osmanlı devletinin çöküşünü hızlandıran ekonomik etkenler

laik bir hanim
Sanayi devriminden önce, 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı Devleti sanayi, bilim, teknoloji ve daha birçok alan da dahil Batı Avrupa'nın ilerisindeyken, 18. ve 19. yüzyıllara gelindiğinde;

- Batı Avrupa'nın sanayi devrimini gerçekleştirerek birçok alanda makine üretimine geçmesi,
- Osmanlı'nın sanayi devriminin dışında kalması,
- Savaşlardaki toprak kaybı,
- Özellikle sanayi devriminden sonra imzalanan serbest ticaret anlaşmaları ile Osmanlı pazarının ticarette dışa açık bir yapıya dönüşmesi,
- Osmanlı'nın geleneksel kurumsal yapısındaki bozulmalar87,
- Dünya ticaretinin Akdeniz limanlarının dışına kayması,
- Altın ve gümüş miktarının artması sonucu oluşan para-fiyat dengesizliği88 gibi nedenler siyasi, askeri ve ekonomik güç dengesinin Osmanlı aleyhine Batı Avrupa ve Rusya lehine değişmesine neden olmuştur.

Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran gerek içsel gerekse de dışsal nedenlere bağlı olarak 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı ekonomisinde ciddi bozulmalar meydana gelmiştir.

Osmanlı ekonomisinde yaşanan bu olumsuz gelişmeler başta tarım, sanayi, hizmetler, ulaştırma, madencilik ve dış ticaret olmak üzere birçok alanda kendisini hissettirmiştir.

Osmanlı Devleti'nin Cumhuriyet'in kurulduğu yıllara nasıl bir sektörel yapı bıraktığını incelemek Osmanlı'nın son dönemde yaşadığı bunalımın anlaşılmasına ve Cumhuriyet'in nasıl bir ortamda kurulduğunu kavramamıza yardımcı olacaktır.


Tarım Sektörü

Osmanlı Devleti'nin ekonomisi 19. yüzyılda Batı'da yaşanan sanayi devriminin dışında kaldığı için tarıma dayalıdır. Osmanlı ekonomisinin bu özelliği Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar da değişmemiştir

Osmanlı tarımında hemen her bölgede tahıl ekimi bitkisel üretimde belirleyici durumdadır. Ekilebilir alanların bir kısmı mera'lardan bir kısmı da bakımsızlıktan bataklıklardan oluşmaktadır. Mera'ların yaygın oluşu hayvancılığı yaygın hale getirmiştir

Osmanlı ekonomisi tarıma dayalı bir ekonomi olmasına rağmen, tarımsal üretimin temelini oluşturan toprak mülkiyeti 19. yüzyılda değiştirilmiş, bu durum da tarımsal üretimin düşmesine neden olmuştur.

Osmanlı'da toprak rejimi dirlik sistemine dayanmakta ve bu sistem aracılığıyla devlet ekonomik, askeri, mali ve sosyal hayatı kontrol altında tutmaktadır

.
Osmanlı Devleti'nde toprak rejimi ürünün alınış biçimine göre

öşiriye,
haraciye ve
arz-ı miri olarak üç bölüme ayrılmaktadır.

Osmanlı Devleti'nde toprak rejiminin uygulandığı topraklar arz-i miri topraklarıdır. Bu topraklar devlete aittir ve köylü kiracı niteliğindedir. Köylü ürününün büyük bir bölümünü devlete vermektedir.

Ancak 16. yüzyılın sonlarından itibaren miri sistem, devletin ekonomik yapısının bozulmasına bağlı olarak değişmeye başlamıştır. Devletin gelir gider dengesi arasındaki açığın giderek artması üzerine miri sistemden iltizam usulüne geçilmiştir.

Bu sistemde devlet tarım gelirlerini askerin elinden alarak belli bir kira karşılığında mültezimlere bırakır. Ancak bu uygulama mültezimlerin aşırı kar hırsı nedeniyle istenilen sonuca ulaşılamamasına neden olmuştur. Köylü üretim araçlarından kopmuş ve tarımsal üretim düşmüştür.

Osmanlı'nın son döneminde her alanda olduğu gibi zayıflama tarımsal kesimde de olmuştur.

Ayanlar, beyler ve ağalar toprak mülkiyetine el koymuş, 1808 Sened-i İttifak'ıyla da varlığını resmen kabul ettirmiştir. Ancak her şeye rağmen toprağın mülkiyetine sahip olamamışlardır. Toprakta özel mülkiyete izin ancak 1926 Medeni Kanun'la sağlanmıştır

I. Dünya Savaşı yıllarında yaklaşık üç milyon çalışma çağındaki nüfus askere alınmış, bu durum da işgücü eksikliğine neden olduğu için tarım sektörünün her alanda üretimin düşürmüştür. İthalat yapılamadığı için de önce kentlerde sonra da ülkenin her yerinde mal kıtlıkları yaşanmıştır

Tarım kesimi Osmanlı Devleti'nin son yıllarında milli hasılanın yaklaşık %65'ini sağlamakta 94 ve nüfusun yaklaşık %80'ine geçim kaynağı olmaktadır

1913-1914 yılları ile ilgili istatistik verilerine göre tarım sektöründe yaratılan hasılanın %80'i bitkisel, %20'si hayvansal üretimden elde edilmektedir.

Bitkisel üretim içinde tahıl %75'lik pay ile ilk sırada yer almaktadır


Sanayi Sektörü

Osmanlı Devleti'nin ekonomik yapısı tarıma dayalı bir yapıya sahip olduğu için, sanayi sektörü nispi olarak ikinci planda kalmış ve içinde bulunulan şartlarda sanayileşme çabaları başarıya ulaşamamıştır.
Bu durum da bugünkü Türkiye ekonomisinin sanayileşme seviyesinin Batılı gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmasının en önemli nedenini oluşturmaktadır

Ancak Türkiye'nin sanayileşme hareketi daha Batı'nın makineli üretime girmediği 15. ve 18. yüzyıllarda başlamıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti, sanayi yönünden dünyanın en ileri gitmiş ülkelerinden birisidir.
Özellikle Loncalar bu gelişmede önemli bir paya sahiptir. çinicilik, dokumacılık ve gemi yapımı gibi sanat dalları çok ileri düzeye yükselmiştir.

Osmanlı'nın sanayi devrimine ayak uyduramaması, batılıların da bu tarihten sonra Osmanlı'yı bir hammadde deposu olarak kullanmalarına neden olmuştur.

Sanayi devriminden sonra yaşanan bu gelişmelerle birlikte Osmanlı sanayisinde gerilemeler başlamıştır.

Osmanlı'da sanayinin gelişememesinin diğer bir önemli nedeni ise, Müslümanların seneler boyu süren askerlik hizmeti ve savaşlar nedeniyle iş kurma ve iş sahibi olma şansına sahip olamamaları ve bazı ülkelerle imzalanan ticaret anlaşmaları sonunda ülkenin korumacı bir gümrük yapısından uzaklaşarak dışa bağımlı hale gelmesidir

Osmanlı Devleti'nde sanayinin gelişmesi için sarf edilmeyen fiziksel çabanın yanında düşünsel anlamda da sanayileşme fikri, II. Meşrutiyet'in 1908'de ilanına kadar pek bir gelişme göstermemiştir.

II. Meşrutiyet'in ilanından sonra, sanayileşme olmadan ekonomik gelişmenin sağlanamayacağını savunan fikir ve devlet adamlarının sayısı artmaya başlamıştır.

II. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte gelişen milliyetçilik akımının etkisiyle, her alanda olduğu gibi iktisadi alanda da milliyetçi bir politika izleyen İttihat ve Terakki Hükümeti, 1913'de sanayileşmeyi özendirmek amacıyla Teşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkati'ni yürürlüğe koymuştur.

Ancak 1914 yılında çıkan I. Dünya savaşı nedeniyle pek fayda sağlanamamış ve sanayileşme hamlesi başarıya ulaşamamıştır









1913-1915 yılları sanayi istatistik bilgilerine göre Osmanlı sanayisinin sektörel yapısını, tablo 1 yardımıyla incelememiz mümkündür.


Osmanlı sanayisinin üretiminin %70,3'ünü gıda maddeleri, %11,9'unu dokuma, %8,3'ünü deri, %6,1'ini kırtasiye, %2,2'sini kimya, %0,8'ini ağaç ve %0,3'ünü toprağa dayalı ürünler oluşturmaktadır.

Osmanlı sanayisi ağırlıklı olarak tüketim malları üretiminde yoğunlaşmıştır. Ara malı ve yatırım malı üretimi yok denecek kadar azdır.


. Hizmetler Sektörü

Osmanlı Devleti'nde hizmetler sektörü I. Dünya Savaşı'ndan hemen önce GSMH'nın yaklaşık %33'ünü oluşturmaktadır. Hizmetler sektörü Osmanlı Devleti'nin son döneminde hızlı bir gelişme göstermiştir.

Ekonominin açık pazar haline gelmesi sonucu bankacılık, demiryolu işletmeciliği ve dış ve iç ticarette önceki dönemlerde görülmemiş bir gelişme kaydedilmiştir. Bu sektörlerin gelişiminde ekonominin dışa açılmasının ve Batılı kapitalist ülkelerin Osmanlı Devleti'ndeki iktisadi çıkarlarını arttırmak için yaptıkları yatırımların önemli bir rolü vardır

Hizmet sektörünün hızlı gelişim göstermesine olanak sağlayan yabancı sermayeli şirketler yatırımlarında önceliği demiryolları, limanlar gibi ulaştırma alanına vermişlerdir

Yabancı sermayenin Osmanlı Devleti'nde karlı bulduğu diğer bir alan ise bankacılık sektörüdür. Ekonominin diğer alanlarında olduğu gibi bankacılık alanında da II. Meşrutiyet döneminde milli bir uyanış olduğu görülmektedir.

Terakki Hükümetleri çeşitli engellemelere ve karşı çıkmalara rağmen savaş yıllarında devlet bankası olarak tasarlanan Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası'nı 1917 yılında kurmuştur1.

Osmanlı döneminde yabancı sermaye yatırımlarından sırasıyla demiryolları, bankacılık ve sigortacılık hizmetleri en büyük payı almaktadır. Bunları sanayi, elektrik, tramvay, su, liman ve rıhtım, madenler ve ticaret hizmetleri takip etmektedir.


5.2.4. Dış Ticaret

Batılı ülkelerde Sanayi Devrimi devam ederken, Osmanlı Devleti'nde iktisadi hayatın önemli bir unsurunu oluşturan ticaret, devletin kontrolü altında yürütülmektedir
Devletin kontrolü altında sınırlar içinde yapılan ticaret öncelikli olarak kırsal ve kentsel alanlar arasında mal değişimini arttırırken, bölgeler arasında iş bölümünün gelişmesine yardımcı olmaktadır.

Osmanlı Devleti'nin sınırları dışında yapılan ticarette ise, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde üretilmeyen mallar temin edilmeye çalışılmaktadır. Bu durum da çeşitli kentlerde dış pazar için üretim yapan ekonomik birimlerin gelişmesine yardımcı olur

Osmanlı dış ticaret politikası, geleneksel olarak ülke içinde mal bolluğunu arttırarak, ekonomik karlılığı, özellikle de fiyat karlılığını amaçlayan ithalatı teşvik edici, ihracatı kısıtlayıcı bir uygulamaya dayanır.

Uygulanan bu politikaları desteklemek amacıyla ihracat yüksek oranlarda vergilendirilirken, bazı mallara da ihracat yasağı konmaktadır.

Kapitülasyonların da desteklediği ithalatı teşvik edici dış ticaret politikası ile birlikte, 1838 yılında İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında yapılan Balta Limanı Anlaşması ve bunu takip eden yıllarda Fransa ve diğer Avrupa devletleri ile yapılan benzer nitelikteki anlaşmalar, Osmanlı Devleti'nin gümrükleri üzerinde diğer Avrupalı devletlere sayısız ayrıcalıklar tanımak suretiyle, engelsiz bir ticaret rejimi geliştirmelerine imkan sağlamıştır.

Bu durum aynı zamanda Osmanlı ekonomisinin gelişen Avrupa sanayisi için açık bir pazar haline gelmesine yardımcı olmuştur

17. ve 18. yüzyıllarda Osmanlı Devleti'nde böyle bir ticaret politikası uygulanmasına karşın, Avrupa devletleri, ülkelerinin milli servetini oluşturan altın ve gümüş miktarının arttırılması ve bu amaçla dış ticaret fazlası şeklinde tanımlanan ihracatı arttırmak, ithalatı kısmak ve yerli üreticiyi dış rekabetten korumak amacıyla Merkantilizm adı altında bazı ticaret politikaları uygulamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu ise aynı dönemde Avrupalı devletlerin uygulamış olduğu Merkantilist politikaların tersine politikalar izlemiştir.


Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun öncelikli olarak izlediği ticaret politikasının amacı, ülkenin temel gereksiniminde kullandığı malların darlığının önüne geçmek ve vergi gelirlerini arttırmak olmuştur

Osmanlı Devleti'nde Merkantilizm karşıtı politikalar 19. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.

19. yüzyılın sonlarından itibaren kamu gelirlerini arttırmak, diğer bir taraftan da yerli üretimi dış rekabete karşı korumak amacıyla, öncelikli olarak ithalat vergilendirilmeye çalışılmıştır.

Yine bu dönemde Osmanlı Devleti'ni dışa açık bir pazar konumuna getiren, 1838 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan ticaret anlaşmasının geliştirilmesine çalışılmıştır.

Bu çalışmalar sonucunda 1869 yılında ithal ürünlerin vergi oranları %8 olarak belirlenmiştir. Bunun yanında ihracata konu olan malların vergisinin her yıl %1 oranında azaltılmasına karar verilmiştir.

Duyun-u Umumiye için kullanılmak üzere ithal malların vergisinin %3 arttırılması konusunda anlaşma sağlanmıştır

1830-1911 yılları arasında Osmanlı'nın ihracatı istikrarlı bir artış eğilimi göstermiştir.

Aynı dönem içinde Osmanlı'nın ihracatından, ilk yıllarda en fazla pay alan ülkeler sırasıyla Avusturya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya olmasına karşın, bu sıralama dönemin sonlarına doğru İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve Rusya şeklinde yeniden şekillenmiştir.

ithalatın ihracattan daha hızlı artması Osmanlı Devleti'nin dış ticaret açıklarının giderek büyümesine neden olmuştur

1886 yılında %8'e düşürülen ithal vergi oranları, Avrupalı devletlerin ısrarları sonucunda tekrar 1914 yılında %15'e çıkartılmıştır. Ancak I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Osmanlı Devleti, kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırdığını açıklamış ve gümrük vergilerini de değer üzerinden %15-16 olarak belirlediğini bildirmiştir

1915 yılında ise aynı vergi tekrar %30'a çıkartılmıştır. Ancak 1916'da, Sir Grawford isimli bir İngiliz uzmana hazırlatılan ve geliştirilmesi istenen sanayi kollarını dış rekabete karşı korumak amacıyla ithal edilecek her mal grubu için spesifik gümrük vergisi konulmuş ve böylece ad valorem gümrük vergisi terk edilerek spesifik gümrük tarifesine geçilmiştir

Uygulanan bu politikalar, Batı Avrupa'da başlayan Endüstri Devrimi ve Batılı güçlerin kapitülasyonları oldukça karmaşık hale getirmesi gibi sorunların çözümü için yeterli olmamıştır.

Bu sorunlara çözüm üretemeyen Osmanlı, bu tarihten sonra ciddi dış ticaret açıkları ile karşı karşıya kalmıştır. O dönemde verilen bu dış ticaret açıkları Osmanlı'nın yıkılışında önemli bir rol oynamıştır
.

Artık 1920'li yıllara gelindiğinde Madenleri ve tarımsal ürünleri işleyemeden hammadde ve gıda maddeleri satan, işlenmiş mamul ve hazır yiyecek satın alan, Avrupa rekabetine açık bir ülke Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte teslim alınmıştır.

Dış Borçlanma

Osmanlı Devleti duraklama dönemine kadar herhangi bir finansal sorunla karşılaşmamıştır.

Ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren dış borçlanmaya gidilmiştir.


Bu durumun nedenleri, 16. yüzyıldaki kronik mali açıklara dayanmaktadır. Merkezi hükümetin, faaliyetlerini devam ettirebilmesi için yapmak zorunda olduğu harcamaları içerden karşılamakta çektiği güçlükler, Avrupa ülkelerinden borç istenmesi önerilerinin daha 18. yüzyılda ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Ancak borç istenecek ülkelerin istekli görünmemesi, bu önerilerin uygulanmasını engellemiştir

Osmanlı Devleti ilk dış borçlanmasını 1854 yılında Kırım Savaşı'na girmesi nedeniyle yapmıştır. İngiltere ve Fransa'dan 5.5 milyon Osmanlı Lirası borç alınmıştır.

Daha sonraki yıllarda artan dış ticaret ve bütçe açıkları nedeniyle alınan borçların, yatırımlarda değil de lüks tüketim ve askeri harcamalara gitmesi, alınan borçların anapara ve faiz ödemelerinin geri ödenmesini zorlaştırmıştır.

İlk borcun alınmasından daha yirmi yıl bile geçmeden Osmanlı Devleti iflasını açıklamıştır


Bunun üzerine Osmanlı borçlarının idaresi ve düzenli ödenmesi için, alacaklı devletlerin katılımı ile Duyun-u Umumiye İdaresi kurulmuştur. Duyun-u Umumiye İdaresi'nin Osmanlı mali teşkilatı içindeki yeri zamanla genişlemiş ve I. Dünya Savaşı'ndan önce bu idare ikinci bir maliye bakanlığı haline gelmiştir

Osmanlı Devleti 1854–1914 yılları arasında elde edilen 222 milyon Osmanlı Lirası tutarındaki borç tutarı karşılığında, aynı dönemde 164 milyon Osmanlı Lirası faiz, 70 milyon Osmanlı Lirası karşılında ise anapara ödemesi yapmıştır

Daha sonraki yıllarda Osmanlı'nın borçları Lozan Barış görüşmelerinde en önemli tartışma konularından birisi olmuştur.

Lozan Barış Anlaşması ve 1928 tarihli Paris Anlaşması vesilesi ile yapılan çalışmalarda, Osmanlı Devleti'nin 1854-1914 yılları arasında 24 defa borçlandığı ve 1928'de borçlarının toplam 161,3 milyon Türk Lirası olduğu tespit edilmiştir.

Bu borçlar, 1928 Paris Anlaşması ile mirasçı ülkeler arasında paylaştırılmış ve en büyük pay (84,6 milyon Türk Lirası) Türkiye Cumhuriyeti'ne yüklenmiştir


Ulusal Ekonominin İlkelerinin Belirlendiği Dönem (1923–1929)

Osmanlı Devleti'nin son sekiz yılı savaşlar içinde geçmiştir. Bu nedenle ulusal ekonomi tam bir çözülme ve çöküntü içindedir. Böyle bir ortamda başlayan Kurtuluş Savaşı da ülkenin beşeri ve fiziki kaynaklarını son noktasına kadar kullanmıştır. Başta Atatürk olmak üzere bu ülkeyi kurtaran yöneticilerin temel amaçları, yıkılmış harap olmuş bir ülkenin siyasal, sosyal, hukuksal ve ekonomik alanda atılımlar yapan batıya dönük modern bir ülke haline gelmesidir

Mustafa Kemal daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce 17 Şubat 1923'de, İzmir'de İzmir İktisat Kongresi'ni uygulanacak iktisadi kalkınma politikasının temel ilkelerini ve alınması gereken önlemleri belirlemek amacıyla toplamıştır. İzmir İktisat Kongresi'ne sanayici, tüccar, çiftçi ve işçi grubunu temsil etmek üzere 1135 kişi katılmıştır

17 Şubat 1923'de İzmir'de toplanan İzmir İktisat Kongresi'nin amaçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür

- Yeni kurulacak olan Türk Devleti'nin izleyeceği iktisat politikalarına ve oluşturulacak iktisadi sisteme ışık tutmak,
- Milli mücadele yıllarında Ankara ile sağlıklı ve yararlı ilişkiler kuramayan İstanbul ve İzmir'de bulunan sermaye çevrelerinin, Ankara Hükümeti ile iyi ilişkiler kurmasını sağlamak,
- Milli mücadeleyi yöneten askeri ve siyasi kadroların, toplumdaki bütün kesimlerin sadece askeri-siyasi alanda değil, ekonomik alanda da tam desteğine sahip olduklarını Lozan'daki taraflara göstermek ve Kapitülasyonlar'ın devamını isteyenlere millet olarak karşı olunduğunu göstermek,
- Batı Avrupa ülkelerine, Liberal düzenden Komünist düzene geçilmeyeceği tavrını belli etmektir.




İzmir İktisat Kongresi'nde ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar çerçevesinde, çiftçi, işçi, tüccar ve sanayi kesimine yönelik olarak şu kararlar alınmıştır

- Çiftçi Grubuna Yönelik Alınan Kararlar:
Reji idaresi ve yönetiminin kaldırılması,
tarımsal eğitim sorunun çözülmesi
köylerde yatılı köy okullarının açılması,
asayiş sorununun çözümü için gerekli önlemlerin alınması,
aşar vergisinin kaldırılması,
Ziraat Bankası Kanunu'nda değişiklik yapılması,
bankanın güçlendirilmesi ve tarımsal kredi imkanlarının arttırılmasıdır.

- Sanayici Grubuna Yönelik Alınan Kararlar:
Koruyucu gümrük tarifelerinin kabulü,
sanayicinin teşvik edilmesi amacıyla Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun revize edilerek tekrar yürürlüğe konulması,
sanayiciye destek olmak ve ucuz kredi imkanları sağlamak amacıyla bir sanayi bankasının kurulması,
sanayi eğitiminin düzenlenmesi,
sanayi odalarının çoğaltılmasıdır.

- Tüccar Grubuna Yönelik Alınan Kararlar:
Tüccara destek olmak ve uygun kredi imkanları sağlamak amacıyla bir ticaret ana bankasının kurulması,
kambiyo merkezlerinin millileştirilerek işlemlerin düzene konulması,
ulaştırma ve haberleşme alanındaki işlemlere kolaylık sağlanması,
yabancı sermayenin ülkeye giriş şartlarının belirlenerek ayrıcalıkların ortadan kaldırılmasıdır.
- İşçi Grubuna Yönelik Alınan Kararlar:

12 yaşından küçüklerin çalıştırılmaması
günlük çalışma saatlerinin 8 saat ile sınırlandırılması,
çalışma şartlarının iyileştirilmesi,
çalışanlara haftada bir tatil imkanı verilmesi,
sendika hakkının tanınması
1 Mayıs'ın işçi bayramı olması,
Asgari ücret kavramının kabul edilmesidir.


İzmir İktisat Kongresi'nde alınan bu kararların büyük çoğunluğu uygulamaya konulmuştur. Uygulamaya konulan bu kararlar Liberal içerikli kararlardır. Ancak bu karar ve prensiplerin bir kısmı doğrudan doğruya ekonomiye müdahale etme, bir kısmı ise dolaylı olarak ekonomiye müdahale niteliğinde olduğu için İzmir İktisat Kongresi'nce benimsenen sistem karma ekonomik sistemdir

Cumhuriyet'in kurulmasından sonra ulusal ekonominin ilkelerinin belirlenmesinde, Lozan Barış Antlaşması'nın ve bu anlaşmaya ek olarak imzalanan ticaret anlaşmasının hükümlerinin de etkisi vardır

Lozan Barış Antlaşması'nda üzerinde durulan bazı konular ise şunlardır

- Kapitülasyonların kaldırılması,
- Yabancılara tanınan ayrıcalıklar sorunu,
- Osmanlı borçları,
- Savaş zararları,
- Nüfus değişimi ve
- Musul sorunudur.

İktisat Kongresi kararları Lozan'da alınan kararların sonuçları ile birleştirildiğinde, ekonomik gelişmenin Cumhuriyet döneminde alacağı biçim ya da ekonomi politikasının ilkeleri açıklık kazanmaktadır.

Bu dönemde ekonomi politikasının yasal ya da kurumsal çerçevesi tamamlanmasına yardımcı olan belli başlı düzenlemeler şunlardır:

- 1924 yılında, İzmir İktisat Kongresi'nde alınan karar doğrultusunda yarı resmi özellik taşıyan ve özel sermayeli ilk Türk mali kuruluşu sayılan İş Bankası kurulmuştur.
- 1924 yılında çıkarılan bir kanunla ihracata dönük üretim yapan sanayilerin ithal hammaddelerin gümrük vergilerinden bağışık tutulması sağlanmıştır.
- 1925 yılında köylü üzerindeki vergi yükünü hafifletmek amacıyla aşar vergisi kaldırılmıştır
- 1925 yılında İsviçre Medeni Kanun kabul edilerek toprağın mülkiyeti konusu yasal bir temel oturtulmuştur.

- 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. kuruluşun görevleri Sümerbank'a devredilmiştir.
- 1925 yılında şeker üretimini arttırmak ve ithalata olan bağımlılığını azaltmak amacıyla şeker fabrikalarının kurulmasıyla ilgili bir kanun çıkarılmıştır.
- 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanun'u yürürlüğe konulmuştur.
- 1929 yılında Lozan Barış Antlaşması'nın gümrük tarifeleri ile ilgili hükümlerine, yerli sanayiyi korumak amacıyla son verilerek gümrük verileri %26'dan %38'e yükseltilmiştir.
- 1925 yılında Sanayi ve Ticaret Odaları ile ilgili yasalar çıkartılmış,
- 1926'da Başbakanlığa bağlı Devlet İstatistik Genel Müdürlüğü (daha sonra Devlet İstatistik Enstitüsü, DİE) kurulmuştur.
- 1930 yılında çıkarılan bir kanunla, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) anonim ortaklık statüsünde kurulmuş ve 1932 yılında faaliyete geçmiştir.

Cumhuriyet'in ilanından sonra geçen ilk on yılda, genel ekonomi politikasının, İktisat Kongresi'nde alınan kararlar, bu kararlara yönelik uygulamaya konulan yasal ve kurumsal düzenlemeler ve Lozan'da belirlenen sınırlamalar çerçevesinde kaldığı görülmektedir.

Bu dönemde ağırlıklı olarak Liberal bir ekonomi politika izlendiği görüşü hakim olmakla birlikte, bunu klasik anlamda devletin ekonomiye karışmaması anlamında değil, diğer dönemlerle karşılaştırıldığında ya da göreli olarak geçerli saymak daha doğru olacaktır.

Bu dönemde uygulamaya konulan ekonomi, yasal ve kurumsal politikaların bir sonucu olarak ülkenin sosyo-ekonomik değişkenlerinde meydana gelen değişim

1923-1930 yılları arasındaki sosyo-ekonomik değişkenler incelendiğinde; nüfusun, TL/Dolar paritesinin, GSMH deflatörünün, Kişi Başına GSMH'nın sürekli bir artış eğilimi gösterdiği,

ihracat ve ithalatın bazı dönemler haricinde artış eğiliminde olduğu,

büyüme oranlarının 1927 yılı haricinde oldukça yüksek seviyelerde gerçekleştiği ve

enflasyonun bazı yıllar haricinde sürekli azalma eğilimi gösterdiği görülmektedir



bu başlıktaki tüm girileri gör