confessions

kelebebek

Editör  · 26 Mayıs 2017 Cuma

  1. toplam giri 348
  2. takipçi 50
  3. puan 4558

boktan hayata renk katmak için tavsiyeler

kelebebek
-Otostop çekerek başka bir şehre gitmek.
-En az 3 hafta ortadan kaybolmak.
-Telefon numarasını değiştirip kimseye yeni numaranızı söylememek.
-size mutluluk vermeyen insanları hayatınızdan şutlamak.
-her gün 10 dakika da olsa kendi kendine dans etmek.
-yalnız kalıp biraz düşünmek.
-Paraya fazla değer veren arkadaşlarınızı da hayatınızdan şutlamak.
1

seyit rıza

kelebebek
1937 ve 1938'deki Dersim isyanları Atatürk dönemi Kürt isyanlarının en sonuncusudur. Tabii, Atatürk bu isyanları bugünkü iktidar gibi izlememiş, isyancılarla anlaşmamış, isyancıların ardındaki emperyalistlere teslim olmamış ve Türk milletini bölecek adımlara izin vermemişti. Dersim isyanı “açılımlar”la ve isyancıların bölücü emelleriyle uzlaşılarak değil, askeri bir harekâtla bastırıldı. Aynen Şeyh Sait ve Ağrı isyanı ve diğer Kürt isyanlarında yapıldığı gibi...

Bugün feryat figan eden Kürtçülerin derdi de işte budur. Türk devletinin PKK terörüne teslim olmasını ve bir Kürt devletine göz yummasını isteyenler, Atatürk'ün Dersim isyanını bastırmak için yaptıklarına tabii ki karşı çıkacaktır.

Amaçları Atatürk'e saldırmak

Dersim isyanıyla ilgili yürütülen Kürtçü propagandanın kökeninde derin bir Atatürk düşmanlığı yatıyor. Atatürk'e açıktan saldırmaya cesaret edemeyen Kürtçüler, “Dersim'de katliam yaşandı”yalanlarıyla bunu dolaylı yollardan gerçekleştirmeye çalışıyor.

Halbuki, Kürtçülerin iddiasının aksine Dersim isyanı bastırılırken bir “Kürt katliamı” kesinlikle yaşanmamıştır. Aşiretleri tasfiye eden, Doğu insanımızı sömüren derebeylik rejimini ortadan kaldıran Atatürk devrimlerine karşı direnen gericilerle mücadele edilmiştir, o kadar.

Dersim isyanı askeri bir harekâtla bastırılmıştır, ancak bu harekâtta iddia edildiği gibi büyük katliamlar falan yaşanmamıştır. Kürtçülerin “90 bin kişi öldürüldü, 100 bin kişi zorla göç ettirildi” iddiaları bir hayalden başka bir şey değildir. Yalnızca nüfus rakamlarına bakmak bile bu yalanı ortaya koymak için yeterlidir.

İsyan öncesi Tunceli nüfusu 1935 rakamlarına göre 100 bindir. İsyan sonrasındaki 1940 sayımındaysa 95 bindir. Aradaki 5 bin fark da isyan sonrası zorunlu göçe tabi tutulan aşiretlerin nüfusudur. Hangi aşiretten kaç kişinin zorunlu iskana tabi tutulduğu belgelerde de sabittir ve bunun toplamı da 3470'tir!

Üstelik, 1940 yılı sayımındaki 95 bin nüfus o dönem için çok büyük bir rakamdır. Tunceli'de bugün bile, 2008 rakamlarına göre, 87 bin kişinin yaşadığını düşünürsek, iddia edildiği gibi bir katliamın yaşanmadığı kolaylıkla ortaya çıkar.

Atatürk isyana hazırlıklıydı

Kürtçüler Dersim'de sistemli bir katliam yaşandığını iddia ediyor. Halbuki durum böyle değildir. Dersim isyanı için Kürt aşiretleri yıllarca hazırlık yapmış, Atatürk liderliğindeki Türk devleti de isyan başlayana kadar askeri hiçbir harekâta girişmemiştir. Kemalist iktidarın 30'lu yıllarda Tunceli'de yaptıklarını incelersek bu gerçeği görebiliriz.

1930'daki Ağrı isyanının bastırılmasının ardından Doğu Anadolu'daki gücüne büyük darbe vurulan Kürtçülüğün Dersim dışında tutunabilecek bir yeri kalmamıştı. Dersim'deki Kürt aşiretlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığı daha 30'ların başlarında tespit edilmişti. Pek çok resmi raporun yanı sıra Başbakan İnönü ve Ekonomi Bakanı Bayar'ın Şark Raporları da, bu konuda uyarılarla doludur.

Atatürk de isyanı elleri kolları bağlı beklemez. 1935'te “Tunceli Vilayetinin Kurulmasına İlişkin Kanun” kabul edilir. O zamana kadar Dersim olarak bilinen yöreye Tunceli ismi verilir.

Ancak Atatürk Tunceli'de yalnızca askeri önlemler almaz, Tunceli'ye “medeniyet” götürülür. Yüzlerce yıldır şehir merkezlerinden kopuk yaşamış Tunceli köyleri yapılan yol ve köprülerle“medeniyet”le tanışır. Hastane yapılır, doktor götürülür. Okul yapılır, öğretmen götürülür. Mahkeme yapılır, adalet götürülür... Köylüyü baskı ve zulüm altında tutan aşiret reislerinin silahlarına el konulur... Tabii tüm bu “medenileşme” hareketi gerici Kürt aşiretlerinin direnişiyle karşılaşır.

Ve... 1937 yılının 21 Martında, yani bugün PKK'lıların da ayaklanma günü olarak kutladığı Nevruzda, Seyit Rıza liderliğindeki Abasan Aşireti, Harçik Köprüsü'nü yakarak isyanı başlatır. Aynı gece bir karakolumuzu basarak 33 askerimizi şehit ederler. 1920 Koçgiri isyanını liderlerinden ve Ağrı isyanına da katılmış Alişer ile Nuri Dersimi de isyancılar arasındadır.

Ertesi gün Pah Hükümet Konağı, ilçede yeni kurulmuş ilkokul ve hastane de ateşe verilir. İsyanın hedefi açıktır: Atatürk Cumhuriyeti'nin götürdüğü “medeniyet”in bütün simgeleri...

Tabii Atatürk, isyanın hemen bastırılmasını emreder. Ve dönemin Tunceli Valisi Korg. Abdullah Alpdoğan'ın komutasındaki 20 bin kişilik bir kuvvetle isyan bastırılır. Elebaşları idam edilir.

“Dersim Harekâtı” olarak bilinen bu isyan bastırma operasyonu, bölgedeki aşiretlerin gücü tamamen kırılana kadar sürer. Aşiretlerin önde gelenleri, Tunceli dışına sürülür ve bölgede Cumhuriyet rejimi tam anlamıyla tesis edilir.

Kürtçülerin ve Fethullahçıların yalanlarını belgelerle çürütüyoruz!

Varan 1: İsyanın lideri Seyit Rıza bir tarikat şeyhi ve aşiret reisiydi

Kendisine solcuyum, ilericiyim, sosyalistim diyen bir insanın Dersim isyanını savunması kadar komik bir şey olamaz. Çünkü Dersim isyanı kesinlikle bir halk hareketi ya da ilerici bir ayaklanma değildir.

İsyanın lideri Seyit Rıza, Dersimli bir aşiret reisidir. Ve Atatürk Dersim'dekiaşiret yapısını ortadan kaldırmak istediği için ayaklanmıştır. Seyit de zaten bir isim değil, Peygamber soyundan gelen Şeyh anlamında yerel bir dini ünvandır! Anlayacağınız, Dersim isyanı, bir derebeyinin, bir dini liderin, bir tarikat şeyhinin, bir aşiret reisinin Atatürk Cumhuriyeti'ne karşı ayaklanmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda Menemen ayaklanmasından hiçbir farkı yoktur.

Varan 2: İsyancılar Fransız işbirlikçisiydi

Bütün diğer Kürt isyanları gibi Dersim isyanı da emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle başlamıştır. Nasıl Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü bir dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersim isyanı da Hatay meselesinin tartışıldığı bir dö­nemde Fransızlar tarafından kullanılmıştır. Nitekim, isyancıların üzerinden Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası altındaki Suriye'ye kaçmış ve Fransız Hükümeti'nin koruması altında yaşamıştır. Bugün “Dersim'de katliam yaşandı” yalanlarının da AB koruması altındaki sempozyumlarda dile getirilmesi bu nedenle bir tesadüf değilir.

Varan 3: Seyit Rıza İngiltere'den destek istedi



Dersim isyanının lideri Seyit Rıza'nın isyan sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir:

“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan'ın bereketli topraklarından söküp Anadolu'nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim'e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930'da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt'ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan'da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye'nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.

Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”

Varan 4: Türk komünistleri ve Komünist Enternasyonal de isyana karşı çıktı

O dönem Türkiye Komünist Partisi de Komünist Enternasyonal de Dersim isyanının feodal ve gerici bir ayaklanma olduğunu tespit etmişti:

“İki ayı aşkındır Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Dersim, Türkiye'nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Öyle ki başka bir vilayetten hiçbir tüccar, Dersim'de iş yapmayı göze alamazdı. Devletin Dersim'de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi ve yasal vergileri toplaması, bugüne kadar mümkün olmamıştır. Dersim'in hakim tabakaları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. (...) Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve seyyitler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu'nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefini güden bir reform planını zorla uygulamaktı. Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arefesinde Tapu Kadastro İdaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.”

Komintern, 1925'teki Şeyh Sait isyanına da şu gerekçelerle karşı çıkmıştı: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye'nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal'e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”

Varan 5: İsyan Atatürk'ün baskıları değil
Atatürk döneminde yapılan köprü ve yollar yüzünden çıktı


21 Mart 1937'de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü
Dersim isyanı iddia edildiği gibi Atatürk Cumhuriyeti'nin Kürtlere yönelik baskıları yüzünden başlamamıştır. Halka baskı yapmak bir yana, Atatürk, Dersim'deki aşiret yapısını dağıtarak Tunceli halkını özgürleştirmek için büyük çaba göstermekteydi. Şehrin ismi bu yüzden Osmanlı dönemini çağrıştıran Dersim bırakılarak Tunceli olarak değiştirilmişti. Bu nedenle bugün Tunceli ismine tahammül edemeyenlerin, Atatürk'ün Şapka Devrimine karşı çıkanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Dersim ismi isyanın değil, halk üzerindeki feodal baskının simgesidir. Tunceli ise o derebeylik baskısını kaldırmak isteyen Atatürk devrimciliğini simgeler.

Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen din adamları Atatürkçü devrimlere karşı çıktılar. Menemen'de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim'de başlamış oldu. İsyancıların ilk hedefi de devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur etrafındaki iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü ilk hedefti. Gericiler, “medeniyet”in bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edememişti!


ÖZGÜR ERDEM

böcek fobisi

kelebebek
Hayatimda en cok nefret ettigim seyler bocekler.
Korkmuyorum desem yalan olur ama daha cok igreniyorum. Böcek gordugum an kendimi kaybediyorum. Istakoz ve yengecin de böcek oldugunu dusunuyorum.
Bu bocek fobisi oyle bir sey ki; böcek ile goz goze geldigimde onu öldüremiyorum, öldürebilecek bir insan gelene kadar ciglik atiyorum. Daha fazla yazamayacagim.


Edit: daha fazla yazabiliyormusum. Banyodayken gozlerimi kapatamiyorum sirf böcek olabilir diye. Uyurken burnumdan böcek girebilir diye korkuyorum. Ve paronaya seviyesine geldi uyuyamiyorum. Yalin ayak evde dolasmaktan nefret ediyorum. Evin dis duvarlarina sirf boceklerin oradan gecmis olabilecegini dusunerek dokunamiyorum.
insanlar abarttigimi dusunebilir. Bu fobimin sorumlusu bana saka yaptigini sanan aptal kuzenimdir.
3

milliyetçilik

kelebebek
Atatürk millet kavramını “Dil, kültür ve mefkûre ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi içtimai heyet” sözleriyle tanımlamıştır.
Milliyetçilik ilkesi ise Milletini sevmeyi ve milli çıkarları her şeyden üstün tutmayı öngören bir ilkedir. Milliyetçilik ilkesi; tüm vatandaşlarını Türk olarak kabul eden, hiç bir ayrım yapmayan, vatanın bütünlüğünü ve bağımsızlığını esas alan, birlik ve beraberliği dayanan ve ırkçılığı reddeden bir Atatürk ilkesidir.

uzun saçlı erkek

kelebebek
Dışa dönüktür, özgürlüğüne düşkündür, kız arkadaşı olma ihtimali yüksektir. Çapkın olan modelleri de mevcuttur. (kıvırcık ucun saçlı ise çapkın olma ihtimali düz ya da dalgalı olanlara göre daha azdır.)
7

Atatürk'ün en güzel sözleri

kelebebek
"Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."

Türkçülük

kelebebek
Atatürk'e göre Anadolu, en aşağı 7000 yıllık Türk yurduydu! Atatürk, Afet İnan'ın “Türk'ün Tarifi” adlı tezini okuduktan sonra bir sayfanın kenarına kendi el yazısıyla şu notu düşmüştü:

“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en az 7000 senelik Türk beşiğidir! Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvala korkargibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu! Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu! Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünayayı aydınlatan güneştir!“ (bkz:ne mutlu türküm diyene)

hüseyin nihal atsız

kelebebek
Siirlerini begeniyorum. Ama günümüz türkiyesi'nde 12 yasIndaki çocuklarIn sürekli; "maktiyle mir matsIz marmIs Mar molsun!" Demeleri yüzünden ön yargIyla bakIlan yazar. Türkçülügün önderlerindendir. AraplasmayI destekleyenlerden degildir.

ziya gökalp

kelebebek
23 Mart 1876'da Diyarbakır Çermik'te doğdu. Asıl adı Mehmet Ziya olan Gökalp eğitimine Diyarbakırda başladı. 1895'te İstanbul'a gitti. Baytar Mektebi'ne kaydını yaptırdı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898'de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1900'de Diyarbakır'a sürgüne gönderildi. Orada küçük memuriyetler yaptı. II. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. 'Peyman' gazetesini çıkardı. 1909'da Selanik'te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. 1910'da İttihat terakki idadisi'nde sosyoloji dersleri verirken Genç Kalemler dergisini çıkardı. Türk Ocaklarının kurulumunda da yer almıştır. 1. Dünya savaşında Osmanlı'nın yenilmesiyle beraber tüm görevlerinden alındı. 1919'da İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgüne gönderildi. O dönemde ailesiyle yazıştığı mektuplar daha sonra kitap halinde toparlanmıştır 1923'te Atatürk tarafından Diyarbakır mabusu seçildi.Türkçülük ve Turancılık fikirlerinin babası olarak da kabul edilir. 1924 yılında vefat eder ve 2. Mahmut Türbesi haziresine gömülmüştür.
ESERLERİ
Kızıl Elma (1914)
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1929)
Yeni Hayat (1930)
Altın Işık (1927)
Türk Töresi (1923)
Doğru Yol (1923)
Türkçülüğün Esasları (1923)
Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra)
Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler (ölümünden sonra)
Altın Destan
Üç Cereyan
Limni ve Malta Mektupları

unutulmayan bir anı bırak

kelebebek
7. Sınıfta evde ablamın kişisel gelişim kitaplarini keşfettim. Çok meraklıyım ya aldım okudum birini. Kitapta kendimizi sevmek ile alakalı bir yer vardi. geliştirmek için ayna karşısında gülümseme alıştırmasıni okudum. "Enee ben bunu yaparım ulennn! dedim." 2 gün sonra bayramdi. Salondaki aynayı gören odadaki koltuga büyük dayım oturmuş. Ben De görmedim aynaya bakarak gülümsemeye çalışıyorum falan. Sonra bir anda aynadan dayimla göz göze geldik. Ben bittim o anı asla unutmam...

cumali ceber filmine giden insanların hayata bakışları

kelebebek
hayata tıpkı o filmdeki insana benzeyen kişi gibi bakıyorlardır diye düşünüyorum.
tabi ki hepsinden bahsetmiyorum.
(hemen "ya sen benim niçin izlediğim filmlere saygı duymuyorsun ya?!" diyecekler için açıklama gereksinimi duydum.)

türkiye'de insanların iç yüzünü yansıttığını düşündüğüm bu filmde sanata dair hiç bir şey yok. gidenlerin; sırf kendilerinin yalnız olmadıklarını, böyle insanların normal bir şey olduğunu görüp rahatlamak için gidiyor olabileceğini düşünüyorum. kabalık ne zamandan beri sanat olmuştur a dostlar...

potansiyel tecavüzcü

kelebebek
beyni ile değil "bi yeriyle" düşünen insanlardır. genellikle küçükken "hadi göster amcalara ", "hadi şuna ..... de", "aslan oğlum" "erkek adam şöyle şöyledir" cümlelerini ya da benzerlerini işitmiştir. kadınlara değer verilmesi onlar için gereksizdir. tecavüz edilen kadınları açık giyindikleri için adice suçlayabilirler.