Nazım hikmet ran

pencere
bir ayrılış hikayesi

erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık
biliyorum:
toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarıldılar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrıldılar...

n.hikmet

ciğerlerimden bile oluk oluk göz yaşları akıtan bu muhteşem dizelerin sahibidir.
pencere
açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.

yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.

açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.

açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.

muhteşem dizelerinin yazarıdır
pencere
serbest şiirleri kadar çok güzel rubaileri de olan şairimizdir.


sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...

«— şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi hayyam.
baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»


ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında...
bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...

ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...

ben, bir insan,
ben, türk şairi komünist nâzım hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...

insan
ya hayrandır sana, ya düşman.
ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...


çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
pencere
daha önce bahsetmişimdir. 90 lı yıllarda ortaokul'a giderken elbise dolabımın kapakları benim için bir nevi sosyal medya paylaşım platformuydu. devrimci büyüklerimizin resimlerinden, sevdiğim şairlerin şiirlerine kadar oralara özenle yapıştırırdım. hatta imza aldığım şairler ve tiyatrocuların imzalarını bile oraya yapıştırırdım. nazım'ın aşağıda paylaşacağım şiiri en önemli yerlerden birini kaplardı orada.

ortaokul'da oldukça aydın bir edebiyat öğretmenim vardı. nazım hikmet'i ilk olarak best fm'de melon şapka diye bir radyocudan duyup ona sormuştum. sorduğumda birisi duyacak diye yüzü kıpkırmızı oldu bir komünisten bahsettiğimizi okulda duyacaklar diye. nazım yasaklı değildi artık ama işte hala zalimlerin laneti üzerimizeydi kamuda. sonra bir gün o hocamız 29 ekim'de bana ''bu vatan bizim'' şiirini okusana dedi nazım'dan. zaten kimse nazım'ın olduğunu bilmez. bilirlerse benim önerdiğimi sakın söyleme de diye tembihlemişti. o 29 ekim'de şiiri okudum. sanırım 100 yıla yaklaşan hiç bir cumhuriyet kutlamasında hiç bir şiir bu kadar çok alkışlanmamıştır. ve kimse nazım'ın olduğunu anlamadı şiirin. buna sevinsem mi üzülsem mi hala bilemiyorum.

onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun

meyve çağında ağacın,

serip gelişen hayatın düşmanı.

çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :

- çürüyen diş, dökülen et-,

bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,

ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet.

bursa da havlucu recebe,

karabük fabrikasında tesviyeci hasana düşman,

fakir köylü hatçe kadına,

ırgat süleymana düşman,

sana düşman, bana düşman,

düşünen insana düşman,

vatan ki bu insanların evidir,

sevgilim, onlar vatana düşman...
4 /