confessions

atticus finch

βετεράνος♛  · 29 Temmuz 2016 Cuma

  1. toplam giri 1307
  2. takipçi 34
  3. puan 23302

hrant dink

deist imam
11 yıl önce bugün öldürülen ermeni gazeteci. Kendini bilmez, beyni yıkanmış bir gerizekalı tarafından öldürülmüştür hrant dink. Belki de türk-ermeni kavgasını bitirebilecek nadir kişilerdendi hrant dink. Her ne olursa olsun "faşizme inat kardeşimsin hrant" diyorum ve kendisiyle ilgili bazı gerçeklerin daha iyi anlaşılması için buraya bir link bırakıyorum.

https://odatv.com/hrant-dink-bu-sozu-soyledi-mi-2001111200_m.html

Buradayız ahparig. Rahat uyu

ara ötüken birliği partisi

jakoben
ümmetçilik mi? ırkçılık mı?... kaka mı? lağım mı? bu kadar bencil olmayın ya.. hayır,bu bencillikte kişiliksizliğinizden değil acizliğinizden örgütsüzlüğünüzden...bu ikisi arasında tercih yapmayı dile getirmek o kadar cahilce ve çaresizce ki...böyle söylemler gördükçe ikisi de müstahak tabi diyorsun 15 sene.. doğal diyorsun

ölmeden önceki son söz

feminafortis
son değildir belki de ama son mahiyetindedir, kazım koyuncuya aittir;
"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."
2

blyat

sophos
türkçedeki ''Lan'' veya ''amk'' kelimeleri gibi kullanılan ''fahişe'' anlamındaki söz, ruslar bunu her cümlenin sonuna koyarlar, annesi veya babası odaya girince blin olarak değiştirirler.

Hdp

deist imam
Meclisteki 3.partidir. pkk terörünün bitmesini istiyosak bu ancak ve ancak meşru siyasetle olur. Bunun da yolu hdpdir. Bu bir güvenlik sorunu değil yıllardır anadolu insanını katleden bir zihin sorunudur. Emin olun insanların dağa çıkıp eli silahlı pkklı terörist olmasındansa hdp bünyesinde mecliste olmaları daha iyidir.
30

interaktif sözlükler sıralaması

frantz fanon
devlet bahçeli'nin taktiği uygulansa, her yazar 5 tane arkadaşını kaydettirse sözlük uçar. ama sözlük yazarı asosyaldir yani öyle bir dünya olmayabilir.
yine de herkes 1 tane yazar kazanđırabilir 1 adet arkadaşın üstüne düşüp sözlüğe kaydettirebilir.

ama, herkes en az 1 kişiyi kaydettirmedikçe burada kime yazacaksın sözlüğe tıklayan yok neredeyse.

frantz fanon

deist imam
Bu yazarı eleştirebilirsiniz. Bu haktır. Benim de eleştirdiğim yönleri var. Hatta çok net hatırlarım ki bu yazarla sosyalizm üzerine bu sözlükte hararetli bir tartışmamız da var. İkimizin de birbirinin tezine karşı antitez geliştirerek yaptığı bir tartışma. Yani o "bak burada a doğrudur" diyosa ben "hayır b doğrudur" diyodum. Böyle tartışmaya can kurban. Ama o kendi doğrusunu söylediğinde sen ona "furkan bölükbaşı" ya da "akit" benzetmesi yaparsan bu senin ne kadar haksız olduğunu gösterir.

Bu yazarın savunduğum da karşı olduğum da bir çok düşüncesi var. Mesela leninin dediği ulusların kendi kaderini tayın hakkı felsefesi konusunda oldukça farklı düşünüyoruz. Nolmuş yani. Farklı düşünebiliriz. Herkes aynı şekilde mi düşünmek zorunda. Atatürkü eleştiriyomuş. Eleştirir kardeşim ne var bunda. Herhangi bir açıdan farklı düşünüyodur ve eleştirebilir. Eleştirme hakkı var mı, var. Bu hakkı kullanmasını kimse engelleyemez. Gördüğüm kadarıyla da hakarete kaçan eleştirileri yok. Mesela atatürk ülkeyi kötü yönetti diyebilir. Bu hakaret değil eleştiridir. Senin buna karşı yaptığın şey atatürkün ülkeyi iyi yönettiğini ispatlamaktır ama sen gelip bunu yapmayıp "hakarete neticesi yemiyo, laik sözlüğün furkan bölükbaşısı" dersen çoktan kaybettin haydi geçmiş olsun.

Biraz uzun oldu ama devam ediyorum çünkü sözlükte gereksiz bir saldırıya maruz kaldığına inanıyorum. Frantz fanona yönelik eleştirilerden birisi de pkk konusu. Ya bakın adamı pkk güzellemesi yaptığı bir yer var mı. Kürt halkının bağımsızlığını istemek mi pkklılık oluyo. Bu mu pkklılık. Bu değil işte pkklılık. Bu sosyalizmin bir penceresidir. Sosyalizmde her halkın bağımsız olma hakkı vardır ama başka bir bakış açısında da halkların birleşip bir yumruk haline gelerek sosyalist yaşamı kurması vardır. Sosyalist olmayanlar bunları bilmez. Frantz fanon da sosyalist ben de sosyalistim. İkimizin sosyalizme bakış açıları farklı sadece ama bu farklılıktan dolayı bir kere bile bu adama gelip yalan yanlış şeyler söylemedim.

Atticus da yukarıda belirtmiş. Kimse bu yazara karşı bir antitez üretmiyo. Eğer haklı olduğunu düşünüyorsanız bir antitez üretin de görelim haklılığınızı. Ha eğer üretemiyosanız da saçma sapan benzetmelerle adamı dincilerle bir tutmayın çünkü çok gülünç oluyosunuz.

Not:sözüm meclisten dışarı. Zaten entrynin tamamını okuyan da bu entrynin neye yönelik yazıldığını anlar diye düşünüyorum.

efendileri eylemin bereketiyle selamladık imf 2009

kanellos
2009 yılında lafanzin'de yayınlanan makalemdir.

6-7 ekim günleri sokaklarda ki “öfkeli” insanlar, bankalara ve alışveriş mabetlerine saldırdı. Saldırdılar çünkü borç batağında yaşamları gasp edilen bu insanlar öfkelerini anlatmak, isyan etmek istiyorlardı. Fakat bu kalabalığı bilinçsiz ve oraya buraya saldıran, yıkan, yakan provakatörler olarak izletti devletin medyası.
Birde biz anlatalım kendimizi. Peki bu kalabalık niçin sadece bankalara ve alışveriş mabetlerine saldırdı? Çünkü İMF ve Dünya bankasını sembolize eden bu bankalar ve şirketler; havamızı, suyumuzu, toprağımızı, hayvanları yani yeryüzünü sömürerek yok ediyorlar. İmf ve dünya bankası'nın efendileri İstanbul'a geldiklerinde kendilerini huzur içinde hissettiler. Çünkü devlet ve kolluk kuvvetleri, efendileri dokunulmaz, ulaşılmaz kılmak için harekete geçmişti. İki insan boyunda hazırlanmış barikatlar toplantının gerçekleşeceği kongre vadisinin, Şişli'nin ve Taksim'in hemen hemen her yerini kuşatmıştı. Geliştirilmiş formülleriyle gazlar ve güne uygun stratejileriyle çevikler hazırdı. Sokak aralarına gizlenmiş siviller ve kadrolu faşistler de eylemciler için son hazırlıklarını tamamlamışlardı. İstanbul 6 Ekim sabahı üçe bölündü. Bir tarafta İMF ve Dünya bankası toplantılarındaki efendiler, dalkavuklar ve şakşakcıları (az değillerdi 6000 kişiydiler), diğer tarafta “orklar”, “uruklar” misali kolluk kuvetleri. Diğer tarafta açlığa, yoksulluğa, zulme karşı koyanlar yani eylemciler vardı. Eylemciler uzlaşmayacaklarını daha toplantılar başlamadan önce ve başlamasıyla beraber yaptıkları eylemlerle bağırdılar. Toplantıların yapılacağı kongre merkezinin açılısı esnasında hazmedemeyip Tayyip'e bağırdıkları gibi. Bir çok bankaya, alışveriş mabetlerine, fast-foodlara, toplantı için gelenleri taşıyan VIP turizme saldırılarıyla. Heyetlerin geçeceği köprüleri zincirleyerek. “Uzlaşmayacağız” diye bağırıyorlardı. 6 Ekimde de Taksimde uzlaşmayanların isyanı vardı. Taksim meydanında toparlananlarla kolluk kuvetleri arasında ki gerilim tırmanıyordu. Yürüyüşe geçilmesiyle birlikte coplarıyla, gazlarıyla, panzerleriyle Çevik polis saldırdı. Saldırının olacağını önceden bilen eylemciler, ellerindekilerle karşı koydular ve çatışmaları başlattılar. Caddelere, sokaklara barikatlar kurdular, ilk saldırı sonrasında kısmi dağılan eylemciler tekrar tekrar toparlanarak, kongre vadisine ilerlemeye çabaladılar. Gözaltına alınanlar, yaralananlar olsada 6 Ekim'de mücadele sürdü ve ertesi güne hazırlanıldı. 7 Ekim'de ise bu sefer Şişli de toplanılma kararlaştırılmıştı. 6′nın tekrarı gibiydi, kolluk kuvvetleri yine konumlanmıştı ve çatışmalar başladı, yine gazlar, panzerler yine barikatlar vardı. Çatışmalar Şişli'den Kurtuluş'a, Kurtuluştan Çağlayan'a sıçramıştı. Eylemcilerin 6′sından deneyimiyle helikopterlere havai fişek atması belkide günün en eğlenceli ve etkileyici görüntülerindendi. Lafanzin 2′de “Eylem Bereketlidir” demiştik ve 6-7 Ekimde de öyleydi. Korkularımız olabilir ama zaten cesaret korktuğunu eyleyebilmektir, copları sert olabilir, gazları nefesimizi kesiyordu ama koşabiliyorduk, kaldırımları sökebiliyor, taş atabiliyorduk. Panzerleri kocamandı ama önünde durunca ufaklaşıyorlardı, eylem bereketliydi, kolluk kuvvetlerine ve onların efendilerine şunu söylüyorduk; mücadele sürüyor ve sürecek, düzeninizi yıkacağız çünkü iktidarsız, özgür bir dünya yaratacağız.
Şimdi 6-7 Ekim günlerinde alanlarda olamayan arkadaşlarımıza soruyoruz, televizyonlarının karşısında, kanalları değiştirip değiştirip izlediniz sistemin haberlerini. Yalanlarına inandınız mı! İnandınız mı Efendiye ayakkabı fırlatan arkadaşın ayakkabısının, yaşıtlarımızın katili Nike olduğuna. Eylemcilerin harabelere çevirdiği sömürücü, Mc Donald's ve Burger King'te ki işçi arkadaşlarımıza zarar verdiğimize, Koç ve sapancı tarafından Migros'lar, Tansaş'lar büyüsün diye kapanmaya zorlanan bakkalı, manavı taşladığımıza, inandınız mı! aslında sivil (polis) kolluk kuvveti olan sözde halkın bize saldırdığına…
İMF ve Dünya bankası ne geldi ne de gitti. Onlar hep buradalar. Kapitalizim burada. Kültürüyle, ürettikleriyle, bizlere tükettirdikleriyle, annelerimiz babalarımız bankalara para yatırdıkça, kredi kartı kullandıkça, kalifiye köleler olmak için gittiğimiz okullarda, dersanelerde, imaj için aldığımız pantolonlarda, gömleklerde, içtiğimiz cocacola da, yediğimiz hamburger de. Biz tükettikçe “O” büyüyor. Tüketmessek herşey değişir. Mücadele iki gün, değil bizler için hergün değil mi! Kapitalizm ve onun kültürüne karşı, bir şeyleri değiştirebiliriz ve bu şimdi, şu anda dayanışmayla kuracağımız, paylaşmayla büyüteceğimiz Anarşizmde. Eylemin de bereketiyle, anarşi sürüyor ve sürecek.

sizin kafanızdaki savaş yalnızca bir düğün

franz
savaş ve kahramanlık üzerinde konuştuğum bir hanımefendinin çok fazla toz pembe hayaller içinde olduğunu gördükten sonra bulduğum küçük bir boşluk anında yazıp, gizlice çantasına koyduğum yazıdır;

gözlerinizi kapatıyorsunuz hanımefendi. bir savaş hayal ediyorsunuz;

gözünüzün ilk baktığı yerde bıyıklı, yarı çıplak-yeşil giysili, minik adamlar bir topu yüklemeye çalışıyor makineye. az sonra koca makineyi bir tüy gibi hareket ettirecek, hiç düşünmeden pimi çekecek kararlılık bulunuyor askerlerin gözlerinde. arka planda nereye koştuğunu bilmediğiniz birkaç adam beliriyor. birileri yere yatıyor, tüfeklerini doğrultuyor. bir yerden bir bomba düşüyor boş arsaya, etrafa toprak sıçratıyor biraz. bunu düşüneceğinizi söyleyince ben şimdi size, utancınızdan sağa sola birkaç ölü asker bıraktınız değil mi? biraz da kan, bir kağıt kesiği yarası kadar? küçük bir tepenin üzerinden de gökyüzünün mavisi gözüküyor mu? çirkin bir leke ile kaplanıyor mu? bombanın düştüğü yerden siyah bir sis bulutu yükseliyor mu?

düşmanı neden görmediğiniz bir yere koyuyorsunuz? yağlıboya bir tablo gibi mi zihniniz hanımefendi? neden sınırlar çiziyorsunuz zihninize?
hiç ordu orkestrasının müziğini duyuyor musunuz peki kulaklarınızda?
etrafta hiç çocuk yok, ne güzel. sanki anons edilmiş gibi alın çocukları buradan denilerek.
etrafta hiç hayvan yok, ne güzel. sanki hepsi işini halletmiş, şimdi de dinlenmeye çekilmiş.

ne kadar güzel bir hayal gücünüz var; savaşı düşünürken bile şefkatiniz batıyor toprağın üzerine. üzerindeki bütün insanları alıyor; kavga etmeyin, savaşmayın diyor; herkesi birbiriyle barıştırmaya davet ediyor. ölü atların kokusu gelmiyor burnunuza, gerçekleşmemiş her hayalin görmezden gelinip çürütülmeye bırakıldığı gibi, onlarda görmezden geliniyor. yemek bulamayan bu insanlar ne de hızlı koşuyor zihniniz de hanımefendi? kurşunlar batıp çıkarken nasıl da acımıyor canları, nasıl da kahraman her biri; nasıl da vurulmuyorlar, ölmüyorlar, hepsi ayakta durabiliyorlar.

ne kadar da güzel, arkalarında bir bekleyenleri olmadığını düşünmeniz.
ne kadar da güzel, gözünüzün önündeki askerlerin her zaman zafer kazanacak olmaları.

bilir misiniz, onlar kazanırken, yağlıboya tablonuzun görünmeyen kısmında insanlar ölecek?

kahraman olarak gördüğünüz bu insanlar daha sonra gidip her birinin ölü olup olmadığına bakmadan, her beden için bir kurşun daha harcayacak.

ne kadar şefkatlisiniz siz; şimdi o insanlar ölüyorken hiç acı çekmiyorlarmış gibi davranmanız.

ve evet, toprak kanı da emecek su ile. yağan yağmur ile temizlenen toprak, güneşin doğuşu ile göz kamaştırıcı bir ihtişama kavuşup, gerinerek bir gövde gösterisi ile gösterecek güzelliğini. ne kadar da şefkatlisiniz siz.

peki, bu kadar şefkatli olmanız biraz tehlikeli değil mi?

sizin kafanızda ki savaş yalnızca bir düğün hanımefendi.

nuriye gülmen ve semih özakça

frantz fanon
herşeyden önce: 15 temmuz bahanesiyle rte iktidarı pekişsin diye işten atılan iki muhalif eylemcidirler. ve haksız yere işten atılan herkes için ölümü göze alıyorlar, vernike korsakoffa yakalanıp sakat kalmayı da...
x veya y örgütüne üye olup olmadıkları için işten atılmadılar, şu veya bu kabile liderini sevdikler için de işten atilmadılar.
sizin ve bizim haklarımız için ölüyorlar. konu kürt sorunu olunca yok benim ideolojim başkadır bilmemne iyi o zaman desteklemeyin veya sizinkilerden nuriye gibi semih gibi bir fedai çıkarın. cıkaramıyor musunuz, demekki o kadar da probleminiz yok rteyle.

Türkçülük

deist imam
Irkçılıktır. Kimse merak etmesin devran döndüğünde de korkusuzca söyleriz lafımızı biz. 12 eylül faşistlerinden, 12 mart cuntacılarından korkmamış bu ülkenin solcuları. Sizden mi korkacak. Çok komiksiniz.

17 mart 1991 sscb referandumu

sophos
"sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği'ni muhafaza etmeyi gerekli sayıyor musunuz?" sorusuna sovyetlerin %76,4 evet çıkmasıyla sonuçlanan referandumdur. en çok evet oyunun türki cumhuriyetlerden çıkması da sürekli türki cumhuriyetlerde rus zulmü propagandalarına tokattır.

"tüm sscb'de kayıtlı seçmen sayısına göre referanduma katılım oranı % 80 gibi yüksek bir oranda gerçekleşti. bunlardan 113 milyon küsur oy, yani % 76,4 yukarıdaki soruya evet dedi, % 21,7 hayır oyu verdi, % 1,9'un oyu da geçersiz sayıldı. referandumun kısmen yapılabildiği cumhuriyetleri hariç tutarsak katılım % 75,2 ve evet oyları da % 71,3 oranında idi. yani kayıtlı seçmenin % 53.6'sı evet oyu vermişti. böylece her halükarda geçerli oyların üçte ikisinden fazlası ve kayıtlı seçmenin de mutlak çoğunluğu birlikten yana oy kullanmış oldu. oyların cumhuriyetlere göre dağılımı ise şöyleydi:

en yüksek oranda evet oyu türki halkların çoğunlukta olduğu cumhuriyetler ve özerk cumhuriyetlerde verildi. evet oyları kazakistan'da % 94, özbekistan ve azerbaycan'da % 93, kırgızistan'da % 96, türkmenistan'da % 97 oranında idi. rusya federasyonu içindeki özerk cumhuriyetlerden tataristan'da bu oran % 87, başkurdistan'da % 85 oldu. yine nüfusu önemli miktarda türki halk içeren dağıstan'da evet oyları % 82 oranında idi. evet oylarının tüm rusya ortalamasının % 71 olduğu dikkate alınırsa türki halkların ortalamanın çok üstünde evet oyu verdikleri görülmektedir. işte bu sonuç bizim yerli faşistlerimizin suratına indirilmiş ağır bir tokattır; çünkü bizim faşistler yıllarca sscb'de “dış türkler”in rus ve komünist “zulmü” altında inledikleri yalanını yaydılar. oysa gerçekte bu halklar sscb'ye ruslardan ve ukraynalılardan daha yüksek oranda sahip çıktılar. en düşük katılım oranı ve en düşük evet oyu ise moskova ve leningrad'ta (şimdiki st. petersburg) görüldü. örneğin moskova'da katılım oranı % 67,9, evet oylarının oranı % 50,02 oldu. leningrad'ta ise bu oranlar sırasıyla % 64,9 ve % 50,5 şeklinde oldu."

georges politzer

sophos
Savaş esnasında Nazilerin Fransayı işgal etmesi hadisesinde nazilere karşı görev alan Politzer, daha sonra dünyanın en önemli fizikçilerinden biri ve Politzerin de dostu olan Paul Langevinin Naziler tarafından tutuklanması sonrasında kurtarma çalışmalarında aktif rol oynamıştır. Politzer, dostunun Nazilerden kurtarılması için bir kampanya başlatmıştır. Bir yandan da söz konusu savaşın faşist boyutlarını anlatan “Özgür Üniversite” adında bir yayın başlatmıştır. Üniversitede gerici grupların baskısı altında bulunan Politzer, 1942 yılında faşist kişiler tarafından tutuklanmış ve Nazilere teslim edilmiştir. Karısı da tutuklanan Politzer, aynı yıl kurşuna dizilerek öldürülmüştür.

Son anlarında onu kurşuna dizen Nazi askerlerine "Aptallar, ben sizin kurtuluşunuz için ölüyorum" diyecek kadar da cesur bir aydındır!

burjuvaziye ihtiyacımız olmadığı gerçeği

sadist penguen
özellikle türkiye'nin vizyonsuz ve dünyada görebileceğiniz en gerici burjuvazisi için geçerli durum.

*kendi çıkarıları için eğitim sistemi ile kafalarına göre oynamaları.
-milyonlarca genci acımasızca rekabet haline sokup ailelerinin övgü yada utanç malzemesi haline getirmesini sağlamak.
-açtıkları dershane yada her ne şekilde adlandırılıyorsa başarılı olmak, diğerlerinin önüne geçmek için o kurumlara tonla para gömmemizi sağlamak için bize bunu zorunlu kılan politikalara finansman sağlamaları(özellikle cemaatler).
-özel üniversiteler açarak, devlet üniversitelerindeki kaliteli hocaları kendi üniversitelerine çekerek, kendi asalak veletlerine iyi bir eğitim ortamı sağlamaları.
-bunun yanında birçok insanın ilgisini çeken bu hocalardan eğitim almak isteyen insanlara bu hocalardan gelecek eğitimi para karşılığı satarak eğitimi bir ticarete dönüştürmeyi başarmaları.
-ancak parası olamayan insanlar, ortalama üstü bir devlet üniversitesini kazandığında eski eğitim kalitesinin çoğunun burjuvazi tarafından çalındığının farkında olacaklar. eski köklü üniversitelerini bazıları sadece isim olarak kalmış olacak.

*ülkenin bağımsız olarak kendi üretebileceği alanlara yatırım yapmaktan çok kâr getirebilecek alanlara odaklanmaları.
-inşaat sektörü: ülkemizin her yerlerine bina dikmelerini en önemli sebebi tabii ki kâr. burjuvazi ve hükümetleri, türkiye ekonomisini neredeyse tamamını inşaat sektörüne endeksli hale getirdi. tipik arap kafası olarak bilirsiniz ki onlarda çöle bina dikmeyi severler. böyle güzel güzel isimler bulurlar brooklyn mi dersiniz emar mı dersiniz artık iğreniyorum. milliyetçiler bunlara hiç ses çıkarmaz ama biz bu tür iğrenç yabancı isimlerin ülkemizde bulunmasına karşıyız. tamamen.
-her yere beton dikilip yeşilin darmadağan edilmesi. insanların dışarıda nefes almak yerine avm'lerde aptal aptal yabancı mağazalarda alışveriş manyaklığına teşvik edilmesi.
-istanbul'un içinin dışına taşması. yerel-yabancı burjuvazi ve hükümetleri daha çok kâr elde edebilmek için, bazıları taşımacılık masraflarından kurtulmak için diğerleri de buraya iş için gelen insanlara daha fazla borç altında bırakarak bu kadar yaptıkları binaları birilerine satabilmek için istanbul patlıyor. her şey kâr.

*işçi ve emek düşmanı olmaları.
-zaten en temel sorunlardan biri burjuvazi bizi yani çalışan ve gelecekte çalışacak olan insanları olabildiğince sömürmeye çalışır.
-esnek çalışma saatleri altından günde 8 saat olan çalışma süremizi olabildiğince arttırmaya çalışır.
-kontrata hep işçi düşmanı maddeler koyarlar ve bize dayatırlar. milyonlarca işsiz olduğu şu ülkede başka şansımızı olmadığından kabul etmek zorunda kalabiliriz. işten atıldık mı bizim yerimize çok kolay başkalarını bulabilir.
-kafka'nın böceği gibi yollarda böcek oluruz. her sabah uyan, yola çık, işe git ve eve dön. şanssız olan çoğumuz gibi metrobüslerde, metrolarda saatlerce yol geçiren kafkanın böceğinden farkımızı kalmaz. etrafınıza bakın her yer böcek dolu. toplumsal baskından dolayı, ailesine utanç kaynağı olmamak, patronunu kızdırmamak ve en önemlisi aç kalmamak için böcekleşen insanlarla dolu... özellikle o istanbul metrobüsleri...

*açgözlü olmak, hırslı olmak ve rekabetçi olmak ruh hallerinin övülesi, yüceltilesi erdemler olmasını sağlamaları.
-saçmalık değil mi? her insan böyle değildir, örneğin ben. ama bu özelliklere sahip olan insanlar bu sistemde daha zengin olabilir ama mutlu olur mu bilmem.
-bu özellikle sahip değilseniz zaten sistem birçok yerde bu özellikleri size dayatacaktır, sizi değiştirecektir bunu çok kez deneyecektir. örneğin okul sınavları. basit bir denklem. eğer başarılı olmak istiyorsan(toplum tarafından kabul görmek), zengin olmak istiyorsan(aç kalmamak ve daha çok tüketebilmek) ve mutlu olmak istiyorsan(kadınları-erkekleri etkilemek ve iyi bir gelecek sahibi olmak) başta sınıfındakileri sonra da türkiye genelinde birçok insanı yenmelisin, onları geçmelisin. bunun şirket içinde de benzer denklemini kurabiliriz. dediğim gibi bunu teşvik eder bize sistem. bu ruh hallerine sahip olan insanların elbette hepsi aynı olmaz. çok aşırı derecede bu düşüncelerin etkisinde olan insanlar olduğu gibi daha düşük dozda da bu düşüncelerle harekete edebilirsiniz. bu içinizdeki insanın sisteme ne kadar uyumlu olduğuna göre değişir. ben ayak uyduramadım ve belki çoğu insana göre başarısız biri oldum.

*yer altı ve yer üstü kaynaklarının ve ayrıca üretilen malları kendisi üretmiş gibi onlara sahip olma hakkını kendinde gören asalaklar olmaları.
-linyit ocakları, kömür ocakları vb. sürüyle maden ocağının sahipleri var. kiminmiş, ne ara onların olmuş bu topraklar bizim değil mi? kurtuluş savaşı ile kazandık. sonra birileri çıkıp bunları benim diyor saçmalık. hırsızlık yapmışlar biz fark etmeden geri almamız gerekmiyor mu onları?
-çiftçi üretiyor. çok şey üretiyor. fındık, badem, bal, kayısı, üzüm oooo daha neler neler. ama bunları kendisi satamıyor. çünkü burjuvazi öyle bir düzen kurmuşki üreten bu aracılara para yedirmeden tüm ülke pazarına gönderecek elemanlarla ilişki kuramıyor. tek şansları kooperatifleri de burjuvazi tarafından engellenmeye çalışılıyor. kilosu 5tl fındık geliyor bize 40tl. aracı tonla kâr ediyor. tonla ama önce emeği veren o malı üretmek için zamanını harcayan insan ne elde ediyor? hayatını geçindirebilecek kadar para. saolsun onu veriyorlar şükür mü edelim? hayır!! zaten hayatta kalsın ki ondan daha da süre boyunca yararlansın alsın fındığını ondan koysun kârını satmaya devam etsin. sakın ölmesi! ölürse kâr edeceği sırtından geçinceği bir emekçiyi daha kaybetmiş olur! bunun gibi tonla şey var fındık yerine ne koyarsanız koyun. bunların alayı da türk aracı da türk, emekçi de türk. türk türk'ü sömürüyor! yabancı bile değil! nerede la bu milliyetçiler. bu konularda göremiyorum hiç! varsa yoksa zenginlere tapar, iyi eğitimli elitlere methiyeler düzerler. celal şengör hoca çok yaşa! eskisi gibi iyice köle bir serf olsak toprak ağaları bizi sömürse daha iyi kendisi aristokrat zaten taparız ona!

*insan hayatı, burjuvazi ve hükümetleri için eğer nüfusun ve işsizlik oranın yüksekse düşünülecek en son şeylerden olması.
-maden ocakları özelleştirilsin o kadar ama o kâr hırsından azıcık para ayırıp insanların hayatlarını kurtarabilecek olan önlemler almasın. sonra deriz bizim türk zenginler iyidir ya asıl yabancılar kötü! türk türk'ü öldürür mü hiç! türk'ün türkten başka dostu yok!
-inşaatlarda tonla insan ölüyor, tonla insan! önlem dersen hiç yok. öldü mü bulursun yerine van'dan gelmiş başka bir eleman. o da ölür hakkari'den bulursun.
-hastaneler ücretsiz gözüktüğüne bakmayın yüzlerce insan ilaç parasını bulamıyor bu ülkede! neyin ücretsizliğinden bahsediyorsunuz! her yer olmuş özel hastane, zenginler özel hastanede rahat rahat ameliyat olurken, devlet hastaneleri özel hastanelerle rekabet edemeyecek kadar yavaş kalıyor. eşitsizliğin bu kadarı! vizyonsuzluk burjuvazimiz pis devlet hastanelerini kendisine uygun bulmayıp, almanya'da bile olmayan özel hastane sistemini ülkemize getirmiş.

daha tonla şeyler yazılır burjuvazinin iğrençlikleri hakkında ama şu an için benden bu kadar siz de bu yazıya başka şeyler ekleyebilirsiniz. tam bağımsız, patronsuz, burjuvazisiz bir türkiye olduğumuzda her kadından, her işsizden ülkemize yarar sağlayabildiğimizde, beton dikmek yerine manisa'ya şirketler, elazığ'ya fabrikalar kurduğumuzda, yurtdışından aldığımız ama çok rahat ülkemizde üretebileceğimiz malları üretmeye başladığımızda, çalışan insanlar üzerinde yükselen bir ülke kurduğumuzun kanıtı olacaktır.

frantz fanon

frantz fanon
yazdıkları hakkında bir tane bile düzgün itiraz okuyamamış yazar.

ben göte göt derim hele ki karşı tarafın uslübu bozuksa uslüp falan yalan olur benim icin. onu bunu bıraksınlar da tekrar soruyorum:

1)mahmut esat bozkurt denen alçak "adalet" bakanı köle millet efendi millet ayrımı yapan bi p*ç değil mi? atatürk döneminde el üstünde tutulmadı mı?

2) dersimde kolonicilik özenticiliği bizzat fevzi çakmak silahıyla uygulanmadı mı? aynı gerici fevzi çakmak; nazilerle görüşüp sovyetlere şöyle şöyle saldıralım diye 1942de plan kurdu mu kurmadı mı?

yalansa yalan de. yok öyle üç ķöfteye beş ekmek, ihbarweb devlet baba... burası ekşisözlük değil burda obsesyon konuşmaz bilim konuşur. chenin cantasından nutuk çıkaran karşı-mısıroğlulara karnımız tok.

sen sorularıma cevap ver sonra yine linç etmeye, yaftalamaya devam et kkb. yine burjuva kurumlarına ihbara koş.. güya akp'yle demokrasicilik oynamışım yaw he he hadi varsın öyle olsun diyelim -ki değil!-, senin faşistliğin aklanacak mı. geçin bunları.

herkes haddini bilecek.

1938 dersim katliamı belgeseli

frantz fanon
bizzat olayı yaşamış olan dersimli nenelerin, dedelerin kameraya neyin ne olduğunu anlattığı belgesel.

bir kısım konuşma da gizli kameraya kaydedildi çünkü aradan (o dönem itibariyle) 70 küsür yıl geçtiği halde insanlar hala korkuyordu, bazı şeyleri içine bir travma olarak gömmüştü.

gerçi buraya bu kadar yazıyoruz ama yine en çok izlemesi gereken kişiler bir köşeye fıratıp atacak çünkü aman tabular sarsılmasın, o zaman izlemeyin! aman dersimi/talkanı/kronshdatı/başbağları/kant'ın ırkçı olduğunu/bağlı olduğunuz x, y veya z baskı aygıtının her hangi bir zulmünü, buglarını, oha bu kadarı da abartı'sını bilmeyin! kısacası tarihsel materyalizmi bilmeyin.

10 yıl önce izlemiştim, bugünden bakınca içlerinde sevmediğim ve kısmen otorite kabul etmediğim kimseler de var ama kullandıkları ksynakların bir kısmı nesneldir yani herkese açıktır. bu kaynaklardaki bilgiler kimisi için utanç kimisi için övünc kaynağı olabiliyor. kimisi icinse öfke ve intikam motivasyonudur. o da size kalmış. cumhuriyet gazetesi yazarlarından yanılmıyorsam hikmet çetinkaya için "utanç"tır mesela.

ırkçılık

deist imam
Grup bandista'nın bu konu üzerine çok güzel bir şarkısı var. Beton millet sakarya. Hatta sözlerini de paylaşayım.

Ne kadar milliyetçi o kadar kapitalist
Muktedir sorgulanmaz “vatan hainisiniz”
Yurt vatan devlet için lazım ise cesetler
Toprağım bütün dünya halkımdır nev-i beşer

Bir kez ikna olunca milliyetçilik harcı
Farklı olana sözü “defol git pis yabancı”
Mozaikten haz etmez de mermer bile yunanca
Lakin her dilde faşizm “beton millet sakarya”

Leşker doğan her millet leş kargaları gibi
Gagalar kendisini taptığı bir cesetti
Harcı kan ile karılmış kumu denizden çalınmış
Yalan yanlış bir planla üzerimize kurulmuş

Dayanmaz ki bu sütunlar patlarsa o zelzele
Dayanmasın a yoldaşlar asılın kirişleri
Sol yanımda sınırsızca enternasyonal dünya
Sağ yanımda kaim duran beton, millet, sakarya

Çatla beton millet sakarya
Laf-ü güzaf hepsi fasarya
Çatla betooon

Celal şengör

giyotin
Aklıma (bkz:hem laik olup hem ırkçı olduğunu iddia etmek) başlığını getiren şahsiyet.

Jeoloji profesörü Celal Şengör, “Kenan Evren'in yaptığı her şeyi istisnasız onaylıyorum, insanlara dışkı yedirmek işkence değil” dedi.
http://haber.sol.org.tr/turkiye/prof-celal-sengor-diski-yedirmek-iskence-degil-136957

“Tayyip Erdoğan Bey bu ülkenin cumhurbaşkanıdır ve devleti temsil eder. Onun taraftan olmayacağız da kimin taraftarı olacağız?”
http://haber.sol.org.tr/toplum/diski-yedirmek-iskence-degil-diyen-celal-sengor-erdogani-hayatim-pahasina-korurum-165170

"12 Eylül'ün mimarı Kenan Evren'in cenazesine çelenk yollayan jeoloji profesörü Celal Şengör daha önce yaptığı açıklamalarda ”İnsanlara dışkı yedirmek işkence değil. Bu memlekette, Deniz Gezmiş gibi bir eşkıyaya kahraman denildiğini gördüm” ifadelerini kullanmıştı."
http://haber.sol.org.tr/toplum/diski-yedirmek-iskence-degil-diyen-celal-sengor-deniz-gezmis-ve-mahir-cayan-eskiyaydi-139690

Celal Şengör, Fransız Devrimi için "Avrupa'nın başına gelmiş en büyük beladır" dedi.
http://haber.sol.org.tr/turkiye/diski-yedirmek-iskence-degil-diyen-profesor-simdi-de-fransiz-devrimini-hedef-aldi-148617

Dışkı yedirilen doktordan Celal Şengör'e yanıt: İnsan değil
http://haber.sol.org.tr/turkiye/diski-yedirilen-doktordan-celal-sengore-yanit-insan-degil-137102

Peki aydın sıfatı?
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/asaf-guven-aksel/aydin-sifati-138916

ayh araplar da yani

frantz fanon
bugünlerde dolaşıma giren, sosyal medyada ses getirecek bir köşe yazısıdır:

bugün türkiye'de suriyeli mültecilere duyulan tepkide bu cahilce önyargıları aşan ve aslında dünyanın pek çok yerinde karşımıza çıkan bir acımasızlık var.

türkiye'de, türk olmaktan başka övünebileceği bir şeyi olmayan insanların bulunduğunu ve bunların kendilerini, başka bütün uluslardan üstün saydığını ve ama aslında -özellikle batılı- emperyalist güçlere karşı büyük bir eziklik beslediklerini bilmez değilim. onlara ulaşmak –en azından bu mecrada- zor. ama medeniyet saydıkları kıstaslarla başkalarını küçümseyenlerle sohbet edebiliriz sanki.

on yıl kadar oldu; şarkı yazarı şehrazat'la röportaj yapmıştım. aynı zamanda, türkiye'nin ilk caz şarkıcısı sevinç tevs'in kızı olan şehrazat, beyrut'ta geçen gençliğinde beatles'ı dinlediğini anlatmıştı. o yıllarda beyrut –ve başka anlatımlara göre tahran- büyük grupların turne rotalarında yer alıyordu çünkü önemli kültürel merkezler arasındaydı. bugün “arap”ı bir hakaret olarak kullanan yüz binleri ağırlayan istanbul, bu tür bir kültürel merkez halini almaya başladığında, beatles dağılmıştı zaten.

beyrut'un kültürel hayatı lübnan iç savaşıyla kesintiye uğramış ve bir daha eski hayatiyetine ulaşamamış. (bir benzerini –iç savaş değilse bile başka siyasal gelişmelerle- türkiye'de yaşıyoruz. konser organizasyonu yapan arkadaşlar, birçok grubun güvenlik gerekçesiyle türkiye'ye gelmeyi istemediğini anlatıyor.) ama bugün beyrut'ta, arap dünyasının başka bir yerinde, dünya sinemasını, dünya edebiyatını, farklı ve güncel müzikal trendlerini takip eden insanlar, entelektüeller var. tıpkı istanbul gibi. ama başlıktaki cümleciği sarf etmekte beis görmeyen ve kendisini bugünkü iktidarın mağduru hisseden bir kesimin gözünde “arap” tekno dinlemek, jager içmek, şort giymek gibi “ayrıcalıkların” bırakın keyfini sürmeyi, adını bile bilemez. (bunların medeniyet alameti, ya da medeniyetin tek alametinin bunlar olup olmadığı da ayrı mesele.) aynı bakış açısına göre bu keyifler, bulgaristan'ın doğusunda sadece türklerin hakkıdır; o da sadece bir kısmının. ve “türkler” türlü türlüdür, aralarında farkı politik görüşlere, farklı hayat tarzlarına sahip olanlar vardır ama böyle çeşitlilik gösteren türklerden başka kimse yoktur. araplar –ve tabii kürtler- tıpatıp birbirlerine benzer. hatta istanbul'dan baktığımızda, doğuda kalan her şey ve herkes, ancak gözlerimizi kıstığımızda seçebileceğimiz muğlak bir kalabalık gibi görünür. orada araplar, sünni islam'ın ve ona atfedilen her türden kısıtlamanın temsilcisi olarak belirir ve çöl, develer, bedevilik falanla simgelenir. oysa bütün arapların islamcı, bütün islamcıların cihatçı olduğu fikri doğru olmadığı gibi, bütün arapların müslüman ve sünni olduğu bile doğru değil.

ama bugün türkiye'de suriyeli mültecilere duyulan tepkide bu cahilce önyargıları aşan ve aslında dünyanın pek çok yerinde karşımıza çıkan bir acımasızlık var; mesela almanya'da türkiyelilere, fransa'da kuzey afrikalılara, abd'de siyahlara gösterilen türden bir acımasızlık. kendinden saydıklarının burun kıvıracağı işlere, ölüm sınırında ücretlerle mahkum edilenlere, artık hayvanlara da layık görülmeyen bir algıyla, canının bizimki kadar tatlı ve değerli olmadığı varsayılan ötekilere yönelik bir acımasızlık. ki kadınlar söz konusu olduğunda bu acımasızlığa iki tarafta da rastlanır; almanya'ya göçmüş “türk” erkeği de alman kadının cinsel hizmetine layık görür kendini.

o yüzden, dr. sinan oğan'ın, yani akademinin doktorasını kabul ettiği ama taciz terimini öğrenememiş olan sinan oğan'ın ifadesiyle, “türk kızlarına” “sarkıntılık” yapanlar, suriyeliler falan değil, her ulustan erkek milleti.

ama tekbirlerin sesini bastıramadığı, al bayrağın üstünü örtemediği sorular var.

geride bırakmak zorunda kaldıkları evlerini bulabileceklerini bilseler dönmekte bir an bile tereddüt etmeyeceği açık olan ve burada kalmamak için, belki de ilk kez tanıştıkları engin denizlere, yüzme bilmeden, çürük çarık botlarda, uyduruk can yelekleri ve çocuklarıyla açılmaya göze alan suriyeliler sayesinde bu ülkeye trilyonlar değerinde fon aktığından neden kimse bahsetmiyor? yolsuzluğu, artık kaçınılmaz görecek kadar kanıksadığımız için mi bunların nerede kullanıldığını sormuyoruz? o insanların ucuzun ucuzu emeğiyle servetlerine servet katanlardan neden nefret edilmiyor peki? bütün suriye savaşı boyunca ülkemizi yöneten iktidarın, emperyal hevesler ve kürt düşmanlığıyla bu savaşta oynadığı rolü de mi bilmiyoruz? ve bugün, daha türkiye'de işler suriye'deki kadar sertleşmemişken, avrupa'nın yolunu tutanlar, tutanlara gıpta edenler, orada aynı küçümsemeyle karşılaşacaklarını neden akıllarına getirmiyor?

yoksulluklarının, yoksunluklarının, güvensizliklerinin ve mutsuzluklarının öfkesini, güçlerinin yettiği göçmenler ve mültecilerden çıkartmaya çalışanların yaptığı vahşi ve acımasız bir ırkçılık ama dünyayı kendi (kadı)köyü, medeniyeti kendi köyünün adeti sananlarınki de en az bunun kadar büyük bir aptallık değil mi?





htkp

partizan
TKP bölündüğünde ortaya çıkan oluşum, sahalarda gördüğümüz, direnişci ruhuna sahip olan bir yapılanma. Yoldaşlık kavramı nedir bilen insanlardan oluşur. Ayrıca Erkan Başın, Ulaş abi hakkında söyledikleri de çok güzeldi. Yaşasın devrimci dayanışma!


KP gibi pasifist, lümpen takılmıyorlar ve gerçek devrimcileri sahiplenmekten çekinmiyorlar. Ulaş abi hakkında "amerikan askeri" vb ithamlarda bulunmuyorlar. TKP adını hak edenler onlardır. Bu yüzden severim.

27 ekim 2017 katalonya'nın tek taraflı bağımsızlık ilan etmesi

atticus finch
akabinde ispanyol hükümeti katalan parlamentosunu kapatıp otonomiyi bitirdi.

olay çok enteresan yalnız. esasında bu kavga katalan burjuvazisi ve ispanyol burjuvazisinin "para kimde kalacak" kavgasıydı. sonra ispanyol sağcılarının ve devletinin referandum günündeki (ve sonrasındaki) kışkırtmaları ile tam bir bağımsızlık mücadelesine dönüştü, en azından katalan halkı bunun böyle olduğunu sandı.

muhtemelen önümüzdeki süreçte uzunca bir süre tıpkı referandum günündeki gibi katalanların "rioting" modunu izleyeceğiz, polisle deli gibi çatıştıkları görüntüler falan olacak.

korkmak

jakoben
korkmak eylemi insanın anlamlandıramadığı ile sonunu kestiremediği durumlar arasında değişkenlik gösteren bir reaksiyondur.şu gerçektir ki, yeterince korkarsanız korkunuz geçer.korku varılacak limit nokta değil her daim aşılabilecek bir güdüdür.ülkenin gittiği uçurum bireyci bencillik akıtan duyarlı liberalleri militana dönüştürecek vahimiyetleri içermektedir.bekleyin ,görün korkaklar ordusunun jedi savaşçılarına dönüşmelerini..
1

her canlı ölümü tadacaktır

the spook
'Turritopsis nutricula' isimli 4-5 milimetre çapındaki denizanası seks yaparak gençleşiyor. Dünyanın ölmeyen tek canlısı cinsel olgunluğa geldiğinde yani daha fazla üreyemediğinde genetik bir değişim geçiriyor ve tekrar ergenlik yaşlarına, yani denizanasına dönüşmeden önceki evreleri olan 'polip'e geri dönüyor. Bu şekilde son evreye geldiğinde tekrar ilk evreye dönüyor ve düzenli bir şekilde bu devam ediyor. Bu yüzden ''Her Canlı'' kısmı abartılı geliyor.

komunizm gelince bmw'ye binip iphone x sahibi olucağını sananlar

prometheus
Yazmama kararımı delmeme neden olan, en az seks başlıkları kadar anlamsız olan başlık. Bu başlık altında komünizmi ve komünistleri eleştirmek için öncelikle kapitalizmin ne olduğunu, sosyalist ekonomilerin nasıl işlediğini, sosyalist ekonomik düzende eğitim, sağlık, barınma gibi ihtiyaçların nasıl karşılandığını bilmeyen ırkçı ve liboşlar uzak dursun.

Lan amına koyayım bu kadar saçma sapan bir bakış açısı olabilir mi? Ekşi, Uludağ, instela tayfası en azından az buçuk okumuş etmiş eleştirileri ona göre yapıyorlar.
(bkz:insan hayret ediyor sayın seyirciler)

laik sözlük duyuru

iron
Merhaba sevgili yazarlar. Bir süredir sözlükteki kasvetli havanın ve aktifliğin azaldığının hepimiz farkındayız bunun nedeni son 2 aydır alımları 2, 3 kere kısa süreli açtık, hiç reklam yapmadık ve sözlükle pek ilgilenemedik. Fakat sözlüğün yenilenmesine çok kısa bir zaman kaldı. Mevcut sözlük temamıza yeni özellikler eklenecek, radyo yayınımız ve reklam çalışmalarımız başlayacaktır. Uzun zamandır planladığımız bir çok şeyi çok yakında bitirmiş olacağız reklam ve tanıtımlar için bir süredir havuz oluşturuyorduk şimdi sözlüğü duyurmanın zamanı geldi. 10, 15 günlük bir süreçten sonra aramıza hem yeni yazarlar katılmaya başlayacak hem de çeşitli nedenlerden dolayı artık giriş yapmayan eski yazarların gelmesi için çalışma yapacağız. Merak ettiğiniz her şey ve sözlükle alakalı sorunlar için bana [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz. Son olarak sözlüğe gerçekten emek veren ve yazalar tarafından sevilen isimlerin de olduğu bir liste ile yönetim yenilenmesine gidilecektir. esen kalın.
3

lenin'in sosyalizm ve din yorumu

partizan
Bugünkü toplum, tamamen geniş emekçi kitlelerin nüfusunun ufak bir azınlığı; yani toprak sahipleri ve kapitalistler sınıfı tarafından sömürülmesi esası üzerine kurulmuştur. Bütün yaşamları boyunca kapitalistler hesabına çalışan "özgür" işçilere sadece kazanç sağlayan kölelerin yaşamını sürdürmeye, kapitalist köleliğin güvenini ve sürekliliğini sağlamaya yetecek oranda geçim olanağı "tanındığından", bu toplum bir köle toplumudur.
İşçilerin ekonomik baskı altında olmaları, kaçınılmaz biçimde her türlü siyasal baskıya, toplumsal aşağılanmaya, kitlelerin ruhsal ve moral çöküntüsünün artmasına yol açar. İşçiler ekonomik kurtuluşları adına az ya da çok ölçüde siyasal özgürlük elde etmek için savaşabilirler. Ne var ki, kapital gücü yönetimden yok edilmedikçe ne oranda olursa olsun elde edilecek siyasal özgürlük, işçileri yoksulluktan, işsizlikten ve baskıdan kurtaramayacaktır.
Başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir. Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cenette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir.
Ne var ki, köleliğinin bilincine varmış ve kurtuluşu için mücadeleye başlamış köle, kölelikten yarı yarıya çıkmış demektir. Fabrika endüstrisinin yetiştirdiği ve kent yaşamının aydınlattığı modern, sınıf bilinçli işçi, dinsel önyargıları bir yana atar, cenneti papazlara ve burjuva bağnazlarına bırakır ve bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam elde etmeye çalışır. Bugünün proletaryası, din bulutuna karşı savaşta bilimden yararlanan ve işçileri bu dünyada daha iyi bir yaşam adına kavga vermek için birleştirerek öteki dünya inancından kurtaran sosyalizmin yanında yer alır.
Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Sosyalistler, din konusundaki tavırlarını genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamı kesinlikle açıklanmalıdır. Devlet açısından ele alındığı sürece, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak, Partimiz açısından dini kişisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir.
Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardımı yapılmamalı, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen bağımsız, aynı düşüncedeki kişilerin oluşturduğu kurumlar niteliğinde olmalıdır. Ancak bu isteklerin kesinlikle yerine gelmesi halinde, kilisenin devlete Rus vatandaşların ise kiliseye feodal bağımlılıklarının sürdüğü, (bügüne kadar ceza yasalarımızda ve hukuk kitaplarımızda yer alan) engizisyon yasalarının var olduğu ve uygulandığı, insanları inançları ya da inançsızlıkları nedeniyle cezalandırdığı, insanların vicdan özgürlüğünü baltaladığı ve kilisenin şu ya da bu afyonlamasıyla hükümetten gelir ya da mevki sağladığı utanç verici geçmişe son verilebilir. Sosyalist proletaryanın modern devlet ve modern kiliseden istediği, kilise ile devletin birbirlerinden kesinlikle ayrılmasıdır.
Rus devrimi, bu isteği siyasal özgürlüğün bir gereği olarak gerçekleştirmelidir. Polis yönetimli feodal otokrasiye bağlı memurların başkaldırısı, kilise evresinde bile huzursuzluk, tedirginlik ve öfke yarrattığı için din ve devleti ayırma isteğini gerçekleştirmek konusunda Rus devrimi özellikle elverişli bir ortamdadır. Rus Ortodoks din adamları her ne kadar cahilseler de, onlar bile Rusya'daki eski, ortaçağa uygun düzenin yıkılmasıyla patlayan gümbürtüden uyandılar. Onlar bile özgürlük isteğinde birleşiyor, onlar bile bürokratik uygulamalara ve memur zihniyetine, "Tanrının hizmetkârları"nı zorla polise casusluk ettirmek isteyenlere karşı çıkıyorlar. Biz sosyalistler, bu hareketi desteklemeli, kilisenin dürüst ve içten üyelerine doğru sonuca ulaşmaları konusunda yardımcı olmalı, onların özgürlük isteklerini sürdürmelerini sağlamalı ve kilise ile polis arasındaki ilişkiyi koparmalarını onlardan istemeliyiz. Ya içtenlikli ve dürüstsünüzdür, ki o zaman kilise ile devletin ve kilise ile okulun kesinlikle birbirlerinden ayrılmasından, dinin tamamen kişisel bir sorun olarak kabul edilmesinden yana olursunuz. Ya da özgürlük konusunda bu tutarlı istekleri benimsemezsiniz, ki o zaman da engizisyon geleneklerinin hâlâ tutsağı demeksinizdir; rahat memuriyetlerinize ve hükümet kaynaklı gelirlerinize bağlısınız demektir; silahınızın ruhsal gücüne inanmıyorsunuz ve devletten rüşvet almayı sürdürüyorsunuz demektir. O takdirde de bütün Rusya'daki sınıf bilinçli işçiler size amansız bir savaş açacaklardır.
Sosyalist proletaryanın partisi açısından, din kişisel bir konu değildir. Partimiz, işçi sınıfının kurtuluşu adına bir araya gelmiş sınıf bilinçli, ileri savaşçıların toplandıkları bir yerdir. Böylesi bir birlik dinsel inanç biçiminde ortaya sürülen sınıf bilinci yoksunluğuna, bilgisizliğe ve geri kafalılığa kayıtsız kalamaz ve kalmamalıdır. Din diye tanımlanan ve halkın üzerine indirilen koyu sisle, sözlerimizi ve yazılarımızı kullanarak tamamen ideolojik silahlarla savaşabilmek için kilisenin kaldırılmasını istiyoruz. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisini, işçilerin her türlü dinsel uyutmacadan kurtulması adına mücadele etmek için kurduk. Bizim için ideolojik mücadele kişisel bir sorun değil, bütün Partinin, bütün proletaryanın sorunudur.
Madem ki durum böyledir, o halde Programımızda ateist olduğumuzu neden açıklamıyoruz? Hıristiyanların ve öteki dinlere inananların partimize girmesini neden yasaklamıyoruz?
Bu soruya verilecek cevap, din sorununun burjuva demokratları tarafından ortaya konuluşu ile Sosyal Demokratlar (Marksistler-b.n.) tarafından ortaya konuluşu arasındaki ayrımı belirleyecektir.
Bizim Programımız tamamen bilimsel, dahası materyalist dünya görüşü temeli üzerindedir. Bu nedenle Programımızın açıklanması demek, din sisinin gerçek tarihsel ve ekonomik kökenlerinin açıklanmasını da zorunlu kılacak demektir. Propagandamız kaçınılmaz olarak ateizm propagandasını, gerekli bilimsel yayımların yapılmasını, otokrat feodal hükümetin bugüne kadar yasakladığı ve kovuşturduğu yazıların Parti çalışmalarımızın bir dalı haline getirilmesini de içermektedir. Bir zamanlar Engels'in Alman sosyalistlerine verdiği öğüdü şimdi bizim izlememiz gerekebilir: Onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları çevirilmeli ve geniş ölçüde yayılmalıdır.
Ancak, hiçbir koşulda din sorununu burjuva radikal demokratlarının sık sık yaptığı gibi, soyut, ülkücü bir biçimde, sınıf mücadelesinden kopuk "entellektüel" bir sorun olarak ortaya koymak yanlışına düşmememiz gerekir. Aşırı baskı temeline oturan ve işçilerin eğitilmediği bir toplumda, dinsel önyargıların sadece propaganda yöntemleriyle yok edilebileceğini sanmak budalalık olur. İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka birşey değildir. Proletarya kapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyle aydınlanmadıkça, ne kadar bildiri dağıtılırsa dağıtılsın, ne kadar söz söylenirse söylensin proletaryayı aydınlatmak olanaksızdır. Bizim açımızdan ezilen sınıfın bu dünyada bir cennet yaratmak adına gerçek devrimci mücadelede birleşmesi, öteki dünya cenneti konusunda proletaryanın görüş birliğine gelmesinden daha önemlidir.
İşte bu nedenle Programımızda ateist olduğumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayız. İşte bu nedenle, eski önyargılarını henüz sürdüren proleterlerin Partimize katılmalarını engellemiyoruz ve engellememek zorundayız. Biz her zaman bilimsel dünya görüşünü öğütleyeceğiz ve çeşitli "Hıristiyanlar"ın tutarsızlıklarıyla savaşacağız. Fakat bu hiçbir zaman, yeri olmadığı halde din sorununun birinci plana alınması demek değildir. Yine bu hiçbir zaman, gerçekten devrimci ekonomik ve siyasal mücadele güçlerinin üçüncü sınıf görüşler ya da anlamsız fikirler nedeniyle birbirlerinden kopmasına, siyasal önemlerini kaybetmesine, ekonomik gelişim karşısında bir yana itilivermesine göz yummamız da demek değildir.
Her yerde ve şimdilerde de Rusya'da reaksiyoner burjuvazi, gerçekten önemli, temel ekonomik ve siyasal sorunlardan, yani Rus proletaryasının devrimci mücadelede birleşmesiyle bugünlerde çözümlenmeye başlanmış olan sorunlardan kitlelerin dikkatini uzaklaştırmak amacıyla din adına mücadeleyi kendine uğraş edinmiştir. Bugün kendini Kara Yüzler kıyımlarında gösteren ve devrimci mücadeleyi bölmeyi amaçlayan bu reaksiyoner tutum, yarın çok başka ve çok ustalıklı biçimler alabilir. Biz, durum ne olursa olsun, bu reaksiyoner tutum karşısında serinkanlı, dirençli olacağız ve temelde olmayan ayrımların etkilemeyeceği bir öğretiyi, bilimsel dünya görüşünü ve proleter dayanışmasını öğreteceğiz.
Dinin devletten ayrılması açısından, devrimci proletarya dini gerçekten kişisel bir sorun durumuna getirmeyi başaracaktır. Ve ortaçağ kalıntısı küflenmiş görüşlerden arınmış, bu siyasal düzende, proletarya, din aldatmacasının gerçek kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması için açık ve yaygın mücadele verecektir.

Novaya Zihn
Sayı: 28, 3 Aralık 1905

Eşcinsellik

zirvedekicahil
Açık bir eşcinsel olarak şunları söylemek istiyorum, biraz da içimi dökeceğim. “Türkiye'de eşcinsel olacağınıza” diye bir cümle kurmak istiyorum ama daha ötesi yok. Yok, skalanın en üstü orası. Kültürel, dini, etnik her azınlık belli bir ailede / çevrede doğar, zaten ailesi çocuğunun yaşayacağı sorunları bildiği için çocuğuna sahip çıkar.

Ailem bana hiçbir zaman sahip çıkmadı. “Erkekliklerini” hiçkimseye karışmayan o “ibneyi” döverek kanıtlayacaklarını düşünenlere karşı bile savunmadılar beni. “Normal” bir aile ortamında, “normal” iki abiyle evin ötekisi olarak büyüdüm. En güzel zamanlarımda bile beni bağlayan, tam potansiyelime ulaşmamı engelleyen zincirler ile büyüdüm. Arkadaşlarım “genç olurken”, sevgilileri ile gezip saçma sapan hareketler yaparken bana hiç bu imkan verilmedi. Hiç genç olamadım, sevgilimin elinden tutamadım, bağıramadım.

Siz hiç ikiye bölündüğünüzü hissettiniz mi? Hiçbir zaman birleştirilmeyecek bir şekilde ayrıştığınızı? Eşcinseller bu duyguyu anlar, özellikle de uzun bir süre açılmamış olanlar. Artık eşcinsel kimliğiniz ve “gerçek” kimliğiniz o kadar çatışmaya başlar ki, sanki hiç bitmeyen bir kimlik bunalımına girmişsiniz gibi olur. Her şeyi kontrol etmeye çalışırsınız ama olmaz, bu süreç eski kimliğin kül olmasına kadar sürer. Eski kimlik kül olduktan sonra ortada tek bir kişilik kalır ama bu yaralı bir kişiliktir.

Çoğu toparlayamaz zaten. Kendini hedonist bir yaşama verir. İmam Hatipten çıktıktan sonra mini etek giyen sümeyyeden farkı yoktur aslında. Aktivizmin önemi buralarda kaybolur. Kendi komünitesinde mutludur, toplum yatak odasına karışmadığı için sesini de çıkartmaz. Bu adeta bir suskunluk sarmalıdır. Kaldı ki haklarını istediğinde sürekli sindirilmiş, bu şekilde büyümüş bir azınlığız biz.

Yine de, Türkiye'deki eşcinsel hareketinin gelişmemesinin tek nedeni biz lubunların konformist tutumudur. “Niye sivrileyim” diye hakkını aramayan, “bunlar gereksiz yeağ” diyerek her yerin kendi yaşadığı entellikte olduğunu düşünen berkecanların suçudur bu. “Translar ölüyor ühühühü” dedikten sonra “bağ benim belletirim, am benim dillletirim” tarzı sloganlar atan sözde eşcinsel örgütlerinin suçudur bu.

Tarihte haklarını “sivil itaatsizlik” ile alan tek bir azınlık yok. Modern Eşcinsel Tarihi [Compton olayı gibi birkaç şeyi saymazsak] Stonewall ile başlar. Marsha Johnson, sonucunu bilmeden polise bir tuğla fırlatır. Arkasından GLF, OutRAGE, Lesbian Avengers gibi oluşumlar kurulur zaten. Türkiye'de bunu kim yapabilir? Yapamaz kimse. Anca olanlara üzülüyor gibi yapıp hedonist hayatına devam eder. Bahsettiğim Amerika da, 1960'larda oldukça muhafazakardı.

Bu yüzden her gün üzgün uyanıyorum. Biz cesur olamadığımız için bizim yaşadıklarımızı tekrar yaşayacak, zorbalığa uğratacak, aynı şeyleri yaşayacak eşcinseller doğuyor her gün. Ve hepsi, bizim suçumuz.
9

amok koşucusu

franz
Stefan Zweig'in 1922 yılında yayınlamış olduğu öyküsü.

Gemi yolculuğu sırasında yıldızları izlemeye giden bir kişi, orada saklanmış bir başka kişi olduğunu görür. Saklanan adam iki gece sonra bir yerde doktorluk yaptığını, doktorluk yaparken başına gelen ve kendisini rahatsız eden olaylar yumağını anlatır. İşin içinde bir kadın, kimsenin öğrenmemesi gereken bir sır vardır.

Amok ise malezya endonezya da bir hastalığa verilen addır. Bir kriz durumudur. Bu duruma yakalanan kişi durmadan ve hiçkimseyi görmeden koşmaya, önüne geleni öldürmeye yok etmeye çalışır. Olay bittikten sonra ise etrafında olup bitene anlam veremez, çünkü bir nöbet halidir.

Kitabı okuyun, okutun. Çeviride hata olmadığı, insanın damağında okuma zevki bıraktığı için iş bankası kültür yayınları modern klasikler serisi kitabını öneririm.

Kürt

moskovakurdu
Bu başlığı görünce hiç şaşırmadım. Yine aynı kişiler hep kendi bilen bilir zaten üstüne alınmasın bazı şahıslar. Neymiş bunu yapıyormuş, yok öyleymiş. Kürtler bunu asla unutmasın ki boyun eğmediği için sizde olan bu gocunmalar. Önce kendi pisliğinizi temizleyin sonra gelin kürtlere atın.

Dediğim gibi her şey kürtlerin boyun eğmediği için oluyor, yaşasın kürt halkının onurlu mücadelesi. Bir gün güneş sizin için doğacak.

Gelip yorum atıp o küçük aklınızla beni meşgul etmeyin canım benim sizden daha önemli yapmam gereken işler var zaman kaybı yaratmayın bana.