çanakkale'de müttefiklere karşı kazandığımız büyük mücadelenin sonucu, her yılın 18 mart günü yapılan anma ve saygı günü.
çok iyi hatırlıyorum gösteriler falan olurdu okullarda. şiirler veya yazılar okunduktan, dramalar gösterildikten sonra -çocuk kafası- alkış tutardık. öğretmenlerimiz gelip kızardı hep bize;
-çocuklar, şehitleri anıyoruz. alkışlayarak kutlama yapmayın, yüreğinizde hissedin!
yani az sessiz olun. bilmem anlatabildim mi?
Laura Pergolizzi'nin 2010 çıkış tarihli "Lost on You" albümü ve albüme ismini veren dillere destan parça.
Akustik versiyonu daha hoş olsa da, orjinali de sevilebilir. giriş sözleri harikadır;
Yaşlandığında,
Daha sade ve aklı başında olduğunda,
İçinden geçip geldiğimiz bütün tehlikeleri hatırlayacak mısın?
.
.
Akustik versiyonu daha hoş olsa da, orjinali de sevilebilir. giriş sözleri harikadır;
Yaşlandığında,
Daha sade ve aklı başında olduğunda,
İçinden geçip geldiğimiz bütün tehlikeleri hatırlayacak mısın?
.
.
filozof kral önerisini ortaya atarak, devleti filozofların yönetmesini önermiştir. burada kullanılan filozof, bilindiği anlamı dışında, bilmeyi seven ve düşünen kişi olarak tanımlıdır. sanırım bu yönüyle zamanla savaşların ne gereksiz düşüncesi üzerinde fikir birliğine varılacağını, karşılıklı konuşarak her şeyin yoluna sokulacağını düşünmüştü.
ayrıca, oy veren insanların okumuş insanlar olması gerektiğini söylerken şuna da değinmiştir;
-devleti eğer siyaset ve politika bilen kişiler yönetecekse, bu alanlarla ilgisi olmayan kişilerin oy vermesinin ve cahil kişilerin devlet yönetimine katılmasının ne önemi vardır?
bilinir ki, o dönemde halkın her kesiminden insan meclise girip -bir günlük bile olsa- yönetim üzerinde söz sahibi olma, eleştirme ve isteğini dile getirebilme hakkına sahipti.
ayrıca, oy veren insanların okumuş insanlar olması gerektiğini söylerken şuna da değinmiştir;
-devleti eğer siyaset ve politika bilen kişiler yönetecekse, bu alanlarla ilgisi olmayan kişilerin oy vermesinin ve cahil kişilerin devlet yönetimine katılmasının ne önemi vardır?
bilinir ki, o dönemde halkın her kesiminden insan meclise girip -bir günlük bile olsa- yönetim üzerinde söz sahibi olma, eleştirme ve isteğini dile getirebilme hakkına sahipti.
napoleon bonaparte komutasında bulunan fransız güçleri ile, mihail kutuzov komutasındaki rus güçleri arasında 7 eylül 1812 tarihinde meydana gelen savaş.
savaş öncesinde fransa kralı napolyon, ingiltere'ye kıta ambargosu koyar. avrupa'da hiçbir devletin ingiltere ile ticaret yapmasına izin vermez. bu durum avrupa'da büyük bir kırılmaya yol açsa da, aslolarak rusya'yı zor duruma sokar. haliyle bir meydan okumaya girişmek gibi, ingiltere ile ticaretlerine devam eder.
rusya napolyon'un kurulmasına izin verdiği polonya'nın ileride kendileri için bir tehdit oluşturacağını düşünür.
ayrıca fransa'da ingiltere'nin hindistan sömürgelerini ele geçirme düşüncesi hakimdir. denizlerde egemen güç ingilizler olduğu için, kara yoluyla hindistan'a ulaşmaya çalışırlar.
kutuzov yavaş yavaş ve fransa ordusunu yıprata yıprata moskova'ya doğru çekilmeye başlar. napolyon moskova'nın yaklaşık olarak 100 km kadar uzağına gelince, kutuzov daha etkili bir hamle yapmak için kendisini karşılar. savaş 7 eylül sabahı fransa taarruzu ile başlar.
fransız ordusu sürekli taarruz yapmasına karşın belirgin bir ilerleme gösteremez. kutuzov müthiş bir savunma ile kendilerini sürekli oyalar. sabahleyin başarılı olan bu strateji, öğleden sonra fransızların daha ağır taarruzu karşısında kırılır ve rusların 45 bin askerine neden olur. bunun üzerine kutuzov geceleyin geri çekilmeye başlar ve muharebe fransa güçlerinin başarısıyla sonuçlanır.
napolyon bunun üzerine moskova'ya doğru ilerler. 14 eylül'de moskova'ya giren napolyon şaşkınlık içindedir. çünkü ruslar, en değerli kentlerini yakıp yağmalamışlar, boşaltmışlar, fransızların karşısında duracak bir birlik çıkarmaz. tabii napolyon çok büyük bir ordu kurmuştu ve ordunun ihtiyaçları da haliyle çok fazlaydı. ordunun morali rusları ellerinden kaçırdığı için düşüktü. ayrıca yeni bir muharebeden çıkan askerler haliyle oldukça yorgundu.
kıtlık yüzünden hayatta olanların durumu, ölen askerleri bile yemeye kadar vardı. bu sırada bir yandan da tifo ve dizanteri gibi hastalıklar boy göstermeye başladı. napolyon büyük ordusu iyice erimeye başlıyordu ve yaz bitmiş, kış yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.
napolyon rus çar'ını anlaşma yapması için moskova'da bekliyordu. çar ise kışın geldiğini bildiği için hareket etmiyordu. bu sırada rus çar'ı ünlü “general kış tarafından yönetilen seferim şimdi başlıyor.” sözünü burada söylüyordu.
napolyon'un ordusu artık doğa şartları ile uğraşıyordu yalnızca. tek düşmanları doğa şartlarıydı. aynı zamanda da ispanya'da fransızlara karşı bir gerilla ayaklanması baş gösteriyordu. bu şartlar altında napolyon artık ordusuna geri dönme emri verdi. haliyle artık kendi canını düşünmesi gerektiği ve yolda ilerlerken de bir an önce fransa'ya ulaşması gerektiği için yanına önemli komutanları ve az sayıda askeri alıp hızlıca ilerler.
sahada ruslara karşı büyük bir zafer kazanan fransa, daha sonra doğa şartlarına yenilmiştir.
ayrıca rusların bu akıllıca geri çekilişini mustafa kemal atatürk kurtuluş savaşı'nın batı cephesinde uygulamıştır.
savaş öncesinde fransa kralı napolyon, ingiltere'ye kıta ambargosu koyar. avrupa'da hiçbir devletin ingiltere ile ticaret yapmasına izin vermez. bu durum avrupa'da büyük bir kırılmaya yol açsa da, aslolarak rusya'yı zor duruma sokar. haliyle bir meydan okumaya girişmek gibi, ingiltere ile ticaretlerine devam eder.
rusya napolyon'un kurulmasına izin verdiği polonya'nın ileride kendileri için bir tehdit oluşturacağını düşünür.
ayrıca fransa'da ingiltere'nin hindistan sömürgelerini ele geçirme düşüncesi hakimdir. denizlerde egemen güç ingilizler olduğu için, kara yoluyla hindistan'a ulaşmaya çalışırlar.
kutuzov yavaş yavaş ve fransa ordusunu yıprata yıprata moskova'ya doğru çekilmeye başlar. napolyon moskova'nın yaklaşık olarak 100 km kadar uzağına gelince, kutuzov daha etkili bir hamle yapmak için kendisini karşılar. savaş 7 eylül sabahı fransa taarruzu ile başlar.
fransız ordusu sürekli taarruz yapmasına karşın belirgin bir ilerleme gösteremez. kutuzov müthiş bir savunma ile kendilerini sürekli oyalar. sabahleyin başarılı olan bu strateji, öğleden sonra fransızların daha ağır taarruzu karşısında kırılır ve rusların 45 bin askerine neden olur. bunun üzerine kutuzov geceleyin geri çekilmeye başlar ve muharebe fransa güçlerinin başarısıyla sonuçlanır.
napolyon bunun üzerine moskova'ya doğru ilerler. 14 eylül'de moskova'ya giren napolyon şaşkınlık içindedir. çünkü ruslar, en değerli kentlerini yakıp yağmalamışlar, boşaltmışlar, fransızların karşısında duracak bir birlik çıkarmaz. tabii napolyon çok büyük bir ordu kurmuştu ve ordunun ihtiyaçları da haliyle çok fazlaydı. ordunun morali rusları ellerinden kaçırdığı için düşüktü. ayrıca yeni bir muharebeden çıkan askerler haliyle oldukça yorgundu.
kıtlık yüzünden hayatta olanların durumu, ölen askerleri bile yemeye kadar vardı. bu sırada bir yandan da tifo ve dizanteri gibi hastalıklar boy göstermeye başladı. napolyon büyük ordusu iyice erimeye başlıyordu ve yaz bitmiş, kış yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.
napolyon rus çar'ını anlaşma yapması için moskova'da bekliyordu. çar ise kışın geldiğini bildiği için hareket etmiyordu. bu sırada rus çar'ı ünlü “general kış tarafından yönetilen seferim şimdi başlıyor.” sözünü burada söylüyordu.
napolyon'un ordusu artık doğa şartları ile uğraşıyordu yalnızca. tek düşmanları doğa şartlarıydı. aynı zamanda da ispanya'da fransızlara karşı bir gerilla ayaklanması baş gösteriyordu. bu şartlar altında napolyon artık ordusuna geri dönme emri verdi. haliyle artık kendi canını düşünmesi gerektiği ve yolda ilerlerken de bir an önce fransa'ya ulaşması gerektiği için yanına önemli komutanları ve az sayıda askeri alıp hızlıca ilerler.
sahada ruslara karşı büyük bir zafer kazanan fransa, daha sonra doğa şartlarına yenilmiştir.
ayrıca rusların bu akıllıca geri çekilişini mustafa kemal atatürk kurtuluş savaşı'nın batı cephesinde uygulamıştır.
lewis caroll'un alice in wonderland kitabının ünlü çay partisi sırasında şapkacı tarafından sorulan bir bilmece.
aslolarak; "why is a raven like a writing desk?".
günümüze kadar birçok kişinin cevaplamaya çalıştığı bir sorudur. saçmalamak üzerine varan cevaplar ile doldurulmuştur;
-ikisinde de n harfi varken -ingilizce: raven, writing desk-, ortak olarak ikisinde de x harfi yoktur.
-her ikisi de ayaklar üzerinde durur.
-ikisinin de ortak noktası mürekkeptir (kuzgunun kanatları mürekkebe batırılır, mürekkep masa üzerinde bulunur).
-her ikisinin de burnu yanlış yöne çevrilmez.
-...
lewis caroll'un bu soruyu yazma amacı hala bilinmemekte. hatta kendisinin bu soruyu şapkacının farklı kişiliğine uyacak bir soru olduğu amacıyla mı, yoksa gerçekten bir bilmece olarak sorduğu mu bile muammadır.
bir küçük cevap denemesi de benden;
özün ne olduğu bilinmediği için, kuzgunun ve yazı masasının da özünü neyin oluşturduğu bilinemez. haliyle aynı özden oluşmuş olabilecekleri mümkündür. ancak bunun cevabını tam olarak bulamayacağımız için emin olduğumuz tek şey gözlemlenebilen dünyada bulunan varlıklar olduğudur. bu yüzden her ikisi öz olarak ve varlık olarak vardırlar.
sadece bu.
aslolarak; "why is a raven like a writing desk?".
günümüze kadar birçok kişinin cevaplamaya çalıştığı bir sorudur. saçmalamak üzerine varan cevaplar ile doldurulmuştur;
-ikisinde de n harfi varken -ingilizce: raven, writing desk-, ortak olarak ikisinde de x harfi yoktur.
-her ikisi de ayaklar üzerinde durur.
-ikisinin de ortak noktası mürekkeptir (kuzgunun kanatları mürekkebe batırılır, mürekkep masa üzerinde bulunur).
-her ikisinin de burnu yanlış yöne çevrilmez.
-...
lewis caroll'un bu soruyu yazma amacı hala bilinmemekte. hatta kendisinin bu soruyu şapkacının farklı kişiliğine uyacak bir soru olduğu amacıyla mı, yoksa gerçekten bir bilmece olarak sorduğu mu bile muammadır.
bir küçük cevap denemesi de benden;
özün ne olduğu bilinmediği için, kuzgunun ve yazı masasının da özünü neyin oluşturduğu bilinemez. haliyle aynı özden oluşmuş olabilecekleri mümkündür. ancak bunun cevabını tam olarak bulamayacağımız için emin olduğumuz tek şey gözlemlenebilen dünyada bulunan varlıklar olduğudur. bu yüzden her ikisi öz olarak ve varlık olarak vardırlar.
sadece bu.
öğretmen olan platon ve öğrencisi olan aristoteles'in düşün dünyasına bir küçük adımlamadır:
platon, idealar dünyası'nı ortaya attığında, evrende gördüğümüz maddelerin, bir başka evrende asıl formlarının bulunduğunu söylüyordu. bu idea dünyasında gördüğümüz maddeleri bir araya getirdi ve ihtiyacımız olduğunda oradaki sabit form ile hatırlamamıza neden olduğunu vurguladı. örneğin, sandalyenin oluşması için bir oturma yeri, en az 3 bacağı, yaslanmak için bir arkalığı olması gerekirdi. bu form, idealar dünyasında sabit ve mükemmel bir durum içerisindeydi -ki mükemmellik hatırlamamızı kolaylaştırmakta-.
öğrencisi aristoteles ise, platon'un gereksiz bir ikinci dünya oluşturduğunu, deneyimlediğimiz evrenden ziyade ikinci bir evrenin kafa karıştırmaktan öteye gitmediğini söyledi. görünen her şey, gerçek maddeydi. biçim bir öz nitelikti -ki her madde kendine özgüydü- ve isimler sadece işaret amaçlı kullanılan basit şeylerdi.
platon, kendi öğretmeni olan sokrates gibi, ruhun doğmadan önce her şeyi öğrendiğini, dünyada ise sadece hatırladığımızı savunurken, aristoteles deneyimlerimiz ile her şeyi bu dünyada öğrendiğimizi söyler(geliştirilmiş versiyonu için (bkz: tabula rasa)).
yine platon için gerçekliğe akıl yoluyla ulaşılacakken, aristoteles buna duyularımız ile ulaşabileceğimizi savundu.
sonuç olarak öğretmen olan platon, öğrencisi aristoteles ile neredeyse taban tabana zıt fikirler üzerine karşı karşıya kalmışlardır.
o yüzden bence bu karşılaştırmadan kazanan yine sokrates olur.
platon, idealar dünyası'nı ortaya attığında, evrende gördüğümüz maddelerin, bir başka evrende asıl formlarının bulunduğunu söylüyordu. bu idea dünyasında gördüğümüz maddeleri bir araya getirdi ve ihtiyacımız olduğunda oradaki sabit form ile hatırlamamıza neden olduğunu vurguladı. örneğin, sandalyenin oluşması için bir oturma yeri, en az 3 bacağı, yaslanmak için bir arkalığı olması gerekirdi. bu form, idealar dünyasında sabit ve mükemmel bir durum içerisindeydi -ki mükemmellik hatırlamamızı kolaylaştırmakta-.
öğrencisi aristoteles ise, platon'un gereksiz bir ikinci dünya oluşturduğunu, deneyimlediğimiz evrenden ziyade ikinci bir evrenin kafa karıştırmaktan öteye gitmediğini söyledi. görünen her şey, gerçek maddeydi. biçim bir öz nitelikti -ki her madde kendine özgüydü- ve isimler sadece işaret amaçlı kullanılan basit şeylerdi.
platon, kendi öğretmeni olan sokrates gibi, ruhun doğmadan önce her şeyi öğrendiğini, dünyada ise sadece hatırladığımızı savunurken, aristoteles deneyimlerimiz ile her şeyi bu dünyada öğrendiğimizi söyler(geliştirilmiş versiyonu için (bkz: tabula rasa)).
yine platon için gerçekliğe akıl yoluyla ulaşılacakken, aristoteles buna duyularımız ile ulaşabileceğimizi savundu.
sonuç olarak öğretmen olan platon, öğrencisi aristoteles ile neredeyse taban tabana zıt fikirler üzerine karşı karşıya kalmışlardır.
o yüzden bence bu karşılaştırmadan kazanan yine sokrates olur.
Sayın çiçek ilgilendi ve yeni ismimi verdi.
Teşekkürlerimi sunarım efendim :)
Teşekkürlerimi sunarım efendim :)
Şubat ayında yapılması gereken fakat ertelenen atanalardır.
Gün itibarıyla tercih sistemi açılmıştır.
Yine doğu kısmının kalkındırılması düşüncesi ile yoğunluk bu bölümlerdedir.
Gün itibarıyla tercih sistemi açılmıştır.
Yine doğu kısmının kalkındırılması düşüncesi ile yoğunluk bu bölümlerdedir.
Bence çok yaratıcı;
Nick'im.
Kesin okyanus ötesi güçlerin mental olarak yaydıkları yoğun çi enerjisine maruz kalarak aldım. Hatta alırken "bi paket daha sar abi. Evde çoluk çocuk aç." Demiş bile olabilirim.
Daha mantıklı bir açıklaması yok.
Kesin okyanus ötesi güçlerin mental olarak yaydıkları yoğun çi enerjisine maruz kalarak aldım. Hatta alırken "bi paket daha sar abi. Evde çoluk çocuk aç." Demiş bile olabilirim.
Daha mantıklı bir açıklaması yok.
Halihazırda bulunan nick'in -rumuz- değiştirilebilmesi.
Kayıt olurken ne düşünerek aldım bunu bilmiyorum fakat, eğer nick değiştirme fırsatı sunulursa hemen yapacağım.
Kayıt olurken ne düşünerek aldım bunu bilmiyorum fakat, eğer nick değiştirme fırsatı sunulursa hemen yapacağım.
Diğer ülkelerin çok gelişmiş olmasıdır tabiki de.
Bi saçmalamasınlar, çıtayı yükseltmesinler o kadar. Seviye şu derece de eşitlenmeli;
"Ne demek yeni gezegenler bulmuşlar? Ne yapacaklarmış? Burayı katlettikleri yetmiyor sıra uzaya mı geldi? müslüman da değillerdir kesin, yazık. Yanacak Cehennemde p*zevenkler."
Bi saçmalamasınlar, çıtayı yükseltmesinler o kadar. Seviye şu derece de eşitlenmeli;
"Ne demek yeni gezegenler bulmuşlar? Ne yapacaklarmış? Burayı katlettikleri yetmiyor sıra uzaya mı geldi? müslüman da değillerdir kesin, yazık. Yanacak Cehennemde p*zevenkler."
Bir meslek.
İlkokul (1-2-3-4) derecesinde eğitim veren öğretmenlerdir.
Günümüzde ana okullarının garip bir biçimde hala zorunlu olmaması ve genele yayılmaması üzerine, işleri oldukça zordur. Hoş ana okullarından geçen çocuklar ile de işleri zor oluyor fakat, en azından o çocukların daha çok yaramazlığı ile uğraşıyorlar.
Maaşı falan çok önemli değil ayrıca. Zaten maaş için yapan biri varsa, o daha çok öğretmencilik oynuyordur. Yeğeninizi, çocuğunuzu hemen yan sınıftaki öğretmenin sınıfına kayıt ettirin derim.
Tatilleri çoktur fakat, yıl içinde düşünülenden daha çok zorlanırlar. Velisi, öğrencisi, yönetimi, üst makamları, dosya işleri falan derken verilen tatilde dinlemeyi başarmak mucize gibi bir şey.
Son olarak, başöğretmen'in izinden gidenler var hala.
Hani nerdeler diye Aramanıza gerek yok onları, zaten ışıkları güneş gibi parlıyor. Fark edersiniz illa ki.
İlkokul (1-2-3-4) derecesinde eğitim veren öğretmenlerdir.
Günümüzde ana okullarının garip bir biçimde hala zorunlu olmaması ve genele yayılmaması üzerine, işleri oldukça zordur. Hoş ana okullarından geçen çocuklar ile de işleri zor oluyor fakat, en azından o çocukların daha çok yaramazlığı ile uğraşıyorlar.
Maaşı falan çok önemli değil ayrıca. Zaten maaş için yapan biri varsa, o daha çok öğretmencilik oynuyordur. Yeğeninizi, çocuğunuzu hemen yan sınıftaki öğretmenin sınıfına kayıt ettirin derim.
Tatilleri çoktur fakat, yıl içinde düşünülenden daha çok zorlanırlar. Velisi, öğrencisi, yönetimi, üst makamları, dosya işleri falan derken verilen tatilde dinlemeyi başarmak mucize gibi bir şey.
Son olarak, başöğretmen'in izinden gidenler var hala.
Hani nerdeler diye Aramanıza gerek yok onları, zaten ışıkları güneş gibi parlıyor. Fark edersiniz illa ki.
Egom, Süper egom karşısında diz çöker.
O derece.
O derece.