanın en sakin insanı gibi gösteren bir hastalık. bir bakıyorsun, suratına tükürülmeyecek, daha nereye sıçacağını bile tam olarak kestiremeyen adamlar şahken şahbaz olmuşlar. yan yana otururken kendini rahatsız hissettiğin bu adamlar, dünyalar güzeli kadınlarla beraber oluyorlar. hem de onları kırarak, inciterek. ya sen? aman dikkat çekmeyeyim, aman kimseyi rahatsız etmeyeyim kaygısıyla, izmir cayır cayır yanarken sanki hayatın yeterince cehenneme benzemiyormuş gibi, lacivert bir gömleği üzerine geçirmiş yürüyorsun alevler içinde. kibarlık kaygısı güdüp, kibarlığını göstermiyorsun, otobüsteyken "çok sigara içtim bugün, aman kimse rahatsız olmasın" diye düşünüp boş yer varken oturmuyorsun gidip de. canından çok sevdiğin kız arkadaşın seni arkadaşlarıyla beraber olacağı bir akşam yemeğine davet ettiğinde, "ulan orada şimdi bir sürü insan olacak yaaa, deliririm ulan ben orada" diyerek gitmeyip, "ya ben sevmiyorum senin arkadaşlarını pek" deyip kavga çıkarıyorsun. kendine bile itiraf edemiyorsun bazı şeyleri hele... peki ya bu andavallar, bu kadar düşünüyorlar mı seni? düşünüyorlarsa eğer, metroda yanımdadaki adamdan gelen ekşi koku ne ulan?

seni anladığını söyleyip, sana ufacık bir saygı belirtisi gösteren adamlara "muhtaç" hissediyorsun kendini. neden?..