şibumi

harflervekibrit
trevanian adlı yazarın yazdığı, go oyununun bölümleriyle bölünmüş romandır. Şibumi kelime anlamı olarak bu oyunun felsefesinin varış noktası, her şeyi bilmek ama zarafetle susmak, hafiflik, ruh basitliği, anlamına gelir. Benim yorumumla; budist öğretisindeki nirvana veya bizdeki tasavvuf öğretisinin vahdeti vücudu veya gelişim psikolojisindeki kendini gerçekleştirme gibi bir şeydir.
Kitaba gelecek olursak kahramanımız Nicholai Hel, her bakımdan kahraman bir kahramandır. Pek çok dil ve dövüş taktikleri bilir. Annesi rus, babası alman olmasına rağmen ailesinden bağımsız ve Japon kültürüyle yetiştirilmiştir. Zeki, çevik ve ahlaklıdır. 2. Dünya savaşı yıllarını go oyununu ve felsefesini öğrenerek geçirir. Kitabı holivud çakması çerez kitap olarak değerlendirmemek gerekir çünkü içinde savaşa, amerikalılara, genel kültür yozlaşmalarına ve dünyaya dair isabetli tespitler bulunur.
"Ben Şibumi yolunda başarısızlığa uğramayı, başka amaç uğruna zafere ulaşmaktan yeğ tutarım." diyor kitabın bir yerinde nicholai reiz. Akabinde general ile kiraz ağaçlarının altında yürürken sohbet ettikleri bir yer vardır ki orayı özellikle severim. Şöyledir:
"demek ki bugün anılar günü, üç günün en hüzünlüsü ama en zengini. Bir tür sükûn var bugünde. Yok, sükûn değil... rahatlık var. Zaman denen şeyin ne tür bir sihirbaz hilesi olduğunu bir kere daha anlıyorum. Artık altmışaltı yaşındayım Nikko. Senin bulunduğun noktadan ileriye bakıldığında altmış altı yıl çok uzun bir süredir. Senin hayat tecrübenin üç katından fazla ama benim bulunduğum noktadan bakıldığı zaman bu altmış altı yıl, tıpkı şu dökülen kiraz çiçeklerine benziyor. Hayatım alelacele çizilmiş ama vakit yetmediği için ayrıntıları doldurulmamış bir resme benziyor. Vakit, elli yıl önce... Oysa daha dün gibi... gene bu yamaçta babamla birlikte yürüyordum. Babamın yüzü gözümün önüne geliyor. Anılarımda hep başımı kaldırıp onun yüzüne bakıyorum. Küçük elimi kavrayan elinin ne kadar büyük ve kuvvetli göründüğünü hatırlıyorum... Sanki sinirlerimin kendi belleği varmış gibi. göğsümün ta içinde hissettiğim bir başka anım da babama onu ne kadar sevdiğimi bi'türlü söyleyemeyişim. Bu kadar açık ve dünyevi kelimelerle konuşma âdetinde değildik. Babamın sert fakat hassas profilinin her çizgisi gözümün önünde. Zaman zaman babama acıdığımı hissederdim. Ona kendisini çok sevdiğimi söylemediğim için. Ama aslında kendime acıyordum:
Benim söylemeye duyduğum ihtiyaç, onun işitmeye olan ihtiyacından fazlaydı."