confessions

düzadam

Rakı  · 29 Nisan 2017 Cumartesi

  1. toplam giri 740
  2. takipçi 49
  3. puan 12987

teknolojik emperyalizm

sophos

bu videoda özetlenmiş.

''Bir Ekonomik tetikçinin itirafları'' adlı kitapta güzelce anlatılıyor.
kitabın pdfsini bıraktım: https://docviewer.yandex.com.tr/view/0/?*=OLUYSt71nA7ESUmm0dKNWYVbO%2FJ7InVybCI6InlhLWRpc2stcHVibGljOi8vTFlqb0cvLzNYMEZ2MGVXYnFTSzNWWEcvMWhKS0FVdDNSY1gvOU9BR0xrOD0iLCJ0aXRsZSI6IkpvaG4gUGVya2lucyAtIEJpciBFa29ub21payBUZXRpa8OnaW5pbiDEsHRpcmFmbGFyxLEucGRmIiwidWlkIjoiMCIsInl1IjoiOTAwMDMxMTIxNTEzNDI2MzM3Iiwibm9pZnJhbWUiOmZhbHNlLCJ0cyI6MTUyNDc3MTEyMDA5OH0%3D

etnik köken ve ırk

ickial
günümüzde bu iki kavramı birbirleri yerine kullanılsa bile, aslında ikisi de birbirinden farklıdır. etnik köken, dünyanın çeşitli bölgelerinden kazanılan kültürel davranışların bütünüdür. ırk da ise öğrenilenler veya davranışlar önem arz etmez. çünkü ırk, doğumda bahşedilir.
etnik köken, dilerse insanın değiştirip farklı seçimler yapabilir veya başka bir inancı benimseyebileceği bir şey iken; ırk değiştirilemez.
etniklik kavram olarak “ırk”dan farklı bir anlam ifade eder. etniklik, belli bir ırkın özelliklerinden olusabilecegi gibi kültürel veya siyasi faktörlerden de olusabilir. ki zaten duz mantıkla bile baktıgımızda ırk biyolojik bir şeyi çagrıştırırken etnik kelimesi toplumsal bir anlamı cagrıstırır. yazının özü, etniklik yaşayarak edinilen, geleneklerle muhafaza edilen bir şeydir. sabitlik ve değişmezlik söz konusu degildir. ırk grubu ile karıstırılmamalıdır.

ilkokul aşkını seneler sonra bulmak

kargalı karga paşa
Neyse devam edeyim. Utanç verici olayı zaten vermiş olduğumdan (bkz:okulda altına işemek) geçeceğim. 90'lar da çocuk olanlar bilir sabah programlarının vazgeçilmezi kel ve göbekli bir sihirbazımız vardı. "Erkan Abi!" (bkz:Erkan Obüz) bizim okula her sene gözteri yapmaya gelirdi.Bizim okul(bkz:Kadir Rezan Has İ.Ö.O)

Bizde hep sevdiceğimle giderdik. Koşarak gider ikimize de en önden yer kapardım. Gösterilerine yardımcı olma babında (lol) birilerini sahneye alırdı sevdiceğime iki clark çekeyim diye atılırdım. Şimdilerin rezil ama o zamanların saftirik aşık i.ö.o lusuydum la ben. Neysem...

Bizim o zamanlar cep telefonlarımız yoktu. Klasik ev telefonları verilirdi. Bayramlarda seyranlarda öğretmenden başlanır bütün sınıf aranırdı. Ben önce öğretmenimi sonra sevdiceğimi arardım. Derkeeen yıllar geçti. Artık 6. Sınıfa başlıyorduk ki acı bir haberle dünyam sarsıldı. Sevdiceğim ayrılmıştı bizim okuldan.

Haberi sindiremedim. Dünyaya küsmüştüm. Artık kantin sıralarına atılmak, mino sakızları almak istemiyordum. Su fışkırtan yüzük ilgimi çekmiyordu. Zaten pokemon tasoları yavaş yavaş yerini beyblade'e bırakmış futbolcu kartları kendini futmon kartlarına bırakmıştı. Ama son kozumu oynamamıştım. Telefon! Hemen koşarak evdeki telefon kartlarından çarptım bi tane. Yeni yeni geçilmişti kartlara jetondan. Gittim ankesörlüye bastım tuşlara. Telefon açıldı. Ama numara artık başkasınındı... (bkz:Kurşun yedim sol yanımdan)

Aradan yıllar geçti. Hani insanın çocukluk aşkı çocukluktur ama hep merak edersin ya bende ettim. Artık facebook falan popilerleşiyordu. Adını mıh gibi aklımda tutuyordum. (bkz:Atilla Ilhan) Nasıl unuturdum!? Sınıf listesinde bile benim adım sevdiceğimin adından sonra gelirdi. (bkz:Ceyhun Yılmaz - Sevdiğim İkinci kadınsın sen) Bir kaç kişiye olabilir mi diye mesaj attım geri dönüş olmadı ama çabalarıma ara vermedim. 2 hafta öncesine kadar.


2 hafta kadar önce tekrar merak ile facebook'un arama motorunda arattım. Bir profil gözüme takıldı. Sevdiceğim beşiktaşlıydı. Ablasının adını hatırlıyordum falan. Her şey doğru tutuyordu. Zihnimde yalçın abinin yaşlandırma teknigini de uyguladım ve mesaj yazdım. İşte falan falan okulda okudunuz mu hiç? Biz sizinle aynı adı soyadı taşıyan bir arkadaşımızı arıyoruz buluşacağız falan (bkz:yersen) yolladım. O öyle gitti. Aradan 3 gün geçti. Mühim bir toplantım için yatağımdan kalktım. Telefon "çınn" diye çaldı. Bir mesaj geldi. Açtım. Mesaj aynen şöyle bişeydi "Aaaa kargacım nasılsın beni unutmamışsın nasıl buldun falan fisman"

Hemen profiline stalk attım. Hayır evlenmemişti. Ama Tabi ki hayatında bir erkek var hatunun. Maşallah upuzun bir biy endam güzellik olmamasına şaşardım. İşte mesajlaşıyoruz nasılsın görüşmeyeli falan neler yaptın yapıyorsun. İşte falanca yerde okudum filanca yerde çalışıyorum dedi. Bana sordu sen neler yapıyorsun diye. Bende dedim "kendime ait bir ticari organizasyonum var ayrıca freelance proje bazlı olarak Ataşehir tarafında bir sanat atölyesinde çalışıyorum." "ataşehirin neresinde?" dedi bende "falan mekanı biliyor musun?" dedim evet dedi. "Onun yan binasında. Sokağa girince köşede!" dedim.. Demez olaydım..

"Bi dakika. Hani şu dışı simsiyah olan falan fisman yer mi?" dedi.
"Evet işte orası!" dedim.
"Ben üç senedir yan binasında oturuyorum.." dedi...

Arkadaşlar ben bu galeride 2 sene bir fiil full time çalıştım. 2014 yılından beri...

"Her gün önünden geçiyorum.." diye ekledi... Akşam kısada olsa görüşmek için uğrayabileceğini belirterek konuyu "aa şaka yapıyosun! Kadere bak" ekseriyetinde cümlelerle kapadık.

İşten çıkış saatini söylemişti. Lokasyon itibariyle trafiği de hesaba katarak 1 saat sürerdi gelmesi. Bende beklerken bizim tam köşedeki erik ağacının iri eriklerini gözüme kestirdim. Başladım ağacın dallarını eğe eğe erik toplamaya. (bkz:cocukluk aşkını bulmak çocuklastırır) erikleri topluyorum elime doldukça göt cebine dolduruyorum. Tam ağaçtan indim. Bir dal gördüm ki aman yarabbi! Salkım salkım erik. Parmak ucuna kalkarak dalı eğdim yine el avuç göt cebi üçlemesiyle çalışıyorum. Ulan pezo gözün doysa ya...

Birden köşeden dönmesiyle yüzyüze geldik. Meğer biraz erken çıkmış. Arkadaşlar ben o an o ağaç bana kaçsın falan diye diledim. Yeminle tepemden kaynar sular döküldü. "Yok artık! Tuh yakalandık!" diye pişkinliğe vurdum. Elimdeki erikleri uzattım "yer misin?" diye. Sonra kibarca teşekkur edip reddedince tansiyonumun düştüğünü daha doğrusu ne yaptığımı bilemez olduğumdan eriklerin 4 5 tanesini ağzıma tıkıştırıp haşır huşur çekirdek mekirdek demeden ekmeksiz götürdüm. Bi yandan da pişkinlik devam ediyor derdimi anlatmaya çabalıyorum. İsmail abi gibi "Erik çoookkkgg güzel erik!" falan diye. Göt cebimdekileri de yemeye başladım gaza gelip. Kız şaşkın, ataşehir suskuun... Ben perişaaann....

Velhasıl naif hanımefendi beni hic bozmaya yeltenmedi. Şimdi galeride bulunduğum vakitlerde geçerken önunden selamlaşırız. Ellerimle kahve hazırladım ikram ettim bile hemde.. Bu da böyle bir anımdır..

(bkz:o hikayedeki mal benim)

sıçarken sigara içmek

trainer red
En zevkli sigara içme eylemi.

normalde sigara içerken kusar gibi olmama rağmen (6 yıldır içiyorum), tuvaletteyken sigara içmeyince bağırsaklarım boşalmıyor, ıkına ıkına işimi halletmeye çalışıyorum. fakat bir dal çıkarıp ateşleyince bağırsaklar bir anda niagara şelaleri gibi çağlayarak boşalmaya başlıyor ve tadı da bir başka gelmeye başlıyor meretin. bir de elde telefon olunca...

çocukken sanıyordum ki

idiopatik
Polisler tüm çocukları dövüyor.
Çarşaflı ablalar çocukları çarşafın altına sokup kaçırıyor.
Annemler beni çöpten aldı.
Köpekler beni bütün halde yutabilir.
Hırsız-polis oynadığımız otoparktaki güvenlik beni yakalarsa onu dövebilirim.
Teoman bir bar taburesi değil de bir fanta kulesi diyor.

Sanıyordum..

neden ateistsin neden deizm agnostizm değil de ateizm

azadi

Laik Sözlükte bu konu pek umursanmasa da, sosyal medyanın başka mecralarında düzenli olarak tartışılıyor. Sık sık konu başlıklarını inceleyerek neler konuşulduğuna bakıyorum. Genellikle içerikleri okumam ya da çok hızlı okurum. Agnostisizmin ara ara tartışıldığını görüyorum. Hala bu konuda söyleneceklerin bitmemiş olması şaşırtıcı. Ben de zaman ayırıp katkıda bulunayım dedim. Bana kalırsa son noktayı koyacak bir yazı yazacağım ama sanırım bunun ileride yine gündeme gelmesine engel olamayacağım.
Fazla uzatmadan özet geçeyim sevgili laik sözlük okur ve yazarları;
Önce şu sorulara modern zamanın bilgileriyle cevap verelim:
S1 - Evrenin bir yaratıcısı olabilir mi?
C1 - Olabilir.
S2 - Dünyanın ve insanların bir yaratıcısı olabilir mi?
C2 - Hayır, olamaz. Bu konu artık kapanmıştır.
S3 - Evrenini yaratıcısı varsa bu dünyanın ve insanların da yaratıcısı olmaz mı?
C3 - Hayır olmaz. Bunu sonra açıklayacağım.
S4 - Evrenin yaratıcısı varsa, bu Tanrıdır. Bu durumda Tanrı'nın olabileceği olasılığı hala geçerli değil midir?
C4 - Değildir. Bir varlığın Tanrı olabilmesi için insanları yaratmış olması zorunludur. Başka dünyaların ya da evrenlerin olası tanrısı bizim için tanrı değildir. Bunu da aşağıda açıklayacağım.
Önce Tanrı kavramının gerçeklik düzeyinen bahsedelim ki bilinmezlikte bir sınır çizebilelim:
İnsan, her türlü gerçeğe itiraz edebilir. Hatta 2 + 2 = 4 olduğuna bile... Sonuç olarak sanal bir ortamda hayal gördüğümüzü ve beynimizin programlanıp yanlışları doğru zannettiğimize kadar ileri gidilebilir. Tabi ki bu tarz kurgulara itiraz etmek zordur. Sonuç olarak en çılgınca kurguları bile kesin olarak dışlama olanağımız yoktur. Ancak bir kurgunun kurgu olduğunu anlamanın yolları vardır. Bu kurguyu icat edenlerin üzerinde gereken sınamalar yapıldığı zaman bu ortaya çıkar. Arkadaşlarınız size şaka yapmak için çeşitli kurgular ortaya atabilir. Ama yeterince akıllıysanız bu kurguların gerçekliğini test edebilirsiniz. Ve size gerçek diye söylenenlerin arkasındaki sebepleri anlarsanız kurguları kesin olarak reddedebilirsiniz.
İnsan beyninin gerçeklerle ilgili bilgisi, aslında bir anlamda beynin bir kurgusudur. Ama burada tutarlılık ve süreklilik aranır. Üç metre yüksekten betona düşeceğiniz zaman canınızın yanacağından şüphe duymazsınız. Çünkü beyniniz bununla ilgili çok fazla veri almış ve sağlam bir kurgu oluşturmuştur. Artık bu kurgu bizim için gerçektir. Veri kaynaklarımız her zaman kendi duyularımız değildir. Bunun dışında bir de çevre vardır. Bu çevrede de güvenilir ve güvenilmez kaynaklar vardır. Politik sebeplerle kendimize ve başkalarına bu kaynaklar hakkında yalan söyleyebiliriz ama bu yalanlara beynimizi inandırmamız o kadar kolay değildir. Mesela dünyanın küre şeklinde olduğuyla ilgili sıradan insanın kesin bir verisi yoktur. Ama dünyanın geri kalanına bu konuda inanır. Bununla birlikte kendi kutsal metinlerini bu bilgilere uydurmaya çalışır. Bu demek oluyor ki aslında dünyanın geri kalanına kendi kutsal metinlerinden daha fazla güveniyordur. Ama bunu kendine yada başkasına itiraf etmez.
Bizim kesin gerçekler olarak bildiklerimiz beynimizin sağlam, sürekli ve tutarlı kurgularıdır. Bir insanın beyninde bir sorun olduğunu kurgularının tutarsızlığından ve temelsizliğinden anlarız. Mesela birisi kurtadam gördüğünü iddia edebilir. Bunu hemen deli diye damgalamazsınız (umuyorum ki). Bunun yerine verilerini sorgularsınız. Tutarlılıkta sorun varsa ve hikayesini doğrulamak için dünyanın geri kalan verilerini çarpıtıyorsa bir sorun olduğunu anlarsınız. Bunun dışına tutarlılıkla ilgili sorunu olmayabilir ama sağlam veriler ortaya koyamamıştır. Bu durumda olabilir der geçersiniz ilgilenmezsiniz. Bununla ilgili bir eylem gerekiyorsa bunu da fazla dikkate almazsınız. Ama birisi size kurgusu konusunda eylemsel bir dayatmaya girişiyorsa burada gerçekleri incelemeyi sadece konu üzerinde değil, kurgu sahibi bireyler üzerine de genişletebilirsiniz.
Şimdi gerçeklik düzeylerimizle ilgili kendime göre birkaç kademe vereyim:
1 - Beynimizin sağlam kurgularına dayalı bilinen gerçekler.
Dünyanın küre şeklinde oluşu ve bunun gibi sağlam bilimsel gerçekler buna örnektir.
2 - Son derece zayıf, doğruluğuna ihtimal vermediğimiz hikayeler.
Ness gölü canavarı gibi.
3 - Doğruluk ihtimali yalnızca çok zayıf olmakla kalmayıp bilinen gerçeklerin ötesinde sihirsel oluşları gerektiren kurgular.
Kurtadam, vampir gibi. Mesela biyolojik olarak insandan kurta ve bunun geri dönüşü mümkün değildir.
4 - Yalnızca üçüncü kadar zayıf bir kurgu olmakla kalmayıp, reddedilebilen ve reddedilmiş iddialara sahip kurgular.
Tanrı böyle bir kurgudur. Mesela kurtadamın varlığı ya da yokluğu bizim çevremizdeki verilerle doğrudan sınayacağımız birşey gibi gözükmemektedir. Oysa birisi bir tanrının varlığını iddia ediyorsa bunun doğrudan sözde eylemleri (yarattığı şeyler) gözümüzün önünde olacağından gerçekten bunlarla ilgili bir sınama yapabiliriz. Tabi ki bunu bilim insanları yapabilir.
İşte Tanrının gerçeklik seviyesi budur. Yani çılgınca, akılsızca, bilimsel gerçekleri hiçe sayan tutarsız bir kurgu...
Tabi ki buna inanlara çılgın demiyoruz. Çünkü her ne kadar Tanrı diye birşeyin olmadığı dünyanın küre şeklinde olduğu kadar gerçek ise de ilk gerçeğin farkına varmak daha fazla donanım gerektiriyor.
Yaratıcı bir tanrıyı neden belirsizlik sınırına da almayıp doğrudan reddedebiliyoruz? Evrimin bununla ilgisi var mı? Varsa ne derecede?
Bir oluş için şunu söyleyebiliriz: Ya bu oluşa bir akıllı müdahale kısmen de olsa vardır, ya da yoktur. Bunu sınamak için de bu oluşun tamamını ve parçalarını inceleriz. Akıllı müdahale varsa nasıl olurdu? Olmasa nasıl olurdu? İşte bunun için dünyayı ve canlılığı inceleriz. Akıllı müdahaleyi burada ararız. Bunun için evrenin oluşum teorilerine gitmeye gerek yok. Çünkü orada kesin bir cevap bulamayız. Zaten gerek yok. Tanrı ile ilgili tartışmalarda yapılan en büyük hata bu şekilde konunun çarpıtılmasına izin vermektir. Eğer canlılık ve dünya, evrenin şimdiki halinde bir cevap bulamasaydık, burada bir belirsizlik olsaydı araştırmayı genişletirdik. Ama böyle birşey sözkonusu değil. O halde konuyu dağıtmanın hiçbir anlamı yok.
Bu oluşumun parçalarını ve tamamını inceleriz dedik. İşte canlılığın oluşumunda bunu yapıyoruz. Akıllı bir müdahale varsa nasıl olurdu, yoksa nasıl olurdu. Ve her bir incelemede akıllı müdahaleyi dışlayan sonuçlara varıyoruz. Bir değil, iki değil, incelediğimiz her alanda... Verilerin adedi milyonlara vardığı zaman ve sonuçlar ya nötr ya da akıllı müdahale açısında olumsuz ise artık kesin bir sonuca varabiliriz. Nötr durum mesela: Canlılık için akıllı bir müdahale varsa çok büyük bir evrene gerek yok. Akıllı müdahale yoksa var. Bu durumda eğer evren çok küçük olsaydı ya akıllı müdahale olduğu ya da evrenin sandığımızdan çok daha büyük olduğu sonucuna varacaktık. Ya da çok sayıda evren olduğu... Tabi ki şimdi de sonsuz evren olduğunu düşünebiliriz. Ama bu ayrı bir konu. Canlılık için bildiğimiz evrenin yetmeyeceği söylenemez.
Akıllı müdahale ihtimalini çok zayıflatan milyonlarca veri olduğunu söyledik. Bunlardan herkesin anlayabileceği kolay bir tanesini söyleyeceğim. Besin zinciri. Doğa belgesellerini hepimiz ara ara seyretmişizdir. İşte bu doğa belgesellerinde gördüğünüz, gerçek vahşetin yanında Walt Disney çizgi filmi gibi kalır.
Canlıların varlığını, çeşitliğini sürdürebilmesi, evrime ve değişmeye devam etmesi ve en nihayetinde kendi oluşumunu sorgulayabilecek "akıllı" bir canlı oluşturması için maddenin döngüsüne ihtiyaç vardır. Tasarım olsa zaten bu böyle madde döngüsüyle, evrimle falan yapılmaz ama hadi diyelim öyle olsun. Bu durumda bu döngünün nasıl gerçekleştirilebileceğiyle ilgili bir yığın senaryo yazabilirim. Mesela Her şey tek hücreli canlılardan oluşur, her canlı bitki yer, ölen canlı çözünür... Mesela hiçbir canlıya eziyet etmem. Hadi diyelim içine biraz kan, vahşet katmak istedim. Yine bunu sınırlı tutarım. Acıların belli bir seviyeyi ve zamanı aşması durumunda devreye girecek mekanizmalar falan eklerim. Ya da organik canlı yaratmak zorunda değilim. Daha başka bir sürü senaryo yazarım. Peki akıllı bir müdahale olmasa ne olur. İşte tam şu anda olduğu gibi olur. Bunu aşağıda açıklayacağım. Tabi ki bu bir tek örnek akıllı müdahale fikrini çürütmez. Belki kafayı tamamen sıyırmış manyak bir tanrı olabilir. Bunu gibi sözde yaratılandan tasarım yapmış olanla ilgili karakter arayacaksak hiçbirşey bulamıyoruz. Yani işkence seven manyak bir tanrıyı belki bu besin zinciri için iddia edebilirdik ama tüm diğer verileri de toplayınca karakter olarak hiçliğe varıyoruz.
Şimdi bu besin zinciri meselesine girelim. Dediğim gibi doğa belgesellerinden gerçek doğanın vahşetini asla öğrenemezsiniz. Gerçek doğada canlılara bitmek tükenmek bilmeyen ağır bir işkence vardır. Hem avcıya, hem avlanana. Yani burada doğa kanunu falan demekle kurtulamazsınız. "Allah onları besin olarak yaratmış, yok insan için yaratmış..." ile hiç kurtulamazsınız. Açıklamanız gereken ve açıklayamayacağınız çok şey var. Özellikle besin zinciri için olması gerekmediği halde olan, bitmek tükenmek bilmeyen işkence... Şimdi bazı örnekler verelim:
Burada bahsettiklerimle ilgili Youtube videoları bulabilirsiniz. Ben link vermeyeceğim.
Önce canlı canlı yemeden bahsedelim. Genel kanının aksine bu sadece sırtlanların işi değildir. Her avcı bunu gerek görürse yapar. Zaten öldürerek yememin anlamı mesela canlının fazla gürültü yapıp da diğer avcıların dikkatini çekmemek gibi yeme işlemini tehlikesiz hale getirmekle ilgilidir. Yoksa hayvanların avın canı yanmasın diye bir yazılı kodları yoktur. Onlar sadece yaşamsal besinlerini almakla ilgilenirler. Ancak bazen hayvan öldürülmesi kolay değildir, bazen çok büyüktür, bazen rekabet yüzünden acilen yemek gerekir... Ya da bazen canlı canlı yemenin hiçbir tehlikesi yoktur. Bu durumda avcı sadece kendi keyfine bakar. Link vermeden birkaç örnekten bahsedeceğim:
Bir örnekte erkek aslanların afrika yaban domuzu yemesi var. Aslanlar aç ve hayvan genç ve küçük bir hayvan. Dolayısıyla kim ne kadar parça kaparsa o yanına kar kalıyor. Bu hayvanı öldürmek hiç kolay değil. Saatler sürebilir. Oysa diğer arkadaşları yemeğe başlarken birisinin öldürmek için çabalaması aç kalması demektir. Aslanlar öldürmeden yemeye başlıyor. Hayvan dakikalarca bağırıyor. Belki de yarım saat hayatta kalıyor. Üzerindeki etleri tamamen parçalanıp sıyrılıp alınıyor, kafasındaki etler de dahil olmak üzere. Ama hala bağırıyor. Öldürülmesi çok zor bir hayvan. Bu bir istisna değil. Ve sanıldığı gibi avcılar sadece yaşlı ve hastaları temizlemiyor. Birçok genç hayvan (insan yaşıyla söyleyecek olursak bebeklikten 15 yaşına kadar, ve hatta daha doğmamışken) canlı canlı yeniyor.
Diğer bir örnekte bir sırtlan, bir yavru yaban domuzunu yiyor. Hayvan kaçmaya çalışıyor. Peşinden koşarak bir bacağını koparıyor ve parça parça yemeye devam ediyor. Başka bir örnekte sırtlan yavru zebrayı parçalıyor. Kafasından etlerden başlayarak yiyor. Hayvanı yere düşürmeyi bile beklemiyor.
Başka bir örnekte aslanlar bir bufaloyu yakalamış canlı canlı yiyor. Arka bacak arasından ve anüsten başlayarak parça parça yiyorlar. Hayvan acı içerisinde ölümü bekliyor. Hayvanın çektiği korku ve acı gözlerinden okunuyor. Bir başka örnekte bir babun ceylanı canlı olarak yavaş yavaş yiyor. Başka bir videoda yine bir babun yavru bir ceylanı yiyor. Muhtemelen birkaç gün önce doğmuş. Hiç acele etmiyor. Arka bacaklarını ayırıyor ve yavaş yavaş yiyor. Yavru hala canlı. Başka bir videoda anne ceylan babunun kaptığı yavurusunu korkunç sondan kurtarmaya çalışıyor. Bütün gücüyle çabalıyor ama nafile. Sizin "muhteşem yaratıcınız" anne ceylana yavrusunu koruyacak hiçbirşey vermemiş ama nedense anne şefkati vermiş!
Komodonun geyik yemesi, vahşi köpek sürüsünün bufalo yemesi ve daha birçok canlı canlı yeme örnekleri... En zorlu anlar ise bebek filler ve su aygırları için. Çok büyük olan bu hayvanlar saatlerce ölmüyor. en zayıf yerden, anüsten ve arka bacakların arasından yavaş yavaş parçalanarak canlı canlı yeniliyor.
Bir de yılanlar var. "Yaratıcı" ne "muhteşem" yaratmış ama! Bir anakonda avını sıkarak öldürür. Ama her hayvanın ölmesi o kadar kolay değildir. Özellikle timsahların. Bir anakondanın büyük bir avı mideye indirmesi 5-6 saat sürer. Sindirmesi ise günler alır. Bazen hayvan mideye indiğinde hala canlıdır. Bazende yılan sindirebileceğinden büyük yutar ve sindirdikten bir süre sonra midesi parçalanarak hayvan ikiye ayrılır. Sizin akıllı tasarımcı burada fena çuvallamışa benziyor. Bunların hiçbirisi istisna değildir. Bunlar doğada oluyor. Siz şu yazıyı okuyorken düşünmek bile istemeyeceğiniz şeyler doğada oluyor. Ama gören kim! Önemli olan, bunu bir yaratıcı yaratmışsa şunun için yaratmıştır savunusu falan değil; bir yaratıcı yaratsaydı nasıl olurdu, kendi kendine olsaydı nasıl olurdu sorusunun cevabıdır önemli olan. Bu sorunun cevabı da bellidir.
Gelelim evrim teorisine... Canlılığın yaratılmadığını evrim teorisine dayanarak iddia etmiyoruz. Canlılığın yaratılmadığını buna dair hiçbir veri olmayıp bunun karşısındaki yukarıda anlattığım gibi milyonlarca veriden çıkarıyoruz. Eğer durum böyle olmasaydı zaten evrim teorisi hiçbir zaman ortaya atılmazdı. Evrim teorisi olmasaydı ve bu dünyanın, canlıların yaratılmış olduğu kesin bir dille herkes tarafından kabul edilseydi dahi, kutsal tanımayan bir tarafsız araştırma sonucu insanlar bunun doğru olmadığını zamanla anlamaya başlayacaklardı.
Eğer mutlaka mistik birşeylere inanmak istiyorsanız tanrıya ihtiyacınız yok. Eğer 2030'a kadar yaşarsanız gerçeklerin yapabileceğiniz her türlü kurgudan daha fantastik olacağını görebilirsiniz. Hiçbirşey için tanrıya ihtiyacınız yok.
Mutlaka birşeye inanmak istiyorsanız size benim "inancımı" ve "kurgumu" söyleyeyim. Birgün bu evren bir cennete dönüşecek. Ama sapıkların değil, gerçekten iyi insanların cenneti. Ve kimsenin de gerçek anlamda öleceği yok. Kötülüğü gördüğünüz halde alıştığınız kutsalları bırakmamak için görmezden gelirseniz kaybedersiniz. Uyduruk tanrılarınız da sizi kurtaramaz. Bunu burada keselim.
Sonuç olarak mutlaka bir inanca sarılacağız diye saçmalıkları görmezden gelirseniz kaybedersiniz. İbrahimi dinler insanlığın birikimini kötüye kullanan zırvalar yığınıdır. Vicdanınızı ve aklınızı bunlara satmayın.
Tanrı nedir, ne değildir, neden insanlar bir tanrı olasılığınından tamamen kurtulmak istemiyor...
İnsanları, dünyayı ve dünyadaki canlılları yaratmamış, yaratımına etkin ve bilinçli olarak katılmamış bir şeye tanrı denemez. Şimdi ben size çeşitli aday tanrı tanımları yapayım ve neden denemeyeceğini anlatayım. Ayrıca unutmazsam evreni yaratmış olası bir gücün bizi yaratmış olmayacağını ve bu sebeple tanrı sayılamayacağını da...
Dünyanın ve insanların yaratımında hiçbir bilinçli katkı olmadığını söyledik. Peki evren yaratılmışsa o evreni yaratan bizim tanrımız mıdır? Şimdi birkaç senaryo daha yazalım ve bu senaryolar sizin insanları yaratan tanrı senaryosunun aksine az çok olası olsun:
- Diyelim ki galaksinin bi yerinde çok üstün bir uygarlık bizi keşfetmiş olsun ve her yaptığımızı kaydetsin. Daha sonra bu bilgileri istediği gibi kullansın. Bu durumda bizi yargılamak için kullanırlarsa bize karşı mutlak bir teknolojik üstünlükleri olacağı için bizim tanrımız mı sayılacaklar. Mesela bunun sonucunda tanrıdan beklediğiniz eylemleri bizim üzerimizde gerçekleştirseler.
- Dünyadaki bir kısım insan "tanrısal", herşeyi yapabilecekleri çok üstün bir teknolojiye kavuşsalar (ki bu zaten olacak) ve bundan sonra insanlar üzerinde tanrıdan beklenen eylemleri gerçekleştirseler bunlara tanrı mı diyeceğiz.
- Peki evreni yaratmış olan olası bir akıllı varlık (ki insanlarla şimdiye kadar hiçbir ilgisi olamayacağı insanın oluşumun sürecinden dolayı kesindir) bizimle hiç ilgilenmediği taktirde başka bir üstün uygarlık tanrısal eylemleri gerçekleştirse hangisine tanrı denecek? Dahası hangisini dikkate almalıyız?
- Diyelim ki çok üstün bir bilgisayar yaptık ve tüm bilgilerimizi kaydetti. Bir gün insanlık tamamen yok olduktan sonra herkesi başka bir bedende tekrar yaratıp hakim olsa bunlar biz mi oluruz ve bu tanrısal güçte varlık tanrı mı olur?
Bu senaryolar daha da arttırılabilir. Sanırım nereye varacağımı anlamışsınızdır. Tanrı kurgularını neden yapıyoruz? Bir kitaba yazıp orada kalsın diye mi? Sade kurgu ya da düşünsel eylem olarak... Hayır, tanrı kurgusunu doğrudan aktif hayatımızda eylemsel olarak yer alsın diye yaparız. Ya da "felsefi" yapılanmamızda, doğrudan kişiliğimize "tanrısal", gizemsel bir etkiyle etki etsin diye... Eskiden tanrılar basitti. Bir kabile tanrısı, çevredeki vahşi bir hayvandan esinlerek kurgulanan tanrılar, hikayeler, ya da bir doğa olayıyla bağlantılı... İbrahimi dinlere doğru yaklaşırken tanrılarda bir gelişme, bir rekabet görüyoruz. Bu rekabet kurgulayanlarda... kurgularda. Hiç kimse kendi tanrısının başka tanrılar tarafından "dövülmesini" istemez. Bu da kurgularda bir derlemeyle doğal olarak sonuçlanır. Nihayet gücü herşeyin üstünde bir tanrı... Güya en akla yakını buymuş. Hayır, bu sadece düşünsel bir derleme... Ve bu süreci ve çeşitlemelerini çok kolay takip edip kurguyu hemen görebilirsiniz. Kurguyla gerçeği ayırmak çok kolaydır ama yazıyı uzatmayalım.
Etkin olarak kurgulanmış ve hayatta, toplumsal olarak kabul görüp yerini almış tanrılar üzerinde ancak tanım yapılabilir. Kurgulayanlar bunun hayal olduğunu bilerek bunun üzerine yaşam kurabilirler; bu hiç sorun değil. Bu durumda kendi özgün tanımlarını yapmış olurlar. Ama tabi ki tanrı kurgusu yapanlar bununla elde etmeyi düşündükleri getirilerden dolayı (olumlu olabilir, olumsuz da olabilir) gerçekliğini iddia etmiştir. Tabi ki kurgunun saçmalığı, çelişkileri, beğenilmemesi, etkinliğini yitirmesi gibi sebeplerden evrim geçireceği kaçınılmazdı. Ama artık öyle bir noktaya gelindi ki bunlar yeni yollar, tarikatler, inanç ve yaşam şekilleri oluşturma yeteneklerini kaybetiler. Artık her inanç sahibi tanrı hakkında kendine göre atıp tutmada bir sakınca görmüyor. İnanç sahipleri yeni arayışlarını belli bir yaşam şekli oluşturmaya değil, sadece kişiliğinde bu hurafelere yer vermeyi mazur göstermeye yöneltmiş durumda. Bunun için kimi bütün vicdanı ve aklını kapatıp iyice muhafazakarlaşma yoluna giderken kimi de kendilerini güvende hissedecekleri gizemli alanlara çekilmektedir. Bu yüzden tanrı tanımları ve etkinlikleri yontulmaya başlanmıştır. Deizm ve agnostisizmin bu yüzden çok müşterisi vardır. Çünkü kendinizi böyle tanımlayarak dokunulmaz hissedersiniz. Artık saçma sapan hurafelere inanan bir çılgın değil aklı başında modern bir insansınızdır ama dinin moral getirilerine hala sahipsinizdir. Bunları da bırakmıyorsunuzdur.
Burada sorun şu ki deizm ve agnostisizm hiçbir zaman düzgün bir tanrı tanımı yapamaz. Bunlar sadece inancın getirilerini muhafaza etmek için uydurulmuş sığınaklardır. Tanrı tanımı ibrahimi dinlerde bellidir. Diğer dinlerin de yaklaşımı bellidir. İbrahimi dinlerden kaynak almış birisi tanrısını insanlarla ilgisiz bir tanrı olarak tanımlayıp gözden kaçıramaz. Bu tanrı insanları yaratmış olmak zorundadır. Eğer öyle olmazsa, inançların getirileri üzerinden gideceksek çok daha anlamlı senaryolar var. Ama bunlar üzerinde tanım yapmıyoruz. Nitekim daha akıllıca senaryolar kurgulayan insanlar yeni dinler icat etmişlerdir. Ama onların ne olduğunu biliyoruz ve mercek altına alıp inceleyebiliyoruz. İşte bu şekilde kişi tanrı derken ne demek istediğini, bunun insanlarla ilgisini düzgün bir şekilde kurgulayıp genel olarak kabul ettirirse dikkate alınabilir.
Neden böyle? Çünkü aslında bu şakilde dokunulmaz tanrılar icat edenler sadece kendilerine değil, yobazlara da kaçış yolları hazırlamış oluyorlar. Yani bir deistin tanrısından müslümana ne? Ama onlar böyle düşünmüyor. Deistin tanrısı reddedilemediği sürece kendi tanrısı da reddedilemez sanıyor. Tabi ki ilgisi yok. Dolayısıyla tanrı inancını reddetmede bu tarz belirsizlikler, uyduruk sığınaklar dikkate alınamaz. Biri bunlara dayanarak agnostik olduğunu söylerse ya cahildir ya da ilkesizdir. Bu yüzden agnostisizm kabul edilemez. Bilim ateisttir ve ateist olmak zorundadır. Çünkü tanrının olmadığını bilhassa son dönemlerdeki çalışmalarla birlikte kesin olarak ispatlamıştır.
Ancak tabi ki bir bilim insanı tutup da tanrının yokluğunu ispatladık diye ortaya çıkmaz. Çünkü bu bilimin çalışma disiplini içerisinde son derece ciddiyetsiz bir yaklaşımdır.
Modern insana yakışan İbrahimi dinlerden tam temizliktir. Yani ateistliktir. Ateizmin ne demek olduğu bellidir. Ben şahsen teknik olarak ateistim ama kendimi hiçbir zaman ateist olarak tanımlamam. Bu beni hiçbir zaman sıkıcı, "inançsız" ya da karamsar bir insan yapmaz. Dediğim gibi, bilen için gerçekler bütün kurgulardan daha heyecan vericidir.

diyabetes mellitüs

idiopatik
Genetik faktörlerden ortaya çıkabileceği gibi stres,kilo,sigara gibi etkenlerden de ortaya çıkabiliyor. Tip 1 ve tip 2 olarak iki çeşidi vardır. Tip 1 doğuştan gelen diabettir. Tip 2 sonradan oluşur. Bir de gestasyonel diabet vardır bu sadece kadınlarda gebelik durumunda fazla kilo alımına bağlı olarak ve uygun beslenme şekli olmadığında gorülür. Periferik kan şekeri ölçümü,hemoglobin a1c ve glukoz yükleme testleriyle tanısı konur. Çeşitli ilaçlar,düzenli şeker takibi ve uygun diyetle kontrol altına alınabilir. Diyete uyulduğu müddetçe hiç de sorunlu bir hastalık değildir,aksine sağlıklı yaşarsınız. Tedavi uygulanmadığında bir çok komplikasyonu beraberinde getirir ve büyük sıkıntı oluşturur. Bunların bazıları periferik bölgelerde hissizlik ve bunun sonucu oluşabilecek yaralar,hiperglisemi koması sonucu ölümler ya da bilinç kayıpları,hipoglisemi vs.
Off yine çok ciddi konuştum.

beni siz delirttiniz

idiopatik
Derdini anlattığında "boşver" diyen arkadaş,"seron akmıyo,bizim maaşımızla para alıyonuz..." diyen tipler,bebeksi modlara giren gerizekalılar,pelinsu ya da berkecan triplerine giren tiplemeler,her yerde siyaset konuşmak isteyenler,sinemada flaşla fotoğraf çekenler,ikiyüzlü ve yalan söylemeyi seven tipler(bari belli etmeyin) vs.

intihar eden insan

ofelia
Freud'a göre insanın doğasında olan bir şeydir. Şöyle ki organik maddelerin inorganik maddeden bilinmeyen bir unsur etkisiyle oluştuğunu iddia eder. Organik hale gelen inorganik madde içinde bulunduğu bu varoluşu kaldıramaz ve evrendeki kararlılık yasasına göre eski haline dönmek ister. Bu şekilde organik madde özü olan inorganik maddeye dönmek istemesiyle de ölümü var eder. Buradan yola çıkarak da ölüm arzusunun insanın bilinçaltında var olduğunu ve belirli olaylar sonucu ortaya çıktığını ifade eder. Yani şu an hepimizin içinde bir ölüm arzusu var. Sadece bu arzu ufak bir olayla açığa çıkmayı bekliyor.

oruçluyken yapılan şeyler

idiopatik
Oruç tutmayanlara kin beslemek. Neden oruç tutmuyorsun diye insanları darlamak. Oruç tutmanın sevapları,tutmamanın günahları listesini ısrarla duyurmaya çalışmak. Tamam anladım oruç tutuyorsun da benden ne istiyorsun? Ayrıca ben senin oruç tuttuğunu neden biliyorum? Hani ibadetler gizli yapılırsa daha makbûldü?

dikkat çekmeye çalışan amipler

idiopatik
Ne boş bir çaba. Yüksek seste kahkaha atmalar,ikide bir saç savurmalar,sürekli gereksiz hareket halinde olmalar,kasıla kasıla omuzları dik yürümeler,tesbih sallamalar vs. Hayır, sonucunda ne elde ediyorsun yani? Dikkat çektin tamam. Basit olmak dışında ne kazandırdırdı peki?

tecavüz

idiopatik
Baskılanmış ve doyumsuz bir cinsin tahrik olduğu herhangi bir obje veya canlıya her şeyi yapabilme yetkisinin olduğunu düşünmesi sonucu gelişen durum. Cinsiyet olarak bakılmamalı. Sadece erkek üzerine de atılmamalı. Birçok kadın da bu hakkı kendinde bulabiliyor. Istatistik olarak bakıldığında ülkemizde çok fazla işlenen bir suçken,yargıdaki cezalandırmanın halen düzeltilememesi garip. Eğilimi olanların ya da bu olayı bir sekilde gerceklestirmis olanların cezadan önce akıl sağlığının düzeltilmesi gerektiğini ve akli dengesi yerine geldiğinde adil bir ceza almasının daha uygun olduğunu düşünüyorum.

sözlük yazarlığının entelektüellik ile alakasının olmaması

jakoben
öncelikle konuya girmeden önce yani, bunun tamamen benim fikrim olduğunu beyan etmek ve saçma salak sözlüklerdeki kanser oçları gibi başlığın kanser eden bir dayatma gibi gözükmesine müsaade etmeden söze girmek isterim.
entelektüel, bir nevi sanat vampiri ve bağımlılığını ateşleyen ilk ısırıklarından sonra tamamen kendini bu hassasa adamak kesinlikle zorunda kalan,derinlerinde başlangıcından pişman olduğunu hisseden ve yaratamadığı müddetçe kendi içinde patlamalara maruz kalmaya mahkum olan bir varlıktır.entelektüel dışında entelektüelliğin bir sınırı vardır.bilginin güncellenmediği durumda olduğu gibi yani buradan dünyadaki bütün kitapları okumuş sergileri hatip etmişte bu mu kaldı yahu ya varmadan önce kastettiğim, entelektüelinde bir sınırı vardır,sorun o veri alımı kotasını doldurduktan sonra boşaltım yapamaması ile başlayan dönemdir.bu konu böyle uzar gider. uzatırım,gerçekten ama yazmak istemiyorum üşeniyorum.şöyle yapalım uzadığını var sayın.gerçekten.bunun ne kadar uzarsa uzasın, birikim ifşasının arzusu ile hiç bir noktada kesişmeyeceğini ,dolayısıyla sözlük yazarlarının-yazarlığının işe yaramaz embesiller kitlesinden başka bir şey olmadığını göreceksiniz.kendinize sorun.yaratmayan adamdan ne olur?entelektüel olmaz.orası kesin.

diktatör mustafa kemal atatürk

frantz fanon
diktatör metaxas, diktatör 3. boris, diktatör rıza pehlevi ve benzeri diktatörlerin sınır komşusudur. bu bütünlüğü kaçırmamak lazım. kemal'e savaş açarken tutarlı olmalıyız. kemal, denetimli bir demokrasiden yanaydı (islamcısız, kürtsüz, sosyalistsiz bir demokras) diye düşünüyorum çünkü 2 tane muhalif parti kurdu "chp'ye muhalefet edin ama tabi tcnin kurucu zihniyetinin dışına taşmayın" kafasıyla.

hakkında dehumanize'nin yazdıkları diger temel şeyler de ikna edici değil

a) hitler kavgam'da övmüş diyelim o zaman bu bir şeydir deniyor: hitler övdü diyelim, hitler nietzshe'yi ve daha kimleri kimleri övmüştür. bu bir şey değil.
b) "zürriyetsiz" yani soyu belirsiz iddiası: bunu bir imam kurcalamıştı baya bir araştırma yaptı en sonunda etnik türk olduğunu bulmuştu. tv kanallarına da cıktı belgelerle falan ama bize ne ırkçı mıyım ben soyunda değil yaptıklarına göre bi yere koyarım
c) çok insan öldürdü: çok kanlı bir etnik çatışma ve arkasından bir rejim değişikliğı söz konusu. ve şu da var örneğin: pontos rumlarıyla olan etnik çatışmanın benim önüme cinayet olarak konulması veya koçgiri aşiretiyle olan çatışmanın kanlılığından tek tarafı hep katil ilan etme bana nesnel gelmiyor.
c) türkiye'yi sömürge yaptı iddiası: osmanlıdan kslan türkiye sömürge olmak üzereydi zaten, kurtuluş savaşı bunun önüne geçti. ha dersin ki kemalist tc sömürge değil yarısömürgedir orası tartışılır ama ben şu anki bilgimle kemalist iktidarın nispeten bağımsız bir çizgide olduğunu düşünüyorum. çünkü hem sscb hem faşist devletler hem de ingiliz ve fransız emperyalistleriyle ortaklık kuruyor. belki ticaret açısından nazi almanyasına kayıyor ihracat-ithalat %40ları buluyor nazilerle hmm ama bu nazilere bağımlılık göstergesi midir..?

ben şu anki bilgimle atatürk'ün hem emekci sinıfların hem burjuvazinin bitik olduğu bir anda aradan sıyrılıp iktidara el koyan cingöz bir asker olduğunu düşünüyorum, bu ikna edici geliyor. türk burjuvazisini kendi elleriyle bürokratik askeri güce dayanarak güçlendiriyor. yani atatürk bonapartist idi. (bkz:bonapartizm)

edit: atatürk'ü övüyor gibi olduk, sahip çikıyor gibi olduk ama hayır kesinlikle sahip çıkmıyorum, sınıfsal düşmandır kendisi.

edit 2: bugünden bakınca hollanda'daki aşırı-sağ "özgürlük partisi", macaristan'daki orban'ın "illiberal democracy"si, israil devleti ve yahudi milliyetciliği anlayışına yakındır atatürk ama katı bir laikliği var ve avrupa tipinde bir ulusu üretmeye çalışıyor.

türkiye komünist partisi

giyotin
Sosyalizm Cumhuriyet'e Çok Yakışacak!

1917'nin 7 Kasımı'nda, Rusya'da, emekçileri iktidara taşıyan sosyalist devrim gerçekleşti. Bundan altı yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Bu iki devrim farklı doğrultulara sahip olsa da birbirlerine el uzattılar, dayanışma içinde oldular.

Sovyet Devrimi'nin yüzüncü, Türkiye Cumhuriyeti'nin 94. yılında bu iki tarihsel olayı ve her iki ülkede daha sonra yaşananları şarkılarımızla, şiirlerimizle, danslarımızla, oyunlarımızla, sözümüzle öyküleştirdik.

Usta sanatçılar bu öyküye ortak emeklerini, Türkiye Komünist Partisi de karanlığı yenme iradesini koydu. Ve bir kez daha gördük ki, Sosyalizm Cumhuriyet'e çok yakışacak.

🏟️ #İzmir Fuar Atatürk Açık Hava Tiyatrosu
📅 28 Ekim
🕖 19.00

26 yıllık ülke tecrübem diyor ki

jesus
26 yıllık ülke değil türkiye tecrübendir o dedirten başlık. Ayrıca monarşinin oligarşiye dönüşmesi köleliğin bittigi anlamına gelmez. Bu artık neredeyse kahvedeki ahmet dayının bile bildiği bir gerçek haline gelmiştir ki kölelik bitmedi sadece sekil değiştirdi.
Mustafa kemal atatürk gerçek özgürlüğü gören mukemmel bir lider değildi. Ancak zamanına ve coğrafyasına göre daha ileri görüşlüydü zaten tarih de bu şekilde incelenir.
Tarihin bir zamanlar bu şekilde öğretilmemesi de yine anlaşılabilir tarihi sebeplerden ötürü tabii ki bunu da kabul ediyorum. Bugün tayyibin de ucundan köşesinden çakma kaçak yapmaya çalıştığı şey de bu. Bak bugün 2. Sınıfa giden kardeşim elinde 15 temmuz dergisiyle geldi mesela. Bu su an itibariyle belki ciddi bir sorun değil. Belki siyasal islam uzun bi sure daha eğitim konusunda kaybetmeye mahkum. Ancak sonsuza kadar değil. Kemalistlerin de bunu anlaması gerekiyor. Devir atam atam diye ağlama devri değil. Devir ayaklanma, isyan devri. Solcular iki fasist yumrukladiginda ama biz bunu onaylamıyoruz deme devri değil. Gerçek özgürlüğün karşısında olan herkesle savaşma devri. Başlığı açan arkadaşın da dediği gibi özgürlük kanla kazanılır. ne yazık ki toz pembe bir dünyada yasamadığımızı kabul etme devri artık.
2

kriz yunanistan'da mı türkiye'de mi

purposeless
Ülkemiz krizde falan değil. Onların yediği et domuz eti. Bugün pazara çıksan 100 tlye herşeyi alırsın. Ayrıca imfye olan borcumuz bitti üstüne borç verdik. Asgari ücret 1400tl. Yılda iki kere telefon değiştirip doları euroyu yükselten hep siz kemalistlersiniz. Yollar köprüler yapıldı. Yerli tank, savaş uçağı, uzay gemisi(ak atılgan) yapıldı. Benzine gelince ben hep 50 liralık aliyim zaten., 2023te dünyanın en büyük ekonomisi biz olcaz. Siz dış mihrakların kışkırtmasına kanmayın.

ibrahim kaypakkaya

iron
2003 yılının yaz aylarında bir grup yolcu, Malatya'nın köylerinden
arabayla geçerken, yol kenarında bulunan kayısılardan bir miktar almak
isterler. Kendilerine yetecek kadar kayısı toplar ve tarla sahibi köylüye
ücretini vermek isterler. Bu sırada yolculardan birisi köylüye:
“Amca sen İbrahim Kaypakkaya diye birisini tanır mısın?” diye sorar.
Böyle bir soru karşısında afallayan, bir o kadar da kaygılanan köylü
duraksar.
Yolcu sözüne devam eder:
“Biz onun yoldaşlarıyız!”
Bunu duyan köylünün yüzünde, içten içe duyduğu memnuniyetin
ifadesi olarak bir tebessüm belirir ve sözünü sakınmaz:
“Koyun o paranızı cebinize, ben Kaypakkaya'nın yoldaşlarından para
almam!”
Aradan geçen 30 yıla rağmen Malatya köylüleri onu unutmuyorlar.
İbrahim Kaypakkaya, mücadele pratiği içerisinde belli bir süre faaliyet
sürdürdüğü Malatya'nın köylüleri üzerinde derin bir iz bırakmıştır. Hiç
kuşkusuz ki bu tanınmanın bir nedeni de yoldaşlarının Onun görüşlerini
rehber edinip, bu bölgede faaliyetlerini devam ettirmeleridir. Bu tanınma ve
sahiplenmede; İbrahim Kaypakkaya'nın, elinizdeki kitapta ortaya koyduğu
görüşleri, ileriye sürdüğü tezler, Türkiye devrimci hareketinde pek çok
tabuyu yerle bir eden bilimsel analizleri belirleyicidir. TC faşizmi karşında
ilkelerinden ve görüşlerinden ödün vermeyerek işkencehanelerde katledilen
Kaypakkaya'nın bilimsel tezler doğrultusunda geliştirdiği sınıf analizine
dayanan görüşleri, Onun Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı tarafından
sahiplenilmesini de beraberinde getirmiştir.
Ve hiç şüphesiz ki bugün, onun kurucusu olduğu Proletarya Partisi'nin
siyasal hattına ruh veren, İbrahim Kaypakkaya'nın temel teorik görüşleridir.
Bu görüşler kandır, ateştir ve çarpan koca bir yürektir. Ülkemizde yaşanan
siyasal süreç, bu görüşlerin lehine tanıklığını sürdürüyor. Bu siyasal hattaki
derin öz ve zengin siyasal hazine kavranmadan bu görüşlerin hakkını
vermek olası değildir.
Marksizm-Leninizm-Maoizmin evrenselliğini Türkiye gerçeği ile
tutarlıca kaynaştırabilen Kaypakkaya, uluslararası özelliklerle ulusalı
harmanlamada örnek bir tutum göstermiştir. Mustafa Suphi sonrası tek
komünist önderdir Kaypakkaya; biricik Marksist-Leninist-Maoist görüştür
Kaypakkaya'nın görüşleri. Öyle ki, onlarca yıllık çöl sessizliğini, zifiri
karanlığı bozup, ortaya koyduğu görüşlerle, kendi alanının Olimpuslu
Jupiteri olmuştur.
İleriye sürdüğü tezlerin anlam ve önemi; komünist önder Mustafa
Suphi'nin Kemalistlerce katledilmesi ve onun ardından Türkiye Komünist
Partisi'ni ele geçiren Ş. Hüsnü revizyonistiyle birlikte, 1970'lere kadar
süren, yaklaşık 50 yıllık suskunluğun, devrim adına piyasaya sürülen, her
türden revizyonist düşüncenin, Kemalizm kuyrukçuluğunun, sosyal
şovenizmin, Türk hakim sınıflarının peşine takılmanın, sınıf hareketini
pasifize etmenin ve modern revizyonizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, işçi
sınıfı hareketini bu burjuva teorinin peşine takma anlayışlarının var olduğu
bir ortamda ileriye sürüldüğü bilindiğinde daha bir anlaşılır. Örneğin
bugünden bakıldığında, Kemalizm ya da Kürt Sorunu meselesinde, devletin
niteliği konusunda belli bir bilinç seviyesine erişilmiştir. Bu hiç kuşkusuz ki
toplumsal pratiğin bir tezahürüdür. Ancak buna rağmen halen bu konularda
yanlış anlayışlar olduğunu da bilmek gerekiyor. Bu konuların tartışılmasının
deyim yerindeyse birer “tabu” olduğu koşullarda, ileriye sürdüğü tezlerin
önemi ve değeri, bugünden bakıldığında daha bir anlaşılırdır. Çünkü ileriye
sürdüğü tezlerin doğruluğu, toplumsal pratik tarafından defalarca
kanıtlanmaktan geri durmamıştır ve halen de durmamaktadır.
İşte bugün, Proletarya Partisi'nin kendisine temel aldığı bu görüşler;
ülkenin yapısını ve devletin niteliğini doğru biçimde tahlil eden; devrimin
karakteri, yolu, hedefleri, dostları ve düşmanları sorununa net bir şekilde
açıklık getiren; Kemalizmin ipliğini pazara çıkarıp teşhir direğine mıhlayan;
ulusal sorun, özelde Kürt ulusal sorununu o ana dek hiç kimsenin
ulaşamadığı bir uzak görüşlülükle doğru bir şekilde çözümleyen
Kaypakkaya'nın görüşleridir. Elinizdeki kitap bu görüşlerin birinci elden
ifade edilmesidir.

makine mühendisliği

deist imam
Evet sayın yazarlar, bir bilgilendirici entry ile karşınızdayım. Görüyorum ki sözlükte henüz lise çağında olanlar veya bu sene bu bölüme girenler var. Onlar için bir bilgilendirme entrysi yazayım dedim kendi bölümümle ilgili.

Öncelikle şunu belirteyim ki makine mühendisliği çalışma alanı en geniş bölümdür. Hatta bir çok mühendislik türü de makine mühendisliğinin içinden çıkmıştır. Örneğin mekatronik ve endüstri gibi.

En iyi makine mühendisliği eğitimi veren okullar ve türkiye piyasasında imajı iyi olan okulları buraya yazayım. Odtü, itü, yıldız, marmara, koç, sabancı, boğaziçi, bilgi, ege, dokuz eylül, yeditepe. Bu okullar eğitim kalitesi olarak diğerlerinden bariz bir şekilde üstün okullar. Bunlara girerseniz iş bulmanız daha kolay olur çünkü diploma gerçekten kritik bir detay.

Başlayacak olanlara tavsiyeler vereyim biraz. Öncelikle okulunuz ingilizceyse bölüm daha da zorlaşabilir. Makine mühendisliği zaten zor bir bölüm ingilizce olunca daha da zor oluyo. Ama soruları yapamama sebebiniz ingilizce olması değil konuyu bilmemeniz. Zaten ilk bir kaç aydan sonra alışıyosunuz ve otomatik olarak ders çalışırken ingilizce olarak düşünmeye başlıyosunuz.

İlk yıl ortalamayı yüksek tutun ve alttan ders bırakmayın. Zaten en rahat seneniz ilk yıl olacak. Ve en kolay dersleriniz yine ilk yıl olacak(dersler yine de zor). Sonrakı yıllarda dinamik, diferansiyel denklemler, akışkanlar mekaniği, sistem dinamiği, ısı transferi, mukavemet, termodinamik, mekanizma gibi zor dersler gelicek. Bunlarla uğraşırken bir de calculus ile uğraşmayın yani.

Muhtemelen en az 2 belki de 3 stajınız olacak. Bu stajları ayarlamak gerçekten katlanılacak iş değil. Bir yerlerde tanıdığınız yoksa stajı zor ayarlıyosunuz. Ben akraba vasıtasıyla ayarladım ama böyle imkanı olmayanlar için tavsiyem şudur. Mümkün olduğunca fazla şirkete başvursunlar. Birini seçip ona başvurmak gibi bir hataya düşerseniz stajsız kalırsınız. Ve bu da dönem uzamasına yol açar.

Bunların dışında okuldaki öğrenci klüplerine kaydolun. Kendi bölümünüzün klübüne mutlaka kayıt yaptırın. Klüp etkinlikleri size büyük imkanlar sağlayabilir. Yine diğer klüplere de katılarak çevrenizi geliştirip kendinize fayda sağlayabilirsiniz.

Akademik kariyer istiyosanız mutlaka yds, ales, ielts lazım ve mezun olduğunuzda not ortalamanız minimum 2.8-3.0 aralığında olsun. Teknik ingilizceyi de iyi derecede geliştirin ki ileride zorluk çekmeyin.

İş imkanları fazladır ama büyük şirketlere girmek zordur. Şanslıysanız eğer, mülakatta sizin okulunuzdan diploma almış birisi bulunur(bir çok mülakata gireceksiniz, yukarıda saydığım okullardan birinden mezun olduysanız mutlaka en az bir mülakkatta sizin okulunuzdan mezun birisini bulursunuz.). Türkiyede malesef insanlar objektif olmaya çalışsa bile olamıyo. Sizinle aynı okuldan mezun olan birisinin sizi aklında tutacağına ve olumlu şeyler yazacağına emin olun.

Benden bu kadar. Eğer mühendislik okumakla ilgili merak ettikleriniz varsa mesaj atmanız yeterli olur.

bilim en iyi müzikleri seçti

jamiryo


Bilim, Nirvana'nın "Smells Like Teen Spirit" isimli şarkısının tüm insanlık tarihinin en ikonik şarkısı olduğunu ilan etti. Ufuk açıcı grunge parçası, Goldsmiths'teki Londra Üniversitesi'nden araştırmacıların hazırladığı 50 şarkılık bir listenin başında yer aldı. Liste, bilgisayar bilimci ve müzisyen Dr. Mick Grierson tarafından yazılan bir bilgisayar algoritması tarafından oluşturuldu. Algoritma, Rolling Stone ya da NME gibi "tüm zamanların en iyileri" şarkı listelerinden 7 tanesinde yayınlanan tüm şarkıları analiz etti. Bunu yaparken, her bir şarkıyı anahtarına, BPM'ine (dakikadaki vuruş sayısı), nota çeşitlerine, şarkı sözü içeriğine, karmaşık ses (timbre) çeşitliliğine ve ses varyansına odaklandı. Listede John Lennon'ın "Imagine" isimli şarkısı 2. sırayı alırken, U2'nun "One" şarkısı 3.'lüğü, Michael Jacskson'ın "Billie Jean" parçası 4.'lüğü, Queen'in "Bohemian Rhapsody" isimli parçası 5.'liği aldı.

Grierson şöyle açıklıyor:
"Bu şarkılar arasındaki en önemli ortak noktasının, diğer şarkılara nazaran bunların çoğunun sesi oldukça değişen, dinamik bir şekilde kullandığı olduğunu bulduk. Bu, şarkının sesini heyecan verici kılıyor ve dinleyicinin dikkatini aktif tutuyor. Aynı açıdan bakıldığında, bu şarkıların kullandığı sesler ve onların nasıl birleştirildikleri, her bir şarkı için eşsiz özellikler taşıyor. Nihayetinde, kendi şarkını olabildiğince farklı, çeşitli ve heyecanlı yapmaya çalışmak haricinde bunun için herhangi bir 'formül' bulunmuyor."

Şunu da belirtmek lazım ki, her ne kadar Nirvana müthiş olsa da, bu algoritma oldukça dar bir şarkı listesine odaklandı ve çoğunlukla Britanya-temelli şarkılar üzerinde durdu. Bu da Oasis'in meşhur "Wonderwall" şarkısı değil de "Live Forever" şarkısının 17. sırada olmasını açıklıyor.

Ayrıca, şunu da belirtmekte fayda var: Grierson, araştırmayı Fiat'ın desteğiyle yürüttü. Fiat'ın araştırmayı destekleme amacı, Fiat500'ün tanıtımında kullanabilecekleri şarkıyı seçmekti. Seçilen şarkı, şarkıcı ve söz yazarı Ella Eyre tarafından reklam için yeniden düzenlenecek.

Algoritmanın çıkardığı "En İkonik Şarkılar Listesi" ise tam olarak şu şekilde:
1. Smells Like Teen Spirit, Nirvana
2. Imagine, John Lennon
3. One, U2
4. Billie Jean, Michael Jackson
5. Bohemian Rhapsody, Queen
6. Hey Jude, The Beatles
7. Like A Rolling Stone, Bob Dylan
8. I Can't Get No Satisfaction, Rolling Stones
9. God Save The Queen, Sex Pistols
10. Sweet Child O'Mine, Guns N' Roses
11. London Calling, The Clash
12. Waterloo Sunset, The Kinks
13. Hotel California, The Eagles
14. Your Song, Elton John
15. Stairway To Heaven, Led Zeppelin
16. The Twist, Chubby Checker
17. Live Forever, Oasis
18. I Will Always Love You, Whitney Houston
19. Life On Mars? David Bowie
20. Heartbreak Hotel, Elvis Presley
21. Over The Rainbow, Judy Garland
22. What's Goin' On, Marvin Gaye
23. Born To Run, Bruce Springsteen
24. Be My Baby, The Ronettes
25. Creep, Radiohead
26. Bridge Over Troubled Water, Simon & Garfunkel
27. Respect, Aretha Franklin
28. Family Affair, Sky And The Family Stone
29. Dancing Queen, ABBA
30. Good Vibrations, The Beach Boys
31. Purple Haze, Jimi Hendrix
32. Yesterday, The Beatles
33. Jonny B Good, Chuck Berry
34. No Woman No Cry, Bob Marley
35. Hallelujah, Jeff Buckley
36. Every Breath You Take, The Police
37. A Day In The Life, The Beatles
38. Stand By Me, Ben E King
39. Papa's Got A Brand New Bag, James Brown
40. Gimme Shelter, The Rolling Stones
41. What'd I Say, Ray Charles
42. Sultans Of Swing, Dire Straits
43. God Only Knows, The Beach Boys
44. You've Lost That Lovin' Feeling, The Righteous Brothers
45. My Generation, The Who
46. Dancing In The Street, Martha Reeves and the Vandellas
47. When Doves Cry, Prince
48. A Change Is Gonna Come, Sam Cooke
49. River Deep Mountain High, Ike and Tina Turner
50. Best Of My Love, The Emotions

Kaynak: evrim ağacı facebook sayfası
İleri Okuma: http://delta.evrimagaci.org/photo/tr/bir-algoritma-insanligin-en-ikonik-sarkisini-secti-smells-like-teen-spirit-nirvana

ağaçların asıl oksijen kaynağımız olmaması

albus percival wulfric brian dumbledore
evet şaşırdınız değil mi?
vay efendim ormanlar bizim akciğerlerimizmişte vay efendim ağaçlar olmazsa nefes alamazmışızda keşke ağaçlar wifi sinyali üretselermişte herkes ağaç dikseymiş.
geçin bunları azizim.

bize neden böyle öğrettiler bilmiyorum belki doğayı sevmemiz amaçlanmıştır veya kuraklaşmanın önüne geçmek istemişlerdir bilemiyorum ama bu öğretilenler yanlış.

dünyamızdaki oksijenin %70-80 kadarını denizlerdeki yosunlar ve algler sağlıyor.yani nefes almak istiyorsak ağaçlardan daha yoğun bir şekilde denizleri savunmamız gerekiyor.

belki de bu,oluk oluk siyanür veya siyanür gibi envai çeşit zehiri denizlere boşaltan para babalarının hedef saptırma oyunudur.

kişiler laik olmaz seküler olur

emir
Önemlidir.
"Ne kadar laik bir insan" değil " ne kadar seküler bir insan"
(bkz:laiklik); devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensip.

Sen devlet misin ki dini referans almadığında laik olarak adlandırılacaksın?

hoşlanılan kişiye açılmak

betaxx
Eğer imkânınız varsa yapın. Çekinmeyin, terslenmekten korkmayın. Hayat çok kısa. Bazı şeyleri ertelemeye veya takmaya gelmiyor. Hiç oluru yoksa bile sırf içinizi rahatlatmak için söyleyin. İnanın bana üstünüzden bir yük kalkıyor.

flört

icarus
uzun yıllardır kaliteli müzik yapan son zamanlarda ise rasta baba 2 ve izmir marşıyla ciddi şekilde adını duyuran grup.en sevdiğim özelliklerinden biri canlılarının da gerçekten iyi olması onun dışında rasta baba adlı şarkı serisindeki rasta babanın torbacı olmasıyla ilgili efsane bir teoriye sahip grup

bütün ideolojilerin cahili vardır

kanellos
hangi fikir akımı olursa olsun, sadece çevresindeki popüler kültüre uyum sağlamak için politize olan kitledir. örneğin; karl marks gibi fikir babalarını bile bir kere okumadan devrimci, türkçülüğün kurucularını, ziya gökalp'i bile okumadan türkçü, kuran'ı bile okumadan müslüman olan kitledir bunlar. fikirlerini genellikle sokak ağızıyla kavga edercesine savunurlar. kendi fikirlerini okumadıkları için doğal olarak karşıt oldukları fikirleri de bilmezler ve bu yüzden tartışmaları öznel yollarla yapmaya çalışıp kişiselleştirirler.
8

kızıl ordu fraksiyonu

kanellos
RAF, 14 Mayıs 1970 tarihinde kurulmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Almanya'nın en etkin ve bilinen örgütüydü ve kendini şehir gerillası olarak tanımlıyordu. RAF, 1970'lerden 1998'e kadar faaliyetteydi ve özellikle 1977 yılında Nazi Almanyası döneminde SS'in üyesi olan ünlü Alman iş adamı ve Alman İşverenler Sendikası başkanı Hanns Martin Schleyer'i kaçırıp öldürerek büyük bir eyleme imza attı.

Batı Almanya hükümeti, RAF' bir terörist örgüt olarak tanımlamıştı. 30 yıllık varlığı boyunca örgüt çoğu şoför, koruma görevlisi gibi ikincil hedeflerden oluşan 34 kişinin ölümüne, birçok kişinin de yaralanmasına yol açmıştır. Dİğer Alman militan gruplarıyla bağlantı içindeydi ve seksenli yıllarda İtalyan solcu grubu Kızıl Tugaylar, Belçikalı solcu grup Savaşan Komünist Hücreler, Filistinli solcu grup Filistin Kurtuluş Örgütü, Fransız solcu grup Action Directe ve İrlandalı örgütler PİRA ile de bağlantılar kurdular.