confessions

unknown writer

Moderatör  · 6 Haziran 2017 Salı

  1. toplam giri 150
  2. takipçi 22
  3. puan 2511

düalizm

unknown writer
Düalizm Nedir?

Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürme... Bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır.

Felsefe alanında ilk dualist, antikçağ Yunan düşünürü Anaksagoras'tır. Anaksagoras, özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu. Anaksagoras'ın nus adını verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından yaratanın karşısında bulunmakla, beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir.

Fransız düşünür Descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. Dualizm, temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel birbirini yadsıyan gerici bir görüştür. Dualistlerin tümü idealisttir, çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler.

egzistansiyalizm

unknown writer
Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm)

Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa'da ortaya çıktı. Öncelikle bir felsefi akımdır. En önemli temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers, Jean-Paul Sartre, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty olmuştur. Felsefi bakımdan temelleri ise bunlardan önce Nietzsche, Kierkegaard ve Husserl gibi düşünürler tarafından atılmıştır.

İnsanın kendi değerlerini kendinin oluşturabileceğini; geleceğini yine kendisinin kurabileceğini savunan bir felsefe akımıdır.

Varoluşçuluk 4 temel fikri savunur:

1. Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.

2. Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlık'ın anlamının araştırılmasını da içerir.

3. Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu görüş her türlü gerekirciliğin karşıtıdır.

4. İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir "dünyada var olma"dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel bir durum içindedir.

* Egzistansiyalizmi şu sorularla başlamıştır:

- Ben kimim?
- Bir birey olarak var olmamın bence anlamı nedir?

* Cevap

- Bizi biz yapan, kararlarımızdır.
- Bizi biz yapan kendi benliğimizle aldığımız kararlarımızdır.

Bu özel benlik, dünyaya bir defa gelir, başka kimsenin olamayacağı, yapamayacağı bir şeyi, olmak ve yapmak gücüdür.
İnsanın önceden belirlenmiş özü (kaderi) yoktur. Bu özü verecek bir güç (Tanrı) de yoktur. Bu durumda insan tamamen özgürdür. Özgür insan, özünü ve değerlerini de kendi oluşturacaktır. O ne olmak istiyorsa o olacaktır. Ahlaki bakımdan da davranışları bir güç tarafından belirlenmemiş olan insan, kendi ahlaki değerlerini kendi oluşturacaktır. Bu ahlaki değerleri oluşturma herkesi kapsayabilecek bir ahlak anlayışı değildir. Yani evrensel ahlak anlayışı yoktur.

Varoluşçuluk veya Ekzistansiyalizm, genel olarak psikolojik ve kültürel devinimlerin; bireysel deneyimlerle birlikte var olabileceğini savunan felsefe akımı. Erdemlilik ve bilimsel düşünce birlikteliğinin insan var oluşunu anlamlandırmak için yeterli olamayacağını ve bundan dolayı mevcut birlikteliğin gerçek değer yargıları içinde yönetilen ileri düzey bir ulam (felsefi kategori) olduğu düşünülmüştür. İnsan yaradılışını anlamlandırma kesin olarak bahsedilen bu otantik gerçeklikle mümkündür.

Varoluşçuluk, 19. yüzyılın ortalarında, baskın sistematik felsefeye karşı bir tepki olarak doğmuştur. Søren Kierkegaard'ın genel olarak ilk varoluşçu filozof olduğu görüşü hâkimdir. Hegelcilik ve Kantçılığa karşı olarak, Kierkegaard bireysel bir bakış açısına sahiptir. Onun oluşturduğu sorumluluk temelindeki görüş; yaşamın anlamına, tutku ve samimiyet ikilisinin gerçekçi çözümlemelerine dayanmaktadır. Varoluşçuluk II. Dünya Savaşı'nı izleyen günlerden sonra bilinirlik kazanmıştır. Akım, felsefenin yanında, teoloji, drama, resim, edebiyat ve psikoloji dallarını da etkilemiştir.

hegel ve rasyonalizm

unknown writer
Hegel ve Rasyonalizm (Akılcılık)

Hegel'e göre, insan varlık hakkında, duyuları hiç kullanmaksızın, yalnızca akıl yoluyla gerçek ve apaçık bir bilgiye ulaşabilir. Çünkü, aklın yasalarıyla, varlığın yasaları bir ve aynıdır. Yine ona göre nesnenin kendisi de özne gibi ussal'dır.(akılsaldır) Hegel varlıkla, düşünce arasındaki bu özdeşliği şöyle ifade etmiştir: “Akla uygun olan gerçek, gerçek olan ise akla uygundur.

Hegel'e göre temel bilim mantık bilimidir. Doğru bilgiye yalnızca mantık yoluyla ulaşı labilir. Mantık bilimi, aklın yalnızca kendisinden türettiği kavramların ortaya konması, açıklanması ve geliştirilmesinden oluşur. Düzgün düşünme, doğru düşünme kurallarının ve formlarının bilgisidir. Bir şeyin başka bir şeyden çıktığı ya da başka bir şeyin sonucu olduğu gibi bağlantıları inceleyen formel disiplindir. Descartes'e göre bütün evren, mantığın kavramları yani genel belirlenimleri ve çerçevesi içinde inşa edilmiştir. Mantık hakikatin apaçık göründüğü alandır.

Hegel'in felsefesinin temelinde gelişme ve değişme kavramı bulunur. Felsefedeki önemi, her şeyin değişim ve hareket halinde, birbirine bağlı olduğunu söylemesi ve diyalektik yöntemini geliştirmesidir. Ona göre düşünce (ruh) ve madde (evren) sürekli değişim içindedir. Her tür yaşamın ve hareketin temelinde değişme ve gelişme vardır. Hegel'e göre değişmede düşüncenin yani ruhun yeri ve önemi öndedir. Yani düşüncede meydana gelen değişmeler maddedeki değişmelere yol açar.

Hegel'e göre bu dünya, bu dünyayı meydana getiren ve bilgimizin konusu olan nesneler insan zihninden başka bir zihnin eseridir. Hegel bu mutlak zihne (mutlak akıl) “Geist” adını verir. Geist, kendi kendisine yeten, kendi kendisinin bilincinde olan bir varlıktır. Ona göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu meydana gelir. Bu aşamalar; tez, antitez ve sentezdir. Her şey karşıtı aracılığı ile gelişir, değişir. Her tez, antitezini gerektirir, bu ikisinin ilişkisi daha yüksek düzeyde senteze ulaşır. Geist'ın diyalektik hareketinin birinci adımında O, kendisindedir(tez). Kuvvet halindedir ve gücünü henüz gerçekleştirmemiştir. Bununla birlikte Geist'in kendisini bilmesi, tanıması için gerçeklik kazandırması gerekir. Geist, bu amaçla kendisini ilk olarak doğada gerçekleştirir (antitez). Hegel'e göre doğa farklılaşmış “Geist”tir. O şimdi kendisinden başka bir şey olmuş, özüne aykırı düşmüştür. Geist doğada kendisine yabancılaşmış, kendi özü ile çelişik duruma düşmüştür. Bu çelişki diyalektik sürecin üçüncü basamağında kültür dünyasında ortadan kalkar(sentez aşaması). Bununla da Geist kültür dünyasında yeniden kendini
bulur, kendine döner, bilincine tam olarak varmış ve özgürlüğüne kavuşmuştur.

nominalizm

unknown writer
(Nominalizm) Adcılık

Genel kavramları gerçek saymayıp birer addan ibaret bulan öğreti... Nominalizme göre genel kavramlar(tümeller), bir takım seslerden başka bir şey değildirler, bunlar insanların düşünce biçimlerine yakıştırdıkları birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur.

XI. yy da Compregne papazı Rascelin tarafından ortaya atılan bu düşünce kiliseyi büyük bir ölçüde etkiledi. Çünkü bütün dinler temel kavramlar üzerine kuruluydu ve bu düşünce böylece dini gerçek saymıyordu. Bu yüzden orta çağ boyunca nominalizmi savunan kişiler ve buna karşın genel kavramlarının gerçek olduğunu savunan “gerçekçiler”arasında kavgalar, tartışmalar olmuştur.

Platoncu ve Aristotelesçi gerçekçiliğin bağnaz dinsel inançlarla bir arada düşünüldüğü orta çağda nominalizm dinsel sapkınlık olarak nitelendirildi. Ama dinsel sonuçlar bir yana, nominalizm, Platoncu gerçekçiliği düşünmenin ve genel terimler kullanarak konuşmanın ön gerçeği olduğu savını reddeder. Öte yandan Aristotelesçi gerçeklik kabul edilmiyor gibi görünse de Thomas Hobbes gibi ılımlı düşünürler tikeller arasında bazı benzerlikler olabileceğini ve bunları tanıtlamak için genel bir sözcüğün kullanılacağını yoksa konuşma ve düşünmenin olanaksız olduğunu ileri sürerler

Adcılık her ne kadar düşünmeyi ve konuşmayı zihinsel imgeler ya da dinsel terimler gibi simgelerle açıklıyorsa da düşüncenin simgelerin doğru kullanımının ötesinde kalan yanı adcılığı bir tür kavramcılığa yöneltir. Bu nedenle kavramcılık arasındaki fark açık seçik belli olmaz.

emprizm

unknown writer
Empirizm-Ampirizm (Deneycilik)

Empirizm, bilgilerimizin kaynağının yalnızca deney olduğunu savunan felsefi akımdır. Empirizme göre insan zihni doğuştan boş bir levha (Tabula Rasa) gibidir. Yani insanın doğuştan getirdiği hiçbir bilgi yoktur. İnsan zihni, sonradan deney yoluyla bilgi elde eder.

Empirizm, insan zihninde doğuştan getirilen düşünceler ya da bilgiler olmadığına inanır. Örneğin, özdeşlik ilkesi, çelişmezlik ilkesi gibi mantık ilkeleri bile, Empirizme göre, sonradan deney yoluyla kazanılır. 17. yüzyılda, İngiltere'de ortaya çıkan empirizmin iki önemli temsilcisi vardır: John Locke ve David Hume.

(1) John Locke (1632-1704)

John Locke, empirizmin kurucusudur. Ona göre tüm düşüncelerimizin ve bilgilerimizin kaynağında deney vardır.

Locke, iki tür deney olduğunu savunur.
(a) Dış deney : Bununla dış dünyadaki varlıklar beş duyu yoluyla denenir.
(b) İç deney (Refleksiyon) : Bununla da, insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır. İşte bu iki kaynaktan bütün idelerimiz (kavramlar, tasarımlar, algılar) meydana gelir.

Locke, tasarımların bir kısmının basit, bir kısmının bileşik olduğunu söyler. Basit idelerimiz (tasarım) bir kısmı ruha tek bir duyunun, bir kısmı da birkaç duyunun aracılığıyla ulaşırlar. Bileşik ideler, basit idelerin bir araya getirilmesinden, birleştirilmesinden meydana gelirler. Basit ideleri edinirken ruh pasiftir, bileşik ideleri meydana getirirken de aktiftir. Ruh, kendine özgü birtakım aktlerle (edimlerle) basit ideleri bir gereç olarak işleyip bileşik ideleri oluşturur. Locke'a göre insan zihninde bileşik idelerin dolayısıyla bilginin meydana gelmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır:

(a) Zihne gerekli tasarımları sağlayan algı
(b) Zihne giren tasarımları saklayan bellek,
(c) Tasarımları, birbirlerinden açıkça ayırt etme yetisi
(d) Birçok tasarım ve düşünceyi birbirleriyle karşılaştırma yetisi
(e) Birçok basit ideyi ve tasarımı birleştirme yetisi
(f) Benzer düşüncelerdeki ortak öğeyi bulup çıkarmayı sağlayan soyutlama yetisi

Bu şekilde, bu yetilerle, basit ideleri işleyip bileşik idelere ulaşılması sonucu elde edilen bilgiler üç çeşittir.
(1) Sezgisel bilgi : Bu bilgi ile insan, kendi varlığının bilgisine sahip olur. Sezgisel bilgi, sağlam ve kesin bir bilgidir.
(2) Duyusal bilgi : Bu bilgiyle insan, dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip olur. Fakat bu bilgi kesin bir bilgi olamaz.
(3) Tanıtlayıcı bilgi : Bu bilgi türüyle de insan, Tanrının var olduğunu kanıtlar.

(2) David Hume (1711-1776)

Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini söyler. Algı ise dikkati bir şeye yöneltmek suretiyle o şeyin bilincine varma olarak tanımlanabilir. Ona göre algılar iki şekilde ortaya çıkar. Bunlar;
(a) İzlenimler
(b) İdeler yani kavramlar ve düşüncelerdir.

Buna göre, zihinde bulunan her şeyi, tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde, dış dünyanın beş duyu yoluyla algılanması vardır. Hume'a göre, algının sonucunda oluşmuş idelerde ve düşüncelerde belli özellikler bulunduğu zaman, bunlar birbirleriyle birleştirilir. Böyle bir birleştirme faaliyetinin sonucunda ise daha karmaşık düşünceler ve bilgi ortaya çıkar.

Hume'a göre, düşüncelerimizin birbirleriyle birleştirilmesine yol açan özellikler üç tanedir.
(1) Benzerlik : Bir resim bizi resmi yapılan konu üzerinde düşünmeye sevk eder.
(2) Süreklilik : Bir binadaki, bir daireden söz edilmesi, bize başka daireleri düşündürür.
(3) Neden-sonuç bağlantısı : Buna göre de bir yara üzerinde düşünme, bize yaranın ardından gelecek acıyı hissettirir.

Bütün bilgilerimiz, özellikle de dış dünyaya ilişkin, bilimsel bilgilerimiz nedensellik ilkesine dayandığından, bunlardan neden-sonuç bağlantısı önem taşır. Fakat Hume, nedensellik ilkesinin bilinemeyeceğini ve temellendirilemeyeceğini söyleyerek bilimsel bilgiye bir eleştiri getirmiştir.

Hume'a göre doğada, olgular arasındaki neden-sonuç ilişkisi bir zorunluluk değil alışkanlıktır. Nedensellik düşüncesi, deneyimlerimizin sonucu olan bir düşüncedir. Biz her zaman bir nedenin ardından beli bir sonucu görmeye alışmışızdır. Örneğin, suyu her defasında ateşe koyduğumuzda kaynadığını görmüş ve buna alışmışızdır ve bu yüzden "Su ateşte kaynar" deriz. Ya da bugüne kadar gördüğümüz bütün kargaların siyah olması nedeniyle "Bütün kargalar siyahtır." deriz. Ama bu ileride siyah olmayan karga göremeyeceğiz anlamına gelmez. Çünkü sonsuz sayıda kargaları gözlemlemiş değilizdir.

nasyonal sosyalizm

unknown writer
aslında gerçekten almanya'da marx'ın evrensel sosyalizm ilkeleri üzerine şekillenmiş bir ideolojidir. içindeki sosyalizm adı da marx'ın o dönem pek bi revaçta olan radikal düşüncelerinin yansımasından başka birşey değildir. öte yandan marx'ın ortaya koyduğu sosyalizm doğası gereği evrensel olmak zorundadır. siz insanların eşitliğinden, emeğin, emekçinin küresel ezilişinden, buna karşı olmak için de tüm insanları emekçi haline getirmekten bahseden bir ideoloji kurarsanız bunu sadece bir ulusun dar coğrafyasına sıkıştıramazsınız. öte yandan çılgın hitler zamanı almanya'da yükselişe geçmiş olan bu melez düşünce marx'ın evrensel düşüncesini almıştır bunu da en faşistinden bir milliyetçilikle birleştirip ortaya bu hilkat garibesi ideolojiyi çıkarmıştır. işin ideolojik kısmından pratik kısmına geçersek aslında ortada sosyalizm namına da pek birşey yapılmadığını görürüz. alman ulusu eşittir kardeştir, candır ciğerdir ama o dönemde sadece alman ulusu arasında dahi bir sosyalizm uygulanmasına rastlanmaz. hani dersiniz ki koşullar olağanüstüydü, adam ideolojisini uygulayacak zaman bulamadı, bilmiyorum uygulasaydı da çok birşey değişmezdi.
benzer de olsalar ideolojik bazda faşizm daha farklı bir telden çalmaktadır, ikisi aynı değildir.temelden farklıdır.

kurucu meclis

unknown writer
Bir devletin bazı kesintiler sebebi ile Anayasasını hazırlamak üzere kurulan, üyeleri askeri ve sivilden teşekkül eden meclis. Cumhuriyet devrinde 1960 ve 1980'den sonra olmak üzere iki Kurucu Meclisle karşılaşılmıştır. türkiye'de Kurucu meclisler, askeri müdahaleler sonunda ortaya çıkmıştır. Tarihi itibariyle ele alınınca ilk Kurucu Meclis, 1960-61 Kurucu Meclisi'dir. Devletin meclis ve meşru hükumetini hiçe sayarak tek taraflı ve bir partinin kışkırtması ile yapılan 27 Mayıs 1960 ihtilali, Milli Birlik Komitesi'ni ortaya çıkardı. Bu komite, öğrenci gösterilerine öncülük eden öğretim üyelerinden bir komisyon kurdu. Bu komisyonun hazırladığı taslak tepkilere yol açınca, 13 Aralık 1960 tarih ve 157 sayılı kanunla, Kurucu Meclis meydana getirildi. Bu meclis MBK ile Temsilciler Meclisinden meydana geliyordu. İlk toplantısını 6 Ocak 1961 tarihinde yapan 272 üyeli bu meclisin hazırladığı Anayasa 9 Temmuzda halk oyuna sunuldu ve yüzde 61,5 evet oyu alarak yürürlüğe girdikten sonra hukuki ve fiili durumu sona erdi.

12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekatı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Anayasa feshedilmişti. Normal idareye geçişi sağlamak ve anayasayı hazırlamak için 29 Haziran 1981 tarih ve 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanun'la, Kurucu Meclis kuruldu. Bu meclis 160 kişiden meydana geliyordu ve siyasi partilere kapalı idi.

Kurucu Meclisin görevleri: Yeni anayasayı ve anayasanın halk oyuna sunuluş yasasını hazırlamak; halkoyuna sunulan ve kabul edilince kesinleşerek, geçici hükümlerine göre yürürlüğe girecek anayasanın ilkelerine uygun Siyasi Partiler Yasasını, yeni anayasanın ve Siyasi Partiler Yasasının hükümlerini gözönünde tutarak, Seçim Yasasını hazırlamak; Milli Güvenlik Konseyince kararlaştırılacak tarihte yapılacak genel seçimlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulup, fiilen göreve başlayıncaya kadar, yasama görevlerini yerine getirmektir.

ekonomik kriz

unknown writer
Bir Ülke Ekonomisinin Dünya Ekonomisinde Gerilemesi,Durgunlaşması ve İşsizliğin Artmasıyla Ülke Ekonomisini İyi Yönetilmemesi Sonucu Dönemsel Bunalımdır. Ekonomik Kriz İçinde Olan Ülkeler Daha Dikkatli,Kontrollü Harcamalar Yaparak ve İhracatları Artırmak ,Ülke İçi Gelirleri Artırmak İçin Her Türlü Ekonomik Politikaları Denerler. Maalesef bizim devlet rejimimizdeki iktidar parti ve mualif partilerin kendi ceplerini düşündüğü için böyle bir durumun baş göstermesi olağan bir durumdur. İhtilal kaçınılmazdır.
0 /