laik günlük

baran anlattı
şehirde taş binaların olduğu bir bölgedeydik. harika bahçesi olan bir eve girmiştik. daha adım attığım ilk anda o bahçenin ve evin hayatımı değiştireceğini biliyordum. bahçenin sınırını paslanmış dikenli tellerle kesin biçimde çizmişlerdi. yüksek taş duvarın üstünde teller bir tehdit gibi tutunmuştu.
yağmur vardı ve schaub lorenz marka bir televizyonda körfez savaşı görüntüleri dönüyordu. üzerimde süveter olmasına rağmen üşüdüğümü ve oturduğum yerde ayaklarımı tuttuğumu hatırlıyorum. uzun bir süre kendimle ilgilenmiş olmalıyım. dış kapının kapanma sesini duydum. hızla koştum ve sokağa çıktım. sokağın iki tarafında da sanki hiçbir tarihte hiçbir araba oradan geçmemiş gibi derin bir sessizlik, hareketsizlik vardı. sonsuz uzunlukta bir resim çerçevesinde sıkışmış hissettim.
tekrar eve döndüm.
televizyonu kapattım. kitaplıkta dilini bilmediğim kitaplar vardı. onlardan birini aldım ve açtım. sonra bir diğerini, sonra bir diğerini.
kitapların üzerinde uyumuştum. genç bir alman olan bakıcım kucağında paketlerle içeri girmişti. bana sayıları öğretirdi. eins, zwei, drei.. sonsuza kadar saysam da beni bıraktıkları yere geri dönüp almayacaklarını biliyordum.
bugün kargoyla bir paket aldım. içinden o kitaplıkta gördüğüm kırmızı kapaklı kitap çıktı. "seni hiç unutmadık"
"ben de unutmadım."
bu başlıktaki tüm girileri gör