ayh araplar da yani

frantz fanon
bugünlerde dolaşıma giren, sosyal medyada ses getirecek bir köşe yazısıdır:

bugün türkiye'de suriyeli mültecilere duyulan tepkide bu cahilce önyargıları aşan ve aslında dünyanın pek çok yerinde karşımıza çıkan bir acımasızlık var.

türkiye'de, türk olmaktan başka övünebileceği bir şeyi olmayan insanların bulunduğunu ve bunların kendilerini, başka bütün uluslardan üstün saydığını ve ama aslında -özellikle batılı- emperyalist güçlere karşı büyük bir eziklik beslediklerini bilmez değilim. onlara ulaşmak –en azından bu mecrada- zor. ama medeniyet saydıkları kıstaslarla başkalarını küçümseyenlerle sohbet edebiliriz sanki.

on yıl kadar oldu; şarkı yazarı şehrazat'la röportaj yapmıştım. aynı zamanda, türkiye'nin ilk caz şarkıcısı sevinç tevs'in kızı olan şehrazat, beyrut'ta geçen gençliğinde beatles'ı dinlediğini anlatmıştı. o yıllarda beyrut –ve başka anlatımlara göre tahran- büyük grupların turne rotalarında yer alıyordu çünkü önemli kültürel merkezler arasındaydı. bugün “arap”ı bir hakaret olarak kullanan yüz binleri ağırlayan istanbul, bu tür bir kültürel merkez halini almaya başladığında, beatles dağılmıştı zaten.

beyrut'un kültürel hayatı lübnan iç savaşıyla kesintiye uğramış ve bir daha eski hayatiyetine ulaşamamış. (bir benzerini –iç savaş değilse bile başka siyasal gelişmelerle- türkiye'de yaşıyoruz. konser organizasyonu yapan arkadaşlar, birçok grubun güvenlik gerekçesiyle türkiye'ye gelmeyi istemediğini anlatıyor.) ama bugün beyrut'ta, arap dünyasının başka bir yerinde, dünya sinemasını, dünya edebiyatını, farklı ve güncel müzikal trendlerini takip eden insanlar, entelektüeller var. tıpkı istanbul gibi. ama başlıktaki cümleciği sarf etmekte beis görmeyen ve kendisini bugünkü iktidarın mağduru hisseden bir kesimin gözünde “arap” tekno dinlemek, jager içmek, şort giymek gibi “ayrıcalıkların” bırakın keyfini sürmeyi, adını bile bilemez. (bunların medeniyet alameti, ya da medeniyetin tek alametinin bunlar olup olmadığı da ayrı mesele.) aynı bakış açısına göre bu keyifler, bulgaristan'ın doğusunda sadece türklerin hakkıdır; o da sadece bir kısmının. ve “türkler” türlü türlüdür, aralarında farkı politik görüşlere, farklı hayat tarzlarına sahip olanlar vardır ama böyle çeşitlilik gösteren türklerden başka kimse yoktur. araplar –ve tabii kürtler- tıpatıp birbirlerine benzer. hatta istanbul'dan baktığımızda, doğuda kalan her şey ve herkes, ancak gözlerimizi kıstığımızda seçebileceğimiz muğlak bir kalabalık gibi görünür. orada araplar, sünni islam'ın ve ona atfedilen her türden kısıtlamanın temsilcisi olarak belirir ve çöl, develer, bedevilik falanla simgelenir. oysa bütün arapların islamcı, bütün islamcıların cihatçı olduğu fikri doğru olmadığı gibi, bütün arapların müslüman ve sünni olduğu bile doğru değil.

ama bugün türkiye'de suriyeli mültecilere duyulan tepkide bu cahilce önyargıları aşan ve aslında dünyanın pek çok yerinde karşımıza çıkan bir acımasızlık var; mesela almanya'da türkiyelilere, fransa'da kuzey afrikalılara, abd'de siyahlara gösterilen türden bir acımasızlık. kendinden saydıklarının burun kıvıracağı işlere, ölüm sınırında ücretlerle mahkum edilenlere, artık hayvanlara da layık görülmeyen bir algıyla, canının bizimki kadar tatlı ve değerli olmadığı varsayılan ötekilere yönelik bir acımasızlık. ki kadınlar söz konusu olduğunda bu acımasızlığa iki tarafta da rastlanır; almanya'ya göçmüş “türk” erkeği de alman kadının cinsel hizmetine layık görür kendini.

o yüzden, dr. sinan oğan'ın, yani akademinin doktorasını kabul ettiği ama taciz terimini öğrenememiş olan sinan oğan'ın ifadesiyle, “türk kızlarına” “sarkıntılık” yapanlar, suriyeliler falan değil, her ulustan erkek milleti.

ama tekbirlerin sesini bastıramadığı, al bayrağın üstünü örtemediği sorular var.

geride bırakmak zorunda kaldıkları evlerini bulabileceklerini bilseler dönmekte bir an bile tereddüt etmeyeceği açık olan ve burada kalmamak için, belki de ilk kez tanıştıkları engin denizlere, yüzme bilmeden, çürük çarık botlarda, uyduruk can yelekleri ve çocuklarıyla açılmaya göze alan suriyeliler sayesinde bu ülkeye trilyonlar değerinde fon aktığından neden kimse bahsetmiyor? yolsuzluğu, artık kaçınılmaz görecek kadar kanıksadığımız için mi bunların nerede kullanıldığını sormuyoruz? o insanların ucuzun ucuzu emeğiyle servetlerine servet katanlardan neden nefret edilmiyor peki? bütün suriye savaşı boyunca ülkemizi yöneten iktidarın, emperyal hevesler ve kürt düşmanlığıyla bu savaşta oynadığı rolü de mi bilmiyoruz? ve bugün, daha türkiye'de işler suriye'deki kadar sertleşmemişken, avrupa'nın yolunu tutanlar, tutanlara gıpta edenler, orada aynı küçümsemeyle karşılaşacaklarını neden akıllarına getirmiyor?

yoksulluklarının, yoksunluklarının, güvensizliklerinin ve mutsuzluklarının öfkesini, güçlerinin yettiği göçmenler ve mültecilerden çıkartmaya çalışanların yaptığı vahşi ve acımasız bir ırkçılık ama dünyayı kendi (kadı)köyü, medeniyeti kendi köyünün adeti sananlarınki de en az bunun kadar büyük bir aptallık değil mi?





bu başlıktaki tüm girileri gör