wristcutters a love story

pencere
çok sevip değer verdiğim bir dostumun bana sabah 4 sularında konusunu heycanla anlattığı filmdir. ve arkadaşlığımız boyunca bana önerdiği ilk ve tek film. sabah yedi sularında, hayatımda ilk defa bir filmi, imdb'de araştırmadan, hakkında sözlüklerde yazılan bütün entryleri okumadan oturdum izledim.

kanaatimce bu dünyanın insana yaşattığı acılarla baş etmenin iki sağlam yolu vardır. acılarını yaratıcı bir biçimde ironileştireceksin. ya da intihar edeceksin. bu dünyada insanın insana ettiği bütün zalimliklere diyecek bir çift sözüm var. fakat intihar eden insanlar hakkında arkalarından zalimce sözler duyunca içimden sadece için için ağlamak geliyor. sanırım bu halde linç kültürünün bir parçası. intihar etmek asla tasvip edilecek bir irade değildir fakat yine de kişinin kimseye zarar vermediği bir öz yaşam iradesidir. gerçi son zamanlarda, dünyanın en iyi insanları olarak nitelenebilecek vegan dostlarımızın bile sosyal medyada lince uğradığını görmekteyim. evet gerçekten acılar içinde bir dünya burası. ama bir gün mutlaka birbirini hiç tanımayan insanların bile yaşam iradesinde birbirleriyle ortaklaşacakları günlerin tekrar geleceğinden hiç şüphem yok.

film bir intihar ironisi filmi. sevgilisinden ayrılan genç dostumuz, ona güzel hatıraların verdiği ızdıraba dayanamaz ve bileklerini keserek yaşamına son verir. sanırım ben bir gün intihar etsem asla böyle bir yol seçmezdim. sebebi ise, organlarımın daha sonrasında başka bedenlerde bir işe yaramayacağı sorunsalı. size de tavsiyem ilaa böyle bir eylemsellik içine girecekseniz organlarınızı mutlaka bağışlayın.
daha önce aşk acılarının ironileştirildiği çok sayıda başarılı film izledim. bu tür filmleri izlemek iyi geliyor bana. aşk acısı çekerken aptal saptal hatıralar içinde boğulacak kadar kötü olan tek geri zekalı olmadığımı beyaz camda, ya da perdede görmek güzel. belki de ilk defa bir intihar ironisi filmi izledim. iyi de kotarılmış. bu türde bir filmin müziklerini sadece gogol bordello yapabilir. gerçekten de müzikler filme bambaşka bir güzellik katıyor.

filmde intihar eden insanların öldükten sonra araf bir evrende bu dünyanın tıpkısı bir dünyada, diğer intihar eden insanlarla yaşadığını anlatıyor. yine yoksul bir yaşam var. anlayacağınız hayat aşk acısı çekenler için orada da güzel türkümüzde dediği gibi ''bu yıl bize gülmek haram, belki seneye'' halinde geçiyor.
filmde intihar eden genç dostumuz, o evrende yoksul emekçi bir hayat sürerken, uğruna intihar ettiği güzel kızın da ondan sonra intihar edip aynı evrene geldiğini öğreniyor. oradaki kankasıyla birlikte külüstür bir arabaya atlayıp başlıyorlar yenge hanımı çöl yollarında aramaya.

yolda genç bir kadın otostopçuya rastlayıp arabaya alıyorlar. genç kadın israrla o evrenin yöneticilerini aradığını ve kendisinin intihar etmediğini, neden bu evrene düştüğünü sorguluyor. filmdeki kahramanlarımız ona sürekli bu evrende böyle yetkililer olmadığını ve bu aramadan vaz geçmesi gerektiğini öğütlüyor.
siz hiç bu dünyada tanrıyı aradınız mı? düşününce gerçekten de bu dünyada bunu yapmak için geçerli bir nedenimiz yoktur. ama öbür tarafta bir yanlışlık olup oraya gittiğinizi düşünmeniz yeterince geçerli bir sebeptir.
aslında filmde kadının güzel öz yaşam gücüyle erkeğin yaşam gücü çok iyi yansıtılıyor. erkek öldükten sonra bile hala geçmişin gölgesini öpmeye çalışırken kadın bundan sonraki yaşamın güçlü çabasında.

yolda gittikleri külüstür arabanın farları bir türlü yanmıyor. farları ne kadar iyi ustalar tamir etmeye çabalasa da herkes bunların tamir olmasının imkansız olduğu iddiasında. yolda otostopçu kadının aklına bir düğmeye basmak geliyor. ve farlar yanıyor. gerçek hayatta böyle değil midir? yaşam ışıkları yansın diye bir sürü komplike hesaplar yaparken belki de sadece birisinin yaşamınızda bir düğmeye basması gerekiyordur. keşke insanlar bunu kendisi de yapmayı öğrense. gerçi sen yola çık elbet bir yoldaş bulursun demek geçiyor içimden lakin, bu her zaman böyle olmuyor.

filmden çıkardığım cümlelerden biri de, mucizenin hiç bir zaman somut bir durum olmadığı gerçeği. mucize dediğimiz kavram her zaman için bir mucize beklemektir. önemli olan yaşamın bize verdiklerini, ellerimiz, gözlerimiz, zihnimiz yani her duyu organımızla müthiş anlayıp tanımaya çalışmaktadır.
bu da bir mucize değil irade işidir.

ebebeynlerin biz acı çekerken, bazen sadece bir vicdan azabı oldukları çok sade ve güzel biçimde yansıtılmış.

fakat filmin sonu tamamen kıt abd izleyicisine göreydi. sonu çok daha yaratıcı bir şekilde düşünülebilirdi.
hee canım hee, hastanede yoğun bakımda sağımıza dönünce orada bize gülümseyen güzel bir esmer kız olacak hee.