sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

pencere
bugün itibariyle gribe yakalandım. bir mandilana soyup yiyim dedim, soymakta çok güçlük çektim. bir mandalinayı soyamayacak kadar mı hastayım diye acıdım kendime. meğer soymaya çalıştığımşey portakalmış. bu da işte böyle bir anım oldu.

haa bir de, nezle olmak çok kötü bir şeydir. hem de çok kötü bir şeydir.
pencere
her zaman söylerim ki, insanın kendisiyle ilişkisi aynı zamanda başkalarıyla ilişkisidir. başkalarıyla ilişkisi de, kendisiyle ilişkisi. mutluluğun tanımlarından biri de, yaşamın farkında olarak yaşamaktır. zannediyorum ki toplumda birey, yukarıda vurguladığım hususu gün içinde gerektiğince aklına getirerek yaşamalıdır. bu sayede, en önemli benlik ilişkimiz olan öz saygının, toplumsal ilişkilerdeki en derin katman olduğu daha da iyi anlaşılacaktır.

söylediklerimde bazı şeyleri bazı şeylere bağlayamazsam affola. adı üzerinde işte, lakırdılarımızı döküyoruz buraya.
bugün, çok da sevmediğim bir çalışma arkadaşımın el yazısı pusulasını aldım. yazdığının muhtevasından önce şu geçti aklımdan ''kadına bak yaa, kaç yıl okul okumuş, el yazısı kıllı kaba etlerimden de çirkin''
sonra kendi el yazımı düşündüm. mesai arkadaşımın yazısı, olabilecek en iyi şekilde tanımladığım gibi olsa da en azından okunabiliyordu. benim öyle bir el yazım var ki, yazı değil sanki esmeralda oyunundaki quasimodo. allahtan şu bilgisayarlar falan epeydir hayatımızdaki, el yazımı uzun süredir güneş altında hiç bir beşere göstermek zorunda kalmıyorum. yazı yazı değil mübarek, böyle bir insani zaaf işte.
mesai arkadaşımı hiç sevmediğim için, kendi çirkinliğime bakmadan oluşturduğum yargıdan çok utandım. ama hayır, sırf bu yüzden o arkadaşımdan özür dileyecek erdemde bir insan da değilim.

diyeceklerimi çok dağınık anlatmış olabilirim fakat ne önemi var. başlık var dediniz yazdık işte. iyi de oldu, rahatladım ama.
1
pencere
çalıştığım hastanenin acil servisinde her gün, ajiteler içinde ayrılık anksiyeteleri geçiren 16 yaşından 35 yaşına kadar kadınlar görüyorum. durumları gerçekten üzücü. bir de, intihar ayağı selfieleri çekebilmek için 20'lerinden 40'larına kadar adamlar görüyorum. maksatları yenge hanımlara kendilerini acındırmak. acayiptir ki genelde işe yarıyor. fakat tabii ki asla önermiyorum.
bahsettiğim kadınların durumları da hiç sağlıklı olmasa da, en azından adamlarınkinden daha saf ve temiz.
nasıl bir zamanda yaşıyoruz ya rab? ne ilişkilerimizi yürütebiliyoruz, ne ayrılıklarımızı sağlıklı şekilde yönetebiliyoruz.

şimdi bu durumu da, 17 yıllık akp hükümetine bağlarsam muhalif dostlarım bile ''yok artık ebesinin ali samisi'' diyebilirler. demesinler. durumun mekanla ve zamanla çok ilgisi vardır kanaatimce. artık yaşadığımız şehirler şehir değil, köyler köy değil. bu durum temelimizi lumpenlikle dinamitliyor. her yerde, her mekanda, her şehirde sıkış tıkış zipli dosyalar gibi yaşıyoruz. hareket yoğun, devinim yok. hiç bir somut ve soyut değer hakkında özgün bir tanımımız yok. her yerden dayatılan, her şeyle ilgili, 3-5 ezber tanımla idare ediyor herkes.

çocuklarımız, her yere götürebildiğimizin, her şeyi alabildiğimizi teşhir edebildiğimiz mülkiyet temelli varlıklara dönüşmüş. bir de artık çocukların eskisinden çok daha sinirli olduğu gerçeği bir tek benim mi dikkatimi çekiyor?
1
pencere
bugün şok marketten aldığım tek bir tane orta büyüklükte patatese 1.65 lira para ödedim. benim emeğim mi bu kadar ucuz, patates mi bu kadar pahalı anlamıyorum. ve neden benim emeğim bizim emeğimiz bu kadar ucuz, ve de patates neden bu kadar pahalı. ben yalnız yaşıyorum, bakmakla yükümlü olduğum kimsem yok. bir adet orta boy büyüklükte patatese 1.65 lira verdiğim andan beri, çoluk çocuk geçindirip, haram nedir bilmeyen dostlarım geliyor aklıma. bir çok şey boğazımda düğümleniyor.

doların fırlamasından haz duyduğumuzu sanan akp'liler, muhattap alınmayacak kadar zavallasınız. ülkeyi de, insanımızı da bu zavallı hale siz getirdiniz. sanmıyorum ama söylediklerimden sonra belki azıcık utanırsınız.

hepimiz fakirleşiyoruz. ve nasıl bu kadar fakirleğe de, kendimize de, emeğimize de yabancılaşmışız anlamak zor. bu her türlü açlıktan daha büyük bir dramdır.
pencere
36 yaşımdayım. 30 yaşıma kadar gerçek aşkın var olabileceğine dair umut yaşattım içimde. 30 yaşımda bir çok iyi ve güzel kadından sonra buldum da. 3 sene sürdü. 2 sene falan acısını çektim bitti. bir kaç iyi ve güzel kadın daha girdi hayatıma. olmadı sürdüremedik. sanırım ne ben onları anladım ne de onlar beni anladı. zaten hepimizin bu çağda müspet yahut menfii bir evrenle anlaşamama sorunumuz yok mu?

neyse, çok güzel yaşamlardan, çok acı yıkımlardan sonra bile ayağa kalkıp tekrar güzel bir ikili yaşam umudumu hiç kaybetmemiştim bugüne kadar. bugün kaybettim. bu saçmalıklarımla beyninizin güzel hücrelerini işgal edecek özel bir şey de yaşamadım. kusura bakmayın, başlığı görünce döküldüm.

belki de yapmam gereken geçmişle cebelleşmek, ağır bir özeleştiri vermek falan filandır. lakin hiç takatim yok. yalnız ve güçlü bir yaşamın acı planları ve alternatiflerini düşünmek daha çok ihtiyaç hasılım sanırım şu durumda.

eskiden 100 yaşıma kadar yaşayacağımdan hep emindim. hatta bunun heyecanıyla yanan bir salaktım. artık 50-55 yıl yeter diyorum. evrende aşksız ve ikili güzel yaşamın düşleri olmadan yaşanamaz mı? tabii ki yaşanır. geçenlerde okuduğum bir biyoloji kitabında gezegenimizde yaşamın oksijenden önce bile var olduğu yazıyordu.

her şey bu evrenle uyumsuzluk ve anlaşılmazlık yüzünden. başka hiç bir şey değil.
pencere
artık eskisi gibi her gece yapmıyorum ama bir kaç gündür pek iyi değilim idare edin biraz beyninizin güzel hücrelerini kemireyim bu başlık altında. allahım çok facebook klişesi ve kötü edebiyat gibi olacak ama umudumu falan kaybettim. kendimi bildim bileli herkese umut zerk etmeye çalışırken ki, bana uzaylıymışım gibi bakan gözlere yeni alışmıştım oysa ki. dün bu hal geçicidir dedim fakat bugün de geçmedi. kötü kelime espirisi yapmaktan odin'e sığınırım fakat işte halim artık fiiliyata dönüşen ülkenin ohal koşulları kadar karanlık.

ilkay akkaya'dan ''güneşin olsun gönlünde'' şarkısını açtım, gram kandıramadı ilkay abla da. hani diyor yaa

güneşin olsun gönlünde
kar bile yağsa
ya da fırtına olsa
gök bulutlarla
dünya kavgayla dolsa

başkaları için de bir diyeceğin olsun
tasada ve bunalımda
ve seni mutlu edecek herşeyi
söyle onlara da
bir şarkın olsun dudaklarında

yitirme sakın cesaretini
güneşin olsun gönlünde
ve herşey iyi olacak...

ilkay abla ''ve her şey iyi olacak'' dediği anda içimden saygısız bir söz çıkacak diye korktum mübarek kadına. zira halım tam da;

şimdi iyi niyetlerimi
bir bir yargılayıp asıyorum
bu son olsun, bu son olsun!...

lanet olsun!
artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
olsun gözüm olsun, ne olacaksa olsun!

yine de gecenin kapanışını ilkay ablayla yapıyorum.

yoldaş senin bir gülüşün
bir dostunun yarasını saramıyorsa artık
sen artık kendin değilsin
vur öfkeni dostuna
yazdım dağlarca göllerce

dökülmeyen gözyaşım da boğulsun deryalarca
yitip, giden devrimler gibi
dost sesin, dost gülüşlerin
şimdi çölde bir damla su
sen artık kendin değilsin

öfke çaresizliktir bilirim
çaresizliğine ölürüm
sesinde açan çiçeklere inan her şeyimi veririm
sanma ki bir yitiktir
hüzünlere sarılmam

sanma ki gülüm bu hüzün
ölgüğümde bitecektir
bir gün mavi bulutlara
biner sonsuza giderim
dost sesini duyava dek
karanlığa gülümserim...
pencere
hayvan gibi sıcak bir mersin gecesinde yaradana sığınıp klimayı açarak twitterda geze geze uykumu getirmeye çalıştım. yaradana sığınmadım aslında, akşam işten döndüğümde elektirik faturam sadece 86 tl gelmiş buna sığınarak açtım klimayı. hatta buna sevinçten apartmanı başkentli resul oyun havalarıyla inlettim. makarnanın yanında bir kâse daha yoğurt yiyerek kendimi zengin hisettim.

twitterdan da uyku tutmadı bir sigara daha yakayım dedim. ölmeden önce yahuu yaşamında en çok gurur duyduğun neler vardı sorusu sorulsa nasıl cevap veririm diye düşündüm. büyük ihtimal o zamanlar gelince de yine kendi kendimle konuşuyor olacağım. umarım halâ sözlükler de olur.
buna cevaplarımdan biri ali ekber çiçekle aynı yy'de doğmuş olmaktır. büyük ustanın çağdaşı olmaktır.
diğer cevabım ise yüzlerce umut kırığına rağmen yaşadım ulann!! olacak. aşk kırıntısıyla doymayı bile kim kaybetmiş biz bulacağız bu zamanda. yahut hayal kırıklıklarından şikayet edecek lüksü kim verir ki bize.
iyi bir umut ve hayal amelesi olduğum için yaşamım boyunca kendimle gurur duyuyorum. bir gün bu amelelikte iş cinayetiyle ölmek dileğiyle...
pencere
bu gece ahmet erhan zaten söylemenmesi gereken her şeyi söylemiş ruh halim için. ben ne konuşsam gevezelik olur;

boğulmak benim hünerimdir
yağmurlara uzak o topraklarda
de ki öldü bu adam
halk diktatörlüğünün birinci yılında

boğulmak benim hünerimdir
su geçirmez şemsiyeler gibi kollarımı açıp da
yeni geldim, kurundum, şöyle ne oldum
o mel'un yalnızlığın çorak sayfasında

kendimi koşuya saldığım bir mevsimdir
yağmur beni kovalar, ben yüzümü yıkarım
kirliyim, arınmam, üç beş kadeh atarım
üstüne de bir cigara yakardım, ben adam olsam

derin uçurumlara tutkun bir ağaç gibi

boğulmak hüner midir ah, bir elimi tutsan.
pencere
beni deli mi sikti de sabahın 4 46'sında sözlükteyimin cevabını vermek istiyorum. korkunç bir kabus gördüm. rüyamda yüzlerce kişi olarak bir gemi kazasından kurtulmaya çalışıyorduk. bir süre önce kaybettiğim en iyi dostumu gördüm gemide. elimi tuttu ve beni kendine çekmeye çalıştı. ben de ona gitmeye gönüllüydüm. bu esnada hiç tanımadığım bir insan beni kendine çekti güç olsa da kurtuldum.
belki sabah uyandığımda bana skimsonik bir rüya gibi gelecek ama şu an bütün varlığımla kabusun etkisindeyim. çok uzun yıllardır yalnız yaşamanın bedellerinden biri evde başka bir nefesten güç alamamak böyle durumlarda.

anlayacağınız deli falan skmedi. herkesin yalnızlıktan böğür böğür böğürdüğü bu çağda ona bile bir şans olarak bakmak lazım belki de.
pencere
kalabalıklardan nefret ediyorum. eskiden severdim kalabalıkları. belki de dediğimi şöyle düzeltmem daha doğru olacak. yalnızlığımı her şeyden daha çok seviyorum. hayatımda en nefret ettiğim şey iş yerinde ayda bir falan yapılan sabah kahvaltısı organizasyonları. esas itibarıyla 20'den fazla birbirinin kuyusunu kazma çabasındaki insanlar topluluğu şen kahkalarla ağızlarına boğazlarına bir şeyler tıkıştırıyorlar. allahım bundan daha iğrenç bir şey olabilir mi yahu.

bir de hayatımın en mutsuz zamanlarının içinden geçiyorum. baya bir zamandır iyi değildim ama umutlu mutlu yaşıyor gidiyordum. rasyonaliteye bir kaç mg hayal zerk edince benden keyiflisi yoktu. neyse şunu eklemek istiyorum aslında. neşeli şarkılar dinlemek sadece mutlu ve iyi insanlara has bir ayrıcalık değil sanırım. öyleyse de her şeye ve bu geceye inat ben dinliyorum arkadaş. ayıpsa ayıp. saçma sapan kafa siktiğim için özürlerimle...

2 /