confessions

frantz fanon

rom  · 14 Haziran 2017 Çarşamba

  1. toplam giri 406
  2. takipçi 12
  3. puan 7303

che guevara

frantz fanon
abc'yi onlar öğretti,che'yi biz öğrendik (bkz:ernesto che guevara)

metin demirtaş'ın bir şiiri. heralde en popüler şiiri.

Bizim de dağlarımız vardır Che Guevera
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa
Alaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp yatmağa
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevera

Bizim de halkımız vardır Che Guevera
Unutulmuş uzak tarlalar yalazında
Sazıyla, türküleriyle kardeşliğe vurgun
Bütün ulusların halkları gibi
Ve yalnız büyük fırtınalarla kımıldayan
Bizim de halkımız vardır Che Guevera

Bizim de ozanlarımız vardır Che Guevera
Sağ çıkmış güneşsiz taş odalardan
Yüreğiyle barışa, sevgiye yönelmiş
Çelik öfke bir yanı, bir yanı uysal mavi
Eğilmeden dimdik geçmiş demir kapılardan
Bizim de yiğit insanlarımız vardır Che Guevera

Bizim de delikanlılarımız vardır Che Guevera
Yokluklardan biyol kopup gelmiş
Üç zeytin, az ekmek üniversitelerde
Su gibi kızlar çarpar önce, alkol vurur
Öfkeli dolanırlar caddelerde
Ve başkaldırırlar akılları suya erende

Çünkü Vietnam hepimizin Vietnam'ı
Kongo hepimizin Kongo'su
Bir kere özsu yürümüştür dallara
Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevera

atatürk düşmanları sözlükten atılsın kampanyası

frantz fanon
atatürk'ü koruma kanununu laiksözlüğe taşıma gayretidir. o kadar korumak istiyorsanız söze karşı sözle koruyun. teze karşı tezle koruyun.
aksi halde sözlük durgunlaşır. o kadar sahip çıkıyorsanız bu adama (eskiden "bu adam" demeyi bile hakaret sayanlar varďı) karşı çıkana da ikna edici cevap verin bir zahmet.
atatürk'ün kültü dünyanın algılanmasına zarar veriyor, en çok da laikler atatürk'ü sorgulamalıdır. benim de bi atatürk, şah rıza pehlevi, juan peron, napoleon bonaparte düşmanı olarak iddiam bu.

sağ beyin sol beyin teorisinin çürütülmesi

frantz fanon
popüler kültür bizi mantıkçı, metodolojik, analitik insanların sol-beyin baskını olduğuna ama yaratıcı ve sanatçı tiplerin de sağ-beyin baskını olduğuna inandırmıştır. sıkıntı şu ki, bilim hiç bir zaman bunu destekleyen bulgular elde edememiştir.

utah üniversitesindeki bilim insanları, 1,000 kişinin beyni üzerinde yaptıkları incelemede bu sağ beyin sol beyin efsanesini çürüttü.
zira o insanların sol beyni veya sağ beyni tercihen kullandıklarına yönelik bir kanıt bulamadılar. deney boyunca deneyin tüm katılımcıları -ve kuşku yok ki bilim insanları- her iki lobu da eşit bir şekilde kullanıyorlardı.

deneyi açıklayan makale ağustos 2013'te plos one dergisinde yayımlandı.

beynin bir bölgesini (belli işlemler için) beynin diğer bölgelerine kıyasla daha çok kullanma durum gerçekten var. buna ''lateralization'' (yanallaşma?) diyorlarmış biliminsanları. örneğin, sağ elini kullanan insanların konuşma işlemi beynin sol tarafında oluşur. ama bu durum büyük katiplerin ve büyük yazarların beyinlerinin sol tarafının sağ tarafından daha çok kullandıkları veya sol tarafta daha çok nöron olduğu anlamlarına gelmiyor.

dr. jeff anderson diyor ki:
''sol lobun mantık ve muhakemeyle daha çok bağlantılı olması diye bir durum yok'' ''ayrıca yaratıcılık, sağ lobda sol lobdan daha çok işlemlenmiyor''

dr. anderson'un ekibi 7 - 29 yaş arasındaki katılımcıların beynini dinlenme durumundayken taramıştır. 7,000 beyin bölgesinin aktivitesine baktılar ve bu bölgeler içindeki ve arasındaki nöral bağlantıları incelediler. her ne kadar bazı kilit bölgelerde yoğun bir nöral trafiği gördülerse de ortalama olarak beyinin her iki tarafı da nöral ağ ve bağlantısallık açısından özünde eşittir.

''bazı insanlarda bütünüyle sol-beyin ağının daha çok birleşik olduğu ya da bütünüyle sağ-beyin ağının daha çok birleşik olduğu örüntüler göremedik'' diyor bu çalışmayı yapan jared nielsen adlı öğrenci-araştırmacı.

sol beyin-sağ beyin efsanesi, 1960'larda roger sperry'nin yaptığı nobel ödüllü araşıtrmaya dayanıyor olabilir. sperry, beynin corpus callocum adlı bölgesi amelyatla alınan epilepsi hastalarını incelemişti. corpus callocum, iki lobunun bağlantısını sağladığı için bu hastalar sağ ve sol lobları artık aralarında iletişim kuramıyorlardı.

sperry ve diğer araştırmacılar, bir dizi inceleme sonucunda bu durumdaki hastaların beynin hangi taraflarının veya parçalarının dil, matematik, resim çizme ve başka fonksiyonlarının icra edilmesinde dahil olduğunu belirlediler. ama sonra, popüler psikoloji meraklıları bu fikirden yola çıkarak kişiliklerin ve başka insani niteliklerin beynin bir lobunun diğerine göre baskın olmasıyla belirlendiğini söyleyen bir görüş yarattılar.

nörobilim cemiyeti hiç bir zaman bu görüşe kapılmadı, diyor anderson. Ve şimdi sağ ya da sol beyin baskınlığının hiç bir izine rastlamadığı 1,000'den fazla beyin taraması elimizde mevcuttur.

anderson, herhangi bir efsane avcılığı niyetinde olmadıklarını söylüyor. ekibin amacı sağ ve sol beyin loblarının sıradışı roller oynadığı down sendromu, otizm veya şizofreni durumlarını iyileştirmek için beyin laterizasyonunu (yanallaşmasını) daha iyi anlamaktır.

yani, sağ-beyin ya da sol-beyin insanı olduğunuzu belirlemeye çalışan uygulamaları silmeli misiniz? beyninizin her iki tarafının ve nörobilimcilerin görüşüne göre, evet.

kaynak:
https://www.livescience.com/39373-left-brain-right-brain-myth.html

kürdistan

frantz fanon
ortadoğu'nun en büyük nüfuslu devletsiz, cefakar halkına böyle bir referandum yaparsanız sonuç bellidir.

baştan söyleyim
şu zalim dünyanın %1'inde yer almıyorsak eğer tüm poltik olaylara sade kürtlerin, türklerin, eskimoların ''milli çıkarları'' açısından değil dünyanın mülksüzlerin ve ezilenlerin hayrı açısından bakılmalı.
evet seçeneğine damga vurulmasını o açıdan -kılışdarın deyimiyle- doğru bulmuyorum. çünkü, güney kürdistan'ın zaten yeterince geniş bir özerkliği vardı, ötesi tamamen milliyetçi bir yaklaşımdır. barzanilerin yaptığı; tamamen israil özentisi, gerici milliyetçi bir siyaset. zaten israil de destekliyor.

ama sapla samanı karşıtırmayalım. kürdistan referandumu gericidir diye kürdistan gerçeğini reddetmeyelim.
(bkz:#78355)
ordu göreve diye coşan yurttaşlarıma da iki dk oturup düşünmelerini tavsiye ediyorum: ölümlerle sonuçlanacak her hangi bi saldırı kürdistan'ın her parçasındaki kürtleri sadece kışkırtacaktır.

tc, kc ve emperyalizm meselesi
şu bir gerçek ki t.c maalesef ben diyeyim 30 (12 eylül darbesi) sen de 60 yıldır (kore'ye asker gönderme, abd üsleri kurma, nato'ya giriş) abd ve israil'in kucağındaydı (1930'lardan beri ingiltere'nin kucağına geçiş yapıyordu diyenler de var, ama konuya hakim değilim yalan olmasın)
burada derdimiz antiemperyalizm mi yoksa türk kapitalist devleti'nin sınırlarının bekası mı, türk milletinin nüfusunun azalmaması ve kürtlerce eriyip yok olmaması mı. derdimiz antiemperyalizmse eğer, evvela antikapitalist yani sosyalist olacağız. çünkü emperyalizm tekelci kapitalizmdir; yani banka sermayesiyle sanayi sermayesinin kaynaşmasıdır. sosyalistler ise hiç bir kapitalist devletin sınırlarını mutlaklaştırmazlar, yani değişmez görmezler, olaya ''bizim davamız bundan ne kazanır ne kaybeder'' diye bakarlar. bir milletin varlığını korumak ise başka bir milleti asimilasyonla olmaz, tekçilikle olmaz bu bir kere etik değil. ve hem antiemperyalist olunabilir, hem kürtlerin milli hakları da savunulabilir, hem kürtler kendi milliyetçilerine karşı uyarılabilir ''önermiyoruz'' denilebilir hiç öyle kategorilere ayırmanın lüzumu yok. ve kürtlere atarın, tehditin de hiç bir faydası olmaz. önermiyoruz de bitti gitti.

benzer soruları kürt yurtseverlere de farklı şekillerde sorabilirim, ki soruyoruz.

şimdi maalesef g.kürdistan da abd ve israil'in kucağında kurumsallaşacak. eh, biraz da k.c otursun, ikinci israil rolünü biraz da onlar üstlensin. milliyetçilik-kapitalistlik böyle bir şey.

iyi parti

frantz fanon
cocukları kandırır gibi "ak" benzeri "iyi" olumlaması, ampul yerine güneşi ve larcivert arka planıyla akp'nin larciverti olma emelinde bir partidir.

en az %7 en fazla %35 alır. tüm faşistleri dahi tam anlamıyla birleştiremediği için, kurucu kadrolar vasat olduğu için t*ayyiple bozuşan büyük sermayedarlar ve bürokratlar varsa onların desteğini almaları lazım, yine yurtdışından da tayyibi artık pek istemeyen abd ve ab kurumlarından destek almaları lazım. yoksa en fazla %10 falan alır. türk ve yabancı sermayenin tutumu belirleyici olacak, çok lobi kasarlarsa alır %35i. yoksa düzgün reklam yapamazlar en fazla mhp küskünkerini, şakirt abi küskünlerini, sağ kemalistleri toplar. şakirt abi küskünleri-onların aileleri-ve çetenin (yani fettulahci cikar networkunun) ve coğu ülkücülerin desteği ceptedir ama. ama ne fark eder dedik ya akp'nin larcivertidir.
1

kapitalizm

frantz fanon
üç-beş zanaatçı parçasını savunduğu ütopik sistem.

bakın tüm zanaatçılar kötü demiyorum, benim de çömlekçi arkadaşlarım var ama onlar hepsi işinde gücünde adamlar, hiç biri lordlara atar yapmaya kalkmıyor.
ulan o lordlar, kale kapısını açtı, sana ticaret imkanı verdi sen hala üste çıkmaya devam ediyorsun, nasıl bir yüzsüzlüktür anlayamıyorum.
çalış kazan senin de kendi çiftliğin olsun, senin de serflerin, kölelerin olsun ama niye çomak sokuyorsun. zaten hep köle tohumu barbarlar savunuyor, kuyruk acısı işte.

emir

frantz fanon
antifaşist yazar.

kürt gerçeğini tartışmaya açıyor, resmi ideolojiyi sorguluyor. iyi bir iş yapıyor. kaba olması sıkıntı ama junior goebellslerimizin hakkı emirdir, dehumanizedir, böyle insanlardır. moderasyon kozmopolit, enternasyonalist davransa, junior goebellslerimize evrensel dünyada hakkettiğini verse kendisi de sakinleşir. ama moderasyonun kendisi "pkk'yi destekliyor" diye kürt köylüsünü suçlayacak zihniyettedir. önce 90 yıllık inkar ve imha siyasetinizi, daha dün kürtlerin illerini yaktığı yıktığı devleti suçlayın.

1938 dersim katliamı belgeseli

frantz fanon
bizzat olayı yaşamış olan dersimli nenelerin, dedelerin kameraya neyin ne olduğunu anlattığı belgesel.

bir kısım konuşma da gizli kameraya kaydedildi çünkü aradan (o dönem itibariyle) 70 küsür yıl geçtiği halde insanlar hala korkuyordu, bazı şeyleri içine bir travma olarak gömmüştü.

gerçi buraya bu kadar yazıyoruz ama yine en çok izlemesi gereken kişiler bir köşeye fıratıp atacak çünkü aman tabular sarsılmasın, o zaman izlemeyin! aman dersimi/talkanı/kronshdatı/başbağları/kant'ın ırkçı olduğunu/bağlı olduğunuz x, y veya z baskı aygıtının her hangi bir zulmünü, buglarını, oha bu kadarı da abartı'sını bilmeyin! kısacası tarihsel materyalizmi bilmeyin.

10 yıl önce izlemiştim, bugünden bakınca içlerinde sevmediğim ve kısmen otorite kabul etmediğim kimseler de var ama kullandıkları ksynakların bir kısmı nesneldir yani herkese açıktır. bu kaynaklardaki bilgiler kimisi için utanç kimisi için övünc kaynağı olabiliyor. kimisi icinse öfke ve intikam motivasyonudur. o da size kalmış. cumhuriyet gazetesi yazarlarından yanılmıyorsam hikmet çetinkaya için "utanç"tır mesela.

türküm demek suç oldu diyen milliyetçiler

frantz fanon
türkiye'yi tahlil edemeyen kimselerdir.

(hepimiz gibi) ulus-devlet doktriniyle paklanmışlar, yalan dolana bizden çok inanmışlar ama gel gör ki onu paklayan türk sermayesi de artık o görüşlere eskisi kadar sahip çıkamaz, çıkmaz olmuş. çünkü ekonomik altyapı, o eski pabucu dama atmasa da eskitmiş islamizmle upgrade etmiş. ama anadolu ve mezapotamyanın diğer yerli milletlerine, milliyetlerine karşı fobi ve kin bazı kemalistlerde halâ bakidir. halbuki artık kendisi de devlet ötekisi haline geliyor, yavaş yavaş.

değerli araştırmacı ismail güney yılmaz, 2 yıl önce konuyu şöyle ele almıştı:

popüler bir yalan: "türküm diyemiyoruz!"
Türk milliyetçiliği kısmi alan kaybedişine ve eskisi kadar rahat oyun oynayamamasına ağlıyor. Yoksa kimsenin Türk'üm diyenle bir sorunu yok ve bu ülkede hâlâ Türk olmadığını söyleyebilmek ciddi bir sorun

MHP, CHP, Aydınlık (VP), DSP, BBP gibi sağ parti sözcülerinin son birkaç yıldır dillerine sakız olmuş bir kalıp var: “Artık kendi yurdumuzda Türk'üm demeye korkuyoruz!”… Sanırsınız ki gayr-ı Türk halklar kanlı bir ihtilal yapmışlar da, memlekette Türk olmaya yasak koymuşlar, bu baylar ve hanımefendiler üzerinde de sistematik ve “rövanşist” bir mezalim uyguluyorlar… Hakikaten de tasvir edilen iklim böylesi bir distopya. El insaf!

Evet, burjuva politika, özellikle de bunun milliyetçi sektörü, yalanla şekillendirilip, hamasetle mobilize edilen bir uğraştır fakat artık yalan binde birlik bir sahicilikle de temellendirilmiyor. Sanırım bu tip “yalandan ve biteviye mağduriyet” siyasetini trendleştiren AKP retoriği oldu. Kabataş üzerinden süren muhafazakâr + eklemlenmiş liberal zilliyet de bu durumun en pop örneği olsa gerek.

Arabesk Türk milliyetçiliği ve “Türk”

Arabeski severim ama sağ ya da sol olsun, siyasete yedirilince hiç çekilmiyor. Ülkede başka halklardan insanlar biraz daha rahat bir biçimde “ben Türk değilim” dedikçe; Türk milliyetçilerinin ağlak ve tehditkâr “kendi vatanımızda Türk'ten başka her şey olunabiliyor, Türk milleti buna izin vermez” velvelesi daha bir duyulur hâle geliyor. Burada aslında sorun, “ben Türk'üm” diyememek değil birilerinin “ben Türk değilim” diyebilmesi.

Türk milliyetçiliği kısmi alan kaybedişine ve eskisi kadar rahat oyun oynayamamasına ağlıyor.

Yoksa kimsenin Türk'üm diyenle bir sorunu yok ve bu ülkede hâlâ Türk olmadığını söyleyebilmek ciddi bir sorun. 90 yıllık Cumhuriyet'in tek tipçi asimilasyon politikalarının büyük oranda başarılı olduğu ve gayr-ı Türk etnisitelerden insanların çok ciddi bir ağırlığının kendilerini hâlâ -en azından “bir şekilde”- Türk olarak tanımladığı/tanımlayacağı gâyet net. Ve asıl baskı ve tehdit de bu “Türk'üm” diyenlerin bir kısmından, “Türk değilim” diyenlere geliyor. Psikolojik üstünlüğün “azınlıklar”a geçtiği filan yok, hikâye.

Memlekette bir “Türk sorunu” yaşandığı doğrudur fakat bu faşistlerin dillendirdiği şekilde “Türk'üm demeye 'bana faşist diyecekler' diye çekinmek” gibi bir saçmalıktan kaynaklanmıyor. Zira Türk olana ya da kendini Türk olarak görene “faşist” diyen yok. Tersine “Türk değilim” diyenlere hâkim zihniyetçe hâlen “virüs” gözüyle bakılıyor. Allah'ını seven, mesela Hemşinli derneği HADİG'in facebook sayfasına baksın, orada kendini Türk olarak tanımlayan Hemşinlilerin, “yahu Ermenilerle de bir bağımız var aslında” diyen Hemşinlileri nelerle itham ettiklerini görsün.

Evet, “Türk sorunu” var dedik. Bu sorun birkaç sebepten kaynaklanıyor. Bu problemlerden biri anayasanın herkesi Türk olarak tanımlaması ve onca yıldır insanların Türklüğe zorlanmasından kaynaklanıyor. Bu, Kürt toplumunun ciddi bir kesimini dışta tutarsak büyük ölçüde kabullenilmiş bir kimlik. Ve bu sadece çokça sözü edildiği gibi salt “bir üst/anayasal kimlik” değil, yalan söyleyen Türkçü tarih bombardımanı yüzünden içselleştirilmiş de bir kimlik.

Yani “Türk'üm” diyen ve aslında Laz, Çerkes, Gürcü, Arap, Arnavut olan insanlar, kendi atalarının hakikatten Orta Asya'dan geldiğini de düşünüyorlar. Bir Laz ya da Romeyika anadilli bir Trabzonlu, bir Pomak ya da bir Kürt; örneğin Fetih 1453 filmini, Ertuğrul Gazi dizisini izlerken sanki canlandırılanlar gerçekten de kendi atalarıymış gibi gururlanıyorlar!

Ama beri yandan şöyle de bir sorun da var. Türkiye'de “herkes Türk” ama bir açıdan da “hiç kimse Türk değil”. Çünkü ülkede bir alt kimlik/hakiki ad olarak Türk etnonimiyle kendini tanımlayan bir topluluk neredeyse hiç yok (*). Türk'ün bir alt adı olarak Türkmen/Yörük (Tahtacı, Abdal, Çepni, Avşar) toplumlarını da bir kenara bırakırsak bu böyle. Bir de kendi içinde alt gruplara ayrılan Azerbaycanlılar (“Acem”, Terekeme, Karapapak”) ile yakın dönemde Orta Asya'dan, Kafkasya'dan vs. gelmiş Türkik halklar (Uygur, Balkar, Kumık, Karaçay, Kırgız, Kazak, Tatar, Nogay…) var. Bu toplumları dışta tutarsak eğer Türkiye'de insanlar ya Laz, ya Kürt, ya Arap ya da “Yerli”, “Manav” (**), “Dadaş”, “Harputlu”, “Kıvırcık”, “Aboş”…

Tırnak içinde saydıklarımız Türkçe anadilli ve (kimliğini yitirmemiş) Türkmen/Yörüklerle birlikte “Türkiye'nin asıl Türk dairesi”nden sayılan toplumlar. Bu insanların yanı sıra bir de kendine hiçbir özel/emik isim vermeyen ve yine tek anadili Türkçe olan topluluklar da bulunuyor. Örneğin Orta ve Doğu Karadeniz'de Laz, Çerkes, Gürcü, Hemşinli, Romeyika anadilli Trabzonlu (***) ya da Poşa olmayanlar genel olarak bu klasmandadır. Bu topluluklardan bazı birimlere ise etik olarak, farklı etnik gruplarla bağlantılı (Halt, Horum, Cenik gibi) isimler de verilebiliyor.

Türklükle ilgili sorunlar varsa eğer işte bunların en önemlisi bu “emik ve etik adlandırma problemi”dir. Bu “sorun” ya da “parçalı yapı” da Türkiye'deki geç/çarpık uluslaşmayla, geçmiş dönem feodal sistemiyle, Türk'ün yukarıdan dayatılan, “içeriden kaynaklanmayan” bir kimlik oluşuyla ve Osmanlı döneminde “Etrak”ın (Türkler) bir aşağılama sıfatı olması gibi birbirinden bağımsız pek çok kaynakla açıklanabilir.

Ama faşistlerin “Türk'üm diyememek” ile ilgili sıkıntısı bu değil. Onların sıkıntısı Türk olmayanların neden Türk'üm demediği. Hâlbuki ne güzel Türk diye bir üst kimliğimiz, Türkçe diye bir “anadili”miz var. Adamlar kendileri üzerinden bir üst kimlik uyduruyorlar ve sonra herkesin buna uymasını bekliyorlar, uymayanı da “vatan hâini” diye etiketleyip, kurtların önüne atıyorlar.

Türk'üm diyemez olmuşlar! Hadi oradan! Kürt sorunu bitmiş de Batı'da Türk sorunu başlamış! Bu parlak zekânın önünde hakikatten şapka çıkarılır! Ben Türkçe'nin bir yerde yasaklandığını görmedim. Türkçe anadilli çocuğun dilini konuşmasının yasaklanıp, ona zorla Adigece öğretildiğini filan da hiçbir yerde okumadım henüz! Ya da Kırşehir'de sırf Türk oldukları için köylülere dışkı yedirildiğini duydunuz mu siz?! Vallahi ben duymadım.

Üstelik bu saçmalık yetmezmiş gibi, bir de bu “Türk'üm diyemez olma” yalancı mağduriyeti, “Batı'da her eyleme müdahale ediliyor fakat Doğu'da hiçbir bölücü gövde gösterisine müdahale edilmiyor. PKK orada paralel devlet oldu” safsatasıyla cilalanıyor. Hey maşallah! “Çözüm süreci”nde çocuklar dâhil kaç Kürt sokak gösterilerinde kolluk güçleri tarafından öldürüldü haberiniz yok mu?!

Bu ayıbın ve yalanın milliyetçiler tarafından sürekli tekrarlandığını görebilmek için ara sıra Halk TV'yi, Ulusal Kanal'ı, Bengü Türk'ü izlemek kâfi…

Hatta ve hatta bu kanalları ve sağda solda boy gösteren “milliyetçi entelektüelleri” (buraya bir “random gülüş” gelecek) bir dinlerseniz, iç güvenlik yasasının da “Batı'daki olası Türk isyanını önlemek için” çıkarıldığını öğrenmiş olursunuz!

Fantastik bir “film noir” senaryosu…

Fazla söze gerek yok. Türk olmayı bir gurur vesilesi olarak görenler, “Türk'üm” demeyip, bu “gurur”a ortak olmayanlardan rahatsızlar.

Zaten “Türk'üm” desek de yine kendimizi beğendiremeyecektik ve illa ki bizi sevmemek için bir bahane bulacaklardı (“dönme”, “Kürt”, “Laz”, “Ermeni”, “soysuz”).

Zira onlar için Türk olmayana sadece hizmetkârlık yakışır. Birilerinin Türkleşmeyi de, hizmetçiliği de reddetmesinden dolayı hüzünlüler.

Dipnotlar:

(*) Ünye-Fatsa rekabetiyle ilgili izlediğim bir belgeselde, Gürcü olmayanlar kendilerini Türk olarak tanımlıyorlardı ve Gürcüler tarafından da böyle anılıyorlardı.

(**) Manavların Türk olmadığına dâir bir iddia da var. Manavlar içinde bu teoriyi benimseyen çok az sayıda insan mevcut.

(***) Romeyika (Pontos Rumcası) anadilli Trabzonlular, kendilerine özel bir grup ismi vermiyorlar. Hatta bu insanların bir kısmı Türkçe konuşurken dillerine “Rumca”

adını da vermiyorlar. Bu dili ya “Lazca” (*) diye ya da başka bir isimle anıyorlar. Hatta nece konuştuğunu bilmediğini söyleyenler bile vaki. Bu elbette ki Rumluk'la ilgili algıdan bağımsız olarak açıklanamayacak bir durum.

Dipnot içinde mecburi dipnot: Lazca, tamamen farklı bir Kafkas dilidir. Doğu Karadeniz'de Pazar'la Batum arasında Laz halkı tarafından konuşulur.
7

anlam kayması

frantz fanon
bir sözcüğün anlamının zamanla değişmesidir. siyasi terimlerde de cok yaygındır. örneğin "sosyal demokrat" 1900lerin başında "marksist"le eş anlamlı kullanılıyordu. "propaganda" sözcüğü "çarpıtma yapmak, yalan bilgi vermek" anlamında değildi. türkçü, kemalist, demokrat, ırkçı gibi sözcükler de bu kadar sert olmasa da anlam kaymasına uğradı. 20.yyın ilk yarısındaki anlamıyla kullanılmıyor.

ermeni soykırımı

frantz fanon
''soykırım'' var mı yok mu bilmiyorum, bir tarafın çok haklıyken öteki tarafın çok haksız olduğunu da zannetmiyorum.
1984'ün yazarı george orwell'in dediği gibi ''Milliyetçi, kendi tarafınca girişilen katliama karşı çıkmamakla kalmaz, ayrıca bunları hiç duymamak gibi müthiş bir yeteneğe de sahiptir'' her iki taraf da rahatlıkla üstüne alınabilir.

nuriye gülmen ve semih özakça

frantz fanon
herşeyden önce: 15 temmuz bahanesiyle rte iktidarı pekişsin diye işten atılan iki muhalif eylemcidirler. ve haksız yere işten atılan herkes için ölümü göze alıyorlar, vernike korsakoffa yakalanıp sakat kalmayı da...
x veya y örgütüne üye olup olmadıkları için işten atılmadılar, şu veya bu kabile liderini sevdikler için de işten atilmadılar.
sizin ve bizim haklarımız için ölüyorlar. konu kürt sorunu olunca yok benim ideolojim başkadır bilmemne iyi o zaman desteklemeyin veya sizinkilerden nuriye gibi semih gibi bir fedai çıkarın. cıkaramıyor musunuz, demekki o kadar da probleminiz yok rteyle.

her erkeğin adam olmak için feminist bir kadına ihtiyacı var

frantz fanon
naif bir sözdür diyelim. niyet okumayacağım.
pek de uzak olmayan bir geçmişe kadar ben de feminizmi çok matah bir şey sanıyordum.
feminizm erkeği adam falan etmez onu bitirir. ki zaten kendilerinin dediği gibi amaçları budur.
feministler, erkek-kadın eşitliğini değil, kadın egemenliğini savunurlar. bu yolun sonu kadın diktatörlüğüne çıkabilir çünkü sorununu erkeklik olarak görürler. kadına yönelik zulmü patriyarka diye bir şeye bağlar. bu patiryarka öyle bir şey ki onun düzeninde erkekler kadınlara kıyasla 8 kat çok öldürülürler, 9 kat daha çok intihar ederler, ortalama olarak 5 yıl daha az yaşarlar, daha çok zorbalığa maruz kalırlar, aynı suçu işleseler de kadına kıyasla daha ağır cezalar alırlar ve daha çok idam alırlar. ama kadın yine de dezavantajlı bir cinsiyet olarak lanse edilir. mantıken; erkek diktatörlüğü yani patriyarka denen bi sistemde erkeklerin kadınlara kıyasla daha iyi yaşam standartlarında olması gerekmiyor muydu. erkeğe mahkum olmak başka bir şeydir ama mazlum olmak başka bir şeydir. yani kadının mahkumiyet koşulları erkeğin özgürlük koşullarından daha konforludur ve belki bunun için kadınlar özgürlüğe feministlerin ve solcuların istediği kadar düşkün değildirler. çünkü özgürlük alınınca erkeğin başına ne geliyorsa kadının da başına gelebiliyor.

feminizm bunları görmemeyi tercih ediyor. bir sürü kanıtsız sözlerle çıkıyorlar karşımıza eski yunan'daki laf kalabalığı yaparak geçinen avare filozoflar, sofistler gibi... ve solu aratmayacak şekilde fırkalara bölünürler ki böylece bir şey de soramazsınız yani bakın sizinkiler şöyle şöyle saçmaladı diyemezsiniz. derseniz eğer ehm ben zaten o akımdan değilim, gerçek feminizm bu değil denilir çünkü bir programın yok, örgütün yok kafana göre eğip bük negzel... ama sürüklendiğin yer 3 aşağı 5 yukarı en postmoderninden, en yobazından bir radikal feminizm'dir yani meme açan femen'in yanıbaşı. mesela kadına diyorlar ki ''8 mart'ta erkekleri mitinglerde linç edenler vardı'' yanıtt diyor ki ''erkekler de dövüyor..'' böyle bir argüman.. diyor ki ''birinden bir hikaye duydum, adam tacizciymiş, ama 8 mart'a katılmış. erkekler böyle kendilerini aklıyor'' yani buna daha ne denilebilir ki. dedikoduyla siyaset yapıyor...
tüm kadınları dezavantajlı unsur yaptılar her yerde %40 kotayı savundular, yetmedi sendikalar disiplin kurullarına fiilen %60 kotayı koydu yani adam çıt dese sendikadan atılacak. niye kota olsun, niye tüm kadınları otomatik olarak dezavantajlı ilan ediyoruz. sendikacı, memur teyzelerin, akademisyen ablaların dezavantajlığını benim külahıma anlatsınlar. erkek siyasetçi yıllarca kastırsın kadın kıçını devirip yatsın sonra çok daha vasıfsız olduğu halde kotadan girsin. bunlar yanlış şeyler. şimdi açıkça konuşacağım solun ya salaklığından ya da popülizminden kaynaklı olarak solu da ele geçirdiler. ne idüğü belirsiz hizipsel sendikal kavgalara kadınlık alet edildi, pezevenkleri dövmek kadın düşmanlığı oldu... hdp'de zaten feminist dikta vardı, sendika.org da mor çıkıyor. artık bu sol iflah olmaz. bu mahalleden sosyalizm çıkmaz.
1

Fatih mehmet maçoğlu

frantz fanon
Tkp adı altında değil de daha düzgün bir parti adına aday olsaydı veya bağımsız aday olsaydı daha hoş olurdu. Tkp fanatikleri ve trolleri ekşi'de onun başarısını şimdiden kendine mal etmeye başladı çünkü... oysa ki bölge, zaten yüzlerce yıldır muhalifti, orada yerli bir kapalı kültür vardı. bölgeyi modern sosyalizmle tanıştıranlarsa tkp(ml) ve thko çıkışlı gruplardı. Ki maçoğlu da zaten smf adlı meclisin adayı olarak ortaya çıktı.
Şimdi iki ateş altında kalacak. Bir tarafta devlet pkk karşısında ona boyun eğdirmeye, onu düzene çekmeye çalışacak diğer taraftan pkk "ya devletinsin ya benim" deyip onu kendine katmaya ya da provokatör, ajan ilan edip dışlamaya çalışacak. Kendisine ve yoldaşlarına Sabır ve inanç diliyorum. Umarım ümitlerimi boşa çıkarmaz ve pratiğiyle herkesi göt eder.
3

kapitalizm

frantz fanon
tam ve gercek kapitalizm oyle bir şey ki belediye sebze satarsa yok, sumerbank ayakkabı yaparsa yok, erkin baba gitarı kacak taşırsa yok, gümrük vergileri, kamu sektörü varsa yok. güney korenin kuruluşunda yok, keynes abdsinde ve paternalizmde, obamanın saglık sisteminde yok, israilin ben gurion devrinde yok, kibbutzlardan zaten hic yok.. serbest rekabet yoksa (yani emperyalizm caginda) yok, ithal ikame varsa orada da yok muhterem kardeşlerim.

-eh hocaefendi, buna kısaca bugün kapitalizm diye bir şey yok desene.
1

frantz fanon

frantz fanon
kemalist kişilik bozukluğu başlığında anlatılan semtptomlardan muzdarip takıntılı dallamaları (tüm kemalistler kkb değil tabi ama çok var aranızda bu modellerden) rahatsız eden hesap.

yer yer rahatsız etmeye de devam edecektir.

ama şimdilik kemal ve kemalizm konusunda son olarak tüm i'lerin üstüne noktalarımı koyup bir süre daha burada takılmayacağım:

1) öncelike, atatürk-kemalizm konusu ve fikir özgürlüğü üzerine: (bkz:#78079) ve (bkz:#68075)
2) diktatörlük tartışması çerçevesinde genel olarak atatürk'ün kemalizmi: (bkz:#101233)
3) kemalist milliyetçiğin gerici teorisi ve pratiğiyle yüzleşmek: (bkz:#63955) ve (bkz:#80990) ve (bkz:#100107) ve (bkz:#107320) ve (bkz:#107305) (burada ''atatürk'e hakaret'' varmış kkb'ye herşey hakaret tabi..)

kendini fasuye gibi nimetten sayan tüm kkblilerin, şovenlerin ırkçıların ''değerlerine'' sıçayım
adios!

1

egregor

frantz fanon
ezoteride, insan gruplarının yarattığı enerjitik yapı. enerji-bilgi alanında varlığını sürdürür ve insanın fikirlerine, doğasına etki etme gücüne sahiptir. "kolektif bilinçaltı" gibidir ama canlı bir varlıktır. cin, melek gibidir ama tanrı'nın değil insanın -fikirleriyle ve eylemleriyle-
yeniden ürettiģi, geliştirdiği bir varlık, bir şey.

din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri

frantz fanon
-bizim zamanımızda- elini sıcak sudan soğuk suya koymayacak, ılık götlü kimselerdi. bugün de böyle olduğunu tahmin edebiliyorum. belli bir ahlaki çerçeve -ve genel islam bilgisi- veriyorlardı ama yöneticilikte, insan hakları konusunda, çocuk-öğrenci psikolojisinde ve krizi yönetmede tırttılar ve menfaatçiydiler. yani kendi alanı dışındaki alanlarda geriydiler ve isteksizdiler. bilmesi zorunlu olan şeyleri bilmiyorlardı, yapılması zorunlu olan şeyleri yapmıyorlardı. (dolayısıyla o ahlaki vurguyla da celişiyorlardı) ama bunların dersi zorunluydu. hatta kendi alanını bile bilmezlerdi, ben laf arasında arkadaşlara pagan olduğumu söylemiştim (ergenlik işte), hocam frantz pagan'mış dedi bi arkadaş, hoca diyor ki ''pagan ne?) ki örgütlü cahilliğin henüz -o kadar- prim yapmadığı bi devrdi bu. şimdki durumu düşünemiyorum bile.

odtü mezuniyet pankartları

frantz fanon
taşıdıkları ''t*ayyipler alemi'' pankartı, -artık yıllar önce- musa kart'ın rte'yi kedi şeklinde çizdiği için dava edilmesiyle alakalı reaksiyonun bir parçasıdır. (teyip, bu kedi meselesine dava açmış. dava düşmüştü) ama yine de tripleri devam etmişti. öyle olunca karikatüristler de kendisini inadına trollüyor, hayvan, bitki, inek, deve vb şeklinde çiziyor, o da dava açıp cezalandırmaya çalışıyordu
(bkz:butthurt)
o dönem henüz reyiz, başgomtan değil tayip olduğu için -ki bizce halen teyyodur- öyle kafalarına göre gözaltı, hapis kararı da veremiyorlardı tabi. yine de çizerlerin bazen ceza aldıkları oluyordu.
o dönemin en güzel eseri de şu olsa gerek:

copy pasta

frantz fanon
forumlarda, boardlarda veya interaktif sözlüklerde karşımıza tekrar tekrar çıkan -genellikle bazı değişiklikler de yapılan- tuhaf, kafa sikici, provakatif yazılara denir. türkiye'de inci sözlük'te bi dönem -belli bi format içinde- yaygındı, popülerdi. (''bak kardeşim bilmeme kaç saattir bilgisayar başındayım, sana yazıyorum fln fian... '' diye giden kafa sikici yazılar olarak).
şu örnek güzel bi copy pasta adayıdır bana göre:

KİM BUNLAR?
⚫1. Türkiye siyasetine yön veren gizli el kim? İnce Muharerrem'in seçim akşamı buhar olması ve 1 gün sonra ortaya çıkması, Akşener'in ortalıktan kaybolması, referandumda oyları çalan ve Kıl Kemâl'e YSK önüne gelirseniz çatışma çıkar diyen güç kim?
🔴2. Bahçeli nasıl oluyorda Erdoğan'a küfrederken bir anda onunla dost oldu? Açılım nasıl buz dolabına girdi? Ergenekon'un savcısıyım diyenler, neden çark etti? ABD dostu ve BOP eşbaşkanı nasıl oldu da, Rusya dostu oldu? Nasıl oldu da "ölümüne oylara sahip çıkacağız" derken, "adam kazandı" dendi?
⚫3. Daha oy çuvalları seçim kurullarında açılmamışken Yavşak İnce'nin 180 derece dönüşünü anlayabilen var mıdır? "Beni jiletle YSK'dan kazıyamazsınız" diyen FAŞİGE Meral'in o akşam ki suskunluğuna anlam verebilen var mı? O gece neler oldu da lider GEÇİNENLER limon gibi sapsarı kesiliverdi?
🔴4. HAFIZ nasıl oluyor da LEGÂL VE EDİLGEN muhalefeti hizaya sokabiliyor? Nerede, o YSK önüne gidecek 50 bin avukat diye; hiç kimse neden sormuyor? KERDOĞON kazanınca TOPAL DOĞU neden seviniyor? HAFIZ kimlerle ortaklık yapıyor? Sözüm ona, Halkın iradesine kimler el koyuyor?
⚫5. FETTOŞCU Darbeyi herkes bildiği halde neden TAMAMI salağa yatıyor? Darbe neden Allah tarafından bir lütuf yapılıyor? Milletin meclisi denen yerde, darbe komisyonuna, Fidan ve Akar neden ifade vermiyor? Darbe gerçekleri neden araştırılmıyor? Araştıranlar neden hapse atılıyor? Neden olan biten İNSANLARDAN gizleniyor?
🔴6. Hulusi Akar nasıl oluyor da; siyasi bir aday olan Abdullah Gül'ün tepesine helikopterle iniveriyor? Her Parti'ye adamını sokan bu ekip kim? KERDOĞAN'a destek verenler kimler? Seçimden 1 hafta önce hafız'a yüzde 52 alacak diyen pervasızlar bu cesareti nereden buluyor?
⚫7. Kimse bana bunları hafız tek başına yapıyor demesin. Boğazına kadar Yolsuzluk ve suça batmış bir iktidar derinlerin desteği olmadan bunu ASLA yapamaz. SAHTE KABADAYI MUHARREM'i limon rengine çeviren, HAFIZ ASLA olamaz. Bu profesyonel bir ekip! GERÇEKTEN kim bunlar?
🔴8. MEMLEKET'in yönünü Avrupa'dan, Ortadoğu bataklığına sürükleyen, bu ekip hepimize seçim sonuçlarını zorla kabul ettiriyor. Ülkede nefes alan herkes bu seçimlerin ve zarların hileli olduğunu biliyor. Ama asla sorgulamaya izin VERİLMİYOR. VATANDAŞ farklı şeylerle oyalanıyor.
⚫9. Hiçbir seçim çalışması yapmayan MHP; TEŞKİLATININ yarısı dağılan MHP, itibarsız ve güvensiz hale gelen MHP, EN ÖNEMLİ KADROLARI AYRILAN MHP nasıl oluyorda,HİÇ BİR ZAMAN OY ALAMAYACAĞI BÖLGELER'de oy patlaması yaşıyor? Bahçeli "bizim mecliste denetleme görevimiz var" diyor. Bahçeli, kimin adına; kimi denetleyecek? Bahçeli'yi koltuğunda tutan bu irade kim?
🔴10. AKP'nin ilk 2 döneminde deşifre olan ve köşeye sıkışan derin devlet yeniden ve güçlenerek hortladı. AH-KAH-PE'nin zaaflarından da istifade ederek yönetim şeklini HAFIZ'ın eliyle değiştiriverdiler. Çiller'li, Ağar'lı, Peker'li 90'lara geri dönüldü. 90'lı yılların güç merkezi şuan iktidarın EN ÖNEMLİ VE EN GÜÇLÜ ORTAĞI.
⚫11. AH-KAH-PE'nin zafer dediği şey aslında Pirus zaferidir. Sahi ONLARI 2008'de kapatmak isteyen kimlerdi? Cumhuriyet gazetesine bomba atanlar kimlerdi? Faili meçhullere, misyoner cinayetlerine imza atanlar kimlerdi? Ülkeyi o dönem karıştıran derinlerle AH-KAH-PE şuan ortaklık yapmıyor mu?
🔴12. 15 Temmuz'u kim planlamışsa, ELEBAŞILARI'nın kim ortaya çıkmasını engelliyorsa, ortaya çıkarmaya çalışanları kim ispiyonluyorsa, kim Avrasyacılık oynuyorsa, bu olağanüstü gelişmelerin arkasında da onlar vardır. Devlet kendi emelleri için tamirata ve tadilata GİRMİŞ DURUMDADIR.
⚫13. BU Filmin sonu nerede biter bilemem ama; geçici suç ortaklığı bir dönem sonra güç savaşı ile yerini hesaplaşmaya bırakacak ve oy çalınmayan, hukukun ve demokrasinin olduğu, kardeşliğin, eğitimin, bilimin, üretimin hakim olacağı bir ülke yaratmak için sormaya sorgulamaya devam ETMELİYİZ.

almancı

frantz fanon
artık türkiyeli değil ama tam anlamıyla almanyalı da olamayan (veya olmak istemeyen) bundan dolayı da belli bi bunalım yaşadığından şüphelendiğim bir kimliktir. ki bu kültürel yalnızlığı doğurur.
bu bunalımı aşmak içinse ya dombraya ve mhpye ya da yeni-sola (yani ulusları, cinsiyetleri vb kimlikleri reddetmeye) kaymaları -o açıdan- sürpriz değil.

feminist sözlük

frantz fanon
laik sözlükten de kötü günler yaşayan bir platform. bunun nedenlerinden biri -tahminimce- feminist olmayanı yazar yapmamalarıdır.
üye oldum, (üye olurken niye üye olmak istediğinizi yaziyorsunuz) fikirlerimi gizlemedim, şimdi güya "yazar adayı"yım ama ne başlık açabiliyorum ne entri girebiliyorum... madem yazdirmicaniz niye uye yaptiniz lan. kadınlar irrasyoneldir diyenlere hak vermeye başladım. swh. tam trollemelik, sivilceli abazan tayfa cok trolluyor diye belki temkinliler ama gel de trolleme simdi.. yazarım ama bisey yazamiyorum, bir de özgürlükçü geçinirler.

siyasi miras kavgası

frantz fanon
yaygın bir durumdur.
bir şekilde halk arasında itibarı olan kişi ve kurumları, disiplinleri, kültürleri paylaşamamaktır. örneğin: atatürk, tkp, türklük vb... genelde bilimsel değil siyasi, faydacı amaçlara dayanır. bilim politikaya kurban edilir. laik camiada özellikle atatürk ve tkp böyle miraslardır.

suriyelilerin türklere saldırması

frantz fanon
olayı bilmiyorum orda oturmuyorum ama türkiyeliyle suriyeli bir arada geçinemiyor gibi görünüyor çünkü hem kültürler farklı hem suriyeliler savaşın verdiği tahribatta -doğal olarak- daha kötü durumdalar hem para hem psikolojik olarak. yine de 4 milyon suriyeliye rağmen enteresan bi şekilde ciddi etnik çatışmalar çıkmıyor demek ki bir cıkar var.
bu durumda tarafların aynı mahallede yaşamasını bekleyemeyiz. ayrı mahalleler kurulmalı ki iş ona gidecek. ülkedeki kaynakların suriyeliler de dahil üreten herkese emeği kadar dağıtılabileceği bir sistem mümkün ama yöneticilerin işine gelmiyor.

her kötülüğün suriyelilere itelenmesi de avrupadaki aşırısağ kafadan başka bişey değil. sonuçta bu insanları merdivenaltı atölyelerde hayvan gibi sömürenler tc burjuvalarıdır, 18ine basmayan suriyeli kızlarla para karsılıği beraber olanlar da bizim vatandaslarımız, işçi köleliği, seks köleligi pekistirenler, t*ayyip suriyeyi karistirirken ses cıkarmayanlar özü itibariyle daha kötüdürler.
2

kılıçdaroğlu'nun halkı adalet için sokaklara çağırması

frantz fanon
ben de kılıçdaroğlu'nu sevmem, chp'den de medet ummuyorum ama sokağa çıkmak lazım, muhalifler olarak. otoriterleşmeyi, tek adamlaşmayı engellemek lazım. denilebilir ki otoriterleşen otoriterleşmiş t*ayyip zaten tek adam olmuş ama mesele öyle basit değil, muhaliflerin tepkisini görmezse daha da despotlaşacaktır.
onun için 11'de güvenpark'ta olacağım.

laisizm

frantz fanon
laiklik sözcüğünün farklı bir söyleniş biçimi. fransa köküne ve pratiğine vurgu yapmak, evrenselliğe vurgu yapmak amacıyla kullanılıyor olsa gerek. veya sırf artistik için de olabilir.

atatürk düşmanı olan türk

frantz fanon
tutucu olanlarının çoğu incisözlükün facebook sayfasında toplaşmıştır swh.
direk kişisel saldırıda bulunuyorsa genelde islamcı, "osmanlıcı"-rabiacıdırlar. reyizci değilse eğer saadet partilidir veya direk radikal islamist.

az da olsa türk milliyetçisi de atatürk düşmanı olabiliyor; şair ismet özel öyledir denilebilir, belki bbp de öyledir; gerekçesi islamla kaynaşmış bir türklük tanımı olur genelde.

yok tutucu laikse eğer sosyalist olabilir (cumhuriyetçi sol bir yana) o zaman sınıf mücadesinden ve milliyetcilikten ters düşer - karşılıksız bir düşmanlık da değildir. veya pek tutmasa da kozmopolit liberaldir (ldp ve tusiadın hepsi bir yana) modernlesme yöntemlerini sert bulabilir, devletcilikle ve yine milliyetcilikle ters düşer.

vallahi apo'yu özledik

frantz fanon
ahmet kaya'nın, yanılmıyorsam 1993 yılında falan yurtdışı konserinde söyledigi şarkı. şarķının geneline baktığımızda (şarkının başında da ahmet kaya bi konuşma yapıyor) onurlu bir barış için (her şeye rağmen barış değil ama!) özlemini dile getirdiğini görüyoruz. devletin 17,000 faili mechul cinayet işlediği, köylerin yakılığı, milyonların göç ettirildiği bir süreç için fazlasıyla pasifist ve ılımlı bir şarkı olmuş.
zaten hayatı boyunca herhangi bir örgüte bağlı olmamayı tercih eden ahmet kaya sadece pkk değil mlkp için de şarkılar söylemiş hatta bi ara perinçekin dergisinde de takılmış çelişkili bir abimizdi. ama onu ahmet kaya yapan da buydu.
youtube çıktı tabular çatladı; bkz. şu da çok enteresan yılmaz güney'in kürt sorunu yorumu

slavoj zizek

frantz fanon
çağımızın popüler filozoflarındandır. ingilizceyi balkan aksanıyla konuşur ve hmffs hmsf diye burun çeker. onun yazılarını okuyunca kafanızda o aksan yankılanır.
hegel'i sever, siyasal doğruculuğun (political correctness) batı avrupalı'yı yalnızlaştırdığını savunur, onu anlamak kolay değildir, kendini dinlettirir ama bir sonuca varamayabilirsiniz konudan konuya atlar"ne anlattı la bu dersiniz" yani aydınların cem yılmaz'ıdır.

politik doğruculuk

frantz fanon
farklı dil, din, kültür ve cinsiyetten kişileri incitmemek amacıyla, özenle kullanılan ifade, düşünce ve uygulamaları tanımlamak amacıyla kullanılan bir terim. "Siyaseten doğruculuk" olarak da bilinir. (türkçe vikipedi)

abd ve batı avrupa'da yaygındır. aman tadımız kaçmasın mantığıdır. p.d., dostluk ve karşılıklı seviginin değil tahammülün ürünü olsa gerek. ki zaten tolerance (tahammül) derler, tahammül etmemizi isterler tabi kimileri bu tolerance'ı hoşgörü olarak da çevirir ama tahammül bence daha mantıklı bir karşılıktır.
dolayısıyla p.d.'nin ayrımcılığı kısıtlayıp kısıtlamadığı tartışmalıdır. kimi görüşlere göre problemi çözmediği gibi sadece pisliği halının altına süpürür. zaten ayrımcılığın yani ırkçılığın, cinsiyetçiliğin falan olmadığı yerde p.dye de ne lüzum vardır. bu ingilizlerin aman tadımız kaçmasın diye futbol ve siyaset konuşmamalarına benziyor.

yine de bence bir çeşit ''p.d.'' bu laik sözlüğe lazımdır en azından bazı bariz ayrımcı küfürler ve terimler açısından. nasıl olsa devlet benim tarafımda, kültürel hakimiyet de benim tarafımda öyle söveyim kaçayım, linç edeyim olmasın diye tabi ki.

slavoj zizek, politik doğruculuğu eleştiriyor:

[çeviriyi ''teori ve politika'nın facebook sayfasından aldım, orijinalini bulamadım (cevirideki''hoşgörü'' sözcüğü ''tolerance'' olacak sanırım o da tahammül olmalı bence) ama yine de açıklayıcıdır. ]

Hayatımızda cinsel taciz, ırkçılık ve daha benzeri çok şeyler olduğunun farkındayım. Politik doğruculuğu savunan insanların bunu bütün iyi niyetleri ile yaptıklarının da farkındayım. Belirtmek istediğim nokta bu değil. Söylemek istediğim, sağ paranoyayı kullanarak Amerikan yaşam tarzını yok etmek isteyen insanların var oldukları değil... Anlatmak istediğim, baskın durumdaki etkileri çözümlemek yerine onları kontrol altında tutarak cinsiyetçilik, ırkçılık ve benzer gerçek sorunların üstlerini örterek, onların daha güvenli bir atmosferde yaşamalarına müsaade eden yaklaşım biçimidir. Örnek olarak, ki ben bu örneği çok severim, aşırı bir nokta olarak ırkçı şakaları ele alalım. Bunların ırkçı fonksiyonlarının bulunduğu açıktır. Irkçılığın üstesinden gelinmesi, bu şakaların yasaklanmasıyla değil, sosyal değişimi de aşan yeni bir sosyal topluluk kurarak mümkün olur. Bu yeni topluluk, ırkçı şakalar yapmanın sizi ırkçı yapmayacağı bir değişimi içerir. Gerçek anlamda eşit ve karşılıklı saygının hakim olduğu bir ortamda kötü, hatta ırkçı şakalar ırkçı olunmadan ya da öyle anlaşılmadan da yapılabilir. Bununla belirtmek istediğim, bu şakalar, kendinizi de katarak, kendinizle bile dalga geçebileceğiniz bir durumdur ki, bu oldukça inanılmaz bir şeydir. Bana göre, Amerikan terminolojiniz [sadece ç.n.] bir tür buz kırıcıdır.
Çünkü politik doğruculuk ile ırkçılık karşıtı gözükmek oldukça kolaydır –ben sizin yemeklerinizi çok beğeniyorum, ulusal kimliğinize saygı gösteriyorum, hayır. Başkası ile gerçek iletişim nasıl ve ne zaman kurulur? İddia ediyorum; gerçek iletişim karşılıklı paylaşılan ufak dozda müstehcenlik olmadan kurulamaz. Bu paylaşım gerçekten iyi sonuçlar verir. Bana ya da post-ırkçı duruma göre farz edelim ki, ben bir Kızılderili siz de Afro-Amerikalısınız. Sürekli birbirimiz ve kendimiz hakkında ırkçı şakalar yapıyoruz. Ama bu şakaları öyle bir şekilde yapıyoruz ki, hem bunlara gülüyoruz hem de ikimiz dışındaki herkese arkadaş olduğumuzu gösteriyoruz. Neden? Çünkü böylece aramızdaki ırkçı gerilimi soğurmuş oluyoruz. Sorumuza geri dönersek, korktuğum nokta bu durumun politik doğruculuk bağlamında umutsuz bir vaka olmasıdır. Politik doğrucular gerçek sorunu çözemeyeceklerini bildikleri için, onun hakkında nasıl konuşmamız gerektiğini kontrol altında tutmaya çalışırlar. Gerçek sorundan kastım, oldukça ilkel bir şekilde ele alınan ekonomik paylaşım değil, toplumsal ilişkilerin sembolik gerçeklikleridir.
Politik doğrucuların benimsemeleri gereken İngiliz görenekleridir. Neden? Çünkü, her ne kadar farklı ülkeler olsalar da, İngiltere ve Japonya, otoritenin bütün vahşeti ile diğerini küçük görmeyi, en yüksek perdeden zarif bir dil kullanarak, yeniden üretmeyi başaran iki mega ustadır. Buna bağlı olarak, politik doğruculuk ve hoşgörüsüzlüğün beni bugün en çok rahatsız eden diğer hali günümüzde hoşgörünün hatalı bir kavram olmasıdır. Şu örneği hep sevmişimdir; öğrencilerime her zaman, hoşgörüsüz nitelemesini kullandıklarında vahşi ırkçılık ile ilgili ne düşündüklerini sorarım. Onlara Martin Luther King adında birinin, ırkçılığa karşı çok şeyler yaptığını anlatırım. King'in konuşmalarına bakın. Hoşgörü kelimesini bir kez bile kullanmaz. Eğer King'e, biz beyazların siyahlara karşı daha hoşgörülü olmamız gerektiğini söyleseydik, o, büyük ihtimalle bize gülerdi. O vakit, ırkçılığın otoritesini, hoşgörü kavramı ile açıklamak bana oldukça şüpheli geliyor. Hayır, hoşgörü oldukça muğlak bir kavram. Hoşgörü, hangi algılar dahilinde tam tersi bir anlama sahip olur?
Tipik orta-üst sınıftan bir Amerikalıysanız ve sizi aşağı sınıflardan bir siyah ya da beyaz ile yan yana getirsem, yapılacak olan şakalardan dehşete düşeceğinizi garanti ederim. Alt sınıflar, bizim tipik Amerikalımıza karşı oldukça hoşgörüsüz olacaklardır. Bana göre hoşgörüsüzlük her zaman var olmuştur. Belli bir mesafede ve bana yaklaşmalarına izin vermeden beni rahatsız etmeye devam etsin. Hoşgörü, gerçek öteki için her zaman hoşgörüsüzlük demektir. Ötekini kabul eden, saflaştırılmış ötekidir. Örnek olarak, politik doğrucu için söylenmesi gereken “Amerikan Yerlileridir”. Ben böyle söylemek istemiyorum. Aslında gerçek olan eski şakamı bilirsiniz. Amerikan Yerlisi olan bazı öğretim üyeleri ile tanışmıştım ve bu kişiler bana “Amerikan Yerlisi” olmaktan nefret ettiklerini söylemişlerdi. Niçin? Çünkü “Amerikan Yerlisi” kavramı, içinde, yerleşik ve tekinsiz bir doğa kültürünü barındırmaktadır; biz yerliysek sen nesin? Kültürel Amerikalı mı? Bana, kendilerine Kızılderili denmesini tercih ettiklerini söylemişlerdi. Böylece isimleri, en azından, beyaz adamın Amerika Kıtasındayken kendisini Hindistan'da zannetmesinden kaynaklanan aptallığının bir abidesi olabilirdi. Buna bayılmıştım. Bu insanlar, beyaz liberallerin hatalı tepeden bakışlarına karşı fanatik bir şüphe taşımaktaydılar.
Bildiğiniz gibi bizler madencilik gibi faaliyetlerle doğayı vahşice sömürmekteyiz, Amerikan Yerlileri ise bunu farklı bir şekilde yapmakta. Onlar dağlarla konuşurlar, doğayla çok daha organik bir iletişim kurarlar. Bunları net kalıplara oturtmuşlardır. Bir tanesi, bu durumu çok sevdiğimi sert şekilde yüzüme vurmuştu. Adını hatırlayamadığım için özür borçlu olduğum bu kişi bana Amerikan Yerlilerinin ya da Kızılderililerin, beyazlardan çok daha fazla sayıda bizon öldürdüğünü ve onlardan çok daha fazla orman yaktığını, doğru olup olmadıklarını bilmediğim istatistiklere dayanarak göstermeye çalıştığı bir makale vermişti. Ne söylemek istiyordu? Söylemek istediği onları ikonlaştırmamamızdı. Onlara sanki saf bütünsel [holistic] insanlarmış gibi tepeden bakmamamız gerektiğiydi. Lütfen; bizler de sizin kadar korkunç, sizin kadar kötü insanlar olabiliriz. Görüyoruz ki, bu durum Avrupa'daki mülteciler için de geçerlidir. Aklı başındaki Amerikan Yerlileri, onların bütünsel ve kadim bilgilere sahip insanlar olduğunu kabul eden politik doğruculuğun baskısına karşı oldukça hassastırlar. İşte bu yüzden, eski bir hikayemi tekrar etmemi mazur görün, ben gerçek bir içtenlikle Malcolm X'i takdir ederim. Neden biliyor musunuz? X ne anlama gelir? X elbette bir aile isimlerinin olmadığını gösterir. Biz siyah köleler, beyaz adam tarafından Afrika'dan kaçırılarak köklerimiz ile aile bağlarımızdan kopartıldık ve onlardan yoksun bırakıldık.
Fakat Malcolm X'in dehası neydi? Dehası kesinlikle Alex Haley'in yazdığı Holywood'un çok satan aptal “Kökler” kitabı içinde değildi. Haydi, köklerimizi yeniden keşfedelim; hayır! Deha X harfinde gizliydi. X, bizim köklerimiz yok, köklerimiz elimizden alındı demekti. Peki, bu durum, bizim, beyaz adamınkinden daha evrensel bir topluluk kurmamızı sağlayacak bir özgürlükse? Bu yaratıcılık, ortada olanı ve köklerinden kopartılmanın yol açtığı aile bağları ve göreneklerden yoksunluğun, travmanın yeni bir özgürlüğün yolunu açabileceğini görebilmektir.


eileen

frantz fanon
bence eileen, bu sözlük icin bir çeşit tahammül şansı yaratabilirdi.
kafasındaki sözlük modeli doğruydu, bin çiçek açsın bir fikir yürüsün diyordu.
ama olmadı çünkü o da bir yanlışa düştü: bazı ukala sözler söylemek, mod kimliğiyle yazar kötülemek. mod kimliğiyle yazar kötülemek, yazarla polemiğe girmek resmiyeti sarsar kimse de seni iplemez. görünüşe göre özellikle türk şovenizmine dinmişçesine bağlı, ifade özgürlüğüne yabancı yazarlar ve tuhaf sözlük hesapları tahrik oldular. o da bıraktı. hain main kürtcü gibi bikac anahtar kelimeyle bot gibi giri girip sözde tc'nin milli bütünlüğünü (bence o kadar da bütün değil) savunduğunu sananlardan daha bütünlük yanlısı bir tarzı vardı halbuki ama işte emir de konuşsun, dehumanize de bir dinle derdi neymiş deyince türk şoveni çekemiyor. ama bunun başını kuma gömen devekuşundan ne farkı var.
1

emir

frantz fanon
haftalardır güya ''cezalı'' ama fiilen banlı olan yazar.

şöyle sitem etmişti:

''ceza veriyorsun süresi belli değil, nedeni belli değil (giri veya yorum), hangi kurala aykırı belli değil...''

tabi, ırkçı, milliyetçi-şoven, cinsiyetçi, muhbir vb. rezil tayfanın sözlükte söz sahibi olduğu durumda antifaşistlerin yasaklı olduğuna şaşmamalı.

4

isevilik

frantz fanon
abdest yoktur namaz yoktur
irticaya karnı toktur
kandili bayrami çoktur
ne güzeldir isevilik

rönesansi görmüş adam
kilisede siker madam
bin yil manastırda yatam
ne güzeldir isevilik

oruç tutar ağzı kokmaz
zekatı avluya sokmaz
giyim kuşamı hiç takmaz
ne güzeldir isevilik

papaz dayı papaz dayı
pazar günü ver mavrayı
thanksgiving'de kur sofrayı
ne güzeldir isevilik

yok irticai tasalar
yaşasin laik yasalar
bir de götü yikasalar
ne güzeldir isevilik

(ne güzeldir isevilik, twitter fenomeni marko mahcupyan)

diktatör mustafa kemal atatürk

frantz fanon
diktatör metaxas, diktatör 3. boris, diktatör rıza pehlevi ve benzeri diktatörlerin sınır komşusudur. bu bütünlüğü kaçırmamak lazım. kemal'e savaş açarken tutarlı olmalıyız. kemal, denetimli bir demokrasiden yanaydı (islamcısız, kürtsüz, sosyalistsiz bir demokras) diye düşünüyorum çünkü 2 tane muhalif parti kurdu "chp'ye muhalefet edin ama tabi tcnin kurucu zihniyetinin dışına taşmayın" kafasıyla.

hakkında dehumanize'nin yazdıkları diger temel şeyler de ikna edici değil

a) hitler kavgam'da övmüş diyelim o zaman bu bir şeydir deniyor: hitler övdü diyelim, hitler nietzshe'yi ve daha kimleri kimleri övmüştür. bu bir şey değil.
b) "zürriyetsiz" yani soyu belirsiz iddiası: bunu bir imam kurcalamıştı baya bir araştırma yaptı en sonunda etnik türk olduğunu bulmuştu. tv kanallarına da cıktı belgelerle falan ama bize ne ırkçı mıyım ben soyunda değil yaptıklarına göre bi yere koyarım
c) çok insan öldürdü: çok kanlı bir etnik çatışma ve arkasından bir rejim değişikliğı söz konusu. ve şu da var örneğin: pontos rumlarıyla olan etnik çatışmanın benim önüme cinayet olarak konulması veya koçgiri aşiretiyle olan çatışmanın kanlılığından tek tarafı hep katil ilan etme bana nesnel gelmiyor.
c) türkiye'yi sömürge yaptı iddiası: osmanlıdan kslan türkiye sömürge olmak üzereydi zaten, kurtuluş savaşı bunun önüne geçti. ha dersin ki kemalist tc sömürge değil yarısömürgedir orası tartışılır ama ben şu anki bilgimle kemalist iktidarın nispeten bağımsız bir çizgide olduğunu düşünüyorum. çünkü hem sscb hem faşist devletler hem de ingiliz ve fransız emperyalistleriyle ortaklık kuruyor. belki ticaret açısından nazi almanyasına kayıyor ihracat-ithalat %40ları buluyor nazilerle hmm ama bu nazilere bağımlılık göstergesi midir..?

ben şu anki bilgimle atatürk'ün hem emekci sinıfların hem burjuvazinin bitik olduğu bir anda aradan sıyrılıp iktidara el koyan cingöz bir asker olduğunu düşünüyorum, bu ikna edici geliyor. türk burjuvazisini kendi elleriyle bürokratik askeri güce dayanarak güçlendiriyor. yani atatürk bonapartist idi. (bkz:bonapartizm)

edit: atatürk'ü övüyor gibi olduk, sahip çikıyor gibi olduk ama hayır kesinlikle sahip çıkmıyorum, sınıfsal düşmandır kendisi.

edit 2: bugünden bakınca hollanda'daki aşırı-sağ "özgürlük partisi", macaristan'daki orban'ın "illiberal democracy"si, israil devleti ve yahudi milliyetciliği anlayışına yakındır atatürk ama katı bir laikliği var ve avrupa tipinde bir ulusu üretmeye çalışıyor.