sözlük yazarlarının ruh hali

the spook
vizelere çalıştığım ve bazı işlemiş olduğumuz konulara ilk kez rastladığım için; sürgünden cumhuriyet türkiye'sine, 'hiçbir zaman ilerleyemeyecek, her zaman yerinde sayacak' düşüncesiyle geri döndüğünde, üretimci ve ilerlemekte olan bir türkiye ile karşılaşıp ölümüne kadar o şoku atlatamayan ve ilk kez gördüğü şeyler yüzünden yazılarında neredeyse tarz değişikliğine gidecek olan mehmet akif ersoy gibiyim.
pencere
affedersiniz ama bok gibiyim efendim. hatta barış abiden kopya çekip diyebilirim ki,
sözüm meclisten dışarı dostlar
bugünlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum
hani dilim dilim doğrasalar beni
marmara ege karadeniz ve hatta akdeniz cacık olur diyorum

öğünmek gibi olmasın ama dostlar
kendimi hıyar gibi hissediyorum
hani ince kıyım doğrasalar beni akdeniz cacık olur diyorum
ve hatta atlas okyanusu ve hatta hint okyanusu
ve hatta hatta büyük okyanus bile cacık olur diyorum
böyle cacığa rakı mı dayanır
çivi çiviyi söker derler soğuktan donanı buzla ovarlar
ben zaten yanmışım dostlar peki beni fırına mı koysalar
zeytin suyuna kuru ekmek böyle gelmiş böyle gidecek...

bugün benim doğum günüm. gece bom bok bir rüya gördüm. bir otobüste çok mutlu bir yolculuk yapmaktaydım. heyecanlıydım. fakat hep aynı mola yerinde bir şeyler oluyor ve hareket etmiyordu otobüs. üst üste bir kaç defa gördüm hatta aynı rüyayı.

dinlemekten akrepler kadar çok korktuğum şarkılar var benim. işe gitmek için hazırlanırken açtım dinledim bir tanesini yaradana sığınıp. hani ezginin günlüğünün;
bir kus ucar gökyüzünde süzülür
bir cocuk bütün oyunlara yazilir
bir gül kokar tüm cicekler ezilir
bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir

yüzünü görmem, yerini sormam
elini tutmam oy oy
seni hic unutmam

tenine degmem, sesini duymam
adini koymam oy oy
sana hic doymam...

üst üste dinledim dinledim zırladım. kimse görmedi. fakat işte birilerinin bari burada bilmesini istedim. zerre gram yaşamak istemiyorum. hayır, intihar falan edecek değilim. içimde bir parça onur taşıyorum. biyolojik ailemin ve beni bir zamanlar çok seven hiç bir insanın benim adıma utanmasını istemem.

böyle işte. bir de babamın öldüğü yaşa girdim.

bir de, iki düğme iki ayrı kolda, bizim gibi ayrı yolda.
bir de, offf barış abii off....

pencere
rutin berbatlığımın en dibindeyim. epeydir rutin berbatlığımı zekaya dayalı ironilerle yönetip aşabiliyordum. yılların tortusallığı saçmalıklarımı, ızdıraplarımı, hatalarımı gözmezden gelebiliyordum. çok uzun zamandır dram içeren hiç bir şey izlemiyorum mesela. hakiki bileylerle sivriltilmiş şarkılar dinlememeye dikkat ediyorum. bugün her şeyin boka sardığı ve geriye dönmeye iplik yetmeyecek kadar bir keşmekeşte hissediyorum kendimi. işten geldim yemektir falan filan derken sarılacak yarım kiloya yakın tütünüm olduğunu farkettim. sararken dedim bir de film izleyeyim. youtube'de önerilen videolarda sarı mercedes filmi çıktı. harkülade bir filmdir. 20 seneye yakın olmuştur ilk defa izleyeli. bugün en berbat anlamsızlığımda harmanlı günümde en yapmayacağım şeyi yaptım açtım izledim. tortular tortular üzerine bindi. açtım bir de bu şarkıyı dinliyorum. ruh halimin özet arzı bu şarkıdır.

tanım: her şey çok kötü ve nah her şey iyi olacak.


not: çok fazl kafama göre yazdım. kusura bakmayın.

pencere
teknoloji hususundan hiç anlamam fakat bazı akıllı cep telefonu markalarının 5 sene içinde işlevsizleştiğini duymuştum. artık bir akıllı telefonun yapması gerek programlar güncellenmiyor, indirilemiyormuş. telefon aynı çok uzak ataları gibi ''alo-alo'' amacıyla kullanılabiliyormuş.

ben de kendimi bir süredir bu duruma yakın hissetmekteyim. çok uzun zaman önce kadrini bilmediğim güzel bir hayatım vardı. bilançosunu, muhasebesini yapacak değilim. kendime yeterince özeleştirisini verdiğim kanısındayım. sonrasında ayağa kalkıp yürüme adına hayatımın çayına kahvesine çok şekerler katmaya çalıştım. fakat bu şeker dediklerim hiç de somut şeyler değildi. neden bu durumu şeker sözcüğüyle ifade ediyorum bilmiyorum. benim ruh halim benim kararım. açılacak yepyeni evrenlerin hayalini düşünü yarattım. tırnaklarıma kadar yeni bir yaşam yaratmak için uğraştım olmadı.
aynı sisifos gibi hissediyorum kendimi. hani büyük bir kayayı sürekli bir uçurumdan yukarı taşımakla cezalandırılmış fakat her başarılı olduğunda kendini tekrar uçurumun aşağısında kayayla bulan yarı tanrı sisifos.

albert camus bence çok yanlış şekillerde sisifos'u över. bence yaptığı yanlıştır. sisifos'un bu kısır döngüden kaçma yollarını araması gerekir. sorgulaması gerekir. bugün artık ben sisifos'dan geri hissediyorum kendimi. onu çok eleştirsem de hala bir amaç için uğraşmakta. bense artık işlevi yitmiş bir akıllı telefon gibi yaşıyorum. alo-alo.

bıktım.
pencere
bugün iş çalıştığım kurumda 40 yılda bir, bir insanla ben de normal insan sohbeti edeyim dedim. çay getiren müstahdem arkadaşımız neslihan'a, ''neslihan ne zaman bir annelik yapacan da evlendirecen beni'' diye sordum gayrı ihtiyari. hatta tamamen laf olsun diye.
neslihan'ın bugüne kadar açık sözlülüğünü hep çok sevmişimdir. lakin işte insan oğluyuz, açık sözün ucu bize dokunduğu zaman kulaklarımızda patavatsızlık olur patlar hadise. neslihan dedi ki;
''abi evin araban var mı?''

yok.

kızgınlığım yahut cahil şaşkınlığım neslihan'a değil. ''ulan bu yaşa geldim hala evim arabam neden yok'' tarzında kendime hiç değil.
2 yıldır, 4500 kişinin çalıştığı bir kurumda çalışıyorum. sanırım bu 4500 kişinin kahir ekseri beni ismen ve cismen tanır. hepsinin kötü gününde yanında olmaya çalışmışımdır. bir çoğu için bütün kredimi ve şartları zorlayıp olmazı olur kılmışımdır. en tepe amirimden, en ast çalışan arkadaşlarıma kadar bir saç teli inceliğinde bile saygıda fark gözetmemişimdir. fakat işte hayatın genel gerçeği ''evin araban var mı?''

bugünlük yıkkınım. bugün yine bizim kaybettiğimiz bir gezegende yaşıyoruz. saçma sapan bir iyimserlikle söylemiyorum fakat sonunda biz kazanacağız. yahut günün sonunda hepimiz kendi yaptığımız beton binaların altında kalacağız. yahut birilerinin son model arabaları ruhumuzun üstünde geçe geçe bizi bedenen de parçalayacak. bu ki dünyanın sonudur.
fakat masmavi dünya güzellikle yeniden doğacak.

bir de her biji elvis presley. ne alakası var aq diyebilirsiniz demeyin. hal benim, ruh benim.

pencere
yıllardır yalnız uyuyup yalnız uyanmaktan uyanasım gelmiyor artık. fakat salt sevişmek için ilişki biçimleri yaşamamak gibi de kati bir prensibim var uyguluyorum. kitap okumayan hiç bir insanla sevişmemek gibi de prensibim korunaklı duruyor kirletmedim. bu girinin sonu kitap okuyan qızlar eqlesine varmayacak pek tabii. fakat ne yalan söyleyeyim belli bir yaştan sonra yalnız uyuyup yalnız uyanma hali insanı lanetlenmiş hissetiriyor. yine de skimi keserim kasaba minnet etmem.

bir de ne diyor muhteşem insan ahmet kaya muhteşem bir şarkısında;

birazdan kudurur deniz
birazdan dalgaların sırtından
üst üste fışkıran rüzgarlar
bir intikam gibi saldırınca üstüne.
yüzüne şarkılar çarpar, yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın
sen artık, sen artık buralarda duramazsın.

"artık sazın bağrı mı olur
kimsenin bilmediği bir ağrı mı
gider kendine gömülürsün
yoksa bu şehir bu sokaklar
seni alır kullanır seni alır kullanır
santim santim çürürsün."

bazen bir uçurum kalır
bazen de martıların ardından
velvele koparan bir leş kalır
bir intihar gibi puşt olunca sevdalar.
sırtını duvara yaslar, sırtını ağaca yaslar susarsın
sen artık hiçbir sözü, hiçbir sözü kaldıramazsın.

şimdi bir yeni sevda mı olur
kimsenin kapını çalmadığı bir inziva mı
tutar sıfırdan başlarsın
yoksa bu ilişkiler bu zaaflar
seni yiyip bitirir, seni yiyip bitirir
dirhem dirhem azalırsın...
pencere
nazım'ın tercümesiyle anlatmak istiyorum;

geçip gitmiş günler gelin
rakı için sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden

ilerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selam yollasınlar
geberiyorum kederden

başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin
geceye varmadan yahut
çok büyük olabilirsin