dünyada edebiyattan, topluma, rasyonaliteden kaliteye kadar her şeye savaş açılmış bir çağda yükselmiş bir görsel sanat çığlığıdır. tv'de görsel sanat olur mu diye sorulabilir. breaking bad çekilmiş ve olmuştur. izlediğim bine yakın sinema filmi içinde senaryodan, oyunculuğa kadar bütün ayrıntıların kusursuz düşünüldüğü bir yapıma çok az rastlamışımdır.
umarım filmi yahut devamı çekilmez ve ağzımızda o muhteşem finalinin tadı hep kalır.
kaç, kurtul benden
beni mutfak sandalyesine bağlıyorsun
sesi tanrılardan çalıp sana getirmem için
dışardan martıların seslerini yakalıyorum
sadece sen, ben, bugün var.
sadece sen, ben, bugün vardı.
ben
yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için yaşlanıyorum
bugün, herkesin orospusu
ve sen, şiir sevmiyorsun
çıplak baldırımın üzerinde kırmızı kayış
mesela ben senin yalnızlığını sevecekmişim
şimdi kış
mezarların üzerinden soğuk rüzgârlar esiyor
gözlerin yaşlı bir tren gibi yavaşlarken
yakalıyorum seslerini: gıcırtılar, gıcırtılar
sabah erken, sen tanıdığım en güzel gülen sarhoşsun
ve şiir sevmiyorsun
altımızdaki sandalye giderek yabancı bir lisandan konuşuyor
şekspir bakılmak istiyor
kapıyı onun için aralık bırakıyoruz
yokluğunu büyütmeye hazırlanırken yıldızlar
ve işte bak düşüyoruz ne iyi ne iyi
yık gözlerini
kır kulaklarını
öteler dışarda kalsın
çünkü şiir sevmiyosun
bir babanın arkasında bir bıçak gibi kendine sakladığı kız
bıraksalar
götürürdüm seni ölünce piyanoların gittiği yere
ağzında sakız
ama bizi bulduklarında
terini bıçak kullanarak ayırmalılar terimden
bak
başka kimin var
ölene kadar akordeon çalacak
kılıcımı havaya kaldırıyorum
şimdi yırtıcı bir hayvan
gibi zıplayacak gitarın sesi gizlendiği yerden
yine de sen şiir sevmeyeceksin hiçbir zaman
aslında kimse sevişemiyor eminim
zaten sevişmeyecektik ki
yemin ederim sadece incitecektik
birbirimizi en ikinci yerlerimizden
ben senin yalnızlığını sevdim, sevdikçe azalttım
yağmuru dinliyorsun, yağmuru dinliyossun
ama şiir sevmiyorsun
aslında öbürleri de sevmiyor eminim
kaçtın, kurtulanlara katıldın sevilmekten
martılar
tren yavaşlar
altımızda sandalye camda yağmur
hepsi tek tek şarkıya katılıyor
sadece sen, ben, bugün vardı
sadece sen, ben, bugün vardık
sen
haklılığıma kavuşmak için başladığım bir sarhoştun
ben, seni görür görmez ayrıldım
bugün, hepimizin orospusu
şekspirin bakılmak istediğini herkes biliyordu
yarın hava bulutlu olacak dedin
sustum, yarın yoktu
ve sen şiir sevmiyordun
enis akın
beni mutfak sandalyesine bağlıyorsun
sesi tanrılardan çalıp sana getirmem için
dışardan martıların seslerini yakalıyorum
sadece sen, ben, bugün var.
sadece sen, ben, bugün vardı.
ben
yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için yaşlanıyorum
bugün, herkesin orospusu
ve sen, şiir sevmiyorsun
çıplak baldırımın üzerinde kırmızı kayış
mesela ben senin yalnızlığını sevecekmişim
şimdi kış
mezarların üzerinden soğuk rüzgârlar esiyor
gözlerin yaşlı bir tren gibi yavaşlarken
yakalıyorum seslerini: gıcırtılar, gıcırtılar
sabah erken, sen tanıdığım en güzel gülen sarhoşsun
ve şiir sevmiyorsun
altımızdaki sandalye giderek yabancı bir lisandan konuşuyor
şekspir bakılmak istiyor
kapıyı onun için aralık bırakıyoruz
yokluğunu büyütmeye hazırlanırken yıldızlar
ve işte bak düşüyoruz ne iyi ne iyi
yık gözlerini
kır kulaklarını
öteler dışarda kalsın
çünkü şiir sevmiyosun
bir babanın arkasında bir bıçak gibi kendine sakladığı kız
bıraksalar
götürürdüm seni ölünce piyanoların gittiği yere
ağzında sakız
ama bizi bulduklarında
terini bıçak kullanarak ayırmalılar terimden
bak
başka kimin var
ölene kadar akordeon çalacak
kılıcımı havaya kaldırıyorum
şimdi yırtıcı bir hayvan
gibi zıplayacak gitarın sesi gizlendiği yerden
yine de sen şiir sevmeyeceksin hiçbir zaman
aslında kimse sevişemiyor eminim
zaten sevişmeyecektik ki
yemin ederim sadece incitecektik
birbirimizi en ikinci yerlerimizden
ben senin yalnızlığını sevdim, sevdikçe azalttım
yağmuru dinliyorsun, yağmuru dinliyossun
ama şiir sevmiyorsun
aslında öbürleri de sevmiyor eminim
kaçtın, kurtulanlara katıldın sevilmekten
martılar
tren yavaşlar
altımızda sandalye camda yağmur
hepsi tek tek şarkıya katılıyor
sadece sen, ben, bugün vardı
sadece sen, ben, bugün vardık
sen
haklılığıma kavuşmak için başladığım bir sarhoştun
ben, seni görür görmez ayrıldım
bugün, hepimizin orospusu
şekspirin bakılmak istediğini herkes biliyordu
yarın hava bulutlu olacak dedin
sustum, yarın yoktu
ve sen şiir sevmiyordun
enis akın
yıllar önce bir antakya'lı bir ustamızın maliyeti düşürme esasıyla yaptığı bir çalışmanın ürünüdür. bugün ülkemizin bütün her yerinde sosyete vatandaşlarımızın da bayılarak yediği lezzet nesnesidir.
bu döneri bulan ustamız, ekmeğin içine koyduğu tavuk miktarını azaltmak anlamında patates ve salatalık turşusu eklemiştir. ama konu biz antakya'lılar ve yemek olduğunda hiç bir şeyi baştan savma yapmayız. bizim fırınlarımızın ekmeği bam başkadır. bu ekmeğin içine halis antakya biber salçası, zeytin yağı ve kekik girdimi olur sana muhteşem antakya döneri.
bu döneri bulan ustamız, ekmeğin içine koyduğu tavuk miktarını azaltmak anlamında patates ve salatalık turşusu eklemiştir. ama konu biz antakya'lılar ve yemek olduğunda hiç bir şeyi baştan savma yapmayız. bizim fırınlarımızın ekmeği bam başkadır. bu ekmeğin içine halis antakya biber salçası, zeytin yağı ve kekik girdimi olur sana muhteşem antakya döneri.
''bir soru bin cevaptan daha tehlikelidir'' diyen büyük filozof. ikna tekniği insanlara sürekli soru sormasına dayanır. sorduğu sorularla gerçekliğin ikna etmeye çalıştığı kişinin ağzından dökülmesini sağlar.
sokrates tarihin en devrimci hakikat savaşçılarındandır. hakikatin savaşını halkın içinde, hakikati onlarla beraber arayarak verir. kutsal olan her şeyi rededer. çünkü kutsallık, hakikatin içine atılmış bir virüstür. insanın kendisinden her geçen gün daha çok yabancılaşmasını sağlar.
döneminin egemenleri, sokrates'in halkı kendi gerçekliklerine her gün daha çok yaklaştırdığını gördüğü için idama mahkum etmişlerdir.
idamına saatler kalmışken bile insanlara on binlerce yıl yetecek kadar değerli dersler vermiştir.
sokrat, idamını beklerken bir öğrencisinin saz çaldığını görür. ondan bunu kendisine de öğretmesini ister. öğrencisi çok şaşırır ve der ki;
''hocam sen ki dünyada her şeyi bilen insansın, şimdi ölüme giderken bunu öğrensen ne olacak?''
sokrat, tarihte söylenmiş en önemli sözlerden birini o zaman söyler;
''bu hayatta tek bir şey varsa bildiğim, hiç bir şey bilmediğimdir''
karısı onu idama götürürlerken der ki;
''seni haksız yere idam ediyorlar ve bu beni mafh ediyor''
sokrat; ''yaa haklı yere idam etselerdi? bence böyle olmadığı için sevinmen lazım''
gerçeğin büyük savaşçısı, zalimlerden can dilenmeyerek, kendisinden binlerce yıl sonra yaşayacak bütün onurlu insanlara da güç vermiştir.
sokrates tarihin en devrimci hakikat savaşçılarındandır. hakikatin savaşını halkın içinde, hakikati onlarla beraber arayarak verir. kutsal olan her şeyi rededer. çünkü kutsallık, hakikatin içine atılmış bir virüstür. insanın kendisinden her geçen gün daha çok yabancılaşmasını sağlar.
döneminin egemenleri, sokrates'in halkı kendi gerçekliklerine her gün daha çok yaklaştırdığını gördüğü için idama mahkum etmişlerdir.
idamına saatler kalmışken bile insanlara on binlerce yıl yetecek kadar değerli dersler vermiştir.
sokrat, idamını beklerken bir öğrencisinin saz çaldığını görür. ondan bunu kendisine de öğretmesini ister. öğrencisi çok şaşırır ve der ki;
''hocam sen ki dünyada her şeyi bilen insansın, şimdi ölüme giderken bunu öğrensen ne olacak?''
sokrat, tarihte söylenmiş en önemli sözlerden birini o zaman söyler;
''bu hayatta tek bir şey varsa bildiğim, hiç bir şey bilmediğimdir''
karısı onu idama götürürlerken der ki;
''seni haksız yere idam ediyorlar ve bu beni mafh ediyor''
sokrat; ''yaa haklı yere idam etselerdi? bence böyle olmadığı için sevinmen lazım''
gerçeğin büyük savaşçısı, zalimlerden can dilenmeyerek, kendisinden binlerce yıl sonra yaşayacak bütün onurlu insanlara da güç vermiştir.
sağdan ve soldan hangi siyasi görüşte olunursa olunsun bu kalitede bir beyefendilik, kalite ve kararlılıkta olunması gerektiği konusunda ders vermiş siyasetçidir. kendisine teşekkürü borç bilir ve en içten dileklerimle kutlarım.
mansur başgan'ın kazanacağını buradan 3 ay önce haykırdığım muhteşem şehir. mansur başgan da yakıştı benim sevdamın baş şehrine.
hayatım boyunca hiç kimseye etmediğim ve etmeyeceğim cümledir. hele ki, benim doğru veya yanlış bulduğum bir siyasi fikre rey atmış vatandaşlara hiç demem.
fakat, epey bir süredir, cahilce, cühelaca biz muhaliflere edildiğine çok tanık oldum. hepsinden tiksindim tiksiniyorum. hee babam hee, koydunuz, başta ekonomimiz ve kardeşliğimiz olmak üzere bütün ülke konspetinin baya baya namına koydunuz yıllardır demek istiyorum onlara.
bugün benim tasvip etmediğim bu cümleyi söyleyen arkadaşlardan tiksinmiyorum. haklarıdır. bir süre istedikleri kadar, istedikleri gibi sevinsinler. lakin gevşemek yok.
fakat, epey bir süredir, cahilce, cühelaca biz muhaliflere edildiğine çok tanık oldum. hepsinden tiksindim tiksiniyorum. hee babam hee, koydunuz, başta ekonomimiz ve kardeşliğimiz olmak üzere bütün ülke konspetinin baya baya namına koydunuz yıllardır demek istiyorum onlara.
bugün benim tasvip etmediğim bu cümleyi söyleyen arkadaşlardan tiksinmiyorum. haklarıdır. bir süre istedikleri kadar, istedikleri gibi sevinsinler. lakin gevşemek yok.
hdp olmadan bu ülke siyasetinde denklem kurulamaz. insanları onlarca yıl cezaevlerine atmakla, halk sindirilemez.
bir de, özellikle ekrem imamoğlu şahsında, artık bağırmaya tahamülü olmadığını gösterdi. sandıkta faşizmi gerileten her siyasi partiden arkadaşı selamlıyorum.
bir de, özellikle ekrem imamoğlu şahsında, artık bağırmaya tahamülü olmadığını gösterdi. sandıkta faşizmi gerileten her siyasi partiden arkadaşı selamlıyorum.
faşizmin geriletilmesinde emeği olan herkesi selamlarım. fakat faşizm yenilmemiş sadece yara almıştır. bundan sonra gösterilecek en ufak gevşeklikte, hepimizi daha beter anamızdan doğduğumuza pişman edeceği açıktır.
enver gökçe şiiridir;
şu
dünyada
ayrılık
var
ölüm
var
ille de
zulüm
var
gözüm
başım
üstüne
hangi
kitap
yazıyor
kardaş
ben
calışam
eller
ala...
şu
dünyada
ayrılık
var
ölüm
var
ille de
zulüm
var
gözüm
başım
üstüne
hangi
kitap
yazıyor
kardaş
ben
calışam
eller
ala...
çalıştığım kurumda günde en az beş vatandaş tarafından sorulan sorudur. bilmiyorum. bu cevaptan sonraki bana refleksle öyle bir nefretle bakıyorlar ki korkmadığımı söylersem yalan söylemiş olurum. o nefretle en az 2 saniye bakıyorlar yüzüme. içlerinden bir şeyler kusmak geliyor bana ama vaz geçip gidiyorlar.
kimse namaz kılıyor diye, mescid'in yerini bilmeyen insandan bu dünyada üstün değildir. öbür dünyayı bilemem. allaha inanmak da bu dünyada sizi daha geçerli bir insan yapmaz.
öncelikle her konuda insanlaşmak gerekli. insanın gerekirse içine bir nefret lavmanı yapması gerekli. bunu her kese tavsiye ediyorum.
kimse namaz kılıyor diye, mescid'in yerini bilmeyen insandan bu dünyada üstün değildir. öbür dünyayı bilemem. allaha inanmak da bu dünyada sizi daha geçerli bir insan yapmaz.
öncelikle her konuda insanlaşmak gerekli. insanın gerekirse içine bir nefret lavmanı yapması gerekli. bunu her kese tavsiye ediyorum.
kanımca bir kadın için yazılmış en güzel şarkıyı neşet ertaş yazmıştır. neşet baba türküsünde sevdiği kadına şöyle seslenir;
''kurusa fidanım güllerim solsa
gönlümde solmayan gülümsün benim
yaprakların güzel olsa dökülse
daha taze fidan, dalımsın benim
ağarsa saçların belin bükülse
birer birer hep dişlerin dökülse
kurusa vücudun kanın çekilse
gine şu gönlümün yarisin benim
bülbülün gül için zarı misali
keremin bağrının narı misali
inler garip gönlüm arı misali
dadına doyulmaz balımsın benim''
zeki müren'in bu şarkısının bir yerinde de diyor ki;
''sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına dökülen akla biter,
böyle bir kara sevda kara toprakla biter.''
keşke her seven sevdiğini geçmiş zamanlardaki gibi bu ahitlerle ve hislerle sevse.
''kurusa fidanım güllerim solsa
gönlümde solmayan gülümsün benim
yaprakların güzel olsa dökülse
daha taze fidan, dalımsın benim
ağarsa saçların belin bükülse
birer birer hep dişlerin dökülse
kurusa vücudun kanın çekilse
gine şu gönlümün yarisin benim
bülbülün gül için zarı misali
keremin bağrının narı misali
inler garip gönlüm arı misali
dadına doyulmaz balımsın benim''
zeki müren'in bu şarkısının bir yerinde de diyor ki;
''sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına dökülen akla biter,
böyle bir kara sevda kara toprakla biter.''
keşke her seven sevdiğini geçmiş zamanlardaki gibi bu ahitlerle ve hislerle sevse.
o kadar da tehlikeli varlıklar değillerdir. topluluk ruhundan kendilerini güvenle sarhoş etmiş gariban evsiz güzel varlıklardır özünde. büyük ihtimal umurlarında bile olmayacaksınız. saldırma tehlikeleri az da olsa vardır. ama öyle bir tehlikeyle karşılaşırsanız kaçmayın. ellerinizi havaya kaldırarak bedeninizi olduğundan büyük gösterip deli deli hareketler yaparak onlardan fazla bağırın. anında kaçacaklardır. kesin bilgidir. yayalım.
anti komünist, popüler kültür içinde ilgi manyağı olmuş garip bir yaratıktır. beni anlamayacaksınız biliyorum ama ben yine de yazayım. tabii ki komünist olmayanlar insanlık düşmanıdır falan gibi saçma bir iddiam yok. ama kişi, anti komünistse o kişi insanlığın da, insanın da düşmanıdır. bilim adamı da olsa, insanlık düşmanlarının ürettiği hiç bir şeyden fayda gelmez.
1984 romanından beter günler yaşadığımız bu çağda normal olan durumdur. romanda da, kitlelere sürekli özgürlüğün kölelik olduğu, savaşın barış olduğu gibi sözcüklerin içi boşaltılarak kavram karkaşalarıyla yozluk pompalanır.
işte bu çağ orwel'ın anlattığı flu çağdan daha beter haldedir. karanlık da değildir, karanlıktan da kötü olan flu'dur. ve kapitalist modernite her gün flu'luğun bu kadar çok rengini nasıl yaratabilmektedir anlamak güçtür.
iletişimin en yoz ve çirkin hali olan küfürlü diyalog da günümüzde samimiyet olarak pompalanmakta.
yazık, çok yazık.
işte bu çağ orwel'ın anlattığı flu çağdan daha beter haldedir. karanlık da değildir, karanlıktan da kötü olan flu'dur. ve kapitalist modernite her gün flu'luğun bu kadar çok rengini nasıl yaratabilmektedir anlamak güçtür.
iletişimin en yoz ve çirkin hali olan küfürlü diyalog da günümüzde samimiyet olarak pompalanmakta.
yazık, çok yazık.