confessions

pencere

βετεράνος♛  · 18 Şubat 2019 Pazartesi

  1. toplam giri 1284
  2. takipçi 16
  3. puan 32591

ayşe minaz

pencere
van'ın tuşba ilçesinde yüzde 70 oyla seçilmesine rağmen ysk tarafından hakkı seçilemeyen adaya verilmiş kadın siyasetçidir. bu mazbatının haksız ve halksız verildiği kişi de ayşe hanımefendinin ilkokul öğretmenidir. bugün o şahsın suratına şu şekilde haykırmıştır;

''bize ilk okulda arkadaşlarımızın silgisini çalmamamızı öğrettiniz. siz neden bugün benim mazbatamı çaldınız?''

bence son 17 yıldaki gelinen ahlaki yozlaşının çukur derinliğini en iyi anlatan cümlelerden biridir.

metin feyzioğlu

pencere
ilgili videodaki yeteneksiz atarlarının sarayla danışıklı hamasetler olduğundan adım kadar emin olduğum şahıstır. eko başkan şimdiden yüzde ellinin ortak lideri olmuştur. bağzı karanlık dehlizleri daha çok korkutan ise, diğer yüzde elliden de gelişler hızlanmaktadır. sarayda hukuk günü kutlayan sayın fevzioğlu buna karşın bir truva atı gibi sahneye sürülmüştür. halkımız bunu yemeyecektir. dutmayacaktır.

alevilik hz ali'yi sevmekse ben de aleviyim

pencere
canım o iş öyle basit bir şey değil. hz. ali, islam peygamberini yanındaki az sayıdaki iyi insanla cenazesini yıkamakla meşgul kişidir. bu basit ve sığ cümleyi kuranların ataları ise, peygamberin cenazesi ortadayken mescid'de, muhhamed'in ölümünden sonra iktidarın gücünü kim yönetecek diye yozlaşmış tartışmalar içindeki insanlardır.

hz ali ve on iki imamların yolu tarihsel bir gerçeklik olarak, o zamanki en yoksul insanların dayanışma ve ortak mücadelesinin adıdır. bunlardan hiç bir şey anlamadan ne ali'yi sevebilirsin, ne de alevi olabilirsin.

not: ben de alevi değilim. aleviliğe hiç bir mensubiyetim olmadan, ben de bu güzel inanç sistemi hakkında ahkam kesiyor gibi bir algı oluşturduysam özür dilerim.

asgari ücret

pencere
lenin'in geçen yüz yıla ait muhteşem bir tespiti var; ''kölelik kaldırılmadı, herkesi kapsayacak şekilde genişletildi'' derdi.
ülkemizde de yakın dönemde taşeronluk falan kaldırılmadı. devlet bünyesinde, şirket kırbacıyla çalışan 3 milyon taşeron firma emekçisinden sadece üç yüzbin'ine kadrı verildi. kadro verilen işçi arkadaşlarımız da, yine hiç bir sosyal güvencesi olmadan çalıştırılmakta. ve aldıkları maaş asgari ücretin sadece bir kaç yüz lira fazlası. anlyacağınız teşeronluk kaldırılmadı, herkesi kapsayacak şekilde genişletilmektedir.

çalışma bakanı utandanmadan ''biz asgari ücreti bu rakamda belirledik diye firmalarda ilaa bu rakamı vermesin canım'' diyerekten resmen herkesle dalga geçmektedir.
peki bakan bey, siz devlet bünyesinde asgari ücretle çalıştırdığınız emekçilerin açlıkla yaşama utancını nerenizde tayşıyorsunuz?

asgari ücretle yahut asgari ücretin az üzerinde çalışan mimar, avukat arkadaşlarım var benim yahu. bu bir çok kişinin ortak ayıbıdır.

ve yazık ki pek yakında kamu hastanelerinde taşeron firma elemanı doktor hemşire, okullarda asgari ücretli taşeron öğretmen görürseniz şaşırmayın.

haaa, asgarin ücretin altında bile çalışan öğretmenlerimiz epeydir var zaten. kendilerini unuttuğum için özür diler, kendilerinin emekçi sabırlarına saygılarımı sunarım.

yalnız

pencere
ilk kültür bakanımız olan talat sait halman'dan çok güzel bir şiir;

yalnızlığı hiç bilmeyeceksin.
kuytular, tanrılarındır.
çağlar ve sınırlar ötesinden
sana hep seslenecek can çekişen kurbanlar.
hangi ıssızlığa varsan
çağrışan açlar bulacaksın
başaklar sallanırken tâ uzaklarda
altın ve hayırsız,
yaşamak yorgunu açlar
bir kapkara iman gibi davet edecek
seni görkemli beraberliğine.

yalnızlığı hiç bilmeyeceksin
korkular, tanrılarındır.
bir ülkü uğruna kurban düşen yiğitler var:
can yoldaşı, kan kardeşisin onlar için
bir yaman türkü söylüyorlar sana.
tarih
kahraman sesleri hep boğmuş bir cellat
dün, bugün ve yarın
en uzak güneşlere türküler yakanlar,
bir coşkulu isyan gibi davet edecek
seni görkemli beraberliğine.

yalnızlığı hiç bilmeyeceksin.
tenhadaki lanetli sular, tanrılarındır.
ve bilir belki yaşlanan ırmak
gölge olmak değil onun yazgısı,
baş eğmemek, yiğitçe haykırmak;
gölden göle, dağdan denize
özgür akarak bentleri kırmak…
kör kuyular, tanrılarındır.
bilge olmaktır ırmağın yazgısı,
sormağı bilmek yanıtsız soruyu.
susmağı bilmek ve coşup durmağı.
köhnemiş dağlara, ham meyvalara
taze bir ses taşıyıp bir yeni çağ açtırmak.

akıp giden bir akıldır ölüm,
bilir bunu su.
toprakta hep ezilse de aşkın uğultusu,
çağıldayan o ölümsüz pınarlar, ummanlar
davet edecek
seni görkemli beraberliğine.

yalnızlığı hiç bilmeyeceksin.
aşkı sönük uykular, tanrılarındır.
sen öyle soylu ve günseviler yarattın ki
sevgililer, tek bir ağaç olmağa
can atan güçlü bir orman gibi davet edecek
sen görkemli beraberliğine.

yalnızlığı hiç bilmeyeceksin
bin gözle bakıp okşadığın
açlar ve yiğitler, yoksullar ve sevenler
sönmek diye bir yazgıya başkaldırarak,
susarken yaman türküler söyleyen
güneşler gibi
davet edecek
seni görkemli beraberliğine.

julian assange

pencere
yüz yılımızın en delikanlı güzel abilerindendir. korkusuzca açıkladığı belgegelerle dünya'yı yerinden oynatmıştır.haddi zaatında halkların, devletlerinin işlediği günahları bildiği ''sırlar'' vardı belgelerde. bunların bilinmesiyle, halkların iktidarları yerle bir etmek umudunu elbette taşımıştır yakışıklı abimiz fakat çok fazla da hayal kırıklığı yaşadığını sanmıyorum sonrasında. nazarı itibarımda, halkların burnunun direğinin ne kadar sağlam ve soyulduklarından çok da umursamadıklarının utanmazlığının da delili olmuştur bu belgeler. özellikle abd halkının, devletlerinin umarsızca yüzler yüzler cinayet işlediğinin belgelerini görüp de kılını kıpırdatmaması bu yüz yıla çalınan kara bir leke olmuştur. bu pislik bizim yaşadığımız çağa özgü bir pisliktir. 60'lı, 70'li yıllarda bu kadar pislik ortaya saçılsa mutlaka devrim olmuştu. çağımız insanının kahir ekserisinin insanın onuru için dünyaya gelip yaşadığı hakkında kanaatleri yok. başkasının derdini dert edinmeden bi haberler.

assange'nin kaderi şimdi dünyanın en büyük ikinci mafya örgütünün elinde. keşke çok sevdiği halkların elinde diyebilseydik. lakin bruno'da yakılırken yalnızdı. halk onu belki de en çok da cesaretle hakikate işaret ettiği için hatta hiç de mecaz kullanmayarak söyleyebilirim ki, başlarına icat çıkardığı için lanetliyordu. fakat adı tarihe altın harflerle geçmiştir.

ölüm kararını bruno'ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır:
"ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz"

"ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım."

julian assange, çağdaşı olmaktan gurur duyduğum insandır.

mansur yavaş'ın devredilemez yetkilerini koruması

pencere
son yıllarda halkımızda garip bir psikoz seziyorum. son 4 yılda hızla olan fakirleşmemiz herkesçe malum. fakat ister muhalif, ister yandaş bir çok kişi, tamamen iç siyasete yönelik dışsal babalanmaların nevruzsal haline bayılıyor. en kirli histerilerin orgazmlarını yaşıyor bu çirkin boşalmalar içinde. neden sahte kabadayılığın bizim ülkemizde bu kadar çok alıcısı var ki?
akp muhalifliği de çok ilginç bir hale gelmiş durumda. toplum içinden bir çok kişi muhalefette olsa da, fikirleri iktidarda habarları yok.

gördüğüm kadarıyla mansur beyin de çıkışı bu kapsamda değerlendirilmiş. lakin ben başgan'ın çıkışında hiç bir sahte kabadayılık ve hatta kabadayılık sezmedim. sakin, kararlı bir hukuksal ders niteliğindeydi konuşması. hele ki toplantıyı terkederken ''biz başkanvekiliyle oturuma devam ederiz'' şeklinde gelen bir sataşmaya ''toplantıyı açma kapama yetkisi bende, sen neyin toplantısına devam ediyorsan et'' alaycılığı takdire şayandı.

git git git me dur ne olursun

pencere
daha önceden de sezen aksu'nun psikopat bir katil olduğunu savunmuştum. ''seni kimler aldı'' şarkısında, muhteşem bir armoni geçerken ''delii gözlerin gelir aklıma, gülüşün, öpüşün, iç çekişin geliiir..'' diye sıkar insanın kafasına mermiyi. bu şarkıda da, ''git git git me dur ne olursun'' diye kuzu olup meee'lerken, en sağlam etinizden batırır bıçağı ve başlar tuzu sürmeye.
doğru değil ayrılığa daha hiç
hazır değilim
aramızda yaşanacak yarım kalan
bir şeyler var
gitme dur daha şimdiden
deliler gibi özledim....

heeyytt, bee. yıllar oldu be arkadaş. sanki dünkü gibi her acı gövdemde. sezen de tuzu biberi. lakin bu şarkıdaki çektiğim acının tuzu biberi hiç de temsili bir şey gibi değil.

göçmen adaylar lütfen dikkat

pencere
cevat çapan çevirisiyle güzel bir adrienne rich şiiri;

bu kapıdan
ya geçeceksiniz
ya da geçmeyeceksiniz.

geçerseniz,
her zaman adınızı hatırlamanız
tehlikesi olduğunu unutmayın.

her şey gözlerini dikecektir size
siz de onlara öyle bakın
ve bırakın ne olursa olsun.

eğer kapıdan geçemezseniz,
o zaman
saygın bir hayat yaşamanız

babam ve güz

pencere
ben babamı bu kadar güzel bir hüzünle anlatacak kadar bile görme şansı elde edemedim. o, ben doğmadan ölmek zorunda kalmış. hayatım boyunca yokluğunu hissetmedim diye düşünmüştüm. dante gibi ömrün yarısında anlıyorum ki hayatımın bütün boşluğu buymuş oysa. belki bende bir gün çocuğum gelmeden gitmek zorunda kalırım korkusuyla ben de baba olmadım hiç.
ahh be baba, tek bir şey öğrenebilseydim keşke senden. bu yaşımda baba mefhumuyla ilgili yaptığım tespit şudur ki, onlar en güzel öğretmendir. rica ederim kıymetini bilin.

başlık yanıltmasın sizi, babam yaza benzerdi
ama her zaman için güzden yaprak alacaklı

babam yaza benzerdi, kendine susamam için
gözlerine bakardım, kurumuş kuyu ağzı

yaza benzerdi babam, balkonda çay içmeye
ya bana öyle gelirdi ya bardaklar kanardı

babam bana benzerdi, bir göl manzarasına
aniden fırtına çıkar kayık dediğin batardı

abdülkadir budak

anış

pencere
güzel bir afşar timuçin şiiri;

bense eski bir anı gibi çaldım kapını
dinlen diye saçlarını taradım
ayakların sıcaktı saçların ılık
ben bir düş gibiydim uyanınca yitirilmiş
düşler de anılar gibi karmakarışık

nilüferler gibi birden sudaydın
tanıdım bakışını
sular gecelerden daha eski karanlık
her çiçek sarısını içirirken toprağa
yıkıntılar içinde sapsarı papatyaydın

yol türküsü

pencere
umutlu bir afşar timuçin şiiridir;

çiz beyaz haritalara mor kalemle
hiç görülmedik yepyeni kentleri
hep oralara götür beni
seninle olunca sıkılmam giderim

çocuk yüreğinle sen kurarsın
köprüleri alanları kuleleri
panayırları ve çocuk bahçelerini
çiz haritaların en güzel yerine
en güzel günleri ve geceleri

seninle olunca çekinmem giderim
o kentlere yolcu diye çiz beni
biletim pardesüm şemsiyem şapkam
yüreğimde sevincim kafamda düşüncem
nasıl da çok karıştık birbirimize
bu el hangimizin eli
bu saçlar hangimizin
senin gittiğin her yere giderim
44 /