confessions

frantz fanon

rom  · 14 Haziran 2017 Çarşamba

  1. toplam giri 406
  2. takipçi 12
  3. puan 7303

Türkiye

frantz fanon
umut sarıkaya diyor ki:

adam gibi bot
önce sakal yağdı bu ülkenin üzerine, sonra protein tozu serpildi bedenlere, en son dövmeler yağdı boyunlara, kollara, baldırlara, enselere... son yağışla beraber bir özgüven gelmişti hepsine. hiçbir şeyi okumadıkları, hiçbir şeyi merak etmedikleri artık herkes her konuda her seyi biliyordu. bu gözlerinden belliydi hepsinin.

sonra internet bağlattı bu ülke kendisine. internetle dünyaya değil birbirine bağlandı insanlar. çünkü tek başınayken çok sıkılırdı bu ülkenin insanları. dışarıdan kavga sesleri gelse haneleribe gün doğardı insanların, çekirdeklerini alır pencerelere dizilir kavgayı izlerlerdi neşeyle. ve internet, sokaktaki kavgaya açılan bir pencereydi, yaşlısı genci çok sevdi o pencereyi. fotoğraf, video, haber altları yorumlarla dolup taştı. internet kullanıcısı olmak, olaya bakıp yorum yapmak ve yorum yaptıktan sonra diğer yorumcularla kavga etmekti bu ülkede...

dünyanın son günü bile olsa, yarın öleceklerini bilseler bile sordukları tek soru "nereli?, "aslen nereli?"ydi bu ülke insanlarının. herkes birbirinin ve kendisinin nereli olduğunu deli gibi merak ediyordu. kütük çok önemliydi bu ülkede. hükümet, nüfus kayıtlarını açıkladığında işte bu yüzden saldırmıştı herkes kendi kütüğüne. çünkü aslında içten içe biliyordu ki kimse buralı değildi, herkes ya bir yerden gelmiş ya da sürülmüştü.

azınlık olmak suçtu, herkes çoğunluk olmak zorundaydı. "istesek bir taneniz bile kalmazdı" derlerdi azınlıklara ama herkes de kendini azınlık hissederdi bu ülkede. iktidara gelse bile azınlık olmadıklarına inandıramazdı kimseyi. çünkü bilirlerdi ki; dünün çoğunluğu, bugünün azınlığıdır. dünün suçsuzu, bugünün suçlusu... yarın bir gün azınlık olmamanın, suçlu olmamanın garantisi yoktu. herkes diken üzerindeydi, keser döner sap dönerdi bu ülkede.

işin aslı; burası bir ülke de değil, göçmen toplama kampıydı. avrupa'ta tam gidecekken yolun ortasında kalmış, taşlaşmış katılaşmış, kayalaşmış bir göçmen botuydu burası. taşlaşmış, katılaşmış, kayalaşmış bir göçmen botunun içinde gezip birbirine kızardı herkes... halen umudu olanlar diğerlerinin üstüne basarak "ben bunlar gibi değilim, alın beni!" diye yalvarırlardı avrupa'ya, amerika'ya... gidemeyeceklerini bilenler ise bota yeni binen suriyeliler'e, afganlar'a, araplar'a küfrederlerdi. "fazla ağırlık oldu, bunlar batıracaklar güzel botumuzu" diye yeni binenlere sinirlenirlerdi...

kimsenin belli bir mesleği yoktu bu ülkede. herkes, her an başka bir iş yapabilirdi. şarkıcı zannettiklerin bir anda yönetmen olarak çıkabilirdi karşına, mühendis zannettiklerin pazarlamacı, gazeteci zannettiklerin şovmen... herkes vasıfsız işçiydi, herkes için mutlaka bir pozisyon vardı. her iş, herkes için bir basamaktı ama kimse de işinde gerçekten başarılı değildi. eğer başarılıysan; ya bir yol tutturmuşsundur ya da bir yere kapak atmışsındır. ne okumuş olursa olsun, hangi işte çalışırsa çalışsın aslında herkes mevsimlik işçiydi bu ülkede...

herkes birbirine hava atmak için yaşardı ve başkalarına ibret olmak için ölürdü bu ülkede. yaşamanın tek amacı düşman çatlatmaktı ama ölünce ibret olmak da kaçınılmazdı. cesedine baķıp tahtaya vurmayı, senin ölün üzerinden şükretmeyi çok severdi bu halk. herkes herkesle ilgilenir, herkes herkese karışırdı ama aslında kimse kinsenin s.kinde değildi. her birey, bir başkasının potansiyel ibretiydi bu ülkede...

sözün kısası; yazları sıcak ve sakal yağışlı, kışları ılıman ve protein tozlu, dövmesi bol, dövülmesi bol, internet bağlantısı olan şirin mi şirin, adam gibi bir bottu burası.

ideoloji karmaşası

frantz fanon
kısmen benim de yaşadığım bir durumdur.
bunu çözmenin yolu herseyi ana kaynaklarından okumak olsa gerek.. ideolojileri öğrendiğimiz kaynaklar genellikle suyunun suyunun suyu kaynaklar oluyor. yani adam marksizmi çulhaoğlu'ndan, liberalizmi ldp başkanı'ndan öğreniyor, kemalizmi emre kongar'dan, islamı da bilnemne hocadan ki kerameti kendinden menkul yazarların hepsi bu yüzyılın adamları.
halbuki önce dişimizi sıkıp her düşünceyi ve -izmi kendi çıktığı yüzyıldaki kitaplardan, ana kaynaklardan okusak daha bütünlüklü bir dünya algısına sahip oluruz. ama internet dikkat dağıtıyor; biraz ordan biraz burdan bakıyoruz. netice olarak; parcali bir bilinç ortaya çıkıyor. bütünlüklü değil.

joseph stalin

frantz fanon
sakin kafayla değerlendirilmesi gereken bir tarihsel kişilik. nazileri bozguna uğratan ordunun başkomutanı, dünyanın görüp görebileceği en hızlı sanayilesmenin ve modernleşmenin menajeri bir şahıstır. 2. dünya savaşının göz göre göre geldiği, "acilen kalkınmazsak bizi sikerler" denildiği bir dönemeçten, nüfus-tarım topraklarının verimsizliği oranının avrupa ve anadoludan kötü olduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz.
her devrim aynı çizelgede ilerler. önce iktidarın ele geçirilmesi, düşman sınıfların imha edilmesi, devrimci terör, arkasından da kendi içinde bir çatışma. fransız devrimi de türk devrimi de böyledir. sovyet devrimi de böyledir. vendee biraz 1915'e , dersim'e benzer, 1915 de 1944e benzer. termidor, takriri sukun, 1937 tasfiyeleri... fransız tarihine baktığınızda oransal olarak sovyet devrimi'nden de büyük kayıplar görüyoruz. nüfus çok olunca kayıplar da (sayıca) çok oluyor.
edit: ayrıyeten, halkların trajedilerinin hakim devetler tarafindan siyasi emeller için nasıl carpıtıldığını, abartildığinı zaten "ermeni soykırımı"nın fazlasıyla şaibeli ermenistan iddialarından (1,5 milyon nereden baksan tutmuyor, o kadar nüfus yok...) vb seylerden ayıkmamız lazımdır. sscb'ye de çin'e de ona göre bakmamız lazım.

venezuela

frantz fanon
venezuela hükümeti sosyalist olduğu icin değil, yeterince sosyalist olmadığı için suçludur.
büyük burjuvalarını imha edemedi, petrole güvenip sanayi hamlesi yapamadı, bağımsız bir ekonomiyi inşa edemediği için şimdi ambargolar ve finansal spekülasyonlardan kolay etkileniyor.
devrimci güçleri zor bir görevle karşı karşıyadır, önce "bolivarcılarla" birlikte abd destekli liderleri ve kullanışlı aptalları ezmeleri lazım. ardından bu sefer de "bolivarcıları" indirip burokraside iç temizlik yapmaları lazım. sonra da kendi yerli burjuvalarını yok etmelidirler. devrim dediğin sonuna kadar götürülmeli.

propaganda

frantz fanon
hitler'i anlatan yeni bir kitap.

Hitler'in emrine amade olan Hugo Boss ve Porsche gibi meşhur markalardan, Türk Nazilere uzanan hikâyesini anlatırken; onu var eden toplumsal ve tarihsel koşulların detaylı bir fotoğrafını çekiyor.'muş

malum ortamlara düşerse indirip bir köşeye koyarım.

aksiyonizm

frantz fanon
68 fransız baharıyla yükselen bir çesit eylem anlayışıdır.
asma köprüye fosforlu kalemle çük resmi çizmek, kacaksaray'a "halkın malıdr" denilince atleti ve plastik topu alıp orada piknik yapmaya calışmak, "üç cocuk" talebiyle alakalı olarak açıķ alanda seks yapmak. gibi orantısız zeka-orantısız cürret eylemleridir.

proletarya

frantz fanon
açıkçası, -özellikle günümüzde- kimin dahil olup kimin dahil olamadığını tam anlamıyla çözemediğim sınıf.
ille de işçi demek değildir, onu biliyoruz marx ve lenin devrinde bir kır proleteryasından vb proleteryalardan bahsedilir ama 19. ve 20 yylarda işçi sınıfıyla ciddi bir kesişim kümesi oluşturduğunu da biliyoruz. ama bugün bu durum hala böyle midir tartışılır. en önde gelen firmalarda ve sektörlerde calışan , devletin baştacı olan bazı işci kesimleri proleter midir? hic zannermiyorum. adamın evi var, arabası var... belki de onun için sınıf mucadelesine tenezzul etmiyorlar. metropol ulkelerin uretimi 3. dunyaya kaydirildigi cağda 1. ve 2. dunya ulkelerindeki sinifin ne kadari proleterdir ki.

mario

frantz fanon
multikültürelizmin simgesidir. yaratıcıları japondur ama kendisi italyandır. öte yandan ingilizce konuşuyor, meksikalıya benziyor, zenci gibi zıplıyor, yahudi gibi de paraları götürüyor.
3 /