ermeni soykırımı

azadi
Ermeni Kırımı veya Ermeni Soykırımı (Ermenice: Հայոց ցեղասպանություն, Hayodz Dzeğasbanutün), Osmanlı hükûmetinin Ermeni tebaaya karşı gerçekleştirdiği etnik temizlik. Tehcir ve katliamlar sonucunda ölen Ermenilerin sayısının 800.000 ile 1,5 milyon arasında olduğu birçok tarihçi tarafından kabul edildi.Olayların başlangıç tarihi çoğunlukla 250 Ermeni aydının ve komite liderinin Osmanlı yöneticileri tarafından Kostantiniyye'den Ankara'ya sürüldüğü ve birçoğunun öldürüldüğü 24 Nisan 1915 ile ilişkilendirildi. Çeşitli kaynaklara göre Ermeni Kırımı, sağlıklı erkek nüfusun toptan öldürülmesi ya da askere alınarak zorla çalıştırılması ve sonrasında kadın, çocuk ve yaşlılarla birlikte ölüm yürüyüşü şartları altında Suriye Çölü'ne sürülmesi gibi olaylarla birlikte I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında iki aşamada gerçekleşti. Askerlerin koruması eşliğinde yurtlarından sürülen Ermeniler, sürgün sırasında yiyecek ve su sıkıntısı yaşadı; ayrıca çeşitli raporlara göre zaman zaman soygun, tecavüz ve katliamlara maruz kaldı.Dünya genelindeki Ermeni diasporası, genel anlamda Ermeni Kırımı'nın doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Raphael Lemkin, resmî otoritelerin sistematik ve kasıtlı katliamlarını tanımlamak için 1943'te ürettiği genocide yani soykırım sözcüğünü Ermeni katliamları için de kullandı. Yapılan katliamların Ermenileri ortadan kaldırmak için düzenli bir şekilde gerçekleştiğini öne süren bazı tarihçiler, ölümleri ilk modern soykırımlardan biri olarak kabul etti. Ermeni Kırımı ayrıca Holokost'tan sonra soykırım olarak tanımlanan katliamlar arasında üzerinde en çok araştırma yapılan ikinci katliam oldu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun ardıl devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, soykırım sözcüğünün Osmanlı yönetiminin son yıllarında gerçekleşen toplu katliamları tanımlamak için doğru terim olmadığını belirterek sözcüğü kullanmayı reddeder. Son yıllarda ülke, katliamların soykırım olarak tanınmasına yönelik çağrılarla tekrar karşı karşıya kaldı. Günümüz itibarıyla 29 ülke toplu katliamları resmen soykırım şeklinde tanımlar ve bu görüş çeşitli soykırım araştırmacıları tarafından da paylaşılır.

24 Nisan'da Dahiliye Nazırı Mehmed Talat Bey, Ermeni Komite merkezlerinin kapatılması, elebaşılarının tutuklanması ve her türlü belgelerine el konulması yönünde, 24 Nisan 1915 kararlarını alır. 24 Nisan hadisesi, İtilaf ordularının Çanakkale'ye çıkartma yapmaları beklentisi ve İstanbul'un düşman eline geçme tehdidi, Osmanlı sarayı ve hükümetini Eskişehir'e taşıma hazırlıklarının yapıldığı günlere denk gelecektir.

Tarihçi Yusuf Sarınay, Osmanlı belgelerinde “24 Nisan 1915 genelgesi üzerine İstanbul'da ilk etapta 235 Ermeni Komite mensubunun” tutuklanarak Çankırı ve Ayaş'a gönderildiğinin kaydedildiğini belirtmekedir. Sarınay, Ağustos 1916'ya kadar İstanbul'da tutuklanan “Ermeni komite mensuplarının” sayısının 290 civarına ulaştığı sonucuna varmıştır.[62] Diğer incelemelerde ise 24 Nisan 1915 gününü takip eden birkaç hafta veya ay içinde bunların sayısının 2.345'e ulaştığı öngörülmektedir. Bunların arasında siyasi militanların yanı sıra milletvekilleri, tanınmış yazar ve şairler, sanatçılar, din adamları ve işadamları da tutuklanır. Göç ettirilenlerin belirsiz bir önemli kısmı göç çerçevesinde ölür veya öldürülür.
soykırım kavramı

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin tanımlamasına göre: öldürmese bile bir millete veya ırka yöneltilen saldırılar soykırım sayılır ve katliam olsa bile bir millete veya ırka yöneltilmediği takdirde soykırım sayılmaz. Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi (9 Aralık 1948) 260 A-III BM Kararıdır. Jenosit (soykırım) kavramı Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin tarafından ortaya atılmıştır. Raphael Lemkin, kavramı Yunanca “genos” (soy, kavim) ve Latince “cidus” (öldüren) kelimelerini bir araya getirerek oluşturmuştur. Ermeni Soykırımı tezi ve 11 Ağustos 1933'de Irak'ın kuzeyinde Duhok ve Musul illerinde yaşanan Süryanilere yönelik katliamı (Simele Katliamı) inceleyerek 'Crime of Barbarity' (Barbarlık suçları) adlı yazısını hazırlayan Lemkin, aynı yılda İspanya'nın başkenti Madrid'de toplanan Milletler Cemiyeti'nin Hukuk Konseyi'nde “Bir kişiyi öldüreni yargılamak mümkünken, bir milyon insanı ölüme göndereni yargılamak niçin mümkün olmuyor” sorusunu ortaya atarak uluslararası bir soykırım sözleşmesi çabası içine girdi. Soykırım sözcüğünü 1944 yılında Axis Rule in Occupied Europe (İşgal Altındaki Avrupa'da ittifak Güçlerinin İktidarı) adlı kitabında ilk olarak kullanan Raphael Lemkin. Lemkin, Ermeni meselesini 20. yüzyıla ait tipik bir soykırım örneği olarak tanımlıyordu.

Zamanın İçişleri Bakanı Mehmed Talat Bey'in 1915 yılı içinde Andonyan belgeleri diye bilinen ünlü “Talat Paşa telgraflarının” kopyalarını barındıran kitapta soykırımı planladığı öne sürülmüştür. Andonyan Belgelerinde Ermeni tehciri sırasında Ermenilerin imha edilmesini emreden 50 telgraf ve 2 mektup mevcut. Andonyan Belgeleri düzmece olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bundan dolayı hükümetin parmağı olduğunu kanıtlama iddiasındaki yayınların birçoğu savaş zamanındaki propagandanın damgasını taşımaktadır.

Teşkilât-ı Mahsusa nın sadece cephe ve cephe gerisi Ermeni güçlerin tavsiyesinin (Ermeni İsyanlarına karşı enformasyon toplama ve değerlendirme, toplanan enformasyonun operasyonel şekilde kullanılması ve örtülü faaliyette bulunma) yanında “Tehcir” edilen Ermeni sivil halka karşı planları olduğu ve bu planların “soykırım” tanımına girdiği ileri sürülmektedir.

İttihat ve Terakki sözcülerinden Hüseyin Cahit (Yalçın)'a göre yurdun Ermenilerden arındırılması “müthiş ve memleket için zaruri olduğu sarahatle anlaşılan” bir karardır. 2 Ağustos 1914'te seferberlik günün gecesi, Kuşçubaşı Eşref'in “Anadolu'dan gayri Türk unsurların tasfiye” planı doğrultusunda İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umumi'de alınan karar ile Doğu Anadolu'da Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri oluşturulmuştur. Celâl Bayar'ın Teşkilat-ı Mahsusa şefi Eşref Kuşçubaşı'ya atfen belirttiğine göre Mayıs-Ağustos 1914'te Harbiye Nezaretinde yapılan toplantıların başlıca konusu stratejik noktalarda kümelenmiş ve dış tesirlere bağlı gayrı Türk yığınlarının tasfiyesi idi.”

Teşkilat-ı Mahsusa hakkında araştırma yapan yazar Philipp Stoddard'a göre, Teşkilat-ı Mahsusa, Ermenilerin sınır dışı edilmesinde herhangi bir rol oynamamıştır. Soykırım inkar tezini başlatan kişi olarak tanınan Guenter Lewy Stoddard'la 2001 senesinde görüştüğünü ve Stoddard'ın hâlâ aynı sonucu savunduğunu bildiriyor. Lewy, soykırım tezinin savunucularından olan Vahakn Dadrian'ın, orijinal kaynakların imkân vermeyeceği varsayımlarda bulunduğunu bildiriyor.

Soykırımı tanımında insan kayıplarının hangi amaçla gerçekleştirildiğini içermektedir. 1915 olaylarının ardındaki hükümet politikasını kanıtlayacak belgelerin ortaya çıkarılması, soykırım tartışmalarının ana eksenini oluşturmuştur. Ayrıca Osmanlı arşivlerinde yer alan kayıtlara göre, 1906-1922 yılları arasında Anadolu'da ve Kafkaslar'da, 517.955 Müslüman Osmanlı vatandaşının öldüğü aktarılmıştır.

Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu: İttihat ve Terakki'den Kurtuluş Savaşı'nda adlı eserinde Jenosit'in Türkçe karşılığı olarak kullanılan Soykırım kavramını tercih etmediğini açıklamaktadır. Bunun nedeni olarak Kırım kavramının sıradan bir katliamdan farklı olarak Ermenilere yapılanları tanımlamak için Anadolu'da yaygın olduğunu ve Soykırım kelimesinin Nazilerin Yahudilere yönelik ırkçılığa dayalı bir jenosit türünü çağrıştırması ve konuyla uğraşan tüm araştırmacıların Ermeni Kırımı'nın arkasındaki ana nedeninde ırkçılığın yatmadığı noktada hemfikir olduklarını göstermektedir. Ayrıca Kırım kavramını tercih etmesinin psikolojik boyutunun olduğunu da itiraf etmektedir.

Yakın yıllarda Ermeni Soykırım hakkındaki eserlerden biri de Ermeni asıllı Amerikalı tarihçi Vahakn Dadrian'ın The History of the Armenian Genocide (1995) adlı eseridir. Ermeni soykırımının resmî Osmanlı makamları tarafından değil, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı gizli bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa eliyle yürütüldüğü de iddia edilir.

Ayrıca Toynbee, 1967'de yayımlanan Acquaintances adlı eserinde “1915'te Türkiye'de işlenmiş olan soykırım üstüne çalışmalarım bana ilk günahın gerçekliğini gösterdi” diye yazmış, Vahakn Dadrian'a yazdığı 6 Aralık 1973 tarihli mektubunda “Ermeni Soykırımı büyük bir suçtur” demiştir.
the
Hakkında yıllardır çok tartışma yapılan başlık. Bir taraf var diyor bir taraf yok diyor. Hangisine inansak acaba?
Keşke bu konuda tarafsız davranılsa da bize gerçekler anlatılsa...
7
laik bir hanim
herkes ideolojisi doğrultusunda burada birşeyler yazacak. Fakat bu sözlükte ciddi anlamda geniş perspektiften ermeni soykırımını araştıran yazarın olmadığını düşünüyorum. benim fikrim ve çok detaylı olmasa da farklı kaynaklardan araştırdığım kadarı ile bazı çetelerin ayaklanması, isyan etmesi ve örgütlenmesi neticesin de bütün ermeni halkını tehdit olarak görüp sınır dışı etmek, yüzlerce yıllık evini, yurdunu, toprağını elinden alıp kadın, çocuk, yaşlı kim varsa çöle sürmekte soykırımdır. illa hitler gibi fırına atmaya gerek yok soykırım olması için. o yüzden ermeni soykırımını kabul edenlerdenim en azından kesin olarak bilinen birşey var o da tüm ermenileri ''sürgün ettiler'' bunu tüm tarihi kaynaklar hatta taraflı olanlar bile kabul etmektedir. sürgün derken kulağa pek masum gelebilir ama hangi şartlar da nasıl sürgün edildiğine bakarsak oldukça kötüdür. kısaca ermeni halkı evinden yurdundan edildi, onbinlerce ermeni açlıktan, hastalıktan, susuzluktan öldü. Buna ''ermeni soykırımı'' demek ya da dememek size kalmış.
1
deist imam
Kesin bir dille kabul etmek veya kesin bir dille reddetmek son derece yanlistir. Tipki osmanli doneminde olan bir olaydan dolayi turkiye cumhuriyetinin sorumlu tutulmak istenmesinin yanlis oldugu gibi. Taşnak ve hınçak örgütlerinin yaktığı türk ve kürt köyleri öldürdüğü yüzlerce masum insan da var bu işin başka tarafinda. Asala adli serefsizler örgütünün katlettigi aydinlik dusunceli nice turkiye diplomati var. Ermeni ve türk halklarinin birbirine dusman olmasini saglamak cok basit. Onemli olan bu acilari ortak yasayabilmek. Ama bu ülkenin türkü de ermenisi de(istisnalar vardir ama buyuk cogunluga bakilmasi gerekir) digerinin acisindan zevk alir hale gelmisken, acilari ortak yasamak mumkun degil. Osmanlinin oldurdugu ermenileri kabul etmeyip sadece ermeni orgutlerin oldurdugu turkleri goren de ermeni orgutlerinin oldurdugu yuzler türkü gormeyip sadece osmanlinin öldürdüğü ermenileri gören de gözümde eşit derecede gerizekalidir
dokuzkoydenkovulanadam
soykırım olmadığı gibi başlığı da olamaz. böyle bir başlık açılmamalı burada yazılanlar hiç bir şey ifade edemez. aksi taktirde yalana ortak olursunuz.

doğru başlıkta sizlere iddianın asılsız olduğunu yayınlayacağım hemde kopyala yapıştır yapmadan (:
2
homosexual varus
Yazarak anlatamadığım derin ve dallı budaklı bir konu. Bira ve sakin bir ortamda güzel güzel tartışıp iki embesil milletin nasıl bu işin içinden çıkamadığına ulaşabiliriz.

ebuelmaarri
Ama Ermeniler de öldürdü diyerek var olan soykırımı yok edemiyorsunuz. Osmanlı Devleti ki binlerce kez seferler düzenlemiş belli bir insan kitlesiyle bir yerden bir yere mesafe kat etmiş ama Ermenilerin yol üzerinde karşılasacağı tehlikeleri, hastalıkları, sorunları akıl edememiş öyle mi? Osmanlı göz göre göre ölüme itmiştir insanları. Dünya üzerindeki pek çok topluluk fırsatı geldiğinde uygun koşullar zuhur ettiğinde soykırım gerçekleştirmiştir ve belki de senin yerinde olsalar aynısını yaparlardı. Bu millet Ermeniler de olabilirdi Ruslar da. Yani kimseyi kendinden farklı görerek insanları kimlik üzerinden aşağılama ya da yüceltme.Varoluş anlamını ulus kimliğin üzerinden biçimlendirme eğer biçimlendirirsen bu tarz olaylarda objektiflikten çok uzak kalırsın. Aslında birçok kişinin bu soykırımı reddedişinin arkasında Türk soykırım yapmaz, Müslüman soykırm yapmaz sanrıları yatıyor
frantz fanon
''soykırım'' var mı yok mu bilmiyorum, bir tarafın çok haklıyken öteki tarafın çok haksız olduğunu da zannetmiyorum.
1984'ün yazarı george orwell'in dediği gibi ''Milliyetçi, kendi tarafınca girişilen katliama karşı çıkmamakla kalmaz, ayrıca bunları hiç duymamak gibi müthiş bir yeteneğe de sahiptir'' her iki taraf da rahatlıkla üstüne alınabilir.
azadi
gavur pis olsa da altını temizdir!

maraş katliamından kıl payı kurtulan görgü tanığı vergine mayikyan (1898 doğumlu) geçmişini acıyla hatırlayarak tanık olduğu korkunç olayları detaylı bir şekilde anlattı: “…karapet ağa çok zengindi; o usta bir kunduracıydı. maraş'ın yöneticisi cutki efendi'nin ayakkabılarını imal etmişti ve kendini emniyette hissediyordu. ama silahı olmadığı için, kendini savunamazdı. bir gece ayak takımından türkler bahçe kapısını kırarak içeri daldılar ve evine girdiler; genç, yaşlı demeden ailesinin bütün fertlerini öldürdüler ve bahçedeki kuyunun içine attılar. evini talan ettiler ve ganimeti aralarında paylaştılar. bu olaydan sonra ermeniler kendilerini nasıl savunacaklarını düşünmeye başladılar. güvenlik kaygılarıyla kadınları ve çocukları karasun mankants kilisesi'ne gönderdiler. kiliselerden en büyüğü ve duvarlarla çevrili olduğu için en güvenli olanı karasun mankants kilisesiydi. bölgemizdeki bütün kadınları, gelin adayı kızları ve çocukları, toplam 2.000'den fazla insanı oraya naklettiler. iğne atsan yere düşmezdi. sahn, giriş, üst kat dopdoluydu. bizim fedayiler her taraftan gözetliyorlardı. ama türk çapulcu kalabalığı kudurmuş, ermeni kanına susamıştı; her taraftan türklerin sesleri duyuluyordu: 'hazreti muhammed adına yemin ederiz ki bütün ermenileri katledeceğiz.' silahlı türk kalabalığı karasun mankants kilisesi'nin çevresinde bir insan zinciri oluşturdu ve kiliseyi çember içine aldı; türkler kapıların açılmasına bile izin vermediler; kapıların gece açılacağını söylediler, emir öyleymiş. karasun mankants kilisesi bir tepe üzerine inşa edilmişti. kiliseye giden, taşlarla döşenmiş yol birkaç yüz metre uzunluğunda, hemen hemen 4 metre genişliğindeydi ve her iki yanında ağaçlar vardı. kiliseye doldurulmuş ermeniler gece kapının açılmasını bekliyorlar; ama gece saat on, on bir, on iki oluyor, kapıyı açan olmuyor. içerisi tıka basa ermenilerle dolu; ne su var, ne de ışık; her yer pisleniyor; biri ağlıyor,

diğeri sızlıyor, bir diğeri de dua ediyor. kısacası görülmemiş bir kargaşa ortaya çıkıyor. biz onların seslerini evimizin altındaki mahzenden duyuyorduk. bir de küçük bir delikten, sabah saat bir buçukta birkaç türkün, kilisenin kemer şeklindeki çatısına çıkmış, petrole bulanmış yanan elbise parçalarını kilisenin kubbesinden içeriye atmakta olduklarını gördük. …yanık kokusu her yere yayılmıştı. kiliseden yükselen sesler insanın yüreğini sızlatıyordu. binlerce insan ağlıyor, bağırıyor, çığlık atıyor ve kapının açılması için yalvarıyordu. sesleri yerin dibinden geliyor gibiydi. o kadar yüksek sesle ahlayıp inliyorlardı ki, yankıları bize kadar ulaşıyordu; bu yankılar saatler geçtikçe azaldı. ama insanların yanmış kemiklerinin kokusu her tarafa yayılmıştı. canavarlar yapacaklarını yapmışlardı. artık kilisede ve evlerimizin çevresinde canlı kimse kalmamıştı. kilisenin büyük taşlarla döşenmiş birkaç yüz metrelik zemini sanki kalın bir sabun tabakasıyla örtülüydü; insanların vücutlarındaki yağlar eriyip akmış ve iki parmak kalınlığında bir tabaka halinde yoğunlaşmıştı…

oraya ilk gidenlerin ayakları karda bırakılan ayak izleri gibi yağ tabakasında iz bırakıyordu… bir de baktık ki türk kadınları ellerine birer elek almış kiliseye doğru koşuyorlar. biz uzaktan seyrediyorduk; ama ben dayanamayarak gidip orada olan biteni görmek istedim. üstüme ferace gibi bir şey giydim, başıma da bir çarşaf geçirdim; ağzımı burnumu örttüm, zaten çok iyi türkçe konuşuyordum ve kendimi ele vermeyeceğimden emindim. ben de karasun mankants kilisesi'ne gitmek üzere yola düştüm. kilisenin isler içindeki duvarları yarı yarıya yıkılmıştı. insanların kapının altından süzülen erimiş yağları ise tepeden aşağıya akmıştı... ayağımı basınca yapışıyordu; diğer ayağımı da yere basınca o da yapışıyordu… sonunda elinde elekle yanımda yürüyen bir türk kadın farkettim. o beni görerek dedi ki: 'bacı sen niye yanına elek almadın?' ben de şaşırmadan dedim ki 'geri dönüp alırım.' gülerek cevap verdi: 'geri döndüğünde ne kalır ki?' zaten katliamdan sonraki üçüncü gündü; ama çömlekçi fırını gibi kızarmış olan kilisenin duvarları hala sıcaktı. içeri girdim ki ne göreyim! türk kadınların her biri kilisede bir yer kapmış kimsenin kendi sınırından içeri girmesine izin vermiyor ve kadınlar birbirlerine bağırıyorlar: 'kim sınırımı aşarsa öldürürüm!…' benimle gelen kadın bana dönerek dedi ki: 'gâvur pis olsa da altını temizdir…' elekten geçirilmiş külün içinde erimiş bir altın parçası bulduklarında o canavar görünümlü kadınların sevinci görülmeye değerdi…
laiikice
hakkında dolu dolu araştırma yapmadığım ancak bildiğim kadarıyla :

birinci dünya savaşı zamanı ruslar doğu tarafında savaşırken bolşevik ihtilali sonucu savaştan kendini geri çeken rusların silahlarını taşkınlık çıkarmak için ermenilere verdikten sonra , tarihte kanıtlı bir şekilde duran ermenilerin türklere yaptığı katliamda hamile kadınların çocuklarını zincirle asmaları tarzı iğrenç şeylerin yapılması ve türk ile kürtlere yaptığı eziyetler sonucu kızışan iki tarafın birbirine girmesi , ortada kalan masum ermeni ve türk kürt insanlarının bunun cefasını çekmesi ardından ermenilerin sürgün edilmesi olayıdır. ben bunu ilk dinlediğim zaman ermenilerin bu davranışlarından sonra çok şaşırmışcasına sürgün yemelerini haksızmış gibi anlatmalarından yakınmıştım. ancak olayın aslı nedir nasıldır bilemem. kanıtlı okuduklarım bunlar.
codeboss
Ermeni siyasetçi ve Ermenistan'ın ilk başbakanı olan Ovannes Kaçaznuni 1923 yılında Bükreşte taşnak partisinin kongresinde yaptığı bir konuşmada "biz devlet yönetmeyi bilmiyorduk, ingiltere elimize bir toprak parçası verdi, o toprak parçası üzerinde müslüman türk insanı bırakmayalım diye başladık kesmeye, otorite de kuramadık, demekki öldürerek vurarak olmazmış bu işler dedik, sonradan birisi gelsede şu toprak parçasını ve devleti elimizden alsa dedik, iyiki sovyetler geldi ermenistan ellerine geçtide biz de bundan kurtulduk. Türklerin pişman olacakları birşey yoktur, biz ettik, biz getirdik İngiltereyi, Rusyayı ve fransayı buraya. Hatta Türkler bize yalvardı, Talat paşa bize yalvardı, etmeyin gitmeyin, gelin anlaşalım, yanlış işler yapmayalım, isteklerinizi haklarını hukuklarınızı da tanıyalım" demiştir.

bu belge moskova arşivlerinden bulunmuş, ermenice ve rusçadan çevirilmiştir.

kaynak :

http://1905.az/tr/ermeni-belgeleriyle-soykirim-yalani-ovanes-kacaznuninin-itiraflari/
0 /