confessions

iron

Admin  · 11 Mayıs 2016 Çarşamba

  1. toplam giri 744
  2. takipçi 352
  3. puan 22213

arketipler

iron
ilkörnek (prototip) sözcüğüyle eşanlam taşır. Kolektif bilinçdışının içeriği arketipler terimiyle adlandırılır. Arketipleri eğer bir benzetme ile açıklamak gerekirse, banyo edilmesi gereken negatif filmleri andırırlar. Gerçek dünyada bir karşılığı bulunduğunda, bu belirsiz imgeler cansız varlıklara dönüşürler

Jung birbirini etkilemesi imkânsız olan kültürlerde dahi ortak semboller keşfetmiştir. Jung aynı sembolleri hastalarının rüyalarında da gözlemlemekte idi. Dolayısıyla arketipler düşüncesini dile getirdi.

Jung'un tanımını yaptığı arketipler arasında, doğum, yeniden dünyaya geliş, ölüm, güçlülük, sihir, kahraman, çocuk, üçkağıtçı, akıllı ihtiyar, toprak ana, dev gibi imgeler, ağaçlar, güneş, ay, rüzgar, ırmak, ateş ve hayvanlar gibi doğal objeler, yüzük ve silah gibi insan yapısı objeler sayılabilir. Jung'a göre arketiplerin sayısı, gerçek yaşam olaylarının ve objelerinin sayısına eşittir. Her insan aynı temel arketip imgelerine sahiptir

Yukarıdaki arketiplerden yüzük, sihir, çocuk, güçlülük, akıllı ihtiyar, dev, ağaçlar bana Yüzüklerin Efendisi filmini çağrıştırdı. Bu filmin hem çocuklar hem yetişkinler tarafından bu kadar sevilmesinin nedeni arketiplerimiz olabilir mi?

Jung'un tanımladığı pek çok arketipten dördü diğerlerinden daha fazla ortaya çıkmıştır çünkü bu arketipler kişiliğin oluşumunda çok önemli rol oynarlar. Bu arketipler yüksek düzeyli duygusal anlamlarla doludur. Bu arketipler persona, anima, animus, gölge ve bendir.

kolektif bilinçaltı

iron
Fobiler hakkında izlediğim bir belgeselde çiçek fobisi olan insan olmadığı söyleniyordu. Bu belgeselde İngiltere ve Avrupa ülkelerinde fare fobisinin en yaygın fobiler arasında olduğu belirtiliyordu. Peki, neden Avrupalılar'da çiçek fobisi görülmez de fare fobisi yaygındır. Belgeselde bu konuda görüşü alınan psikologlar şöyle diyordu: “Bunun nedeni muhtemelen Avrupa'da orta çağda yaşanan veba salgınlarıdır. Veba salgınından dolayı İngiltere'de bir zamanlar nüfusun % 40'ı ölmüştü. Demek ki bazı olaylar kolektif bilinçdışımızda fobi olarak kalabiliyor.”

Jung psikoz vakaları ile çalışıyordu ve bireysel bilinçdışı kavramının şizofreniyi açıklamaya yetmediğini gördüğü için kolektif bilinçdışı kavramını ortaya koydu. Felsefe din ve mitoloji bilgisi çerçevesi içinde, şizofrenilerin sabuklamalarını karşılaştırmalı olarak inceledi. Aralarında birtakım paralellikler buldu. Şizofreninin kişisel bastırma ile ilk çocukluk çağları olayları ile açıklanamayacak bir nedene dayanması, zihinde daha derin bir düzeyin (kolektif bilinçdışı) gerektiğini düşündürüyordu.

Jung'a göre bir insanın yılandan ya da karanlıktan korkması için yılanla karşılaşmış ya da karanlıkta kalmış olması gerekmez. Yılandan ya da karanlıktan korkma eğilimleri, atalarımızın kuşaklar boyu yaşantıları sonucu bize aktarılmış ve beyin dokumuza işlenmiştir.

Jung'a göre içinde doğduğu dünyanın genel bir imgesi, doğduğu anda insanın içinde zaten vardır. İnsan dış dünyasında içsel imgelerinin karşılığı olan nesneleri tanıdıkça, bu imgeler bilinçli gerçeğe dönüşürler. Örneğin, çocuk dünyaya geldiğinde kolektif bilinçdışındaki anne imgesi sayesinde annesini derhâl algılar ve onunla ilişkiye geçer. Dolayısıyla insanın algı ve eğilimlerdeki seçiciliği kolektif bilinçdışının içeriğiyle açıklanabilir. Bazı şeyleri kolaylıkla algılamamızın ve onlara karşı belirli tepkilerde bulunmamızın nedeni, kolektif bilinçdışında var olan eğilimlerimizidi

Jung'a göre kişiliğimizdeki en etkili güç tüm insanlık tarihinin deneyimlerini kapsayan kolektif bilinçaltımızdır. Jung'a bilinçdışı kavramını bir ada benzetmesi ile açıklardı. Adanın görünen kısmı bilincimizdir. Okyanus kolektif bilinçdışıdır. Ara sıra görülüp ara sıra yok olan kumsal ise bireysel bilinçdışıdır.

Kolektif bilinçdışı Jung'un psikolojiye en orijinal katkısı olmuştur. Jung'a göre kişisel bilinçdışı baskılanmış çocuksu isteklerden oluşmaktadır. Ancak Jung'a göre insanın düşüncesi ve beyni yalnızca kişisel bilinçdışının etkisi altında değildir. İnsanın düşüncesine ve beynine evrim etki etmiştir. Kolektif bilinçdışı tüm insanlar için ortaktır. Kolektif Bilinçdışı kavramını Jung'un sözleri ile daha iyi açıklayabiliriz:

Kalıtım yolu ile geçenler kolektif bilinçdışını oluşturur. Jung, Kollektif bilinçteki kalıtsal eğilimleri arketipler olarak adlandırmıştır. Arketipler bir kişinin benzer bir durumla karşılaşan atalarıyla benzer şekilde davranmasını hazırlayan zihinsel deneyimlerin daha önceden varolan belirleyicileridir. Arketipler, duygular ve zihinsel olaylar gibi yaşanır. Doğum, ölüm, hayatın belirli evreleri ve çok büyük tehlikelere verilen tepkiyle birleşir.

kişisel bilinçaltı

iron
Sosyal kültürel değerlerin sonucudur, yaşanan her şey iz bırakır ve bu kişisel bilinç dışını oluşturur. Freud'un İd'inden daha geniş bir bölümü oluşturur. Toplum tarafından uygun görülmeyen davranışların yanı sıra yaşanılan deneyimlerde yer alır. Bu bilinçaltı seviyesi çok derin değildir. Çünkü bilinçaltındaki olaylar kolaylıkla bilinç seviyesine getirilir.

bilinç

iron
İnsanların bilinci düşünme, hissetme gibi temel zihinsel güdülerin çalışması sonucu oluşur. Algıları ve anıları kapsar. Çevremize adapte olabilmemizi mümkün kılan gerçeklikle bağlantı kurmanın bir yoludur. Bilincin merkezinde ego vardır. Bilinci, bilinçaltının yanında ikincil öneme sahip bir unsur olarak görmektedir. Bilincin görünen yanından çok, gizli kalmış görünmeyen yanlarına dikkat çeker.

psişe

iron
Jung ekolünde kişiliğin tümü psişe olarak adlandırılır. Latince kökenli olan bu sözcük o dilde ruh anlamına gelse de günümüzde daha çok zihin sözcüğünü karşılamaktadır. Psişe bilinçli ya da bilinçdışı, tüm duygu, düşünce ve davranışları içerir. Psişe birbirinden farklı biçimde çalışan, ancak birbiriyle etkileşim durumunda bulunan sistemlerden oluşur: Bilinç, Kişisel bilinçdışı; kolektif bilinçdışı

carl gustav jung

iron
26 Temmuz 1875'te İsviçre'de Kesswill'de bir kilise filoloji uzmanı bir rahibinin oğlu olarak dünyaya geldi. 1902 yıllında Basel Üniversitesi'nden Hekimlik diplomasını aldı. Artık adını taşıdığı dedesi gibi bir hekim olmuştu. 1900'de Zürih üniversitesinde yaptığı “çağrışım testleri” ile bir yandan Sigmund Freud ile yakınlaştı bir yandan da uluslararası bir ün kazandı. Aynı yıl Paris'e gitti ve bir süre ünlü Fransız psikiyatr Pierre Janet ile birlikte çalıştı. 1900 yılında Freud'un Rüyaların yorumu isimli kitabını okuduktan sonra psikanalizle ilgilenmeye başladı. İlk görüşmelerinde 13 saat heyecanla sohbet ettiler. 1907-1912 yıllarında Freud ile sürdürdüğü çalışma arkadaşlığı Jung'a psikanaliz ekolünde çok önemli bir yer kazandırdı.

Jung hiçbir zaman Freud'u eleştirisiz kabul eden biri olmadı. Ancak 1912 yılında yayımladığı “Bilinçdışı Psikolojisi” adlı yapıtıyla Freud'un kuramlarını eleştirdi ve 1913 yılında psikanaliz ekolüyle bağını kopardı. Cinselliğe daha az önem veren farklı bir libido anlayışı ortaya koymuştu. Jung'un Analitik psikolojisinin psikanalizden en belirgin farkı libidonun niteliği ile ilgilidir. Jung'a göre libido hayat enerjisidir. Jung kendi teorisinde Ödipal komplekse yer vermemişti. Jung'a davranışlarımızın tümüyle çocukluk deneyimleri tarafından belirlendiği şeklindeki psikanalitik görüşü red ederek davranışlarımızı geleceğe yönelik hedeflerimizin umutlarımızın ve tutkularımızın da belirleyebileceğini söylemiştir.

Sonraki yıllarda kendini tümüyle bilinçdışının niteliğini ve algılamalarını araştırmaya adadı. 1930'ların başında doğu öğretileri ile ilgilendi. Daha sonra ünlü Hinduizm araştırmacısı Heinrich Zimmer ile birlikte çalıştı.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği büyük yıkım sonrasında, yapıtlarında ve seminerlerinde her fırsatta, daha yaşanılası, mutlu ve barış dolu bir dünyaya ilişkin özlemini dile getirdi ve gelecekte insanlığı bekleyen en büyük tehlikenin savaşlar, açlık, depremler ve benzeri felaketler olmadığını, asıl tehlikenin bilinçsiz insanın bilinçaltında biriktirdikleriyle ortaya çıkacağını savundu. 6 Haziran 1961'de İsviçre'de 86 yaşında dünyaya veda etti.

Yapıtları ve konferansları, ölümünden kısa bir süre sonra, Bollingen Vakfı'nca bir araya getirilerek, “The Collected Works” adıyla yayımlandı. Jung'un Freud'dan ayrıldığı başlıca noktalar libidonun doğası ve bilinçdışı idi.

alfred adler

iron
(d. 7 Şubat1870 - ö. 28 Mayıs1937) Bireysel Psikoloji ekolünün kurucusu, Avusturyalı psikiyatrist. Derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan biridir. (diğerleri: (bkz:Freud), (bkz:Carl Gustav Jung))

Avusturya Penzing'de doğdu ve Viyana'da büyüdü. Viyana Üniversitesi Tıp Okulunda doktorluk eğitimi aldı ve 1895'te mezun oldu. Pratisyen hekim olarak çalıştığı ilk doktorluk yıllarından başlayarak hastayı çevresiyle ilişkileri içerisinde ele almak gerektiğini vurguladı ve bireyle ilgili sorunlara yönelik insancıl, bütünselci ve organik bir yaklaşım geliştirdi. Bedensel düzensizliklerle ilişkili olarak psikoloji ile ilgilenmeye başladı. 1902'de Sigmund Freud ile tanıştı, öğrencisi oldu ve birlikte Adler'in başkanlığında Viyana Psikanaliz Topluluğu'nu kurdular. Bir süre sonra Freud ile fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Adler'in Organların Yetersizliği kitabından sonra tamamen uzlaşılmaz bir hâle geldi ve 1911'de, Adler, izleyicileriyle beraber Freud'u açıkca eleştirerek bireysel psikolojiyi geliştirmeye başladı.

Hans Vaihinger'in ruhsal inşa fikirlerinden etkilendi ve erkek egemen toplumda doğal bir sonuç olarak “Erkeksi Başkaldırı” ile organik aşağılık ve telafi teorisini geliştirdi (bkz. Aşağılık kompleksi). Adler, Freud'un teorileri ile karşı görüşe geldi, fikir ayrılığı 1911'deki Weimar Psikanaliz Kongresi'nde aleni oldu. Adler, Freud'un inandığı seks içgüdüsünün baskınlığı ve ego dürtüsünün libidinal (?) olup olmadığı ile çekişiyordu, Freud'un bilinçaltına atma üzerine fikirlerini de eleştirmişti. Adler bilinçaltına atma teorisinin, erkeksi başkaldırının aşırı telafisi ve aşağılık hislerinden türetilmiş sinirsel bir durum olan ego -savunma eğilimleri- konsepti ile değiştirilmesi gerektiğine inanıyordu, Oedipal Kompleksleri önemsizdi. Adler Viyana Topluluğundan ayrıldı ve 1912'de Bireysel Psikoloji Topluluğu adını alan, Özgür Analitik Araştırmalar Topluluğu'nu kurdu.

1912'de ana fikirlerini tanımladığı Über den Nervösen Charakter kitabını yazdı. Kişinin bilinçsiz öz ereğinin temel amaçlarının baskıladığı ayrı aşamaların aşağılık hislerini üstünlüğe (veya bilakis yeterliliğe) dönüştürdüğü ifade ederek insan kişiliğinin erek bilimsel açıklanabileceğini iddia etti. Adler'e göre öz erek arzularına, toplumsal ve etnik gereksinimler karşı koyar, düzeltici etkenler umursanmaz ve kisi aşırı telafi ederse aşağılık kompleksi oluşabilir, kişi benmerkezci, güç düşkünü ve saldırgan veya daha kötüsü olabilirdi.

Tedavi edici yöntemlerinde sosyal ilgiyi cesaretlendirip ve ödüllendirip fakat şımartma ve ihmalden kaçınarak sorunları çocukta önceden tutup, yetişkin ruha yoğunlaşmaktan kaçındı. Yetişkinlerde tedavi, suçlama veya üstünlük taslama tutumlarının tedavi edilen kimse tarafından dışarıda bırakılmasına dayanmaktaydı, kişisel davranışın farkına varılmasının artışı ile karşı koymanın azaldığını ve reddetmenin terse döndüğünü ifade etti. Yaygın tedavi araçları mizah kullanımı, tarihi anları ve mantığa aykırı emirleri içermekteydi. Adler'in popüleritesi görece optivizmi ve fikirlerinin Freud ve Jung'unkilerle karşılaştırıldığında anlaşılabilir olması ile ilişkiliydi. Adler sıklıkla, Kişinin davranış şablonu analizi, toplumla ilişkili, işi ilişkili ve cinsiyeti ile ilişkilidir, savını vurgulamıştı.

1934'te Avusturya Hükümeti, Yahudi olduğu için Adler'in kliniklerinin çoğunu kapattı. 28 Mayıs 1937'de, İskoçya'nın üniversite kenti Aberdeen'de, kalp krizi geçirerek ölmüştür. Adler kişilik tahlili üzerindeki çalışmalarını sosyal ilişkiler üzerinde yoğunlaştırmıştır. İnsanların kişiliğinin sosyal ilişkilerle oluştuğunu söylemiştir.

kişilik

iron
bütün bedensel özelliklerin, içgüdülerin, dürtülerin, eğilimlerin, kazanılmış deneyimlerin bütünüdür, zaman içerisinde gelişir ve bütünlüğe kavaşur. Bir insanın gelişme evrelerinde gerçekleştirdiği bağlantıların, kimlerle karşılaştığının, nasıl bir çevrede büyüdüğünün bütünüdür. Bu bütünlük içinde tutum ve davranışa yansıyan özellikler yer almaktadır. Kişilik, eğilim ve deneyimlerin belirli evreler içinde bütünleşmesi sonucu oluşan bir süreçtir, hayatın ilk yıllarında oluşmaya başlar, bu kısmi geliim ve değişim hayatın sonuna kadar devm eder. Kişilik, bir insanın çevresine uyum sağlamak amacıyla yaptığı davranışlarının bütünüdür şeklinde de tanımlanabilir. Ayrıca, kişilik, bireysel farklılığa dayanan duyguların, düşüncelerin, becerilerin, yeteneklerin, alışkanlıkların oluşturduğu işlevsel bir bütündür.

Kalıtım, aile, sosyal çevre de kişilik üzerinde etkilidir. Kişilik, bir insanı diğer insanlardan ayıran davranışların oluşturduğu bütündür. Bu bütünü oluşturan etmenler çok çeşitlidir. Kişiliğin oluşmasını en fazla etkileyen başlıca etmenler; kalıtım, fizyolojik etmenler, bilinçaltı etmenler, sosyal ve kültürel çevredir. Davranışın altında yatan temel güdülerin neler olduğunu anlamak için kişilik analizleri yapılmaktadır

merkantilizm

iron
Avrupa'da 15. ile 18. yy. arasında yani kapitalizmin hemen öncesinde uygulanan ekonomik sistemin adıydı. Kelime, tacir anlamına gelen Latince 'merkator'dan geliyor. Değerli madenlere sahip olmanın zenginlik sağlayacağı inancı. 15. yy.'da kağıt para yoktu. Madeni para altın, gümüş gibi değerli madenlerden üretiliyordu. Bu dönemde sömürgelerden elde edilen altın/gümüş ülkenin zenginliğinin artmasına katkıda bulunuyordu. Merkantilist yaklaşıma göre; ithalat ülkeden metal para (altın/gümüş) çıkışına, dolayısıyla ülkenin fakirleşmesine neden oluyor, ihracat ise bunun tam tersini zenginliğin artmasını sağlıyordu. Merkantilistlere göre, bir ülke ne denli para ya da değerli madene sahip olursa o denli zengin sayılmaktadır.

Gelişen ticaret burjuvazisinin, güçlenebilmek ve yeni bir dünya kurabilmek için her şeyden önce kendisini koruyacak bir üst kuruluşa, ulusal sınırlara, mal ve can güvenliğinin sağlanmasına, belli bir sınır içinde ölçü ve kanun birliğine gereksinimi vardır. Bu gereksinimler ise ancak 'ulusal devlet' biçimindeki bir kuruluşça gerçekleştirilebilirdi. Nitekim, merkantilist ekonomi ve burjuva sınıfı geliştikçe, ulusal devletin kuruluşu da hız kazanmıştır. Diğer ülkelerden daha önce ulusal devlet niteliğini kazanmış olan İngiltere, merkantilizmin –İspanya ile birlikte- ilk uygulandığı ülkedir.

post modernizm

iron
1990 ve 2000'ler küreselleşme ve post (ötesi) ekiyle gelen yaklaşımların egemen olduğu zamanlar oldu. Eski kuramlara 'ötesi' eki eklenerek eskiden kopuş anlatıldı. Bunun en büyük nedeni; enformasyon teknolojilerinin gelişmesi ve bilgi toplumunun kurulduğu varsayımıdır. Batı (özellikle Amerika) kültürel emperyalizmi reddetmekte ve kültürel alış veriş, kültürel zenginleşme, globalleşme, post-endüstriyalizm, postmodernizm, bilgi toplumu gibi tezleri savunmaya devam etmektedir. Modern terimi içinde yaşadığımız dünyayı, günümüz toplumlarının yaşam tarzını ve bugünkü yaşamı geçmişteki toplumlardan ayırdığını düşündüğümüz farklılık ve değişmeleri anlatır. Postmodern ifadesi gelecekteki yaşamı ve toplumu, modern toplumdan sonraki dönemi, günümüzde ve gelecekteki yaşam biçimlerinin II. Dünya Savaşı'ndan sonraki Batı toplumlarından tamamen farklı olduğunu anlatmak için kullanılır. Postmodernistler geleceğin toplumuyla, onun biçimi ve yapısı açısından sonuçları ile ilgilidir. Post öneki moderne karşıt olarak tanımlanan, modern sonrasını, modernden kopmayı gösterir.

ikna

iron
Arapça bir kelimedir. kandırma, inandırma kelimeleriyle Türkçeleştirilmektedir. Kandırmada tek yönlü bir aldatma işlemi bulunmakta, inandırmada ise karşılıklı rı¬zanın önemine dikkat çekilmektedir.

Popüler sözlüklerde ikna, “bir kanaati kabul ettirme, bir kanaat uyandırma, inanmasını sağlama, razı etme” şeklinde tanımlanmaktadır
Fransızca per-suasion kavramı inandırma, ikna, inanma, inanış, kamş; persuasif de inandırıcı, ikna edici kelimeleriyle tercüme edilmektedir. Eylemi olan persuader ise inandırmak, ikna etmek, kandırmak, karar ver¬meşinin yukarıdaki karşılıklara ilaveten ikna etme kabiliyeti, ka-naat, inanç, itikat, mezhep, din, akide gibi anlamlara da gelebile¬ceği belirtilmektedir. İkna edici anlamında persuasive, ikna edici şekilde anlamında persuasiveness, ikna eden kimse anlamında per¬suader, ikna edilebilir anlamında persuadable ikna edilmesi müm¬kün anlamında persuasible kelimeleri kullamlmaktadır. Eylem ola¬rak kullanılan İngilizce kavram persuadedir .

sunucu

iron
radyoda, televizyonda, bir eğlence yerinde metne bağlı kalmadan programı, oyunları sunan, yorumlayan, gösteri ya da yayın ortamını hazırlayan kişidir.

spiker

iron
en genel tanımıyla bir radyo ve televizyon yayınında programları haberleri sunan kişidir. Spiker aynı zamanda ortak kullanılan (standart) dili kurallarına uygun ve hatasız kullanan kişidir. Spiker, mikrofona uygun bir sesi, lehçesiz, şivesiz güzel bir konuşma biçimini, konuşuyormuş duygusu yaratan bir okuma tarzını, metni anında değerlendirme yeteneğini, okunan metnin, akıl ve duygu da katılarak anlatılmasını, yeri geldiğinde yabancı isim ya da kavramların doğru telaffuz (söyleyiş) edilmesini yaptığı işin içinde toplayan kimsedir.

(bkz:sunucu)

show haber

iron
yaptıkları şeyin habercilikle uzaktan yakından alakaları yoktur. bir avuç soytarının "türkiye güllük gülistanlık" algısını yarattığı boş beleş program. Habercilikte "kalitesizleşme" muhabbeti vardır. Ne kadar kalitesiz habere maruz kalırsan o kadar "kaliteli haber ile kalitesiz haber" farkını anlayamacak noktaya gelirsin. Bu kanalın yaptığı youtuberlik gibi bişey sanki vlog çekiyor . tv de bunları gördükçe gazeteciliği getirdikleri seviye çıldırtıyor beni.
1
14 /